|
| RP PRATİKLERİ | |
|
+29Zinovia Audrey Tyra Scott Elizabéth Adrianna Malfoy Melinda Shélia Dumbledore Krystal Angelina Delacour Valencia Claudía Ruselló Chester Bennin Aurélie Léa Johnson Alarica Viola Sonnette Mel Heid Willelmina Jane Vandom Christian Dayrnt Black Lily L. Black Vittoria Snape John Synea Tom Prince Scorpius Gregoroviç Samara Y. Laura D'Owen Rocio Sycorax Malfoy Mattéo Bernand Black Æon Amelia U. Warner Allaryce Lena Malfoy Tatyana Johnson Nathalie Emilie Allén Amy Grint Marietta Dennise Black Renny Dawkin Akazukin Konshin Daphne Zoe Launy Marcus Lucas Black 33 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Marietta Dennise Black
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 260 Yaş : 36 Kan statüsü : safkan Galleon : 12345 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 29/12/07
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ C.tesi 19 Ocak 2008, 17:22 | |
| Dennise bugün baya sıkılmıştı.Biraz uzaklaşmak istiyordu.Babasının ona daha önce bahsettiği, Mr. Windsor'a gitti.Kendisi Hogsmeade köyünde oturan safkan büyücülerdendi.Mr.Windsor'un şöminesini kullanarak daha önceden kendisine tavsiye edilen Knuckturn yolundaki Borgin&Burkes'e gitti.Mr.Borgin'i nazikçe selamladı. "Merhaba Mr.Borgin.Adım Marietta Dennise Anderson.Fredderrick Anderson'ın kızıyım."dedi. Mr.Borgin önce biraz şaşırdı.Sonra toparlandı.Ellerini önde kavuşturup gülümsedi:
"Ah,Hoşgeldiniz Miss Anderson.Evet evet.Babanızla dönemin başında haberleşmiştik.Sizin eğitiminize burda devam edeceğinizden ve size yardımcı olmamdan bahsetmişti.Emrinizdeyim asil leydim." Dennise ona gülümseyip kibarca teşekkür etti.Sonra ileri doğru bir adım atıp siyah elbisesinin üzerine konan uçuç tozlarını temizledi.Bir yandan da dükkana göz atıyordu.Mr.Borgin de yavaşça ardından geliyordu.Dennise'e göre burası bir hazine olmalıydı.Ama gördüğü bazı şeyler gerçekten çok basitti.Birden cam bir dolabın içinde siyah ince bir el gördü.Mr.Borgin'e onu işaret etti. Mr.Borin onu dolaptn aldı ve: "Şanslı el efendim.Sahibine yol gösterir.Yardımcı olur." Dennise: "Ama pek yeni gibi durmuyor."dedi. Mr.Borgin gülümsedi: "Ah siz kuzeyli safkanlar herşeyin yenisini hemen ayırt edebiliyorsunuz.Ama biz burda eskilere daha çok değer veririz hanımefendi.Bu elimdeki eli daha önce Malfoyların genç efendisi Draco Malfoy almıştı.Kendisine yeterince şans getirmediğine inanıp bana yeniden getirdi."dedi.Ardından sadece kendi duyabileceği bir mırıltıyla "Lanet olası kibirli asiller!"diye mırıldandı. Dennise El'e tekrar bakıp: "Yani şans getirmemesi gibi bir ihtimalde var öyle mi?"deyince Mr.Borgin heyecanla ellerini salladı: "Ah hayır efendim.Onu demek istemedim.Sadece Malfoylar böyle olduğuna inandı.İnanın bana Şanslı El onu kullanmasını bilen herkesi memnun etmiştir."dedi. Dennise sesini çıkarmadan diğer eşyalara bakmaya başladı.Cam raflardan birinin üstünde siyah bir kutunun içinde Gümüş kuru kafa bir yüzük gördü.Ona yaklaştı.Kutuyu eline alıp daha yakından baktı.Kurukafanın üstünde inca zarif yılanlar çiziliydi.Ama biraz yıpranmış gibi görünüyordu.Dennise yüzüğü çok beğenmişti.Mr.Borgin: "Miss Anderson gerçekten zevk sahibisiniz.Elinizdeki yüzük 17yy.dan kalma bir yüzüktür.Taa Mısırdan buraya getirilmiştir.Eski bir Hortkuluk'tur ama merak etmeyin üzerindeki darbelerden işlevini kaybettiğini anlayabilirsiniz.Hortkuluk'u yapan büyücü daha sonra pişman olmuş.Ayrıca düşmanlarınız etraftayken yüzük biraz ısınarak sizi uyarır ama önce biraz takmalısız ki yüzük size alışsın."dedi.Yüzünde aç bir ifadeyle Dennise'e baktı. Dennise heyecanla yüzüğe bakıyordu.Çok beğendiği ortadaydı.Belki ihtiyacı olabilirdi Hogwartsda.Ama babasının haberi olmamalıydı.Böyle bir eşyayı tek başına almasından hoşlanmaya bilirdi.Mr.Borgin'e baktı.Ona güvenemezdi.Ama almayı da çok istiyordu.Birden gözlerinde bir ışık çaktı.Mr.Borgin'e yeniden baktı ve:
"Bunu alıyorum."dedi.Mr.Borgin oldukça sevinmiş gibiydi:
"Doğru bir karar verdiniz Miss Anderson.Pişman olmayacaksınız."dedi. Hevesle kasaya doğru ilerledi.Yüzüğü daha güzel kadife bir siyah kutuya koydu.Kafasını kaldırıp,Dennise'e gülümsedi:
"45 Gellon efendim"dedi.Dennise usulca para kesesini çıkardı.içine şöyle bir baktı.50 Gellon'a yakın bir şey vardı.Keseyi tezgaha bıraktı."İşte."dedi."Bu alışverişten babamın haberi olmazsa sevinirim Mr.Borgin"dedi. Mr.Borgin birden gözlerini devirdi.Önce tezgahta duran keseye baktı.İçinde ne kadar olduğunu tahmi etmeye çalıştı.Kafasını kaldırıp Dennise'e tekrar baktı.Elini keseye uzatırken"Üzgünüm Miss Anderson.Babanızla irtibat halindeyim ona yalan söyleyemem.Ayrıca aldığınız yüzük çok asil bir eşyadır.Sanmıyorum ki babanız___ Dennise Mr.Borgin'in sözünü keserek"Babamın neye karşı çıkacağını sizden iyi biliyorum Mr.Borgin saolun."dedi. Mr.borgin yeniden gözlerini keseye dikti.Dennise'e bakmadan: "Ozaman korkarım bu konuda yardım edemeyeceğim size."diyerek Dennise 'e baktı.Dennise zaten ona bakıyordu.Hafifçe gülümsedi: "Ah,yanlış cevap.Özürdilerim"dedi. Hızla asasını doğrultup "UNUTTUR!"dedi.Mr.Borgin'e beyaz bir tüy çarptı ve gözleri yukarı doğru kayarak hülyalı bir hal aldı.Yılışık yılışık sırıttı."Güle güle Miss.İyi günler"dedi.Dennise kutuyu Borgin'in elinden sertçe aldı.keseye de elini atarak hızlı ama çaktırmadan aldı.Kibarca selam verip arkasını dönerken alaylıca güldü."Teşekkür ederim Mr.Borgin"dedi.Kapıyı açıp çıkarken pelerinin kapşonunu kapattı.Yolu bilmiyordu ama aşağı doğru yürümeye başladı.Kullanabileceği başka bir şömine bulup okula dönecekti.Yol sağa doğru dönüyordu.İlerde dışarıya ışıkları vuran bir dükkan gördü.Önüne geldiğinde talebayı okudu."Karanlık sofra"yazıyordu.İçerde birkaç kişinin oturduğunu gördü.Belki şömineyi kullanmasına izin verebilirlerdi.Kapıyı açıp içeriye doğru adım attı. | |
| | | Mattéo Bernand Black Sihirli Kazalar ve Felaketler Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 217 Yaş : 29 Galleon : 12391 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 20/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Ptsi 21 Ocak 2008, 18:50 | |
| Saat geceyarısına varmak üzereydi.Etraf karanlık içinde çırpınıyordu.Bir yandan ay etrafa gülücükler saçıyor ama karşılığını göremiyordu. Aslında Londra bu kadar sessiz ve karanlık değildi. Ama şimdi herkes evine çekilmiş televizyon izliyordu. Evlerin ışıkları caddeyi loş bir ortama çeviriyordu...
Matt o gece uyuyamamıştı. Zaten bu genelde rastlanan bir durumdu. Müzik dinlemekten başı ağrır ve bu anca yalnız kalabildiğinde geçerdi.İşte yine kendini caddeye atmış bir serseri gibi etrafta dolanıyordu.Birden Arthemis Park'a geldi. Burası Matt'in yalnız kalabildiği sayılı ortamlardan biriydi.Her zamanki gibi Arthemis'in mezarından uzak yalnızlıkla büyüyen çimlere uzandı.
Gökyüzü olduğundan gizemliydi.Yıldızlar sık sık sönüp tekrar aydınlanıyordu.Sanki bir kalp gibi.Gelip gitmeler...Evet yine geliyordu.Birden ellerini kafasına koydu.Sanki biri denizi yararak içine ses çıkaran yaratıklardan atıyordu.Bu gerçekten işkence gibiydi.Uzandığı yerden kalkıp oturdu.Gözleri dolmuştu.Bu çok ağrıtıcıydı.Gözlerini sildi ve tekrar uzandı..
Yarım saat sonra hafif bir rüzgar çıktı.Ürperme ile uyandı Matt.Elini tekrar başına koydu.Geçmişti.Hiç bu kadar çabuk geçmezdi.Bu gün şanslı olduğunu kendi de fark etmişti zaten.Gülümsemeyle gökyüzüne geri döndü. Muhteşem bir manzaraydı ama yarım saat önce.Şimdi etrafı kara bulutlar kaplamıştı.Yağmur yağacak gibi değildi. Birden ayak sesleri duydu.
-Kim var orada???
Bir ses Matt'in sorusuna cevap verdi...
-Ben...
Ses pek uzaklardan gelmiyordu.Ama sesin yumuşaklığına bakarak bir kızdan geldiği rahatça anlaşılıyordu.Ama hayatında hiç böyle saçma bir cevap almamıştı.Birden gölgelerin ardından bir kız çıktı.Ay ışığının yansıttıklarına göre saçları uzun ve sarıydı.Yetişkin biriydi. Acaba bir kızın bu saatlerde dışarıda ne işi vardı??
-Merhaba. Ben Matt. Bu saatlerde sizin gibi bir bayanın buralarda ne işi var??
Acaba çok mu ileri gitmişti.Sonuçta tanımadığı biri ile konuşuyordu. Belkide sokaklarda gezinen serserilerden biriydi. Ama güzeldi. Ve de fazla bakımlıydı. Daha çok bir partiden çıkmış veay sevgilisiyle ayrılmış biri gibi duruyordu. Yani serseri olamazdı.
Birden aklına geldi. Bunu düşünecek pek zamanıda yoktu zaten. Cidden hiç bu kadar çabuk baş ağrısı geçmezdi. Genelde sabahlara kadar kıvranır durur ama bir türlü iyileşemezdi.Ah bide şu bağımlısı olduğu müzikten vaçgeçebilseydi..
- Bazen sıkılıp, buralarda dolaşmaya çıkıyorum. Sürekli bir yerde tıkılıp kalacağıma dolaşmak daha iyi oluyor.
Kızı sesi demin duyduğundan da tatlıydı.Ve de gülümsemesi çok, çok hoştu.
- Ben adını söylersin diye umuyordum.Yani sormama gerek var mı ki?
Biraz utanmışmıydı sanki? Hey Matt kendine gel..! Niye böyle olmuştu acaba? Kızdan hoşlanmış mıydı? Lilum'dan ayrılalı beri hiç böyle mutlu olmamıştı. Zaten o Lilium'u bir yerlerde görse boğazlayacaktı!!Onun yüzünden her gece müzik dinleyip başını çatlatıyordu. Bu delilik olmalıydı ama insan buna karşı koyamıyordu işte.. Belkide şu an yaşadıkları yeni birşeyleri başlangıcıydı..
- Angie.. Memnun oldum, Matt.
Angie. Bu ismi severdi. İleride kızına vereceği isimler listesi arasında yer alıyordu...
- Bir yerlerde çalışıyor musun??
- Evet.. Yani yakında başlayacağım. Hogwarts'ta Astronomi Profesörü olmayı umuyorum. Sen?
- Gerçekten mi??
Biraz saçma olmuştu herhalde. Yalan söyleyecek hali yoktu ya..
- Yani.. Bende Hogwarts'tayım. Tılsım profesörü olarak.
İnanamıyordu. Galiba tanrı kızdan hoşlandığını anlayarak ona böyle bir şans vermişti. Belki de ileride ilişkileri daha da gelişebilirdi. Aslında şimdiden ondan bi hayli hoşlanmıştı ama daha onu tam tanımıyordu. Yani pat diye çıkma teklifi edemezdi.. Saçları çok hafif ama güzel kokuyordu. Aşırıya kaçmadan da bakımlı insanlar Matt için iyiydi.
- Eğer özeline girmeyeceksem bana biraz ehhmm özelliklerinden bahseder misin?? Yanlış anlama sadece tanımak istiyorum seni. Ne de olsa 1 sene beraberiz okulda...
- Imm, mesela Muggle'lardan pek hoşlanmam. Sevmem diyemem fakat öyle görüşmekten, bağlantıda olmaktan rahatsız olurum. Yani Safkanlığı tercih ederim. Sonra, bunun gibi gecelerde yürüyüşe çıkmayı severim. Yani geceyi ve ayı severim. Sıcak ve güneşten pek hoşlanmam, yağmurlu havaları severim. Peki sen?
Hey bu şaka mıydı??Bu kız Matt'in ruh ikizi vs. gibiydi.Birkaç eksik vardı ama..
- Hmm.. Karanlık, gece ve müzik.Herhalde bu üçü beni anlatmaya yeter. Ama aşk, yağmur, ay, sessizlik, safkanlık, başarı ve güçte onların tamamlayıcısı. Bilmiyorum artık anlatabildim mi kendimi? Öz ve kısa konuşmalarıda severim. Öyle dedikoduymuş gevezelikmiş hiç sevmem. Fazla ortak yönümüz var yani..
Bunu söylerken Angie'nin yüzüne baktı. Gözleri ayın ışığından dolayı parlıyordu. Çok mutluydu. Hemde çok. En son 3 yıl önceki ezeli düşmanı Damien'a yumruk attığında bu kadar mutluydu. Gerçi iksinde yaşadığı duygular farklı. Biri intikam biri de... Aşk.. Başının üstündeki bulutlerı kovaladı. Sanki şimdi bunları düşünmek yerine Angie ile yağmurda denizin sesini dinlemek istiyordu.
Birden yanağına birkaç damla döküldü. Ve eline.. Yağmur başlamıştı. Bugün şanslı gününde miydi ne!!
- Deniz kıyısına inelim mi? Orada denizin o rahatlatıcı sesi daha iyi duyuluyor..
Angie'nin elinden tutup kaldırdı. Hem de bunu hiç düşünmeden yaptı. Utanmıştı. Bunu o kadar kolay yapabileceğini sanmıyordu.Ama Angie'de elini çekmemişti. Gülümsedi. Ve yine o güzel yüzünü gördü Angie'nin...
- Tamam. Zaten ben oraya hiç gitmemiştim geldiğimden beri. Eminim çok güzel bir yerdir..
Yavaş yavaş ve el ele ilerlemeye başladılar. Kendini bi garip hissetmişti. Bu unuttuğu bir duyguydu. Bir keresinde Lilium ile el ele tutuşurken ezeli düşmanı Sam ve onun o pislik arkadaşlarına alay konusu olmuştu. Tabi işe yaramaz bir şımarığın aşk konusunda rezalet olması pek şaşılacak durum değildi...
- Ailen, hala yaşıyor mu?
Bunu sorarken biraz çekinmişti. Belki de ailesi yaşamıyordu. Ve de Angie'yi üzmeyi istemezdi. 20 dakika içinde kendisine yabancı olan kız şimdi el ele tutuştuğu Angie'ye dönüşmüştü. Üstelik onun üzülmesine bile dayanamıyordu. Sanırım bu olanlar yeni bir ilişkinin tohumlarıydı.
Matt'in kafasında bu olanlar geçerken yağmur epey hızlanmıştı. Tişörtünün içine giren damlalar sanki vücuduna düşen bir kar tanesinin erimesine benziyordu. Çok soğuktu. Birden ürperdi. Saçları bozulmuştu. Hoş önceden de pek derli toplu değildi ama...
| |
| | | Rocio Sycorax Malfoy Azkaban Kaçağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 974 Yaş : 35 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12346 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Perş. 24 Ocak 2008, 22:36 | |
| '' Herşeyi aldık mı? '' Rocio başıyla onayladı, babası ile Diagon yolunda yürümekteydi.Okul için gerekli şeyleri almaya gelmişlerdi, listedeki herşey alınmıştı. Üstelik babası herşeyin iyisini almışltı herzamanki gibi. Söz konusu Rocio olunca akan sular dururdu, onun için en iyisi hep düşünülürdü. '' Bence hala bir eksiğimiz var? Kaç senedir sana baykuş almaktan söz ediyoruz, artık bugün alalım. Hem daha kolay mektuplaşırız. '' Rocio babasına baktı, suratında gevşek bir gülümsemeyle göz kırpıyordu. Biraz ilerdeki Hayvan dükkanına girdiler.İçersi baya kalabalık ve gürültülüydü, ancak suçlusu insanlar değildi. Onlarca hayvan kafeslerinde seçilebilmek için en güzel yönlerini göstermeye çalışıyordu. Bir kadın sesi:
'' Yardımcı olabilrimiyim? ''
'' Tabi, kızım için baykuş arıyorum. ''
Sarışın, uzun suratlı, çelimsiz kadın onu takip etmeleirini istedi. Biraz ilerledikten sonra solda baykuşlar gözüktü, irili ufaklı bir sürü baykuş... Kahve tonlarında minicik bir tanesi az daha cüppesinden bir parça götürüyordu. Rocio kesinlikle saldırgan bir tane almayı düşünmüyordu, ayrıca baykşunun zeki olmasını istiyordu. Bembeyaz bir tane ona şirinlik yapıyordu, Rox '' Aptal kuş... '' diye mırıldandı. Biraz daha dolaştıktan sonra onu gördü: Siyah tüyleri tüm canlılığı ile parlıyordu, göz çevresinde grilikler vardı. Asil bir duruşu vardı, Rocio kafesten içeri elini soktu ancak hiç bir tepki vermedi. Üzüntüyle başını öne eğdi, anlaşılan onu sevmemişti. Tam arkasını dönecekken kafesten cikleme sesleri duyuldu.'' Bence sizi sevdi, genelde çok sessizdir. '' dedi kadın.
***
Odasında uzanmaktaydı, karşısında ise Hera yemeğini yiyordu. Evet adını Hera koymuştu baykuşunun, babası da beğenmişti yeni dostunu. Uykusu yoktu, nedense gelmemekte ısrarlıydı. Saat 04.18'i gösteriyordu. Rox kalktı yataktan, son kez sandığı kontrol etti. Herşey tamam gözüküyordu, giysiler kitaplar, ölçekler, Hogsmade için izin kağıdını da babasına imzalatmıştı. Camdan dışarı baktı, evin bahçesi sessizdi. Ölmeden önce amcası ile oyun oynarlardı eskiden o bahçede, babası ilk doğum günü partisini 30 yaşındayken orda vermişti. Tabi bu olay tamamen Rocio'nun zoru ile olmuştu. Rox aşağı salona indi, yeşil kadife kanepeye uzandı. Aklına birden küçükken sadece bu koltukta uyuduğu gelmişti belki yine uyurdu.
