Hogwarts Ekspresi ~
Ârgyrus burnunu çekerek eksprese bindi. Aslında, Hogwarts sandığından daha güzeldi. İşte bu yüzden de alıştığı bu yerden ayrılmakta zorlanıyordu. Yaklaşık 1 hafta önce yakalandığı hastalığın etkisinden hâla kurtulamamıştı. Başta önemsiz, kuru öksürüklerdi. Şimdi ise 38 derece ateşle birlikte başı patlayacakmış gibi ağrıyordu. Burnunu bir kez daha çekip etrafa göz attı. 2 tane Gryffindor'lu kızın oturduğu kompartmana doğru ilerledi, onları daha önce İksir dersinde görmüştü. Ezik tipler olduklarından onları burdan kovmakta zorlanacağa benzemiyordu. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirip kapıyı sertçe itip içeri girdi. Kızlar konuştukları konuyu bırakıp, ürkmüş bir ifadeyle Ârgyrus'a bakıyorlardı. Oldukça zayıf ve solgun gözükmesine rağmen LS sağolsun, 5 kızın da ünleri okul çapında duyuluyordu. Ârgyrus kollarını kavuşturup kızlara baktı.
" Burdan gitmeniz için sizi bir kurbağa çevirmem mi gerekir, yoksa burdan hemen toz olacak kadar akıllı mısınız acabâ? "
Kızlar hemen ayağa kalkıp birbirlerine baktılar. Sonra hızla kompartmandan dışarıya doğru fırladılar. Doğrusu onların bu kalabalıkta ürkekçe etrafa bakınmaları Ârgyrus'un hoşuna gidiyordu. Bulanıklara ve özellikle de Gryffindor'lara karşı bir düşmanlığı vardı, bu apaçık ortadaydı. Diğer kendini birşey zanneden Slytherin'lerin aksine onun haklı bir sebebi de vardı; annesiyle babası bir Bulanık yüzünden boşanmışlardı. O kişinin Gryffindor mezunu olduğunu bilecek kadar yakındı ona Ârgyrus. Derin bir nefes alıp çantasını koltuğa fırlattı. Yüzüne memnun bir gülümseme yayılırken gözleri kapanmış, uykuya dalmıştı. Siren sesiyle uyandığında istasyona varmıştı bile. Onu karşılamaya kendi ev cini Lycoren gelmişti. Derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. Bu kadar yoğundu teyzesi demek. Ev ciniyle beraber bir türlü alışamadığı bir şekilde ihtişamlı malikanenin önünde belirdiler.
Snape Malikânesi ~
Ârgyrus buraya sadece 1 defa gelmiş olmasına rağmen herşeyi ayrıntılı bir şekilde hatırlıyordu. Teyzesi Margue'ya en son 10 yaşında, Hogwarts'a gelmeden bir yıl önce gelmişti. Lyc'e "Gidebilirsin." anlamında bir işaret yapınca cin, bir "Şak" sesiyle kayboldu. Derin bir nefes alıp malikanenin kapısına doğru yürüdü. Bakımlı çimenlerde yetişen birçok çiçeğin üstü vızıldayan arılarla doluydu. Arılardan nefret ederim, diye geçirdi içinden. Başının üstünde vızıldayıp duran bir arıyı kovduktan sonra içeri girdi. Derin bir nefes alıp gözlerini kırptı. Buraya geldiğinden beri hiç değişmemişti. Memnun bir ifadeyle merdivenlerden çıkıp odasına girdi. Hiç dokunulmamıştı. Bavulunu yatağının önündeki çıkıntıya bırakıp kendisini yatağının üstüne attı. Odasını özleyeceğini hiç sanmazdı, Fransa'daki köşklerindeki odasından sonra burası ona çok çocuksu gelirdi. Asasını çıkartıp şömineye doğrulttu ve büyülü sözleri mırıldandı. Şöminede ateş yanmaya başlamıştı. Fransa'daki bir Muggle dükkanından aldığı müzik çıkaran bir şeyi kulağına taktı. IPod deniyordu, fakat adını hiçbir zaman hatırlamazdı Adrâs. Müzik çalarken Adrâs'ta bir yandan tekrar ediyordu.
" Don't turn away
Don't give in to the pain
Don't try to hide
Though they're screaming your name
Don't close your eyes
God knows what lies behind them
Don't turn out the light
Never sleep never die "
Bir süre sonra sıkılmıştı Adrâs. IPod'unu bırakıp kitaplığa doğru ilerledi. Bir süre baktıktan sonra memnun bir şekilde elini bir kitaba doğru uzatıp aldı. En sevdiği kitabını bulmuştu işte. Tozlanmıştı, kitaba doğru üfledi ve sonra balkona çıkıp orda bulunan 3 puftan birine attı kendisini. Kitabı okurken bir yandan da içerdeki şöminenin çıtırtılarına kulak veriyordu.