'' Sy, kalk geç kalacağız! '' Rocio bir anda gözlerini açtı, kendini sarsan kim diye etrafa baktı. Babası giyinmişti bile, '' Hadi hazırım, cisimlenemeyeceğin için taxi çağırdım, sandığını ve Hera'yı arabaya koydu o iğrenç muggle.. '' Rocio kanepeden fırladı, çabuk adımlarla odasına çıktı. Artık kompartımanda giyinirdi, yanına aldı cüppesini. Odaya şöyle son bi kez baktı, babası kapıda gözüktü. Che'nin elinden cüppesini aldı, merdivenlerden aşşağı indi, o da peşinden. Taxiye bindiklerinde Rocio'nun göğsü şiddetle inip kalkıyordu, treni kaçırabilirlerdi.
İstasyona girer girmez koşmaya başladılar. Babası bir kahkaha koyuvererek '' Eminim çok komik gözüküyoruzdur Sycorax. Bir elinde koca sandık benimkinde bir baykuş koşuyoruz. '' Rox da güldü, babasına hak verdi. Sonra ikisi birden Peron 9 ile Peron 10 arasındaki geçite daldı. Hogwarts Express'inden dumanlar çıkıyordu, tren kalkmak üzereydi. Rocio önce şöyle bir üstünü başını düzeltti, babası bu sırada eşyalarını trenin merdivenlerine koyuyordu. Ani bir hareketle babasına yöneldi, tren hareket etmeye başlamıştı bile. Hemen kendini babasının kollarından kurtarıp trene atladı, son bir kez daha görmek için ona baktı. Ancak çoktan cisimlenmişti, Rocio sandığını ve Hera'yı alıp kendine kompartıman aramaya başladı. | |
| | | Samara Y. Laura D'Owen
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1151 Yaş : 28 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12300 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Paz 27 Ocak 2008, 17:37 | |
| YALNIZLIĞIN GECESİ
Gece oluyordu.Güneş,ışınları yavaş yavaş çekmeye başladı.Alice o gün çok düşünceliydi ve sağına soluna dönüp bir türlü uyuyamıyordu.Kimi mi düşünüyordu?Ablasını...
Ablasının ona anlattığı masalları ve öğütleri düşünüyordu.Hiç aklından çıkmıyordu ki zaten... Anne ve babasının o kara sözünü hatırlıyordu içinden.Kızıyordu onlara...Ablasının bir suçu yoktu ki!"Nefret"ne kötü bir şeydi.Ya "Sevgi",oda karamsarlaşmıştı artık.Birden suratını ekşitti.Alice"Yalnızlıktan nefret ediyorum"diye haykırdı.Daha bu neydi ki...
Alice duygusal bir kız olduğu için,ömrünün nerdeyse yarısında ağlamıştı.Ama hepsi yalandı.Bazen dondurması düştüğü için,bazen annesine istediği kıyafeti aldıramadığı için ve bazende oyuncak almak istediği için...Ama şimdi gerçekten ağlıyordu.Ablasını düşündüğü,yalnızlıktan sıkıldığı ve de ailesinden nefret ettiği için... Ablası ona herşeyi öğretmişti sanki.İlk olarak;düşünmeyi ve hayal kurmayı,ikinci olarak;görmeyi ve hedefi yakalamayı,üçüncü olarakta şimdi yaptığı şeyi;ağlamayı,özlemeyi ve de sevmeyi..."Ben yalnızlığa mahkummuyum?Gökyüzü bile bakmadı yüzüme.O bile kararttı yüzünü."dedi hıçkırarak.
Yatakta ağlarken birden bir ses duydu.Bu kedisinin sesiydi.Homurdanarak Alice nin yanına sıkıştı.Alice"Söyle bakalım yaramaz kedi,ne oldu?"dedi.Kedi homurdamayı kesti.Alice hayvanların konuşabileceğine inanıyordu.
Ama kedisinin sustuğunu görünce ağlamaya devam etti ve"Sende mi ha?Sende mi bana yüz çeviriyorsun.Kapılar kapanıyor sanki yüzüme.Ama ben onlar gibi olmayacağım.Kimseye yüz çevirmeyeceğim.Ablam gibi bırakıp gitmeyeceğim.Bu okuldan mevzun olup meslek sahibi olduğumda herkes görücek..."dedi kararlı bir şekilde.
En son tarafından Paz 27 Ocak 2008, 18:11 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Paz 27 Ocak 2008, 18:06 | |
| Matteo ve Æon'dan başlayalım, ikinizin de RPleriniz harika, önerim bir de günlük edinin ve unutmayın ki kendi odalarınızda flood yapabiliyorsunuz, bolca olay yaratın birbirinizin dairelerinize başvurmanızı gerektirecek durumlar yaratın Özellikle Æon, seni de daha çok RP yaparken görmek isterim Matt ve Linda yeterince aktifler Devam millet, ikinizi de iyi ki Bakanlığa almışız diyorum şu an Marietta'mıza geçelim Marietta senin de RPni oldukça beğendim ama küçük hatalarının farkındasındır: Öncelikle paragraflara ayırmakta daha çok özen göstermeye dikkat etmelisin ve " işaretlerinin renklerini konuşmayla aynı tutarsan estetik olarak daha iyi, değil mi Onun dışında macera ya da lışveriş RPsi olarak süper Knockturn'e de bekleriz Sycorax'cım, RP kuzenim, senin RPlerini de beğendiğimi biliyorsun, fazla söze gerek yok Benim gibi kalın paragraflar kullanıyorsun, hoşuma gidiyor hahha BU RPnde belki daha fazla renk kullanabilirdin =) Özellikle de farklı kişilerin konuşmalarına farklı renkler lütfenn ve Alice'e gelelim. İlk göze çarpan eksik renklendirme diyorum tekrar. Farklı kişilerin diyalogları farklı renk anlatım farklı renk lütfen =) Devam edersek, " işretini sadece diyalog için kullanmak okumayı kolaylaştırıyor. Eğer ayrı gçstermek ya da belirtmek istersen ' işareti kullan ya da kelimeleri italik yap. Fazla ... kullanma alışkanlığın olduğu gözümden kaçmıyor Son olarak 'dedi' yazarken, "tan sonraysa büyük harfle başlaman gerekmiyor Genel olarak baktığımızda istediğinde uzun RP yapabiliyorsun, daha fazla tek satır RP görmek istemiyorum Bu RP'n ortalamanın üzerinde, kendini geliştirmeye devamm |
| | | Scorpius Gregoroviç Muggle
Mesaj Sayısı : 19 Yaş : 34 Galleon : 12286 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 29/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Çarş. 30 Ocak 2008, 02:21 | |
| Artık kuzeniyle ayrılmıştı.Şimdi seçmen şapka için hazırlanma zamanıydı.Tekne ilerlerken görkemli şato biraz daha güzel gözüküyordu göze ve yanında oturan yaşıtı ellen oda bir safkandı anneleri yakın dostlardı.''Merhaba Ellen''dedi ne kadar istemesede.''Merhaba Scopius nasılsın hangi binaya gitmeyi umuyorusun''Scorpius düşünmeden cevap verdi.''Grifindor olmasında ne olursa olsun''dedi ve kız meraklı meraklı bakmaya başladı.''Neden Scopy neden Grifindor binasını istemiyorsun''.Scorpius amcasının durumunu anlatamazdı ama bir şeyler açıklamalıydı bir an kızın Grifindor binasından korktuğunu anladığını sandı ama daha fazla endişelenmeden cevabı verdi''Biliyorsun renklerini sevmiyorum ortak salonuda küçükmüş diyorlar hem Slytherine sadece bizim soyumuzun safkanları gidiyor melez ihtimali yok.Hem zindanlar benim favorilerimdir''dedi ve azcık gülümsedi.Ellen da güldü birşey anlamamıştı kayık toprağa çarptı.Büyük an geldi.Artık şatodan içeri girmişti karşılarında müdür yardımcısı onlara gerekli acıklamaları yapıyordu. | |
| | | Tom Prince Muggle
Mesaj Sayısı : 137 Yaş : 30 Galleon : 12328 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 05/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Çarş. 30 Ocak 2008, 12:46 | |
| Tom'un canı sıkılmıştı.'En iyisi her zamanki gibi göl kenarına gitmek'içinden konuşuyordu.Bugunlerde Tom'un canı çok sıkılıyor, her seferindede kendini göl kenarına atıyordu. Yine göl kenarına gitmişti. Her seferinde yalnız kalmak için gittiği özel bir bank vardı. Bu sefer banka canı sıkılmış olduğu için gidiyordu. İçinden'Umarım bu sefer kisme yanıma gelmez biraz kafamı dinlerim.'Hergün değişik bir şey yaşıyor, bu olaylar onun canını çok sıkıyordu. Kafa dinlemesi gerekiyor, ama bir türlü yanlız kalamıyordu. Şimdi yalnızdı, günlerdir olan bitenleri kafasından geçirdi. Bir türlü bir sonuca varamadı. 'En iyisi bunları, Vanessa ile konuşmaktı.' | |
| | | John Synea Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 27 Galleon : 12276 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Ptsi 04 Şub. 2008, 13:56 | |
| O gün John'un kalbi duracak gibiydi.Yeni bir okula başlıyordu ve sevdiği kız bu okuldaydı.Yeni arkadaşlarla ve de yeni profesörlerle tanışacaktı.Hiç görmediği ve tanımadığı kişileri burada tanıyıp kim bilir belkide sıkı bir dost olacaktı.Her şeyden önemlisi biricik sevdiği Alice'ydi.İçinde sessizce "Acaba beni görünce nasıl bir tepki verecek?"sorular yöneltiyordu.
Alice'nin onu sevip sevmediğini bilmesede o Alice'yi seviyordu ya bu daha önemliydi.Hayatında ilk sevdiği kız oydu.Daha önce hiç kimseye bu kadar bağlanmamıştı.Karar verdi ve Alice'ye bir mektup yollamak istedi.Eline kalemini aldı ve
"Merhaba Alice, Ben John Synea.Sana kendimi daha önce tanıtmadığım için umarım bana kızgın değilsindir.Açık konuşmak zorundayım ki sen benim için çok değerlisin.Bu satırları okurken sakın ha benim çok uzakta olduğumu ve de seninle asla kavuşamayacağımızı düşünme.Ben senin yanı başında hatta kalbindeyim her zaman.Kalbin ne zaman atmayı bırakırsa bende öleceğim.
Bende bu okula kaydolmayı ve elime bir meslek edinip seni burdan kaçırmayı hayal ediyorum.Hatta kaydoldum da.Binam seçildiği ilk anda seni rahat bırakmayacağım haberin olsun.Neyse mürekkebim bitiyor,nasılsa sonradan hep görüşeceğiz.Hoşçakal aşkım."
yazdı ve altına da ismini yazıp renkli bir zarfa koydu.Bunu en yakın zamanda Alice'nin çantasına atmalı ve ona olan tüm hislerini ortaya koymalıydı.John yıllardır aradığı aşkı şimdi Alice'de bulmuştu. | |
| | | Nathalie Emilie Allén Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 112 Yaş : 30 Galleon : 12342 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 01/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Salı 05 Şub. 2008, 10:37 | |
| İLYEDA VE YAKİDA
"Hayır Alanis, hayır.Sen beni haketmiyorsun!Benim babalığımı hiç haketmiyorsun!" dedi babası o tiz sesiyle.Alanis korku ve endişe içeren gözleriyle babasına baktı."Biliyorum baba...Bu aralar yeterince bulanık öldüremedim.Biliyorum...Ama söz veriyorum ki öldüreceğim; karşılaştığım her bulanığın sonu benim elimden olacak." Babası cılız bir kahkaha attı.Aynı anda gözleri ateş kırmızısı rengini aldı."Bundan sonra yanında olmayacağım; sana yardım etmeyeceğim.Biz diye birşey kalmadı artık hayatında!" Alanis yaşlarla dolmuş gözlerini yere dikti.Bir süre düşündü ve kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı."Hani 'biz' vardık baba?Hani 'bizi'i kimse ayıramazdı?Ama şimdi görüyorum ki 'sen'li 'ben'li sözde(!) öznelere geçtik...Sen demiştin bana 'artık sen veya ben yok, sadece biz varız' diye.Bu sözlerin nereye gitti?Tüm bu söylediklerin yalan mıydı?Hayır ben seni değil; sen beni haketmiyorsun!Ama güzel bir karar aldın.Artık yanımda da, hayatımda da, rüyalarımda yer kaplama!" Alanis'in bu sözleri karşısında şaşıran babası orayı hemen terketti.Alanis omuzlarından bir sürü yükün kalktığını hissetti.Bir süre babasının gittiği yola baktı.Eski günleri bir film karesi gibi gözlerinin önünden geçti.Kendine geldiğinde babasıyla konuştuğu ormandaydı.Ama etrafta sisler oluşmaya başlamıştı.Ay bulutlardan sıyrılmış; kendini göstermişti. Yıldızlar her zamankinden daha ışıl ışıldı.Ama bir yıldız hariç...Alanis o yıldıza bakakaldı.Sonra yüksek sesle bağırdı. "Senden nefret ediyorum baba!"
Uyandığında ofisinde olduğunu anlayan Alanis uyuyakaldığı koltuktan kalkıp hızlı adımlarla çalışma masasının yanına geldi.O sırada başına çok büyük bir ağrı girdi.Şakakları zonkluyordu.Çömeldi.Elleriyle başını oyvaya çalıştı. Birden kapı açıldı ve içeriye sekreteri Bayan Affleck girdi.Byan Affleck Alanis'i bu şekilde görünce çılgına döndü ve hemen Alanis'in yanına gitti.Onu yerden kaldırıp sandalyesine oturttu.Titrek sesiyle "Ne oldu size böyle Bayan Allén?" dedi.Alanis başındaki ağrının hafiflemesiyle konuşabildi. "Bilmiyorum Bayan Affleck, bilmiyorum.Ofisimde uyuyakalmışım.Rüyamda en son bir yıldıza bakıyordum, ışığı sönmek üzere olan bir yıldıza.Daha sonra ne olduğunu anlamadan uyandım." Bayan Affleck hiç tereddüt etmeden konuştu."Işığı sönmek üzere olan bir yıldız...Bu yıldız İlyeda veya Yakida olabilir..." Alanis şaşkın ve birşey anlamamış bir şekilde Bayan Affleck'e baktı."Bu da ne oluyor Bayan Affleck?" Bayan Affleck Alanis'in ofisinde bulunan kitaplığa gitti.Bir kitap aldı ve içini karıştırdı.İstediğini bulduğunda okumaya başladı. "Mitolojiye göre birbirini çok seven iki insan varmış.Biri İlyeda biri Yakida...Bu iki aşık bir gün bir suç işlemiş ve Zeus onları cezalandırmış. Zeus cezaya göre bu iki birbirini çok seven insanı birbirine çok yakın ancak birbirlerine asla değemeyecek yakınlıkta olan iki yıldıza dönüştürmüş ve sonsuza kadar orada öylece kalmalarını sağlamış.Birbirlerine asla ulaşamamış bu iki insan ve bunun kahrını çekmişler bir ömür boyu..." Alanis bu hikayeyi ilk defa duyuyordu, ama gördüğü yıldızın İlyeda veya Yakida olduğuna da pek inanmıyordu."Bayan Affleck, benim gördüğüm yıldızın İlyeda veya Yakida olduğunu da nerden çıkarttınız?" Bayan Affleck onu duymamış bir şekilde "Gördüğünüz ışığı sönmek üzere olan yıldız bir tane miydi?Dikkatli baktınız mı?" dedi.Alanis bir of çekerek Bayan Afflecek'i onayladı."Evet bir taneydi." Bayan Affleck yine konuşmaya başladı. "Siz bayansınız ve gördüğünüz yıldız Yakida olmalı.Bu da demek oluyor ki İlyeda artık bir insan şeklini almış ve o da hiç birşeyi hatırlamıyor.Dünyaya yeniden gelmiş,Yakida'dan da haberi yok.İlyada şuan dünyada ve korkarım ki o sizsiniz..Yakida size rüyanızda görünebilmiş çünkü onun hatası çok büyük olmalı ki o affedilmiş.Ama sizin de hatanızın affedilmemei gerekiyordu...Ama affedilmiş..." Alanis tiz bir kahkaha attı.Bayan Affleck'in söylediği şeylere pek inanıyor gibi görünmüyordu. "İki dakikada ne çabuk senaryo yazdınız Bayan Affleck.Böyle saçmasapan işlerle kaybedecek vaktim yok benim.Şimdi ofisimden çıkabilirsiniz." Alanis gülümseyerek Bayan Affleck'in, odasından çıkmasını bekledi.Bayan Affleck de Alanis'e gülümseyerek kapıya ulaştı.Kapıdan çıkarken "Söylediklerimde doğruluk payı var Bayan Allén.Herneyse sihirli günler.Birşey isterseniz ben odamdayım."
Alanis ofis kapısının kapanmasıyla bir oh çekti.'Bu kadın neler saçmalıyordu böyle?'Bayan Affleck'in kitaplıktan çıkardığı kitaba bir göz gezdirdi. "Mitolojiye göre birbirini çok seven iki insan varmış.Biri İlyeda biri Yakida...Bu iki aşık bir gün bir suç işlemiş ve Zeus onları cezalandırmış.Zeus cezaya göre bu iki birbirini çok seven insanı birbirine çok yakın ancak birbirlerine asla değemeyecek yakınlıkta olan iki yıldıza dönüştürmüş ve sonsuza kadar orada öylece kalmalarını sağlamış.Birbirlerine asla ulaşamamış bu iki insan ve bunun kahrını çekmişler bir ömür boyu..." Ardından kitabı fırlatıp kendi kendine konuşmaya başladı. "Ne saçmasapan bir kitap bu.Kim bilir nerden almışımdır?...Benim işim başımdan aşkın.Nelerle uğraşıyorum ya!"
Alanis dosyalarını bulup işinin başına koyuldu.Dosyalar karmakarışıktı.İlk önce hepsini düzenledi, imzalanacak yerleri imzaladı.Daha sonra Bayan Affleck'i odasına çağırdı.Bayan Affleck odaya sessizce girdi ve Alanis'in ona söyleyeceklerini dinlemeye koyuldu. "Bayan Affleck, bu dosyaların işi tamamdır.Toplam 6 dosya: 2 tanesi Hogwarts'a, 1 tanesi Durmstrang'a, 1 tanesi Beuxbatons'a, 2 tanesi de Büyücü Konseyi'ne gönderilecek. Gönderim işini sana bırakıyorum.Benim bir işim var.Knockturn Yolu'na gideceğim.Orada birkaç işim var." Bayan Affleck kendisine verilen bu işi en iyi şekilde yapmak izere dosyaları aldı.Alanis "Unutmadan dosyaların üzerinde yazıyor nereye gönderilecekleri.Sana iyi işler Bayan Affleck" dedi hızla.Bayan Affleck başıyla söylenenleri onayladı.Kapıdan çıkarken "Sihirli günler Bayan Allén.Size de iyi işler." dedi ve çıktı.Alanis ayaklandı.Deri ceketini giydi.Şemsiyesi köşede duruyOrdu. Ama almaktan vazgeçti.Kapıdan hızla çıktı.
En son tarafından Salı 05 Şub. 2008, 18:53 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Vittoria Snape
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 279 Yaş : 31 Galleon : 12294 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 25/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Cuma 08 Şub. 2008, 15:15 | |
| Sessiz bir gündü.Güneşin Loş ışıkLarı yüzüne vuruyordu.Gereğinden fazLa karanLık oLan yüzü daha mat ve ifadesiz görünüyordu ve siyah saçları,kahverengi gözleri güneş ışığının etkisi iLe parlak ve açıkkahverengine bürünmüştü.Sessizliğin ardından başını hızla sağına çevirerek siyah saçlarının falgalanmasını sağladı. Sağındaki eski arkadaşı Merope'ye gözlerini dikmiş bakarak:
''Yapacağımı düşünüyorsun öyle mi? O bir ifritten farksızken nasıl olurda yardım edeceğimi düşünebilirsin hemde son kavgamızda yanımdayken.''
Merope daha fazla bir şey söylemeden konuyu kapatmıştı fakat Vitt hala bu konu üzerindeki düşüncelerini belirtiyordu.Eski kavgalarından söz ediyor her seferinde kendinin hakLı olduğunu belirtiyordu. .... ... ......
Saat gece yarısını geçmişti.Vittiora ve Kevin birbilerinden ayrı ,odanın diğerköşelerinde duruyorlardı.Ailelerinin yakın olması onları sık sık bir araya getirsede o günü hayatlarının en kötü günü saymaları onların birbirlerinden ne kadar nefret ettiğini açık ve net belirtiyordu. Kevin diğer köşeden ona sinsice sırıtken Merope de ona küçümser bir bakışla karşılık veriyordu. Oda boğuk ve gergin sessizlik içindeydi.2 düşman aynı odadayken ne beklenirdi ki? Ve Vitt sessizLiği bozarak:
'' Merope bana bir konuda yardım bekLediği söyLedi sanırım çok istediğin bir şeymiş'' dedi zafer kazanmış gibigörünen bir edayla.
Yüzü giderek pembeleşen Kevin odanın diğer köşesine giderek tedirgin ses tonunu bastırmaya çalışmış ama feci çuvallanmış bir sesLe Merope nin abarttığını böle bir şeyin olmadığı vurguluyordu.
Vitt ,Kevinin yüzündeki ifadeyi görmesini istemeyerek başını öne eğdi.OKuduğu kitabı sertçe kapatarak içinden Merope ile çekildikleri fotografın düşmesini sağladı.Resim onlara bakıp martakça el sallıyordu. Vittiora resimi hızla yerden alıp Pomane nin kafesinin üstüne koydu.ve Kevine direk bakarak:
'' Neymiş bu önemlİ olan merak ediyorum.Eh Merope nin bile benden yardımı beklemesi kadar istediği nedir?''
Kevin normal bir konudan bahseder gibi görünsede içindeki merak yüzüne yansıyordu.
Önemsiz olduğunu sölüyordu.Sözünü bitirince eklemek yada eklememek arasında kalmış bir edayla bir şeyler mırıldandı.Tekrar merope ye döndü onun hala karanlık sanatlarla ilgilenip ilgilenmediğini sorduğunda şaşıran Vitt : '' Evet. Eskiden dediğim gibi karanlık tarafta olmak istiyorum.6. sınıfta olduğum için önümde pek süre yok yani eskiden fazla ilgileniyorum da niye soruyorsun ''
Kevin sanki biri onu zorluyormuşcasına söylemek istediğini söylemiyor sürekli ''Boşver '' yada ''önem bir şey değil'' gibi sözcükler kullanıyordu. Sabrı taşan Vitt: ''Nee? Yüzüme bakmayı kes ve asıl söylemek istediğini söyle '' dedi sertçe.
Kevin umutsuzca Vittoria nın büyülerde iyi olduğunu ve ona bir kaç bir şeyler öğretmesini istedi.
Vitt gülme ve Kevin a bir tane patlatma arzusunu kahramanca bastırarak: '' Ne ben mi? '' dedi. Oysa Vittoria neler düşünmüştü.Olayın bu kadar basit olduğunu öğrendiğinde hayal kırıklığına uğraması kaçınılmazdı.Ama 3. sınıf birinden ne bekLenirdi ki? '' Şey peki oLur'' Vitt bu sözleri söylerken sanki kendisine ait olmamış gibi bir ses kullanmıştı.Kevin gerçekten mutlu bir şekilde ona öylesine teşekkür ediyordu ki Vitt bu basit olayın bu kadar abartıldığına bir kez daha şaşırmıştı.
... ... ... ....
Kevin geçirilen bir ay sonunda onun gerçekten bir işi başardığını görmek Vittiora yi ister istemez mutlu etmişti.Aslında o kadarda zor olmamıştı.Kevin tek başına olunca canavarlığını kaybediyordu adeta. Vittiora Kevin a karşı yumşasada bunu dışa belli etmeye niyeti yoktu.Kevin da öyleydi anlaşılan.Kompartımanda poneminin (baykuş) kafesini düşürerek Vitt in bir kaç sinir krizi geçirmesini sağlasada Trene binerken ona gülümsediğine yemin edebilirdi.Ve yoğun bir ayın ardından Yeni bir dönem onları bekliyordu.
| |
| | | Lily L. Black Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2960 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12324 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 07/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Cuma 08 Şub. 2008, 17:17 | |
| Lily yavaş adımlarla odasına girdiğinde güneş batıyordu. Elindeki süpürgeyi yerde duran iki minderin üzerine fırlattı. Evleri bir çayırlığa çok yakındı. Lily burada istediği gibi uçabiliyordu o yüzden. Zaten diğer büyücülerden uzak bir alana taşınmayı da iki nedenle kabul etmişti. Biri istediği gibi uçabilmekti. Mugglelar nedeniyle önceden çok yapamadığı bir şey uçmak, diğeriyse odasıydı. Çoğu zaman kaldığı yeri babasının bir kaç büyü yardımıyla istediği hale getirmişti. Odası oldukça büyüktü. Bir duvarın neredeyse tamamı kocaman bir pencereden oluşuyordu. Pencere biraz yukarıdan başladığı için altında bir masa olan sade bir ranzası vardı. Ranzanın etrafı kırılmaz camla kaplıydı. Sadece bir yerde ittirip açabileceği ve bu sayede içeri girebileceği bir yuvarlak vardı. Bu yuvarlak, daha sonra kapatabileceği şekilde ayarlanmıştı. Böylece her türlü sesten (uyandırılmaktan:D) uzak durabiliyordu. Bir duvarı ise iki kitaplık ve bir gömme dolaptan oluşuyordu. Bunun dışında, odadaki her duvarda ya tuttuğu Quidditch takımı olan Ballycastle Yarasaları’nın posterleri, Merlin, Dumbledore gibi bir kaç büyücünün posteri ve hep hayran olduğu ejderha, unicorn gibi yaratıkların resimleri asılıydı. Yerler rast gele attığı minderler, Quidditch toplarının bulunduğu bir sandık ve bir sürü ıvır zıvırla doluydu. Masasının üzerindeki pigme pofidiği kafesinin içinden, merakla kapıya doğru bakıyordu. Lily yavaş adımlarla odasının öbür ucuna geçti. Bu sırada iki tüy kalem ezmiş ve bir şişe mürekkebi Çağlar boyu Quidditch’e dökmüştü. Kafesindeki pigmesine yiyecek bir şeyler verdikten sonra ip merdivenden uzun ranzasına tırmandı. Cam kapağı kapadıktan sonra yatağına uzandı ve gün batışını izlemeye başladı.kısa sürede uyuyakalmıştı…
“Quidditch maçıydı. Ballycastle Yarasaları’nın arayıcısı olarak oynuyordu. Maç sakin geçiyordu. Karşı takım üst üste 5 sayı yiyince sinirlendi, vurucular çok vahşiydi. Lily burnu kanayan kolu kırılan takım arkadaşlarını görünce sinirlendi. Daha büyük bir dikkatle Snitch’i aramaya başladı ve gördü. Karşı takımın sağ çemberindeydi. Rakip arayıcıyla yarışıyorlardı. Lily daha geride olduğu halde onun hizasına gelmişti. Ayaklarıyla Ateşokunu tekmeliyor hızlanmaya çalışıyordu. Biraz öne geçmişti. Parmaklarını uzatıp altın topu kavramaya hazırlandı, elleri topa değdiği kanatları koluna çarptığı sırada…...
BAAAMM!!!!!
Suratının ortasına simsiyah bir şey çarptı: Bludger. Lily rakip takım vurucusunu göremeden siyahlık onu içine çekmeye başladı, her yer karardı... Boşluğa düşüyordu. Her yer simsiyah ve boştu......"
"Hayıır !! “
Uzaktan birisi ona sesleniyordu. Lily karanlıktan kurtulmaya çalıştı ama ona yapışmıştı sanki.
Lily birden gözlerini açtı odasındaydı. Güneş batmış ortalık oldukça kararmıştı. El yordamıyla kitaplarını koyduğu çıkıntıyı buldu. Eski gümüş bir şamdanı ve kibriti eline alıp odanın biraz aydınlanması için şamdanı yaktı. O sırada babası kim bilir kaçıncı kez seslendi.
“Lilyy!!!”
Lily hala uykulu gözlerle kapağı çekip açtı. Toplayıp ranzasının kenarına astığı ip merdiveni yerine takıp ranzasından aşağıya atladı. Hızla odasından çıkarken iki süpürge modelini üzerine basarak kırdı. Arkasından kapıyı kapayarak salona ilerledi. Evdeki en sevmediği mekana, salona girdiğinde karşısında aynı nefret ettiği manzara duruyordu. Bir kanepe ve üç koltuk vardı. Salonda bir köşede küçük bir kitaplık içinde gelecek postaları ve cadı gündemleri sayılarına göre dizilmişti. Yani salon çok düzenli, temizdi ve içeride Lily’ye berbat gelen bir parfüm kokusu vardı. Oda binlerce (!!) mum tarafından aydınlatılmıştı, şöminede ateş gürül gürül yanıyordu, hem de bu sıcakta! Homurdanan Lily babasının ve üvey annesinin yanına gidip:
“Evet ne var ? ”
Dedi aksi bir şekilde. Ama o sırada gözü şöminenin üzerindeki zarfa takıldı. Üzerindeki mührü uzaktan bile olsa tanımıştı, Hogwarts mührünü….
*
Lily keyifle gerinip ranzasındaki son sabahın tadını çıkardı. Hogwarts’a kabul edilmişti. Bu onun için oldukça önemliydi; hem üvey annesi olacak o Slytherinli yılandan hem de o yılanın etkisindeki babasından uzakta, belki de yedi yıl geçirecekti. Keyifle camdan dışarı baktı. Güneş hafif tepede, 11 civarlarıydı. Odasının kapısının açıldığını görünce gözlerini kapadı, rahatsız edilmek istemiyordu. İçeri kimin girdiğini görmek için gözlerini hafif araladı. Ev cini Kreacher’dı. Babasına ait ailesinde önemli yeri olan Kreacher adlı ev cininin adı verilen cindi bu. Ev cini kısa bir iki homurdanmayla Lily duyamasa da tahmin ediyordu. Odayı Lily’nin izin verdiği ölçüde topladı. Pigmenin kafesini temizleyip odadan çıktı. Lily gözlerini açıp temiz ve düzenli odasına göz gezdirdi kısa bir şekilde. ardından kapağı çekip ranzadan atladı. O gün okul açılıncaya kadar kalmaya çatlak kazana gidiyordu. Babası onunla kalmak istemiş ama Lily üvey annesinin de geleceğini anlayınca karşı çıkmıştı. Yeni ve büyük sandığına birkaç pelerin, pantolon, tişört ve kazak attı. Okumak istediği kitaplarını, küçükken kendi annesi ve babasıyla çektirdiği bir fotoğraf gibi ıvır zıvırları attı. Bir kaç gün önce Diagon Yolu’ndan alışveriş yapmıştı. Toplam beş gün orada kalacağından telaş olmasın istemişti babası. Sandığına en son ders kitaplarını, iksir malzemelerini, cüppesini, resmi cüppesini, seyahat cüppesini, altın rengi parlayan kazanını son olarak da asasını yerleştirdi. Sandığını kaparken pigmesi aklına geldi hızla kafese yönelip pigmeyi omzuna oturttu. Onu Hogwarts’a götürmeyecekti. Kediler ve diğer hayvanların yanında tehlikeliydi ama evde de bırakamazdı. Dolabından aldığı temiz pijamaları sandığına koyup sandığı kapattı. Üzerindeki pijamayı çıkarıp bir pantolonla tişört giydi aceleyle. Sandığını sürükleyerek omzundaki pigmeyle odadan çıktı. Çıkmadan önce ranzasının ip merdivenini çıkarmış ve top sandığındaki bludgerlardan birinin altına yerleştirmişti. Odasına son bir kez sevgiyle bakıp onu bekleyen babasının yanına kahvaltıya indi. Kahvaltı çok sessiz geçti. Lily en sonunda saat on iki otuz olduğunda evden çıkmak üzereyken üvey annesine bir kez baktı ve annesini hatırlayıp yüzünü buruşturdu. Daha sonra babasıyla birlikte evden çıktı. Anahtarla gideceklerdi Diagon Yolu’na….
Lily babasıyla birlikte Diagon Yolu’na girişte kullanılan Çatlak Kazan’da anahtarı bırakmış, yere düşmüştü. Elindeki sandığa yaslanarak ayağa kalktı. Lacivert pantolonundaki tozu silkeleyip babasıyla birlikte Çatlak Kazan’a girdi. İçerisi loştu ve çok kalabalık değildi. Babası onu boş bir masaya oturtup Tom’un yanına gitti. Döndüğünde elinde bir anahtar ve iki kaymakbirası vardı. Birini Lily’ye verip kendininkini bir dikişte bitirdi, daha sonra anahtarı Lily’ye uzattığında;
“12 numaralı oda senin beş gün yanlız kalabilirsin umarım. Arada bir uğra”
dedi ve Lily’nin eline bir kese uç uç tozu bıraktı. Lily babasının gitmek üzere olduğunu biliyordu. Babasının eskisi gibi olduğu ender bir andı bu… Yavaşça babasına sarıldıktan sonra;
“görüşürüz”
dedi gülümseyerek. Bunun üzerine babası kalkıp çatlak kazandan çıktı. Lily arkasından içinde ufak bir sızıyla baktı. Kaymakbirasını kafasına dikip odasına ilerledi. Küçük sade bir odaydı; pencere kenarında bir yatak, bir komodin, bir masa, banyoya açılan bir kapı, duvarlarda bir kaç tane ünlü büyücü resmi vardı. Lily hızlı banyoya ilerledi. kendini pis hissediyordu. hızlı bir duş yaptıktan sonra odasına dönüp giyindi ve aşağıya ortak salona indi. Bütün gün okudu, kendini yabancı hissediyordu. Odasına döndüğünde artık hava kararıyordu. Akşam yemeğini aşağıda yemişti zaten sandığından siyah-kırmızı pijamalarını alıp giydi. O gün giydiği kıyafetleri sandığına koydu. Yatağına girdiğinde uykusu yoktu. Yarın nasıl olacak acaba diye düşündü. Kendini yalnız hissediyordu. Her şeye karşın kafasını dağıtmak için sandığında duran süpürgesini düşünerek uçuş dersini hayal etti. En çok istediği şeydi uçuş dersinin başlaması. İleride Ballycastle Yarasaları’nın arayıcısı olmak istiyordu. Kafası bu düşüncelerle doluyken yavaş yavaş derin bir uykuya daldı…. | |
| | | Christian Dayrnt Black Britanya ve İrlanda Qudditch Karargahı Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1281 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12314 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 28/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Cuma 08 Şub. 2008, 18:08 | |
| Dayrnt sabah gözlerini yatağında araladı.Battaniyesi üstünden düşmüştü ve olabildiğinden fazla üşümüştü.Yaz geceleri odası çok serin olduğu için böyle kötü bir olaya maruz kalmıştı.Kesinlikle Jimm yapmıştı.Jimm,Dayrnt'ın küçük kardeşi idi.Hogwarts'a gelmesine 1 sene vardı.Birde kız kardeşi vardı tabii;Xenia!O ise daha 2. Sınıf Hufflepuff'dı.Babası bakanlıkta çalışıyordu.Esrar Dairesi'nin çalışanlarındandı.Annesinin ise Hogsmeade'de güzel bir kafesi vardı.Yaz günleri serin,kış günleri sıcak oluyordu bu kafe.Ailesinden çok mutluydu aslında.Tek sorunu bo izbe odasıydı.Durumları kötü değildi ama Dayrnt güzel odaları kardeşlerine bırakmıştı.Yoksa onun yerine Jimm üşüseydi şu anda hasta olurdu.
Yüksek bir:"Hapşuuuuuu!"sesi duyuldu ve ardından kuvvetli bir burun çekildi.Anlaşılan Jimm yinede hasta olmuştu.Bu çocuk gerçektende deliydi.Neden bilmiyordu ama geceleri terler,hem camı hemde üstünü açar sabahda ilk hastalık belirtilerini tüm millete gösterirdi.
İçeriden yumuşak ve çok nazik bir ses:
"Uff,Jimm!Sabaha kadar öksürdün zaten.Bize bulaştırmada ne olursa olsun.Seni annemin yanına götiriyimde bişeyler yapsın sana.Yoksa seninde bizimde durumlarımız kötü olacak."
dedi.Bu kardeşi Xenia'nın sesiydi.Dayrnt ufak bir kıkırdamada bulundu ama sonra sustu.Kardeşi şimdi onada kızacaktı.Boğazını temizledi ve yatağından hızlı bir hamle ile kalktı.Birden vücuduna acı bir sancı saplandı.Jimm yüzünden her yanı tutulmuştu ve hala üşüyordu.Camı sıkı sıkı kapattıktan sonra hemen üstünü değiştirdi.
Gacırdayan merdivenlerden inerken X'in söylene söylene kahvaltı hazırladığını fark etti.Kardeşi ise bahçede sıçak güneşin altına oturmuş çok üşümüş olan içini ısıtıyordu.Sessizce Jimm'in oturduğu yere yaklaştı ve gıdıklandığı yerlerden onu dürttü.Neredeyse küfürü basacak olan Jimm hızla arkasını döndü ve:
"Abi beni deli...deli...deli...HAPŞUUUU!"
diye hapşurarak cümlesini tamamlayamadı.Üçü birden gülmeye başladı.Jimm bu havada üstüne bir pelerin almış,elindede mendil ile geziyordu.Her gördüklerinde gülüşüyorlardı.Kahvaltıda bile sürekli hapşurmuştu.X ise ona dayanamadı ve süpürgesini kaptığı gibi Jimm'i annesine götürdü.Dayrnt evde yalnız kalmıştı.Evde tek kalmaktan hoşlanırdı.Muggle meraklısı amcasının ona doğum gününde aldığı telefonu eline aldı ve müzik dinlemeye başladı.Ritim güzeldi ama bir süre sonra canı çok sıkıldı.Oda süpürgesine bindi ve gezinmeye çıktı.
Diagon Yolu'nda mola verdi ve etrafı kolaçan etmeye başladı.Önce bankaya uğrayıp biraz para çekecekti ve sonra eğlenecekti.Süpürgesine tekrar atladı.Bu kalabalıkta herkesin içinden geçmesi uzun sürerdi.Oysaki 'Gümüş Ok'* ile daha hızlı gideceğine inanıyordu.Atladığı gibi birçok şapkalı ve pelerinli büyücünün üzerine çıktı.Onun gibi akıllılık yapan birkaç kişi daha vardı.Kolundaki saate baktı ve babasının eve gelmesine 3 saat kaldığını gördü.Kafasını tam zamanında kaldırmıştı ki bir akıllının yanından geçip gitti.
Bankanın önünde durdu ve süpürgeden atladı.Hızlı adımlarla kapıdan girerek ilk boş bulduğu vezneye yanaştı.Oradaki cin:
"Anahtarınızı alabilirmiyim?"
diye sordu.Dayrnt önce ceplerini aradı ama bulamadı.Hay aksi!Evde unutmuştu.Tam umudunu yitiriyordu ki son anda iç cebi aklına geldi ve minik altın rengi anahtarı çıkartıp masanın üstüne hafifçe koydu.
"Buydun anahtar!"
diye yanıt verdi ve kafasıyla işaret etti.Veznedeki cinde onaylarcasını kafsını salladı ve takip etmesi için eliyle işaret etti.Dayrnt işareti görünce cine adım uydurarak yavaş yavaş kasalara doğru yürümeye başladı.Önlerine demir raylar üzerinde bir araba durdu ve cin ile ona bindi.Çok kısa bir sürede parasını alıp bankadan çıktı.
Birçok şaka ürünü alıp dağatacaktı.Bundan bir çıkarı vardı elbette.Alanlar şekerleme zannedip yuttuklarında binbir türlü şakaya marus kalacaklardı.Hiç vakit kaybetmeden markete girdi ve birçok şekerleme aldı.Dışarı çıktığında herkese birer tane dağıtıyordu.Arkasında bıraktığı herkes farklı farklı oluyordu ve herkes çok eğleniyordu.Kalıcı hasrlı şekerler olsa Dayrnt ne alırdı nede dağıtırdı tabii ki ama bunlar sadece şaka ürünleriydi.
Eve geldiğinde herkes evdeydi ve yemek için onu bekliyorlardı.Babası yargılar bir tavırla:
"Bu saatte neredeydin oğlum?Seni çok merak ettik.Birdaha böyle gecikmek yok.Haydi şimdi çok gevezelik yapmadan sofraya oturalım!"
dedi ve herkes sofraya geçti.Annesi,herzaman ki gibi birçok yiyecek yapmıştı.Ailedeki herkes saldırırcasına yemek yiyordu.Sofrada Dayrnt birşeyi fark etti.Kardeşi hapşurmuyordu,aksine dahada sağlıklıydı.Annesi ona özel karışımlarından vermiş olmalıydı ki bu kısa sürede iyileşebilmişti.Yoksa Jimm için zor günler neredeyse başlıyordu.
Herkes yemeğini yiyiynce odasına çekildi.Dayrnt odasında ailesinin hoşlanmadığı tarza müzikler dinleyip,kitap okuyordu.Xenia ise odasına çeki düzen evrmekle meşguldü.Jimm Quidditch posterlerini yeniliyordu.Anne ve babası ise bazı konular hakkında muhabbet ediyorlardı.Dayrnt'ın üstüne beklemediği bir ağırlık çöktü.Uykusu gelmişti herhalde.Kitabını kapattı,müziğini kıstı ve en önemlisi pencereye bir tane lanet koydu.Laneti sadece kendi kaldırabiliyordu.O yüzden kimse camı açamayacaktı.Sıcak yatağına girdi ve yatıp uyudu.Gece birkaç oflayıp puflama duydu ama aldırmadı.Çünkü emindi ki pencereyi açamayan Jimm çok sinirlenmişti!!!
*Gümüş Ok:Ateş Oku'ndan bir önce yapılmış bir modeldir.Ağırdır çünkü dışı gümüş kaplamadır.Yinede konforlu bir süpürgedir ve hızı Ateş Oku'ndan biraz düşüktür.Fiyat olarak pahalıdır ama Ateş Oku kadar değil.Soylu aileler genellikle çocuklarına doğum günlerinde alırlar.
| |
| | | Nathalie Emilie Allén Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 112 Yaş : 30 Galleon : 12342 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 01/01/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ C.tesi 09 Şub. 2008, 16:19 | |
| Bakanlık Rplerimden en sevdiğim bir rpyi yazıyorum buraya.Yazım hatalarını ve anlatım bozuklukları varsa bunları bana bildirmenizi isterim... Hayatı Yenmek İçin Yaşa...
Alanis, Çatlak Kazan'dan Bakanlık'a gelmiş, ofisine girmişti.Ofisine girer girmez sekreteri Bayan Affleck'ten bir ateşviskisi istedi.Ateşviskisi gelince bir dikişte bitirmişti.Daha fazla içmek istemedi.Bugün içinde müthiş bir sıkıntı vardı.Nedenini her zaman olduğu gibi bilmiyordu.Bir süre dosyaları karıştırdı.Çok geçmeden Bayan Affleck elinde bir zarfla kapıyı tıkladı.Alanis'in "Gir!.." sesini duyan Bayan Affleck, odaya girdi.Konuşmaya başladı. "Bayan Allén.Size bir mektup var.Bay Stiller'dan." Alanis, korku ve endişeyle karışık bir yüz ifadesi ile zarfı aldı.Bay Stiller...Düşündü içinden 'Belki o değildir.Stiller soyadlı biri.." Ama bu düşüncesi zarfın üzerindeki isimle son buldu. 'Brian Nick H. Stiller' Evet oydu...Matthews'ın en yakın arkadaşı. "Bayan Affleck.Çıkabilirsiniz.." Bayan Affleck odadan çıkar çıkmaz, Alanis hemen çalışma masasına geçti.Zarfı titreyen elleriyle açmaya çabaladı.Zarf yırtılınca içindeki kağıt birdenbire yere düştü. "Kahretsin!.." diye geçirdi içinden...Eğilerek kapıdı aldı ve okumaya başladı..
" Seni Pislik, İşte sana büyük haber...Matthews ölmüş.Hemde nerde biliyor musun?Tren istasyonunda...Bu yer sana birşey hatırlattı mı?Bana çok şey hatırlattı.Onu sen öldürdün! Bunu biliyorum.Kimse onu öldüren kişiyi görmemiş.Eminim onlara unutturma büyüsü yapmışsındır.Ne de olsa okulda çok zekiydin.Senin öldürdüğüne dair en küçük bir kanıtım olduğunda Ruh Emiciler'le birlikte seni öpmeye geleceğiz...İşin bitti...
Brian Nick H. Stiller.... "
Alanis, korkuyla etrafına baktı.Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.Gözyaşlarını silip ayağa kalktı.Ne yapacağını bilmiyordu.Eğer Matthews'ı öldürdüğü anlaşılırsa Ruh Emicileri'ne öptürülürdü.Ya da yıllarca Azkaban'da hapsolurdu.Ne yapacağını bilemez halde odada gezindi.Elinde hâlâ mektup vardı.Son kez mektuba baktı ve yırttı.Kağıt parçalarını şömineye attı.Tekrar çalışma masasına geçti.
Uzun süre düşündü.Matthews'ı isteyerek öldürmemişti.Onu öldürmek zorunda kaldığı için öldürmüştü.Ama bunu kimseye açıklayamazdı.Kendine bile...Artık çok yıprandığının farkındaydı.Onun ölümünün üzerine ailesi de ölmüştü.Bunları beraber kaldıramayacak kadar gençti.Sadece on dokuz yaşındaydı.Yaşama umudu sönmüş, hayattan bir beklentisi olmadan öylece savrulup duruyordu.En önemlisi de yaşadığını hissedemiyordu.Bir süre Matthews'ı düşündü.Onu gerçekte hiç sevmemişti ki zaten.Niye ona umut vermişti?Neden?...Bütün bu nedenlerle boğulmuştu.O başta hata yaptığını anladı.Ölümyiyen olmayı tercih etmişti.Hayır...O bunu hata olarak görmüyordu.O başta yaşamaya çalışmakla hata yapmıştı.
Zayıftı çünkü...Zayıftı...Bu zayıf haliyle ölümyiyen olmuştu.Bunları kaldıramıyordu ama bunlardan vazgeçemeyeceğini de gayet iyi biliyordu.İlk defa kendini kapana kısılmış hissetti.Düşündü...Acaba Azkaban'a mı gitse?...Saçmalıyordu işte yine...Saçmalıyordu...Şöyle bir silkindi.Hemen kendini kötü şeylere boğmuştu...Ama zaten hayatında iyi olan birşey yoktu ki...Tekrar ayağa kalkmak istedi.Uğraştı ama kıpırdayamıyordu.Bunlar fazla gelmişti ona, emindi...Oturdu sandalyede biraz geriye yaslanmaya çalıştı.Evet...Bunu başarabilmişti...
Bu sefer tüm geçmişini düşündü.Her çocuk gibi günâhsız doğmuştu.Ailesi ölümyiyendi.Bu yüzden ondan da ölümyiyen olması bekleniyordu.Normali buydu...O da buna uydu.On beş yaşında Hogwarts dışında bir ölümyiyenden ders aldı.Yaşına göre öğrenmemesi gerek tüm lanetleri öğrendi.Okulda ise iyi tarafını göstermeye çalıştı.Okuduğu yedi yıl boyunca her sene sınıf başkanı seçilmişti.Okuldaki en gözde kızı olmayı başarmıştı.Okul hayatı boyunca en çok gömlek değiştirir gibi erkek arkadaşı değiştirmesiyle tanınıyordu.O, bundan rahatsız değildi.Her zaman ilgi odağı olmak, dikkat çekmek, bir numara olmak onun için önemliydi.Profesörler arasında en çok konuşulan öğrenci olmayı da başarmıştı.On sekiz yaşında, okuldan mezun olup, ölümyiyen olmuştu.Hem de kendi isteği ile...Hiçbir zormala yok..İstek..Arzu...İçinden geçirdi 'Hiç insanın ölümyiyen olma arzusu olur mu?' .Demek ki oluyormuş...Ölümyiyen olduktan sonra başladı bulanıkları gebertme...Her bulanığa lanet yolladığında zevk alıyordu.Her lanetle, her ölümle sanki biraz daha güçleniyordu.Bunun sonu gelmezdi...Gelemezdi...Öldür, öldür, öldür...Nereye kadar?Sonu ailesi gibi ZAY tarafından ölümle mi sonlanacaktı?...Bunun cevabı ona göre 'Hayır'dı.Sonu geldiğinde,.. yani öyle hissettiğinde kendini öldürecekti..Ya şimdi niye duruyordu?...Hayatla mücadele etmek için...Hayatı yenmek için...Okuduğu felsefe kitapları sonucunda öğrendiği en önemli şey buydu... "Hayatı yenmek için yaşa..." İçinden 'Evet..' dedi 'Hayatı yeneceğim.' .Ayağa kalkmaya çalıştı...Başardı.Artık yaşayacaktı.Tüm gücüyle...O Nick belasından da kurtulacaktı..Birkaç yalanla olacak birşeydi.Sevinçle odada dolandı.Sonra aklındaki fikirleri uygulamak için Bakanlık'tan ayrıldı. | |
| | | Daphne Zoe Launy Son Dakika Editörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1162 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12457 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 21/12/07
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ C.tesi 09 Şub. 2008, 18:41 | |
| -''Yeteeeeeer''
Avril dayanamamış ve bağırmıştı.Gücünün son raddesine gelmiş ve dayanamamıştı.Tom ile olanlar,Vanessa'nın davranışları,herkesin üstüne gelmesi ve şimdide bu Creft. Avril büyük bir öfkeyle ona bakıyordu.Senenin başından beri çekmişti,artık yeterdi.
Şu Griffindorlu saf çocuk Creft.Ne zaman Avril'i görse sanki sinir etmek istercesine bıdı..bıdı..Çok bıktırmıştı Avril'i.Nedeni ise hergün üç posta aynı konuşmayı yapmaktı -''İnsanlar beni seviyormu Avril'' ''Kızlara karşı nasıl davranmalıyım Avril'' Bir kez olsa memnuniyetle yardım ederdi.Ama böyle hergün,üstelik bir kez de değil üç kez..
Bu seferde büyük salonun çıkışında kıstırmıştı.Halbuki,sırf ona yakalanmamak için bir gölge gibi süzülmeye çalışmıştı.Galiba ikide bir durup insanların arkasına saklanıp endişeli bakışlarla onu kontrol etmesi ve eğilerek yürümesi daha çok dikkaet çekmişti -''Hey Avril,Nereye gidiyorsun'' diyen bir ses duydu önce.Herşey bir saniye içinde olmuştu. -''Eyvaah,yakalandım'' dedi endişeyle yüzünü buruşturarak.Sonra sanki hiçbirşey olmamış gibi geri döndü -''Merhaba Creft.'' dedi sabırlı bir edayla.
Bıdı.Bıdı..Bıdı... Avril gücünün son raddesine gelmişti,konuşmaları çok boş ve sıkıcıydı. -''Yeteeeer'' diye bağırdı.Salondaki çatal-bıçak sesleri birden kesiliverdi.Herkes ona bakıyordu -''Yeter Creft anlıyormusun,hergün üç posta seninle konuşmak istemiyorum.Daha ne kadar dayanacağım'' sesinin son raddesine kadar bağırıyordu.
Arkasında şaşırmış bir Creft bırakarak hışımla salondan çıktı.Merdivenlerden hızla ''Tak tak'' çıkmaya başladı.Sabrı tükenmişti artık.Son günlerde olanlar onu bayağı bir boğmuştu.Hala içinde akkor gibi bir öfke vardı.Öyle ki,merdivenlerden kaymakta olan iki küçük çocuğa -''Dönsenize salonunuza'' diye bağırıverdi.Kaşlarını çatmış,sanki bütün hışımını onlardan almak istercesine bakıyordu.Çocuklar koşarak uzaklaştılar.
|
| |
| | | Willelmina Jane Vandom
Mesaj Sayısı : 5 Yaş : 30 Galleon : 12262 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 10/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Paz 10 Şub. 2008, 13:50 | |
| [i]Jane neşeyle evden çıkıp asa dükkânına doğru yürümeye başladı. Yolda ikiz kuzenleri Jack ve James ile karşılaştı. Gülümseyerek, “Selam çocuklar! Ne habersiniz bakalım?” dedi. Kuzenler lafları ağızlarının içinde geveleyerek, “İyiyiz.” dediler. Jane gülerek, “Demek yeni bir rekor denemesi ha? Tüm lafları anlaşılmayacak şekilde ömür boyu konuşarak mı kıracaksınız bu rekoru?” diye kuzenlerine takıldı. Gülerek ağzındakileri çıkaran ikizler, “Hayır, yalnızca bal kafadan taş şeker aldık.” dediler, ardından hemen şekerleri birbirleriyle değiştirip geri ağızlarına attılar. Jane yüzünü buruşturup, “Sizi pis böcekler, ayrıca o balyumruk, bal kafa.” değil diye dalga geçti. Sonra saatine bakıp, “Geç kaldım yeni bir asa alacağım, isterseniz gelinde belki Madam’ın çayhanesinde çay içip sohbet ederiz?” diye bir öneri ortaya attı. Kuzenler kafalarını aynı anda sallayarak Jane’in peşine takıldılar. Biraz sonra Jane asasını almış, kuzenleriyle beraber çayhanede oturuyordu. Hatta yolda gördükleri, Jane’in arkadaşı Stella’da onlara katılmıştı. Beraber gülüp çaylarını içiyorlardı. “Tamam Jack bu kadar yeter yoksa gülmekten öleceğiz.” dedi Jane ama gülmekten konuşamıyordu, söylediğinin tek kelimesi bile anlaşılmamıştı. Stella gülümseyerek Jack’e baktı. Öyle derin derin bakıyordu ki, gören onları sevgili sanırdı. Çünkü Jack’te aynı şekilde Stella’ya bakıyor ve gülüyordu. Bu durumdan rahatsız olan James ikizini dürtüp, “Kes şunu ahmak, bir kız için eriyip bitmeye değmez, hele de böyle bir kız için…” diye kardeşinin kulağına fısıldadı. Jane her şeyin farkındaydı, James, kardeşini fena halde kıskanıyordu. Jane, Stella’ya dönüp, “En iyisi kalkalım, seni de giderken evine kadar bırakırız nasıl olsa evlerimiz çok yakın.” diyerek içtenlikle gülümsedi. Stella’yı okuldan tanıyordu. İkisi de Gryffindor binasındaydı(hatta dördü de aynı binadaydı.). Tek fark Stella’nın sınıf başkanı olduğundan daha havalı olmasıydı. Kız saçlarını savurarak Jane’e kafa salladı. Böylece kalkarak önce hesabı ödediler, sonra Stella’yı evine bıraktılar. Ardından da Jane kuzenleriyle birlikte eve gitti, daha doğrusu ailesinin villasına gittiler. Annesi soran gözlerle çocukları karşıladı, ardından da imalı gözlerle bir saate bir çocuklara baktı. Jane önce davranarak, “Yolda kuzenlerle karşılaştım ve… Eee… Onlarla gidip bir şeyler içtik.” diyerek sırıttı. Anneleri de gülümseyerek onları devasa evin içine aldı. Jane çocuklara dönüp, “Ödevleriniz bitti mi?” diye sordu. Çocuklar başlarını hayır anlamında sallayınca, “Hemen yukarı, ders vakti geldi.” dedi neşeli sesiyle. Yukarı çıktıklarında herkes ders kitaplarına yumuldu ve kuzenlerin gitme vaktine kadar olan zamanı susarak geçirdiler. “Görürüz Jack ve James.” diyerek elini salladı ve onlara birer iyi geceler öpücüğü verdi. Böylece babası iki oğlanı alıp iyi geceler dileyerek oradan ayrıldı. Şimdi Jane, her zaman olduğu gibi tek başına öylece kalakalmıştı. Saate bakınca uyumanın iyi bir fikir olacağı düşüncesi tüm bedenini sardı, esnemeye başlamıştı. Zaten yarın erkenden kalkıp Hogwarts Ekspresine yetişmesi gerekiyordu. Artık o neşeli okul günleri geri dönüyordu! Jane yüzüne yayılan tebessümle birlikte odasına çekilerek derin bir uykunu kapılarını araladı. Ertesi sabah okul heyecanı yüzünden çok telaşlı ve sinirliydi. Koşar adımlarla salona dalmasıyla kırılan milyarlık vazo yüzünden de kendini bayağı bir suçlu hissediyordu. Trene gidinceye kadar evin içinde utançtan kıpkırmızı olmuş bir yüzle dolaşmıştı. Sanki saatler sadece o gün, Jane’e özel olarak büyük bir hızla ilerliyordu. Sırf Jane geç kalsın diye, her şey ayarlanmıştı sanki. “Aptal bavul.” diye söylendi, koca bavuluna bir tekme geçirerek. Bir türlü kapanmıyordu, kapansa dahi emindi ki anında patlardı. “Anne bunlar sığmıyooor!” diye bağırdı, belki annesi çare bulabilirdi, hatta kesin olarak. Annesi odaya girer girmez yanında getirdiği mis koku odayı sarıp sarmaladı. Bugün çok güzel ve daha da asil görünmüştü kızının gözüne. Gülümseyerek bavula asa salladı. O anda sanki bir balonun patlayarak içindeki havanın sönmesi gibi bavulda söndü. Sanki içinde iki parça eşya vardı. Jane büyük bir hızla koşup annesinin üstüne atladı, onu sıkıca sararak yanağına bir öpücük kondurdu. Nerdeyse bir saat içinde tüm eşyalar toplanmış, trenin önüne gelinmişti. Jane sabırsızlanıyordu, hemen binip anında okula varmak istiyordu, ancak yol keyfi de bir başka güzeldi. Annesinin elini bırakacak, oraya gele tüm aile bireylerine sevgiyle sarıldı. Ardından da büyük bir heyecan içinde trene bindi. Camdan ailesine el sallayıp onları göremeyeceği kompartımanlardan birine girdi. İçerde onun yaşında bir kız daha vardı. Jane’in soran gözlerle baktığını görünce anlamış olacak ki koltuğu göstererek, “Hadi otur.” dedi. Çok yumuşak ve tatlı bir sesi vardı, insanın içini okşuyordu. İpeksi yüzü tıpkı bir melek gibiydi. Jane gülümseyerek teşekkür etti. Birkaç dakika içinde kırk yıllık arkadaş gibi sohbet etmeye başlamışlardı. Kız çok tatlı ve sevecendi. Anlaşılan fazla paraları yoktu ama ona içindeki zenginlik yetiyor gibi görünüyordu. Kızın adı Julia idi, o da Jane gibi 2. sınıftı. Çokta zeki görünüyordu. Şöyle bir bakılınca Ravenclaw olma ihtimali yüksekti, binasını sorunca da kız Jane’in tahmin ettiği cevabı verdi. Artık o, kıza günlük hayatını anlatmaya başlamıştı. Her defasında kız gözlerini kocaman açarak bakıyordu, belli ki bu hayat onun tahmin ettiğinden çok daha fazlasıydı. Açık kalan ağzını eliyle kapatarak şaşkınlığını gizliyordu. O anlattıkça da Jane şaşırıyor, şaşkınlıkla kafa sallıyordu. Birden kompartımanın kapısı hızla açıldı. Bir kız daha gelmişti. Onu da içeri alarak üçlü bir grup oluşturdular. Yol boyunca konuşup kıkırdadılar. Tren durunca da büyük bir heyecan ve coşku içinde ayağa fırladılar. İşte sonunda özledikleri Hogwarts her zamanki devasalığı, asilliği ve ihtişamıyla karşılarında öylece duruyordu. Yani bir yere kaçacağı falan yoktu ama sanki okul kaçıyor, kızlar da ona yetişmek istercesine koşuyorlardı. Okula varınca her zamanki gibi birinci sınıfların bina seçimleri yapılmış ve birkaç saat oyalanıldıktan sonra herkes yatakhanelere gönderilmişti. Ama kimse uyumuyordu, uyumak yerine özledikleri arkadaşlarının yanına gidip sohbet ediyorlardı. Bu nedenle ertesi sabah çoğu kişi tam anlamıyla uyanamadı, uyananlarda mosmor göz torbaları ile birlikte kendilerinde değillerdi. İlk gün de olsa hemen dersler başlamıştı. Ders çıkışında Jane’in kuzeni Jack, Stella ile birlikte bir köşede konuşuyordu. Böylece James gelip yakasından tutarak Jack’i bahçeye sürükledi. Çok kızgın görünüyordu, hatta başından alevler çıkıyordu, “O kız aptalın teki ve ondan uzak durmalısın!” diye bağırdı sinirle. Jack kardeşinin elini koyduğu omzunu geri çekerek, ona acıyarak baktı, “Sen sadece kıskanıyorsun, farkında değil miyim sanıyorsun? Sende ondan hoşlanıyorsun!” diye sesini yükseltti. James gülerek, “Yapma ya, o aptaldan hoşlanmıyorum ki sen az önce onu sevdiğini itiraf etmiş bulunuyorsun küçük kardeşim.” dedi sakin olmaya çalışarak. Jack yumruğunu sıkarak kendini tutmaya çalıştı ve yavaş bir sesle, “Senden küçük olamam imkânsız ikizim.” deyip hızla uzaklaştı. James kıpkırmızı olmuştu. “Bu kendini ne sanıyor böyle?” diye söylendi. Jane bir anda orada belirivermişti. James’e bakarak başını salladı ve cık cık yaptı. “Hiçbir şey öğrenemedin mi sen?” James gözlerini kocaman açarak baktı. “Öğrenmek mi?” diye bağırdı sonra. “Başımıza öğretmen mi kesildin yoksa?” “Hala anlamadın değil mi?” dedi Jane kısık bir sesle. “Anlamak mı? Neyi anlayacakmışım bayan seni çokbilmiş?" diye çıkıştı James. Suratı asılan Jane, “Seni kendinle baş başa bıraksam iyi olacak…” diyerek oradan uzaklaştı. James dediklerine pişman olduysa da bunu belli etmeden ortak salona doğru koşmaya başladı. Jane de o sırada koşarak yatakhaneye geldi. Etrafta kimse gözükmüyordu ta ki Amy gelene kadar. O güzel gülümsemesi yine tüm suratını kaplamıştı. “Selam.” diye şakıdı. Jane de onun gibi şakımasa da olabildiğince mutlu görünmeye çalışarak karşılık verdi. Ardından, “Ne olmuş böyle sana farecik?” diye sordu Amy. Jane, “Off Amy lütfen bana böyle deme!” diye söylendikten sonra kuzeniyle aralarında geçen üzücü diyalogu anlattı. Bitirdiğinde Amy şaşkınlıktan elini ağzına götürmüş, kocaman açığı, zaten iri olan gözleriyle ona bakıyordu. Jane acıyla başını salladı, gerçekler önüne serilince insan bunlarla yüzleşmekten ne kadar kaçsa da sonunda onlara bakmayı öğreniyordu. Aradan bir yarım saat geçmişti. Amy hala arkadaşını avutuyordu, belki o kadar büyütülmeye değmeyen küçük gibi gözüken bu olay, Jane’in içinde fırtınalar kopmasına neden oluyordu. Çünkü James ve o her zaman kardeş gibi olmuşlardı. Jack ile o kadar da değildi ama James onun hem en iyi arkadaşı hem de tatlı kuzeniydi. Aslında Amy’nin de yüzü biraz solgundu. Ama Jane buna dikkat etmemişti. En azından şu yarım saatte elli kez baktığı yüzün solgunluğu dikkatini çekmiyordu. Onun dindirmesi gereken fırtınalar vardı. Böylece iki kız akşam olana kadar sohbet ettiler. Jane düzelmişi ama Amy hala solgundu. Sonunda bu Jane’in dikkatini çekti, “İyi misin Amy, sanki biraz solgunsun.” Amy ise bitkin yüzünü ona yere çevirip, “İyiyim bir şeyim olsa ilk senin haberin olurdu.” diyerek gülmeye çalıştı ama öksürük ona engel oldu. “Belki bir hastalığı vardır, ama söylemiyordur.” diye düşünen Jane, bunu daha kibar bir şekilde söylemeyi düşündü. “Acaba hasta mısın?” deyiverdi. Amy tek kaşını kaldırarak ona bakarken, “Gerçekten bir şeyim yok.” diye uydurmaya devam etti. Jane de fazla üstelemedi. Saate bağınca korkuyla ciyakladı ve aceleyle ayağa fırlayıp Amy’ye, “Çabuk, çabuk uçuş dersi başlayacak hemen ardından da… hangi ders var açıkçası bilmiyorum ama orda bakarız.” diyerek cüppesini üstüne aldı, Amy’nin yatağındaki cüppeyi de sırtına fırlattı. Koştura koştura uçuş alanına gittiler. Daha ders başlamamıştı ve birinci-ikinci sınıflardan oluşan bir grup az ilerde koyu bir sohbete dalmışlardı. Jane’in Amy’ye göz kırpmasıyla hemen oraya gittiler. İkisinin de selam vermesiyle, gruptakiler hep bir ağızdan karşılık verdiler, bu nedenle büyük bir ses karmaşası yaşandı. Birden Jane grupta Jack ve Stella’nın da olduğunu gördü. Jack kolunu Stella’nın boynuna dolamıştı. Jane kafasını sallayarak en sevdiği kuzeni, hatta en iyi arkadaşıyla kavga nedenlerine uzun uzun baktı. Birazdan da zaten ders başlamıştı. Prof. çok sinirli, bir o kadar da ciddiydi. Zaten uçmayı öğrendikleri için ilerden başladılar. Ama önce herkes çok konuştuğu için prof. bir sürü konuştu, saydı. “Zırvalamayı bırakın, şu gevezeliğe bir son verin.” diye çıkıştı, “Hadi biraz hızlı olun, gevezeler.” dedi yeniden. İşte başlıyorlardı. Herkes, “Yukarı.” diye bağırarak süpürgelerini aldılar ve hızla üstüne indiler, prof.un da binmesiyle belli bir alanın dışına çıkmadan uçuş antrenmanları yapacaklardı. James sonradan gelip onlara katılmıştı. Jane’in ona attığı gülücüğe karşılık vermeksizin süpürgeye binip uçmaya başladı. Ama bir şekilde işler ters gidiyordu. James biraz gittikten sonra geriledi, biraz daha gitti geri gitti. Ardından dönen bir şişe gibi dönmeye başladı. Hızla dönüyordu. Gören yakında onun patlayacağını söyleyebilirdi ama şimdilik öyle bir korku yoktu. Prof. asasını James’e yöneltti. Jane hemen koşup prof.a, “Lütfen profesör zarar verecek bir büyü yapmayın.” diye yalvarmaya başladı. Prof. un yüzünden her an elimin tersiyle vurabilirim gibi bir ifade vardı. Jane korkudan geri sıçradı ve prof. James’e yeniden asasını doğrulttu. Asadan çıkan ışınlar görülmeyecek kadar hızlı bir şekilde James’i sarıp, sarmaladı. Bedeni kilitlenmişti. Hiç hareket edemeden ıslak çimleri boyladı. Bedeni prof. tarafından çözülen James hemen kalkıp üstündeki çamuru temizledi. Jane’e gülümseyerek, “Vaov bir daha böyle bir şey olsun istemem!” diye dalga geçti. Jane dikkatli baktığında kuzeninin kolundaki cüppenin kan olduğunu fark etti. Elinde olmadan çığlık atarak, “Çabuk… Revir… Kolun… ahh , inanamıyorum!!!” diye bağırmaya başladı. James kuzeninin ağzını kapatarak, “Sus, tamam prof. tan izin alıp gidelim.” dedi sakince. Birlikte revire gidip James’in kolunu sardırdılar. Gidip iyice dinlenmesini söyleyen şifacı çok ciddi görünüyordu. “Hadi bakalım yatakhaneye git. Ben ortak salona kadar eşlik ederim sana.” diye mırıldandı Jane. James karşı çıkmadı, sağlam kolunu Jane’in sırtına atıp, sıvazladı.
devamını hemen yolluyorum çok uzun diye kabul etmedi. | |
| | | Willelmina Jane Vandom
Mesaj Sayısı : 5 Yaş : 30 Galleon : 12262 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 10/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Paz 10 Şub. 2008, 13:52 | |
| Jane kuzenini yatakhaneye bıraktıktan sonra dinlenmek için kendi yatakhanesine çıktı. İçeri adım atmasıyla okulun karmaşasından bir anda sıyrılıvermişti. Gülümseyerek kendini yatağına attı. Gözlerini kapatıp biraz dinlendikten sonra Julia ve Amy gözüne çarptı. Yanına gelmelerini işaret etti. İkisi de koşarak geldiler. Selamlaştıktan sonra sohbet etmeye başladılar, ta ki Selly ve Mandy ikilisi gelene kadar çok mutlu görünüyorlardı. İki kız sürekli kıkırdayarak yanlarına geldi. “Selam, yeni elbisen güzelmiş Joe Moe!” ve yeniden kıkırdadılar. Jane’e bu laf ağır gelmişti. Elbisesi yemek olmuş olabilirdi, herkesin başına gelebilecek bir kazaydı. Zaten birazdan değiştireceği için sorun etmemişti, tabi bu iki kız bunu yüzüne vurana kadar. “Neden ne istediğinizi söyleyip sonra da kaybolmuyorsunuz? Hatta hemen gözümüzün önünden kaybolsanız sizin açınızdan daha iyi olur!” diye patladı Julia. Göründüğü kadar sessiz bir kız değildi anlaşılan. Amy ona azarlar gibi baktı, ona hak veriyordu tabi ki ama sorunların çözümü bu yolla imkânsızlaşırdı, daha sakin olmak gerekiyordu. Amy gülümseyerek, “Eminim şimdi canınız bizi kendimizle baş başa bırakıp başka bir yere gitmek istiyordur. Yoksa ne olacağını tahmin edebiliyorsunuz değil mi?” dedi. Çok işe yaramıştı. Çünkü iki kız yeniden kıkırdayarak yatakhaneden ayrıldılar. Amy “Ben haklıydım” dercesine Julia’ya baktı. “Ne var?” diye çıkıştı Julia, her zaman olduğu gibi. Jane ise halinden çok hoşnut görünüyordu. Çok iyi ve yakın dostları olduğunun bir kez daha farkına varmıştı. Ertesi sabah erkenden kalkıp kıyafet seçmeye başladılar. Çünkü biliyorlardı ki, bu en zor ödevlerden bile daha zordu. Üç kız önce bir giysiye atılıyor, ardından vazgeçip diğerine atılıyorlardı. Bugün Hogsmade’i ziyarete gideceklerdi ve heyecanları doruktaydı. İkinci senenin ilk ziyareti olacaktı bu ve genellikle en güzel olanı da ilk olanıydı. Az biraz zaman kaldığı için giysiler arasında seçim yapamayan kızlar, bina sorumlusunun zoruyla alelacele üstlerine bir şeyler geçirdiler ve Hogsmade’e gitmek üzere sıraya koyuldular. Biraz sonra gezi prof.u gelmiş, sırayı kontrol ederek doğru düzgün sıraya girmeyenleri cezalandırmıştı. Ardından da, “Haydi bakalım hızlıca hareket edin! Uyuşuk uyuşuk beklemeyin öyle!” diye bağırdı. İşte yola çıkmışlardı. Biraz sonra hepsi saat beşe kadar serbest kalacaktı. Sonra da tekrar aynı yerde toplanıp okula döneceklerdi. “Hadi herkes dağılsın, beşte tekrar aynı yere döneceksiniz, söylememe gerek bile yok zaten!” diye bağırdı prof. ve ilk önce Jane ve arkadaşları okul grubundan ayrılıp Hogsmade’de ilerlemeye başladılar. Önce balyumruğa uğramak istiyorlardı. Ne de olsa hala çocuklardı ve çocukların en sevdiği şey şekerdi! Koşa koşa dükkana vardılar. Yanlarında bayağı bir para vardı. Yaklaşık beş torba şeker alarak domuz kafasına gittiler. Günün büyük kısmını susup şeker yiyerek ve çikolatalı süt içerek geçirdiler. Sonra da doğruca diğer birinci sınıflarla okula yürümeye başladılar. Ama üç kızın büyük sorunları vardı. Daha demin mavi olan yüzleri şimdi yeşile dönüyordu. Çok şeker yemekten alışılmadık bir hastalığa yakalanmışlardı. Şifacının, “Monmorgeus” diye hitap ettiği bu hastalık çok fazla şeker, özellikle binbir çeşit fasulye şekerlemelerinden kaynaklanıyordu. Sürekli kedilerin çıkardığı yumaklardan kusuyorlardı. Akşama iyice iyileşmişlerdi ve bu onlar için çok komik ve hatırlanır bir anı haline dönüşmüştü. Jane kafasını kitaptan kaldırıp saate baktı. "Acaba bu bir dakika içerisinde bu saate bakışım 25. kez mi yoksa 30. kez mi oluyor?" diye düşünerek kafasını geri kitaba gömdü. Sonra da başını parşömene gömüp bazı notlar alıyordu. Görünen o ki kütüphane de kitaplara sarılmış bir halde ödev yapıyordu. Uykusuzluktan gözlerinin rengi kadar mor gözüken göz torbaları çok kötü görünüyordu. Ertesi gün Jane yine rüyalar alemindeydi. Güzel yatakhanesindeki yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Birden üzerine bir şeyin tırmanmasıyla çığlıklar içinde uyandı. Uyanınca bir çığlık daha attı, yatakhane bomboştu. "Hayıııır!" diye bağıdı, yine mi geç kalmıştı? Neyse ki sincabı Hanry onu uyandırmıştı. Yanağındaki sincap tükürüğünü silip çantasından toka ve tarak çıkardı. Hızla saçını taramaya koyuldu. Ardından saçına bir toka iliştirip yatakhaneden çıktı, ama acele ona her şeyi unutturmuştu. Geri yatakhaneye döndü. Ders programından iksir dersi olduğunu öğrendi. Hemen araç gereçlerini alıp zindanlara doğru yol almaya başladı. Giderken tüm araç gereçleri, tokası da dahil olmak üzere zemini boyladı. Bu da yetmezmiş gibi kaygan zemin nedeniyle yere yapıştı. Araç gereçleriyle birlikte kendini de kaldırdı. Tokayı yeniden saçına iliştirdi. "Ah Merlin'in kazanı aşkına! Hadi ama daha hızlı olmalıyım ve hızlı olurken sakarlık yapmamalıyım." diye söylenerek merdivenlerden aşağı indi. İşte iksir sınıfının kapısı büyük bir ihtişamla karşısında duruyordu. Sonunda sürekli kitabını okuduğu dersi dinleyecek ve kitapta olmayan pek çok bilgi öğrenecekti. Boğazını temizledi, "Öhm." Evet, şimdi hazırdı. Fakat mürekkebi almayı unutmuştu. alnına bir şaplak atıp ne yapacağını düşünmeye başladı. Fakat zamanı kısıtlıydı. Eğer geri yatakhaneye gitse en azından bir o dakika giderdi. İçeri girse mürekkebi başkasından kullanmak zorunda kalacaktı. Tabi o da verirlerse, bir de tabi öğretmenin gözünde küçük düşüp azar işitme ihtimali yüksekti. Tüm bunları bir kenara bırakıp kapıya uzandı. Hafifçe üç kere tıklattı kapıyı. Dördüncü tıka kalmadan yavaşça gıcırdayan kapıyı açtı ve profesörle göz göze geldi. Hafifçe gülümseyip suçunu örtmek istedi fakat palyaço gibi gözükmekte istemedi. Prof. birkaç saniye ona baktıktan sonra derse devam etmeye koyuldu. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Jane de konuyu kurcalamadı, düşük not almak istemezdi. Prof.un sırasına bakınca, kitapların kullanıma hazır bir şekilde durduğunu, yanında da kara kaplı bir defter bulundurduğunu fark etti. Acaba içine ne yazıyor diye düşünmeden edemedi. Ama daha fazla bakması da acayip kaçardı. O da sırasına doğru ilerleme başladı. Sırasına giderken bir yandan da fazla mürekkebi olanlara bakıyordu. İşte birinde vardı. Gidip kızın arkasına oturdu. Sırasının altına koyduğu mürekkebe göz atıp yavaşça, "Sanırım mürekkebim yukarda kaldı acaba fazladan olan mürekkebini alabilir miyim?"diye fısıldadı sıraya yaslanarak. Öğretmenin gözüne şimdilik görünmemeye çalışıyordu. Kız garip garip baktıktan sonra elini sırasının altına attı. Mürekkebi alıp Jane'e verdi. Jane gülümseyerek, "Teşekkürler." diye fısıldayıp mürekkebi kutudan çıkardı, kapağını açıp tüy kalemi içine bıraktı. Biraz sonra da geri çekti her an bir şey yazabilirlerdi. Biraz sonra prof. yeni derse başlıyormuşçasına söze girdi. Demek Jane hiçbir şey kaçırmamıştı, boşuna o kadar endişelenmişti.
"Günaydın sevgili çocuklarım. Ders bitince zamanımızın kalırsa, istediğiniz herhangi bir konu hakkında konuşacağız. Ancak sınıfın belirli kuralları olduğunu sakın ama sakın unutayım demeyin. Bildiğiniz üzere bu kurallar ödev panosunda asılıdır. " Jane'in panoya dikkat edecek çok fazla zamanı olmamıştı. Bu nedenle utançtan kıpkırmızı olmuştu. Yine de prof. ders anlatırken boş boş sıraya bakılmayacağı için kıpkırmızı yüzüyle prof.a bakmaya başladı. Anlattıkça başıyla onaylıyordu. Her konudan konuşacaklarını duyunca mutlu oldu. Bu prof.u sevmişti. Geniş bakış açıları vardı anlaşılan ama dediklerine göre bayağı kuralcı gibi görünüyordu.
"Adım Sandy Mcsun. Daha önceden de çok deneyimim olmasına karşın bu prof.lukta fazla kalamayacağım, girmem gereken birçok ders var... Bu nedenle lütfen şu az zamanı iyi ve güzel geçirmeye bakalım. tabi ders dışında da sizle iyi ilişkiler kurmayı isterim. Neyse isterseniz yavaş yavaş derse geçelim…” prof. konuşmaya devam ediyordu. Bu sözler Jane'i üzmüştü. Çünkü dedikleri açıkça, "Ben bir süre sonra ayrılacağım ve başka bir prof. geri dersinize girecek." demekti. Ama Jane bu prof.u çok sevmişti. Çok iyi birine benziyor, konuyu açıklayıcı olarak anlatıyordu. Dersler dışında da iyi bir ilişki kurmak isteyen bir prof.tu aynı zamanda. Jane gülümsedi bir prof. ile samimi olduğunu düşününce bu yerinde bir ifadeydi doğrusu.[/i]
devamını yolluyorum yine çok büyük diye kabul etmedi | |
| | | Willelmina Jane Vandom
Mesaj Sayısı : 5 Yaş : 30 Galleon : 12262 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 10/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Paz 10 Şub. 2008, 13:52 | |
| “Bildiğiniz gibi iksir dersinde asa kullanmanıza gerek yoktur, tabi istisnai durumlar hariç… Ancak bu demek değildir ki: iksir dersinin büyü ile bir ilgisi yoktu… Tam tersine iksir büyü ilminin en ince sanatlarındandır. Bir o kadar da zordur… " Jane iksir dersinde asaya ihtiyaç olmadığını biliyordu. Çünkü onlar malzemeleri karıştırıp iksirler yapıyorlardı, prof.un dediği gibi. Ama iksirin en ince sanatlardan olduğunu bilmiyordu. Prof. fark etmeden kendi iksir kitabını açıp baktı ama öyle bir bilgi yoktu. O da kitabı suratı asık bir şekilde çantasına tıktı. Kitabı yeterli bilgilerle dolu değildi anlaşılan.
"Basitçe iksirin ne olduğuna değinecek olursak: Çeşitli malzemeler kullanılarak, doğru yöntem ve sıralamaları uygulayıp elde edilen karışımlara iksir adını veririz. Yani kısacası iksirler özel karışımlardır… Bu karışımların kimileri büyülü etkilere sahipken kimileri yalnızca tıbbi ya da doğal sonuçlar doğurur. Şimdi size bir örnek vereceğim ama bu konuları daha ileriki yıllarda daha ayrıntılı olarak işleyeceğiz." Prof. hala konuşuyordu. Acaba tam anlamıyla ne zaman derse geçeceklerdi? Yoksa bu böyle sürüp devam mı edecekti? Evet, Jane bütün bunları biliyordu. Bazı iksirler, örneğin çok özlü iksir sihirli etkilere sahipti. Bu iksir o büyücü-cadının başka birinin kılığına girmesini sağlıyordu. Ama bazı iksirler vardı ki sadece tıpta kullanılıp şifacıların çok işine yarıyordu. Örneğin geçen yıl geçirdiği kazadan sonra o derin yarıklar iyileştirici iksirler sayesinde düzelmişti. Jane bunu hatırlayınca bacağındaki iyileşmiş fakat izi kalmış derin yarığı yokladı. Bu sene de kullanacağı ilaçlarla izi de yok olacaktı.
"Bazı bitkisel çaylar hastalıklara iyi gelir, aynı işlevi gören fakat daha ileri düzeydeki hastalıklar için olan iksirler de vardır. Bunar genellikle içeriğinden kaynaklı bir etkiye sahiptirler. İşte bu bize doğanın gücünü gösterir. " İşte derse tam anlamıyla geçmişlerdi. Jane de o çaylardan çok içmişti özellikle nezle olduğu zamanlarda ama daha ileri düzeyde bir hastalığı olmamıştı neyse ki. Tabi geçen yılı saymazsa. Bir an doğayı düşündü. Gerçekten çoğu derdin dermanı doğada gizlenmiş haldeydi ve bunların çoğu bulunmuştu özellikle de şifacılar tarafından çok kullanılıyordu. Annesi de bir şifacı olmamasına karşın böyle iksirler yapmayı ve kullanmayı çok severdi. Annesini hatırlayan Jane bir anlığına güldü. Ailesini çok özlemişti.
"Bazı iksirler ise doğrudan sihirli etkiler gösterirler: Çok Özlü İksir gibi… Bu iksir sayesinde sınırlı süre için istediğiniz bir insanın görünümünü alırsınız… " Jane demin bu iksiri düşünmüştü. Hep aklına gelen ilk iksir buydu. Hatta daha önce bir kız arkadaşının kılığına girmek için kullanmış ve çok memnun kalmıştı, fakat bir daha denemeye fırsatı olmamıştı. Belki ileriki derslerde birçok özlü iksir yapabilirlerdi.
"Şimdi bunları bir kenara bırakalım… İksirlerle neler yapabileceğimizi bir düşünelim… Öyle şeyler vardır ki asa ile yapılamazlar… Bunları İksirlerle yapabiliriz, hiç olmazsa pek çoğunu… Tabi her şeyi değil. Ölümsüzlük gibi… Bunu bir iksir ile yapamazsınız… Ama şansın kapılarını aralayabilir, kamufle olabilir, ölüm döşeğindekileri iyileştirebilir, siğil ve sivilcelerden kurtulabilir, bitkilerinizi büyütebilir ve aklınıza gelemeyecek daha bir sürü şey yapabilirsiniz…", "Doğru" diye mırıldandı. Asa ile yapılamayacak pek çok şey iksirler sayesinde gerçek hayata geçiyordu. Örneğin prof.un dediği gibi sivilcelerden kurtulmak ya da biraz şansa sahip olabilmek iksirler sayesinde gerçekleşiyordu. Özellikle sivilce yok eden iksirler Jane'in işine yarıyordu. Jane emindi ki gelecek ya da ondan sonraki ders mutlaka bir felix felicis, şans iksiri yapacaklardı. Çünkü arkadaşları hep ilk olarak bu büyüyü yaptıklarından bahsederdi.
"İksirin tüm bunlardan başka diğer sihirsel sanatlarla da güçlü bağları vardır. Aslına bakarsanız tüm sihirsel sanatların birbiriyle koparılamaz bir ilişki içinde olduğu kesindir. Her şey birbirini tamamlar… Mesela bir seherbaz olabilmek için hemen hemen tüm sihir dallarında başarılı olmalısınız… Bunların zaruri olanları ise: Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, İksir, Biçim Değiştirme, Tılsım ve Bitkibilim… Tabi Sihirli Yaratıkların Bakımını, Sihir Tarihini, Astronomi ve Kehaneti de bilseniz sizin için çok iyi olur… Bir gün hepsine ihtiyacınız olacak…" Tabi ki tüm dersler gerekecekti. Yoksa öğretilmezdi ama şimdi prof.un tutup da seherbazlıktan bahsetmesi biraz saçma gelmişti. Bu aklına bu prof.un kısa süreliğine bu görevini üstlendiğini hatırlattı.
“Bu yıl genel olarak İksirde kullanılan temel malzeme ve unsurlardan bahsedeceğiz. Bunu almış olmanız gereken kitaplardan da anlayabilirsiniz: Sihirli Yiyecek ve İçecekler ve Bin bir Büyülü Ot ve Mantar. Gerekli araç gereçler kurallar ile birlikte panoda asılı. Eksiğiniz varsa tamamlarsınız. Bazı malzemeler ise doğrudan okulumuzun stoklarından alınarak kullanılacaktır… Çünkü bazı malzemelerin öğrencilerde bulunması hem okul hem de bakanlık tarafından doğru bulunmuyor. Her şey güvenlik için… Ne de olsa öğreneceğiniz daha çok şey var… “ Bu malzemeler merak uyandırıcı geldi Jane’e. Böyle gizemli şeyler çok hoşuna gidiyordu. Prof.un devam ettiğini duydu. Gerekli malzemeler panoda varmış, Jane bunu duyunca yine kızardı bir panoya bakmak bu kadar zor muydu? Ama gerçekten de zamanı olmamıştı. Zaten çoğu malzemenin elinde bulunduğundan emindi hatta biliyordu. Parşömene bakınca bu sayfanın da bittiğini fark etti. Neredeyse toplam dört sayfa yazmıştı
"Şimdi kim bana iksirdeki ana unsurlardan açıklayıcı bir dille bahsedecek? Az önce bu unsurları hepinize saydım. Ancak bana bunların iksirde taşıdığı önemi anlatmanız gerekiyor…” Prof un bu sorusuna üzerine parmak kaldırıp cevap vermek isteyen Jane söz aldıktan sonra ayağa kalkıp anladıklarını atlatmaya başladı: “ İksir, çeşitli malzemeler kullanarak, doğru yöntemler uygulayarak elde edilen karışımlara iksir denir. Kısaca iksirler özel karışımlardır. Bu karışımların bazıları büyülü etkilere sahip, bazıları tıp alanında kullanılacak potansiyele sahiptir. İksirde asaya gerek yoktur, yani istisnai durumlar dışında iksir kullanılmaz. İksir en ince sanatlardandır ve diğer sanatlarla güçlü bağları vardır. Asa ile yapılamayan pek çok şey, örneğin sivilce yok etme, şans arttırma gibi pek çok şey iksirlerle yapılır. Tabi her şey değil, ör. Ölümsüzlük vs. iksirlerle yapılamaz. Ayrıca bazı iksirler vardır ki etkilerini hemen gösterirler. Örnek verecek olursak, çok özlü iksir.” dedi ve söylediklerinin doğruluğunu başıyla onaylayıp yerine oturdu. “Umarım düşündüğüm gibi hepsi doğrudur.” diye mırıldandı ve yeniden prof.a dönüp yaptıklarını izlemeye başladı. Prof. un bir asa hareketiyle katlanabilen tahta açıldı ve içindekiler görünür hale geldi.
“İlk ödeviniz bunlar… Hepinize kolay gelsin… Şimdi sorduklarım hakkında biraz düşünün. Sizin söyleyecekleriniz bizim için önemli…” diyerek sözünü bitirdi prof. Jane merakla tahtaya baktı ve yazılanları aceleyle parşömene geçirmeye başladı. Ödev bayağı uzun ama bir o kadar da kolay görünüyordu. Dersten çıkar çıkmaz kütüphaneye uğrayacaktı. Parşömene yazdıklarını bir yandan da kısık sesle tekrar ediyordu.
“ÖDEV: 1- İksir Biliminin diğer sihirsel sanatlarla olan ilişkisini tek tek ve bir bütün olarak açıklayan bir yazı yazınız. 2- İksir Biliminin, Büyü Dünyasındaki yeri ve önemini açıklayınız. İksirler bir büyücü veya cadı için ne ifade eder. Kendinizden örnek vererek açıklayınız. İksir Biliminin tarihçesinden kısaca bahsediniz…”
Yazısı bitince prof. un yanına gitti. “Efendim acaba bir günde hem şans iksiri, hem aşk iksiri, hem çok özlü iksir hem de sivilce yok eden iksirden alısak bir zararı olur mu yoksa bir gün içerisinde istediğimiz kadar iksir alabilir miyiz? Sınır varsa en fazla kaç tane?” diye merakla sordu ve cevabı beklemeye başladı. Biraz sonra prof. gülümseyerek ona döndü. “Bunu denemeni önermem, eğer öyle bir şey yaparsan eminim birkaç gün hastanede yatarsın.” deyip notlarını topladı ve sınıftan çıktı. Jane de kan ter içinde koşa koşa ortak salona dalıverdi. Parolayı o kadar hızlı söylemişti ki, parola anlaşılamadığı için kabul edilmemişti. Sonra derin bir nefes alarak yavaşça parolayı söyleyen Jane açılan kapıdan hızla içeri dalıvermişti. Ortada kimsecikler yoktu. Koltuğa oturup derin bir oh çekti. Ardından da gözlerini ovuşturarak ne kadar uykusunun geldiğini fark etti, esnemesiyle bu ispatlanabilir bir durum haline gelmişti. Ama şimdilik uyumaya niyeti olmayan Jane şömineye yanaştı. Dışarısı çok soğuktu, bu nedenle eldivenini unuttuğu için soğuktan donan ellerini iyice şömine yaklaştırdı, ellerinin yanmasına ramak kala, ısınan ellerini geri çekti. "Şimdi muggleların kullandığı bir televizyon olsa ne güzel olurdu." diyerek güldü. Fakat mide bulantısı hızla araya girdi. İşte yine oluyordu, o kadar şeker yemişti ki, neden o kadar fazla yemişti, az yiyip bunla olmuyordu! Boşu boşuna kendine hastalık yaratmıştı işte o şekerleri midesine atarak. Kapının açılma sesiyle Jane düşüncelerinden sıyrılıp o yöne baktı, genç bir oğlan o tarafa doğru geliyordu. Jane 'e bir süre garip garip baktıktan sonra gülümseyip elini salladı, "Merhaba." diyerek yandaki koltuğa attı kendini. Jane afallamış halde kafasını sallayıp selamına karşılık verdi, "Sana da merhaba." Çocuk eline aldığı gazeteyi açıp okumaya başladı. Jane üstündeki yazıyı okumaya çalıştı, "Gelecek postası, ah tabi başka ne olabilir." diye mırıldandı. "Eee son haberler neymiş?" dedi ve çocuğun yüzüne soran gözlerle baktı. Çocuk gazeteye biraz daha göz gezdirip, "Hiçbir şey yok, her zamanki g.p. haberleri işte." diyip güldü. Biraz dikkat edince bu kısaltmanın gazetenin adı olduğunu anlamak, kırmızı rengi siyahtan ayırt etmek kadar kolaydı. Sanki gazeteyi çok okuyormuşçasına, "Ya tabi ya bilmez miyim!" diye mırıldandı. Daha yarım saat geçmişti ki salon gryffindorlu öğrencilerle dolup taşmaya başlamıştı. Jane oflayarak yatakhanenin yolunu tuttu. Kalabalıkları, özellikle eğlence için toplanmış kalabalıkları çok severdi ama şuan hiç hali yoktu. Yatakhane iki adımlık yoldu, neredeyse bir dakika içinde varmış, bavulunu yeniden açmıştı."Şu eşyaları da bir türlü sandığıma yerleştiremedim! Çok üşensem de şimdi yerleştirmek iyi bir fikir hele de yapacak hiç işim yokken." diye söylene sokrana sandığın kilidini açtı ve yatağın üstüne koydu. "Zaten sandık çok ağır acaba bu eşyaları koyup geri yerine nasıl yerleştireceğim?" dedi, hala söylenmekten bıkmamıştı göründüğü kadarıyla. Önce birkaç parçayı bavuldan çıkarıyor ardından bavulun onlarca gözünden birine koyuyordu. Sandık, açıldığı anda koca bir kamyona dönüşüyordu adeta ya da geniş bir gardıroba. Ama bu Jane’in eşyalarını kaldırıp saklayabilecek yegâne icattı. Hala söylenerek eşyalarını yerleştiriyordu. Kim bilir daha kaç saat sürecekti, o kadar çok eşya vardı ki! Yaklaşık bir buçuk saat içinde Jane işini tam anlamıyla bitirmiş ve kaldırması çok zor olan bavulu yerine yerleştirmişti. Bu yoğun işin üstesinden gelmiş olsa da dinlemeye hakkı vardı, kendini rahat yatağına fırlatıp biraz şekerleme yapmaya karar verdi. Ama sincabı ona izin verecek gibi görünmüyordu. Ha bire kafasına tüneyip cevizin sağlam olup olmadığını kontrol ediyormuşçasına kafasına vuruyordu. Dayanamayan Jane bağırarak sincabı yatağa fırlattı, "Tamam Hanry görüyorsun ya kalktım işte! Bu kadar canımı acıtmana gerek yoktu." Suçunu kabullenen bir idam mahkûmu edasıyla sincap gidip bir köşeye oturdu. Gören ağladığını söyleyebilirdi. Şimdi de Jane kendini çok kötü hissetmişti, hastalığının hıncını hayvanından alıyordu. Aslında canı acımamıştı, sorunlar yüzünden kafası şişmişti, hiç iyi değildi ve bir anda tüm hıncını zavallı Hanry'den almıştı ki o sadece küçük bir sincaptı. Jane gülümseyerek sincabı avuçları arasına alıp kocaman bir öpücük verdi. İşte Hanry o an eski canlılığına kavuştu, aynı prensesin öpmesiyle prens olan kurbağaya benziyordu. Tek fark o hala bir sincaptı. "Gerçekten özür dilerim, neyse şimdi bunu boş ver gidip biraz aşağıda oturmaya ne dersin?" dedi sincabı cüppesinin cebine koyarken. Sincap nasıl olsa cevap veremeyecekti. Bu nedenle Jane koşarak aşağı indi. Bir köşede oturmuş olan çocuğu hemen tanıdı. Demin kısaca sohbet etmeye fırsat bulduğu çocuktu. Yüzünü buruşturarak ona en uzak olabileceği boş yere gitti. Koltuk çok rahattı belki burada bile uyuyabilirdi. Esneyince uyku düşüncesi yeniden aklında canlanmıştı. Cebinden sincabını çıkarıp yanında oturan çocuğa gösterdi. "Bak bu ender bulunan bir sincab. Ona Hanry diyorum." dedi çocuğa bir gülücük atarken. Beti benzi atan çocuk bir an çığlık atacak gibi göründüyse de yapmadı, belki de korkudan yapamadı. Farenin onun boğazına sarılıp dişlerini geçirmeyeceğini nerden bilebilirdi. Yavaşça ayağa kalkıp olabildiğince hızla ortak salonu terk etti. Anlayamıyordu. Neden böyle kaçmıştı çocuk? Ender sözünün de vahşi anlamına gelebileceğini düşünüp sincabını okşadı. Bu onun gülmesini sağladı. Biraz sonra yanına Amy gelmişti. "Sen ne zaman geldin Amy, özlemişim, kaç gündür birbirimizi göremedik." diyerek kolunu arkadaşının boynuna attı. "Neden hala buradayız? Bu saatte yatmış olmamız gerekmiyor muydu?" diyerek Jane’ soran gözlerle bakmaya başladı. Jne de aynı şekilde gülümseyerek ayağa kalktı. Onunda kalkmasını işaret ederek, "Doğru söylüyorsun. Hadi hemen uyuyalım." diye fısıldadı. Amy’nin de başıyla onaylaması üzerine yatakhaneye yürüdüler. | |
| | | Mel Heid Muggle
Mesaj Sayısı : 5 Yaş : 34 Galleon : 12262 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 10/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Ptsi 11 Şub. 2008, 00:31 | |
| Mel koridorda koşuyordu.Hogwarts ta kaybolmuştu ve bu gün ilk günüydü gitmesi gereken bir ders yoktu ama yolunu bulamayacağından çok korkuyordu.Koridorlarda bir kaç hayalete rastladı ama onlarla konuşmadı hemen koşmaya devam etti.On dakka sonra bir griffindor öğrencisine çarptı ama hiç özür dilemeden kalktı ve ona aşağılarcasına baktı koşmaya devam etti.Ona Slytherin binasının yerini sorabilirdi.Kosmaya devamederken bir koltuk gördü ve oturdu.Koltuk Mel oturur oturmaz duvara sırtını yasladı ve duvar döndü ve yerinde bir kitaplık belirdi.Mel şimdi bir gizli geçide bakıyordu.Arkasına baktı nasıl olsa kayıpolmuştu artık.Meraktan kendini tutamadı ve geçide girdi.Geçit bir yetişkin insanın geçebileceği darlıktaydı bu yüzden geri nasıl geliceğini düşündü ve durakladı sonra yoluna devam etti.Geçit şimdi yukarı doğru gidiyordu.Ve yolun sonuna geldiğinde üstünde bir tahta kapak belirdi.Mel kapağı ittirdi ve burası bağıranbarakaydı.Ordan çıktı ve olabildiğince hızlı koştu.Şimdi domuz kafasını görüyordu.Ve gördüğü ilk dükyana girdi.İçindende böyle geçirmişti. | |
| | | Alarica Viola Sonnette Gringotts Memur Şefi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 136 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12747 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 17/06/07
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Ptsi 11 Şub. 2008, 15:57 | |
| Rachel ıssız bir sokakta kendi kendine yürüyordu. Burada bir çok büyücü olduğu gibi bir çok bulanık vardı. Rachel aslında bu sokağı sevmiyordu. Ama bu yağmurlu ve karanlık havada yürümek istemişti. Cisimlenmek istemiyordu... Cüppesinin şapkasını örtmüştü. Yavaş yavaş yürüyordu. Etrafta bir çok muggle doğumlu vardı. "Bulanıklar..." diye düşünüyordu Rachel. Onların olduğu bölgeye vardığında daha da hızlandı. Ama bulanklar onu görmüştü bile... Bir tane muggle doğumlu ona yaklaştı. - Hey sen... dedi. Rachel olduğu yere durdu hareket etmiyordu ve konuşmuyordu. Muggle olan daha da yaklaştı. - Sana diyorum siyahlı... Rachel iyice sinirlenmişti. Cüppesinin cebinden asasını kavradı. Ama hala olduğu yerden kıpırdamıyordu. Çakılmış gibiydi. Muggle ona yaklaştı.Şapkayı kafasından çekti. Rachel yine sabrediyordu. Ama muggle bırakacak gibi değildi. - Vay vay vay.... Bir muggle daha bulduk... Sende bizim aramıza katılsana... Biz hepimiz muggleyiz. Sana zarar vermeyiz... Rachel artık dayanamıyordu. "Bulanıklar işte itiraf ettiler" kafasından düşünceler böyle geçiyordu. Rachel konuşmaya karar verdi. - Git başımdan ben bir muggle değilim... dedi sinirli olduğu için tıslamıştı. Muggle'ın umrunda bile değildi bu tıslama... Aksine muggle asasını doğrultmuştu. - Hadi ya sen mugglesan bende Voldemord... Rachel artık dayanamıyordu. Kavramış olduğu asayı çekip uzattı. Artık ikiside asalarını birbirine uzatmıştı. Asa Rachel'ın sol elindeydi ve kaldırırken bileği açılmıştı. Son zamanlarda belirginleşmiş olan karanlık işaret olduğu gibi ortaya çıkmıştı. - Sen Voldemord olamazsın... Bulanık... diye tısladı. Rachel. Muggle korkmaya başlamıştı. - Senn... Senn.. Yani siz... ölüm yiyen olduğunu bilmiyordum... dedi kekeleyerek. Rachel bir kahkaha attı. - Ama artık öğrendin ve bundan kaçışın olmayacak. Benim ölüm yiyen olduğumu bilmen senin artık zararına... dedi sinsi sinsi gülerek. Muggle'nın yanından geldiği gruptaki bir kaç kişi cisimlendiler ve kayboldular. Artık başbaşaydılar. - Söyle bakalım.... Son isteğin ne? Rachel alay ediyordu onunla. Onu öldürecekti. Başka yolu yoktu. Muggle doğumlu yalvarmaya başladı. Ama asası hala havadaydı. - Lütfen... diye bildi sadece... Rachel bir kaç kişinin geldiğini duymuştu ve artık uzatmak istemiyordu. Asasını daha güçlü kavradı. - Üzgünüm bulanık... Son isteğin yerine gelmeyecek dedi. Sinsi bir gülümsemeyle - Avada kedavra dedi... Aniden bir yeşil ışık çaktı. ve muggle elinde asasıyla yerde artık cansız bir şekilde yatıyordu. - Hoşçakal Bulanık... dedi. Rachel aynı sinsi gülümsemeyle. Ardından cisimlenerek uzaklaştı. | |
| | | Aurélie Léa Johnson Muggle
Mesaj Sayısı : 2 Yaş : 33 Galleon : 12254 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 14/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Perş. 14 Şub. 2008, 19:13 | |
| Lea sabah gözlerini açtığında odasına vuran güneş ışığından rahatsız oldu. Yorganı üzerine yeniden çekti ve bir süre hareketsiz kaldı. Daha sonra bugün yapacakları ilginç gezinin heyecanıyla fırladı yataktan. Dolabına yöneldi hemen. Muggle'a benzemek için bir kot pantolon geçirdi üstüne. Üzerine de sarı renkli bir bluz giydi. Gayet uyumlu olmuştu. Saçlarını topladı hemen. Hava çok sıcaktı. Kıyafetiyle uyumlu bir göz makyajı yaptı. Şimdi Angelina'yı uyandırabilirdi. Son bir kez aynaya bakıp odasından çıktı.
Kapıyı tıklattı ama kimsenin açmayacağından emin olduğu için hiç beklemeden içeri girdi. Tahmin ettiği gibi Angelina hala uyuyordu. Yanına yaklaştı. Bir yandan dürterek konuşmaya başladı.
"Ang!! Kalk hadi!! Geç kalacağız, bak ben hazırım bile. Hadi kalk da kahvaltı edelim."
Angelina gözlerini açmış şaşkınlıkla ona bakıyordu. Daha sonra geziyi hatırlamış olacak ki başını sallayıp yataktan kalktı. Bir yandan esneyip bir yandan söyleniyordu dolabını başına giderken.
" Sen in aşağıya ben geliyorum hemen." Lea tamam anlamında kafasını salladı ve arkasını dönüp odadan çıktı. Yemek Salonuna indiğinde kahvaltı hazırdı. Masadaki yerine geçti. Sabahın köründe uyanık olan tek kişi annesiydi. Ona başıyla selam verdi ve önüne koyulan çayı içmeye başladı. Bir yandan da atıştırıyordu. Beş-on dakika sonra Angelina da indi kahvaltıya. 20 dakika sonra üzerlerinde muggle kıyafetleriyle, Emm ve Fleur ile buluşmak için kapıdan çıkıyorlardı.
Aralarında sadece bir yaş da olsa ablası olan Angelina ve en yakın arkadaşları Emmeline ile Fleur'la ilginç bir Muggle kentine gideceklerdi bugün. Ang'in Hogwarts'ta Muggle Araştırmaları profesörü olmasıyla, zamanlarının çoğunu onları tanımaya adamışlardı zaten. Ayrıca buna Fleur ve Emm'in Muggle sevgisi de eklenince, Muggle kente devamlı yapılan geziler kaçınılmaz oluyordu.
Kente ulaştıklarında, cıvıl cıvıl bir sokaktan yürüyerek buluşma yerine vardılar. Fleur ve Emm, üzerlerinde Muggle kıyafetleri ve yüzlerinde meraklı ifadelerle bir banka oturmuş, gelip geçenleri seyre dalmışlardı.
"Hey..." dedi Lea onlara doğru koşarak. "Nasılsınız bakalım?" Arkadaşlarını öptükten sonra cevap vermelerine fırsat vermeden muzipçe fısıldadı : " Muggle giysileri de çok yakışmış. Fleur, üstündekine 'elbise' deniyor galiba. Cüppe ve pelerine bin basar bence..."
İlk olarak nereye gidecekleri uzun tartışmalara sebep olsa da, Emm'in ısrarıyla biraz ilerideki cafede karar kıldılar. Emm, kahve denen acımsı içeceği denemeyi çok istiyordu, Lea, Fleur ve Ang de onaylayınca, alışverişe çıkmış Muggle ailelerinin, seyyar satıcıların, giyim dükkânlarının, kitapçıların, basit ve küçük restoranların yanından geçip şirin kafenin kapısını araladılar.
İçeriye ilk adımlarını attıklarında bütün yüzler onlara çevrilmişti. 'Belki de şu kıyafet işini tam uyduramamışızdır' diye düşündü Lea. Zaten meraklı ve heyecanlı olan dört arkadaş, bu garip bakışlar eşliğinde kendilerini daha garip hissederek bir masanın çevresinde kendilerine yer buldular. Fleur masaya eğilerek: ''Acaba bu şapka fazla mı abartılı?''dedi fısıltıyla. Lea, şapkayı gayet de beğenmişti oysa. Gerçek boyutlarında bir zambak, neden garip görünüyor olabilirdi ki? Onlar, masada oturup, yan masalardaki kızların kıyafetlerini çekiştirirken, yanlarına elinde bir parça kağıt tutan, oldukça komik görünümlü biri gelmişti. Dördü de merakla adama bakıyordu, ne istiyordu, hem neden penguen gibi giyinmişti? Sonra adam tedirgin bir ses tonuyla: ‘’Bir siparişiniz var mı?'' diye sordu.
Bu soru üzerine adamın görevini anlayan cadılar, birbirleriyle göz göze gelerek gülümsedi. Angelina kırk yıllık muggle gibi masadaki ince kitapçığı alarak ‘’Dört tane macchiato, gasron bey’’ dedi zerafetle. Adam yüzünü buruşturarak, şaşkın bir ifadeyle, ‘’tabii, efendim’’ dedi ve hızla geriye doğru ilerledi.
Fleur, sevinçle etrafına bakınıyordu. Mutluluğu, yüzüne yansımış, daha da göz alıcı olmuştu. Sonra gayet rahat bir tavırla yan masaya yönelip, ‘’Merhaba, ben Fleur’’ demişti. Diğer üçü Fleur’a şaşkınlıkla bakıyorlardı ama sandıkları gibi deli muamelesi görmediler. Genç hanım elini uzatıp, ‘’merhaba, ben Jennifer, bu da arkadaşım Audrey’’ demişti gülümseyerek. Sonra kahve dedikleri koyu renkli sıvıyı içmeye başladılar. Hepsi de aşık olmuşlardı kahve denen şeye.
Bir süre sonra Jennifer ve Audrey de onların masasına gelmiş, muhabbet etmeye başlamışlardı. Audrey’in elinde tuttuğu demir parçasından ritmik sesler gelmeye başladığında Emm küçük bir çığlık atmıştı. Gözleri kocaman açılmış, büyük bir hayretle Audrey’e bakıyordu. Angelina Emm’e yaklaşarak ‘’dedim ya Emm, cep telefonu o. Konuşmaya yarıyor hani anlatmıştım hepinize görünce şok olmayın diye’’ dedi dişlerinin arasından mırıldanarak. O sırada Fleur kendi şaşkınlığını üzerinden atıp, Audrey ve Jen’i oyalamaya başlamıştı. Angelina da Audrey’e ''o Emm’in telefonunun eski zil seslenişiydi'' dedi gülerek. ''Sesi demek istiyordun herhalde'' demişti Audrey, Ang de başıyla onaylamıştı. O sırada Lea Jennifer’ın masada duran karton kutudan birkaç tane beyaz çubuk görünümlü bir şeyleri çantaya atmıştı. Neyse ki iki muggle da bunu fark etmediler. Angelina Lea’ya kaşını kaldırmış, hesap sorarcasına bakıyordu, Lea da yüzünde ‘ne var ki’ dercesine gülümsedi.
Hava kararmaya başladığında, mugglelar kalkmak istediler, Fleur onlardan telefon numaralarını istemişti. Dördünün telefonlarını yanlarına almadıklarını söyleyerek, bir kâğıda onların numaralarını yazdı. Neredeyse tüy kalem çıkarıyordu çantasından, son anda Ang’in öksürüğüyle kendine geldi ve Jen’den kalem istedi.
Jen ve Audrey gittikten sonra Angelina oldukça mutlu görünüyordu. ‘’Çok başarılıydık!’’ dedi sevinçle. ‘’Emm’in çığlığı, Fleur’un neredeyse görünen tüy kalemi ve Lea’nın minik araklamasını saymazsak’’ dedi gülümseyerek.
Lea, küçük bir kahkaha atarak:
‘’Ya ne olduğunu merak ettim, puroya benziyordu ama incecikti. Eve varınca deneyelim’’ demişti Emm’e göz kırparak.
Sonra Angelina ‘’Hey, gasron..’’ diye seslendi penguen adama. Ve bir kese muggle parası bırakıp dışarı çıktılar. Dördü ne kahve dükkânına baktığında gasronun keseyi açtığını ve gözlerinin faltaşı gibi açıldığını görebiliyorlardı. Dükkânın önünde birbirlerine baktılar. Omuz silkerek gülümsediler, ciddi bir açık vermemişlerdi yine de. Sonra hiç bir muggleın olmadığı bir bölgeye varıp, Johnson Köşk’üne cisimlendiler. | |
| | | Chester Bennin
Mesaj Sayısı : 27 Yaş : 31 Galleon : 12268 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ C.tesi 08 Mart 2008, 22:22 | |
| Güneşin içeriye parlaklık getirdiği.Yağmur yağdığı zamanlar, damlaların her biri kulaklarınızda bir ses belirdiğinin ifadesi olduğu zaman gibidir.Büyük damlalar cama vurduğunda camlar aşağıya düşecek,kırılacak ve çatlicak diye korkulur.O gizemli oda, Chester'ın odasıdır.İngilterede bir anda yağmur bastırır bu yüzden kimse yağmurun belirtisini önceden fark edemez.Chester her zaman dışarı çıkarken, bir yandan insanlarla olduğu için, bir yandanda yağmur yağdığı için sevinir.Benzeri bir gün, havanın hafif yel esintisi Chester'ın yağmur yağıcağının düşüncesinin belirtisi gibi olur.Benzeri bir gün Chester şemsiyesini her ihtimale karşı alıp dışarı çıktı.Her zamanki gibi güler yüzlü konuşkan insanlar vardı.Kendisini güvende hissediyordu.İçinde bir soğukluk vardı.Hava ıssız, lodos esmeye başladı.İyi bir yağmur yağması edası ilen bir kitapçıya geldi.Kitap okumayı çok seviyordu.Görevliye hemen istediği kitabı kibar bir şekilde söyledi.Kitabını alıp yakınlardaki üç katlı evine doğru yavaş adımlarla ilerledi.Chester^ın güneş rengi sarı saçları rüzgarın akıntısı ilen havalanıyordu.Evinin kapısının önüne geldiğinde kapıyı yavaş bir şekilde açtı.Bir anda kapının iğrenç gıcırtısı kulaklarının içini tırmaladı hemen içeriye girip kapıyı kapattı.Gözlerini fal taşı gibi açarak, "ı.. iğrenç!". dedi berbat bir irkinti ilen.Bir an önce kitabını okumak istiyordu.Mutfağa doğru ilerledi.Yalnızlığın tek kötü yanı sessizlikti.Sessizlikten çok sıkıntı duyardı Chester.Mutfakta sıcak çayını ısıttı.Çayını alıp camın kenarındaki tahta koltuğa sokulu verdi.Kahve rengi masanın üzerine poşeti koyup kitabını cama doğru yöneltti.Okumadan önce, "isteklerim kabul oluyor teşekkürler Tanrım". dedi içerisinden.Orta boylu kafasını kitaba yöneltmeden tık tık sesler duydu.Çayından bir yudum götürürken yeşil gözlerini cama doğru yöneltti.Tık tık gelen sesler yağmur damlacıkları idi.Tanrı'nın,Chester'ın dileklerinin kabul etmesi Chester^a büyük mutluluk veriyordu.Yüzü bir anda gülmüştü.Çayından bir yudum daha alarak kitabını okumaya devam etti. Not: Acele ilen yazmadım bahane bulmayacağım.Uzun zamandır rpci değilim ama rp ilen tanıştığıma memnun oldum.Elimden bu geldi acele ilen yazmadım bahane bulmuyorum:).
En son Chester Bennin tarafından Paz 09 Mart 2008, 13:50 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Valencia Claudía Ruselló Baş Şifacı ~ İksir ve Bitki Zehirlenmeleri
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 547 Yaş : 44 Galleon : 12266 Ekspresso Puanı : 15 Kayıt tarihi : 09/03/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Ptsi 10 Mart 2008, 20:33 | |
| Sahte bir meltemin bürünmüş olduğu sonbahar günüydü.Yvaine çok küçükken annesinin onu her cumartesi getirdiği, yılların yıprattığı parkın, paslı salıncağına oturmuş öylece düşünüyordu.Hava ılıktı ve gri bulutlar güneşi esir almış, dünyaya bakmasını engelliyordu.Ama Yvaine'in aklı ve paslı salıncakta ne de gökyüzünde kaybolmuş olan güneşteydi.Henüz onsekiz yaşında bir genç kzıdı.Ama kalbi o kadar yaşlanmıştı ki.
Yvaine o kadar dalgın dı ki, yan komşuları olan Larson ailesinden, ailenin en büyük erkek çocuğu yanındaki salıncağa oturmuştu.Adı Fredy olan yakışıklı genç, Yvaine'in yanından ayrılmaz hep ona destek çıkardı.Yvaine ile aynı yaştalardı.Ama Fredy Yvaine'den bir ay arayla büyüktü.
'Hey, neden bu kadar sessiz ve yanlızsın?' diye sordu genç adam.Başını öne eğmiş olan Yvaine'e bakmaya çalışarak.'Onu özledin değil mi? Biliyorum onu özledin ama mutlaka bir gün-'
'Fredy, bunun onunla alakası yok' diye bağırdı Yvaine.Sonra başını kaldırıp ürkmüş olan gence baktı.'Şey... afedersin ben... sana bağırmak istemedim.Bunun onunla ilgisi yok ve artık benim için o yok zaten.Bu tamamen ailevi bir mesele.'
'Pekala ben karışmıyorum.' dedi Fredy gülümsemeye çalışarak. 'Aslında gitmem gerek çünkü biraz daha konuşursam beni boğacakmışsın gibi geliyor.'
'Hey, ben katil değilim Feed' dedi Yvaine Fredy ile dalga geçerek.Ama yalan söyleyemezdi.Ne zaman derdi olsa Fredy gelince bütün derdi gidiyordu.
'Bak, benim adım Fredy, bir köpek ismine benzeyen Feed değil' dedi Fredy.Alınmış numarası yapıyordu.'Bana Feed demene sinir oluyorum.'
'Ya öylemi, bay çok alıngan' diye takıldı Yvaine.Birden neşesi yerine gelmiş gibiydi.Ama garip birşey hissediyordu.Ama bunu çözememişti.'Hem senin köpek olmadığın ne mâlum'
Yvaine'in bunu demesiyle Fredy, Yva,ne'i parkın ilerisindeki banklara kadar kovalamıştı.Banklardan birine oturdular.Ama ikiside konuşmuyordu.Bir süre sessiz kaldıktan sonra, aniden bastıran yağmur onları arkalarındaki ağacın altına sığınmaya mecbur etmişti.
Yvaine ve Fredy ağacın altında da sessizliklerini koruyolardı.Bir süre sadece birbirlerinin gözlerine baktılar ama Fredy ilk adım atan olmuştu.
'Neden konuşmuyorsun Yvaine?' diye sordu genç adam kızın ıslanmış saçlarını süzerken.
'Sen çok konuşuyorsun ya ondan.' diye lafı yapıştırdı Yvaine.Aynı şekilde oda Fredy'i süzmeye başlamıştı.
'Yvaine, sana birşey söylesem beni dövmezsin değil mi?' diye sordu genç adam.Alaycılık ve endişenin karışımıyla.
'Saçmalama Fredy.Belki sert olabilirim ama sevdiğim insanları dövmem merak etme.' dedi Yvaine.Tıpkı teselli verirmiş gibi yapmıştı.Sonra meraklı bakışlarla Fredy'e bakmaya başladı.
'Biliyor musun sen çok iyisin.Aslında ben... Yvaine ben galiba senden hoşlanıyorum.'
Yvaine, sanki yere çivilenmiş gibi olmuştu.Çok garip hissediyordu.Sanki biri iç organlarıyla oynuyordu.Ne diyeceğini bilememişti.'Şey.. yani... ben...' diyebildi ancak.Birkaç dakika sonra şoku üzerinden attı ve Fredy'e dödü. 'Bak Fredy çok iyi birisin ama arkadaşım olarak kalman en iyisi bence.Şey... benim artık gitmem gerekiyor.Daha sonra görüşürüz.' dedi Yvaine ve ardında sırılsıklam bir aşık bırakarak Mounary mezarlığına doğru yola çıktı.
Aradan birkaç hafta geçmişti ve yine o bunaltıcı günlerden birinde Yvaine parka gelmiş, yine her zamanki gibi salıncağına oturmuş kara kara düşünüyordu.'Aptal kafam' diyordu kendi kendine. 'Ne diye Fredy'i kabul etmezsin.Bak işte başkasıyla çıkıyor.' diyordu ki birden Fredy'nin sesini duydu.
'Selam Yvaine .Biliyor musun, bugün ilk defa Erica ile sinemaya gittik.El ele tutuştuk ve gittiğimiz parkta.. şey bilirsin işte... Öpüştük!' diye heycanlı heycanlı anlatan Fredy, Yvainein karşına geçerek ona doğru baktı.
'Öylemi, çok mutlu oldum, bir yastıkya kocamanız dileğiyle' dedi Yvaine yapmacık yapmacık.Ama Fredy durumu çakmış gibiydi.
'Hey, yoksa beni kıskandınmı?' diye sordu Fredy.Çok zevk alıyormuş gibiydi.
'Beni rahat bırakmayı neden denemiyorsun Fredy.Umarım sen ve arkadaşın Erica çok mutlu olursunuz.' dedikten sonra Yvaine salıncaktan kalkıp kaldırım taşına oturdu.
Biraz sonra Fredy yanına gelmişti.Yine o sıkıcı sessizlik varlığını koruyordu.
'Yvaine, bana doğruyu söylemeni istiyorum.Beni seviyor musun?' diye sordu Fredy.Kendinen emin ve tüm cesaretini toplamış edası vadı.
'Yani ben.. aslında.. Erica'nın canı cehenneme' dedi ve genç adamın dudaklarına yapıştı.Belki uzun bir süreydi ama yinede birbirlerine kavuşmuşlardı.
Ama bu mutluluk ancak üç hafat kadar , Fredy ve ailesi başka bir şehire taşınana kadar sürebilmişti.
not: yazmamın amacı hem rp amaçlı, hemde olabilirse bir meslekte olma amacı | |
| | | Lily L. Black Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2960 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12324 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 07/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Perş. 13 Mart 2008, 21:10 | |
| Lily Her zamanki gibi kalabalık olan Diagon yolunda mümkün olduğunca az çarparak yürürken dükkanlara göz gezdiriyordu.Parşömen,tüy kalem,kitap gibi ihtiyaçları şimdilik yoktu geçen sene aldığından ve sınıfı geçemediğinden.Bu yüzden Kaliteli Quidditch Malzemeleri'nin önüne gelene kadar durmadı.Ne kadar acelesi olursa olsun mutlaka durup yeni süpürgeleri izleyen guruba katılırdı.Çoğunlukla dükkan sahiplerinin çocukları önünde birikirdi buranın.Lily burada geçirdiği uzun zamanda kendisi gibi devamlı gelenleri tanımaya başlamıştı.Aynı yerde gereğinden uzun durduğunu omzuna hızla çarpan iri yarı,siyah-yeşil bir cüppe giymiş adam hatırlatmıştı.
"Marlinin Sakalı ! Biraz dikkatli olamaz mısınız."
diye söylendi.Adam durmamıştı bile.Kalabalığın arasına karıştığında yerlerde sürünen siyah pelerininin ucunu görmüştü Lily.Yine de yolun ortasında durmak iyi bir fikir değil gibiydi.Dükkanın kapısına doğru yürürken ona çarpan sıska,pembe cüppeli kadın bunu kanıtlamıştı.Başını sallayarak sinirli bir şekilde sağ omzunu ovan Lily en sonunda dükkana girdi.
Ya ona öyle geliyordu yada gerçekten parlıyordu süpürgeler.Yeni modellere imrenerek bakmaya başladı.Gerçekten iyi süpürgeler vardı aralarında.Yani sadece gösteriş için gibi duranları geçersek.Ama kendi ateşoku'ndan memnundu.Sonuçta hala yeni alınmış gibi duran doğum günü hediyesine uzun zamandır sahipti ve yeni bir süpürgeye şimdilik ihtiyacı yoktu.Pürüzsüz yüzeylerine yazılan isimleri okuyarak ve yanlardaki tabelalardan gerekli bilgileri alarak bir süre oyalandı.Daha sonra Quidditch cüppelerine baktı.Ballycastle Bats cüppesini almamak için kendini oldukça zorladı.Gece siyahı cüppede kırmızı logo yani Yarasa parlıyor gibiydi.Biraz büyük ve biraz pahalı olması dışında hiç bir sorunu yoktu cüppenin.Böyle bakınarak top sandıklarının önünden geçti.Süpürgesini aldığı doğum gününden tam bir yıl sonra aldığı top sandığının aynısını görünce tanımıştı.Biraz daha hdolandıktan sonra en son süpürgesine bindiğinde bir bludger'ının süpürge bakım setini darmadağan ettiğini hatırladı.Yenileme fırsatı olmamıştı.Rafta duran bakım setlerinden birini alıp kasadaki küçük kuyruğa girdi.Sıra kendisine gelince parasını ödeyip tekrar kalabalık yola çıktı... | |
| | | Krystal Angelina Delacour Muggle
Mesaj Sayısı : 79 Yaş : 31 Galleon : 12208 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ Cuma 14 Mart 2008, 13:32 | |
| Hava gittikçe soğumuştu kış bastırmış her tarafı kar kaplamıştı.Perdenin rüzgarla savruluşu insanın içini biraz daha ürkütüyordu.Hogwarts'ta ilk günleri olan küçük bir kız için oldukça zor bir gün sayılırdı.Yorganın altında büzülmüş saçı başı biribirine girmiş yatıyordu Angelina...Nedense uyuyamıyordu.İçini bir huzursuzluk ve yalnızlık kaplamış izin vermiyordu uyumasına...Ailesini özlemişti.Annesinin sıcak elleri yoktu yanında şimdi...Sadece sessizlik ve yalnızlık...
Soğuk yorganın içinde döndü ve biraz ilerisinde uyuyan bir kız gördü.Hogwarts'ta ilk günü olduu için tanışma fırsatı olmamıştı daha...Ne kadar da rahat uyuyor gibiydi...O niye uyuyamıyordu.Sanki içinden bii onu uyandırıyor ve uyumamasını istiyor gibiydi...Gecenin bir vakti ne yapabilirdi ki burda...
İçgüdüsel bir şekilde kalktı...Köşede duran ceketini ve ayakkabılarını giydikten sonra yatakhanenin kapısına yöneldi.Yanına asasını alıp sessizce kapıyı araladı.Yatakhaneden ayrıldı...Bir an içinden ortak salona gitmek geldi ama sitemiyordu nedense...Çıkmak dolaşmak istiyordu.Bunun için binasından da ayrılacaktı ki karşısına bir hayalet çıktı.
Sanırım bu Gryffindor hayaleti olmalıydı.Babası anlatmıştı.Kafasının nredeyse başından ayrılacak gibi durduğu için Neredeyse Kafasız Nick dediklerini söylemişti.Hayalete baktı.Gerçekten de babasının anlatığının aynısıydı...Nedense gülmek geliyordu içinden...
Hayaletin,
"Hey!Senin gibi küçük tatlı bir kızın bu saatte yatakhanesinde olması gerekmiyor mu?" demesiyle kendine geldi Angelina...
"Eee...Şey...Yani sanırım..." lafı ağzında geveliyordu Angelina...Diyecek bir şeyler bulamamıştı.Gerçekten de öyleydi bu saatte burada ne işi vardı ki zaten...Ama o sessiz,karanlık ortama geri dönmek istemiyordu.
Bir şekilde onu atlattı.Şimdi ise Hogwarts'ın uzun soğuk koridorlarında yol alıyordu.Koridorlar karanlıktı.Asasını çıkardı ve,
"Lumos..."dedi sessizce.Şimdilik bildiği tek büyü buydu ve oldukça da işe yarar birşeydi...Yavaş adımlarla ilerlemeye devam etti.
"Şu lanet olası ışığı kapat!Uyumaya çalışıyoruz burada!"dedi birisi.Bir adam sesiydi bu...Peki nerden geliyordu ve koridorda kim uyurdu ki...Cesur bir tavırla asası elinde etrafına baktı.Ama hiç kimse yoktu...
"Hey!Küçük velet!Sana diyorum..."dedi yine aynı ses...Asasındaki ışıkla bir sağı bir solu kontrol etti.
"Seni aptal küçük kız..."dedi aynı ses Angelina'nın asasından çıkan ışık bir tabloyu aydınlatıyordu...Seste tablodan geliyordu.Belli ki tablo konuşuyordu...
"Pardon..."dedi Angelina sinirli bir şekilde...Nasıl birgündü bugün sanki...Anlamıyordu...Hayaletle konuşmuştu.Üstüne birde çirkin bir tablo tabiki...Birde aptal demişti ona...Bir an içinden tabloyu parçalamak geldi.Ama sanırım bunun için iyi bir vakit değildi...Koridorun sonundan ayak sesleri duymuştu...Hademe ya da bir profesör olabilirdi...Hemen sessizce,
"Nox..."dedi ve asasının ucundaki ışığı söndürdü.Çok sessiz adımlarla geldiği taraftan geri dönmeye başladı...Hiçbir şey göremese de duvaralara tutunup,hareket edebiliyordu...Ayak sesleri sonunda kesilmişti.Asasının ucundan çıkan ışığı büyüle yeniden belirtti.Hızlı ve sakin olmaya çalışarak binasına döndü...
Binanın giriş kapısında Şişman Kadın'ın portresiyle karşılaştı.İçeri gimesi için parolayı söylemesi gerekiyordu...Peki parola neydi...Daha yeni öğrenmiş olmasına rağmen unutmuş gibiydi...Yani hatılamakta güçlük çekiyordu...
"Küçük kız bu saatte ne işin var burda...Neyse bu saatlerde uyandırılmayı sevmem...Parola?"dedi sabırsızca...
"Ah...Fortuna..Maj..."neydi ki parola böyle birşeyler olduğunu hatırlıyordu...
"Daha fazla beklemem gerekiyor mu..."dedi Şişman Kadın sinirlenmiş gibi görünüyordu...
"Fortuna...Maj...Hıh!Buldum...Fortuna Major!"dedi Angelina.Sonunda bulmuştu işte paraloyı.
Şişman Kadın geriye doğru savrularak kapıyı açtı...Angelina içeri girdi.İlerlemeye başladı ki karşısına yeniden Neredeyse Kafasız Nick çıktı...
"Hayır...İşte bunu beklemiyordum..."dedi sessizce...
Neredeyse Kafasız Nick onu çoktan görmüştü bile...Ona doğru yaklaşıyordu...
"Hey sen!Nereye kayboldun az önce?"dedi kalın sesiyle...
Angelina gözlerini hayaletin kafasından ayıramıyordu.Kopmak üzere olan bir kafa...Oldukça ilginçti...Bir hikayesi olabilir diye düşündü...
"Şey...Ben birşey sorabilir miyim?"dedi utangaç bir şekilde...
Hayalet sinirlenmiş gibiydi...Bir sağa bir sola dönü duruyordu kafasının üzerindeki tüylü şapkayla...
"Ne soracağını biliyorum...Ama sana bunu anlatmayacağım...Lanet olası kaza!Niye kopmuşken hepsi kopmadı ki...Neymiş kafamın hepsi kopuk değilmiş alamazlarmış beni...Kabul edilmemişmişim...Peh!"dedi kızgın ve sert bir ifadeyle...
Angelina söylediklerinden pek birşey anlamış gibi bakmıyordu.Hatta hiç birşey anlamamıştı...
"Neye kabul edilmemişsin?"dedi meraklı bir tavırla...
"Neye olacak Kafasızlar Avına!Neymişte kafamın hepsi kopuk değilmiş...Lanet olasıca küçücük bir deri parçası...Niye kopmamaış ki!"dedi iyice sinirlenmiş gibi görünüyordu.
Angelina'nın iyice kafası karışmıştı...Bu Kafasızlar Avı neyin nesiydi ki...Söylediklerinden pek birşey anlamıyordu hayaletin.Zaten hayalette iyice sinirlenmeye başlamıştı...Daha fazla soru sormak istemişti.
"Hıhı..."dedi geçiştirmek için sadece.Ama hayaletin zaten onu takar bir hali yoktu.Arkasına dönmüş söylenmeye devam ediyordu...Angelina bu boşluktan yararlanarak kızlar yatakhanesinin yolunu tuttu.
Sonunda kapının önüne gelmişti.Sessizce kapıyı araladı.Herkez horul horul uyuyordu.İster istemez onunda uykus gelmeye başlamıştı nedense...Küçük ağzını açmış esniyordu ve parmak uçlarınının üstünde yatağına ulaşmaya çalışıyordu.Sonunda yatağının baş ucundaydı.Ayakkabılarını ve ceketini çıkarıp bir kenbara koydu.Yorganın içine girdi.Az önce soğuk gelen yorgan şimdi ise sıcacık geliyordu nedense...Gözlerini yumdu ve Hogwartsla dolu tatlı rüyalara daldı... | |
| | | Lily L. Black Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2960 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12324 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 07/02/08
| Konu: Geri: RP PRATİKLERİ C.tesi 15 Mart 2008, 20:46 | |
| Lily'nin tren yolculuğu eğlenceli sayılmazdı.Boş bir kompartman bulamamış farklı binalardan bir kaç kişinin oturduğu ve hiç konuşmadığı bir kompartmana oturmuştu mecburen.Terslikler üstüste gelirdi çoğunlukla.Yine öyle olmuştu.Yanındaki para az olduğundan Gringotts'tan aldığı galleon dolu keseyi malikanede unutmuştu.Yanında da topu topu bir kaç galleon olduğundan bir şey alamamıştı atıştırmak üzere.Cüppesi biraz büyük geliyordu ayrıca.Yere değiyor ve Lily'nin sinirini bozuyordu.Tren yolculuğunun bir kısmını bu kompartmanda yaptıktan sonra dayanamamış başka bir kompartman blumuştu ama bunda da kıkırdayıp duran bir gurup kız öğrenci vardı ve daha iyi sayılmazdı.Öfkeli yapısına kesinlikle ters bir yolculuk olmuştu.Başı ağrımaya başlamıştı zaten.Şölendeki uzun konuşmaları çekebileceğini sanmıyordu açken.Tek isteği şölenin başlaması ve bitmesiydi.Ardından Ravenclaw binasının ortak salonunun olduğu kulenin tepesindeki yatakhanesinde yatağına kavuşmaktı.
Böyle negatif düşüncelerle diğer öğrencilerin peşinden ravenclaw masasına gitti.Neredeyse dolmuş olan masanın ortalarında sıkışık bir yer buldu.Büyük Salon tamamen dolana kadar ve seçme başlayana kadar da rahat etmedi.Seçmen Şapkanın yeni bir şarkısı vardı.Aslında aç olmayan birinin zevkle dinleyeceği bir şarkı.Ama Lily seçmelerin bitmesini diken üstünde bekledi.En sonunda seçmeler bitti bu sefer hatırlatılan kurallar geldi.Eh çok uzun süremezdi.Kaç kural vardı ki sonuçta.Müdürenin ilk sözünden sonra konuşanı vurmayı düşünmüştü.Konuşmasıysa gerekten kısaydı.Ve en sonunda yemek.Altın tabaklar yemekle dolarken halinden memnun gözükmeye başlayan Lily önündeki bir kaç tabaktaki yemeklerden biraz aldı.Ne olduklarına bile tam bakmadan.Tatları her zaman güzel olurdu buradaki yemeklerin.Ev Cinleri güzel iş çıkartırdı.Amaç ta buydu zaten herhalde ev cini çalıştırmakla.Kendi evindeki ev cinini düşündü.En azından burada görev dağılımı vardı herhalde.Daha sonra Yasak ormana girmenin yasak olduğunu hatırlayıp yüzünü buruşturdu.Sevmiyordu bu kuralı.Yasak ormanı hep merak ederdi.İlginç bir yer olduğu izlenimine kapılmıştı okuduğu kitaplardan.Bir Unicorn görmek veya Kurt adamlarla ilgili söylenenlerin doğru olup olmadığını öğrenmek,güzel olurdu.Ama binasından bir puan bile düşürtmemeyi amaçladığından mümkün değildi bu.O böyle düşünerek yemek yerken masasında tanıdık bir kaç yüz görmüş ama selam bile vermemişti.Hala başı ağrıyordu.
Şölen neredeyse bitmek üzereydi artık.Yemekler yok olmuş tatlılar gelmişti.Lily biraz daha iyi hissediyordu şimdi.O sırada karşı çaprazında oturan çocuğu fark etti.Yeni olmalıydı ama boyu biraz uzundu.İkinci sınıfta olabilirdi hani boyuna baksan.Bir iki yeni kişiyi daha fark etti.Açken pek umursamamıştı seçmeleri ama şimdi ravenclaw yada slytherin'e seçilmek umuduyla gidip başına taktığı seçmen şapkanın sözlerini hatırlamıştı.Emin gözükmüyordu seçmen şapka.Lily'nin tek bildiği Hufflepuff yada Gryffindor olamayacağıydı.Adaletli bir insan sayılırdı ama çok değil.Cesur olmadığı söylenemezdi ama korkak olmadığıda söylenemezdi.Bu yüzden Slytherin veya Gryffindor olacaktı.Safkandı ve amaçları uğruna bir çok şey yapardı ama bu yeterli değildi Slytherin için yada Ravenclaw'a uyan özellikleri ağırlıklıydı ki ravenclaw olmuştu.Annesi gibi.Oysa tahmini Slytherin olacağıydı.Babasına daha çok benzerdi.Gerçi şikayeti yoktu hala ama..Artık tek isteği şölenin bitmesi ve kuleye çıkıp uyumaktı... | |
| | | | RP PRATİKLERİ | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |