Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  EkspresEkspres  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Oda Numarası: 5

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Nathalie Emilie Allén
Muggle
Nathalie Emilie Allén


Kadın
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Yuppirt8
Mesaj Sayısı : 112
Yaş : 30
Galleon : 12342
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 01/01/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimePtsi 14 Nis. 2008, 23:16

...Rp İn...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164/lil
John Stewen Peterson
Seherbaz
John Stewen Peterson


Erkek
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Yuppirt8
Mesaj Sayısı : 813
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12198
Ekspresso Puanı : 6
Kayıt tarihi : 15/03/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimePerş. 17 Tem. 2008, 22:20

Önceki!

John karanlık ormandan çıktığı gibi olabildiğince hızlı gitmeye başlamıştı. Acıdan mı yorgunluktan mı bilinmez Stefania’nın gözleri kapanmıştı. Karanlık içinde oldukça belirgin olan Hogwarts kalesine doğru seri adımlarını atarken kendi başı da ağır ağır dönüyordu. Bir süre sonra ara sıra yalpalamaya başlamıştı. Hogwarts’ın görüntüsü bir sağa bir sola kayıyordu. Stefania her adımda daha da ağırlaşıyordu ve kendini kastığından olsa gerek gömleğinde de bir kırmızılık yayılmaya başlamıştı. Köpeklerden birinin attığı pençeyi ancak o zaman hatırlayabilmişti. Rahat düşünemiyordu ve sık sık ciğerlerine doldurduğu havadan güç almaya çalışıyordu. Gözlerinin önünde büyüyen, titreyen kaleye hala hızlı gidebilmesinin sebebi durumu biraz daha kötü olan Stefania’yı kurtarma düşüncesiyleydi belki de.

Kulenin sessiz koridorlarına adımını atarken Stefania’nın düşmeye başlayan kolunu hafifçe kaldırmaya çalıştı. Eğer böyle olursa merdivenlerde kayıp düşeceği açıktı. Bunu yaparken saçları iyice yüzüne geliyordu. Kokusu rüzgarla burnuna doluyor ve içini okşuyordu. Bir ara baygın bakan gözleriyle gözleri buluştuğunda iyice yakındılar birbirlerine. Ancak bu durum birkaç dakikadan uzun sürmemişti. Çünkü John başarılı bir şekilde omzuna kolunu almayı ve Stefania’nın kendinden bir parça küçük bedeninin ağırlığını üzerine alarak yürümeyi başarmıştı. Bu durumda güçsüz düştüğünü düşünse de önemli değildi kesinlikle. Kendisine pek önem vermeyip dostlarına önem vermişti hep. Bu durumun dostları için de geçerli olması John’u sevindiriyordu. Stefania’nın köpekleri azaltmak adına yaptığı çaba ile ona bir özür bile borçluydu. Başına bir ısırıktan fazlası gelirse gerçekten üzülürdü.

Merdivenleri çıkarken portrelerin gözleri açılıyor imalı bakışlar fırlatılıyor ve John’un kaş çatmalarıyla tersi ardına kapanıyordu. Portrelerle hiç anlaşamazdı ama onların uyukluyor görülme konusunda başarılı olduklarını kabul ediyordu. Kendisinin de rol yeteneği olduğunu düşünürdü ve bunu en güzel ailesine karşı uygulardı. Babası daha zekice fark etse de annesi onun duygu sömürülerine hiç dayanamadan isteğini yapardı. Eh annelik hep başka olurdu kesinlikle. Şimdi bu rol yeteneğini kullanması gereken bir yer vardı. Kendisi bir parça alışkın olsa da bu küçük Ravenclaw’ın başını belaya sokmasını hiç istemezdi. Son merdiven basamağını çıkıp hastane kanadının bulunduğu koridorlara girerken derin bir nefesle biraz dinlendi. Sonra da emin adımlarını atamadan son bir kez daha omzundaki Stefania’nın elini düzeltti. bu kez karşılaştığı gözler kapalıydı.

Birkaç kararlı adımın arkasından girdiği hastane kanadında loş bir manzara gördü. Şifacı ortalarda yoktu. Omzundaki Stefania’yı bir yatağa yatırıp düzeltirken derin bir nefes verdi. Sonunda buraya ulaşabildiğine sevinmişti. Stefania’nın çok kötü bir yarası olmasa da kan sızdıran bacağı hiç de iyi değildi. Anlaşılan onu güçsüz de düşürmüştü ki gözleri kapalıydı. Aklından bugün yaşadığı maceralar bir film şeridiymişçesine geçmeye başladı. Stefania ile bu planı kurmaları, o ormana girişleri, tehlikeli ormandan geçişleri, Stefania’nın yaşadığı acı olayları dinlemesi ve gün içinde ikinci kez acısını buram buram paylaşması, son olarak da onların buraya gelmesini sağlayan köpeklerle yaşadığı olaylar zihninden akıp geçerken bir esneme ses onu dünyaya döndürebilmişti. Döndüğünde uykulu aynı zaman da uykusunu bölenlere kızgın bir yüzle karşılaştığında nazikçe gülümsemekte zorlanmıştı.


-Burada bu saatte ne işin var çocuk?Merlin aşkına!!! Gömleğin kanlanmış ve kızın da bacağı… Neler oldu çocuk? Bu saatte dışarıda olmanı sağlayan nedir? Şişmanca kadın konuşurken sahte gülümsemesinin ardındaki John’da düşünceli bir tavır vardı. Şifacıların her şeyinden nefret ederdi ama en nefret ettiği yönü sorgucu tavırlarıydı. Gerçekten de niye kalkıp her şeyi bilmek isterlerdi anlamıyordu. Direk iyileştirmeye çalışsa olmayacakmış gibi John’u bu iğrenç şifa iksirleri kokularının arasında düşünmeye zorluyordu. *Stefania merak etti diye ejderha çiftliklerini bir gezelim dedik. Sonra ejderha yerine bahtımıza köpek çıktı onla dövüştük geldik* diyemezlerdi elbette. Bu ikisini de cezaya sürüklerdi. Bunun yerine rol yapma yeteneğini kullanması gerekiyordu. Kafasında söyleyeceklerini düşünürken hafif bir öksürme ile sorusunu hatırlatmıştı şifacı.

-Ah… pardon… o kadar başım ağrıyor ki kafamı toplamam uzun zaman aldı. Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm ama ben baş ağrım geçer diye göl kenarına gitmiştim. Geç saatlere kadar Stefania ile konuştuk. Sonrasında ben uyuyakalmışım. Anlaşılan hizmetli de dışarıyı kontrol etmeyi unutmuş. Stefania da benimle kalmış kalkmamı ve gitmemizi beklemiş. Ee... Ben azıcık ağır uyurum da buna baş ağrısı da eklenince uyandıramamış beni. Saat ilerlerken uyanmam lanet köpeklerin sesi ile oldu. Onlardan kurtulmayı başardım ama benim göğsüm Stefania’nın da bacağı yaralandı. Ah lanet baş ağrım hala devam ediyor ve buna baş dönmesi de eklendi. Rahatsızlık için tekrar üzgünüm ama… Sözünün burasında eliyle başını tuttu ve bir parça yalpalayarak Stefania’nın yanındaki yatağa attı kendini. Şifacı oflamayla onlara bakıp ve kollarını sıvazlayarak iksir yaptığı masaya giderken gülümseyen bakışlarını Stefania’ya çevirdi. Onun aksi bir şey söylememesini umarken inandırmış olması anlık sinsi bir gülümsemeye neden olmuştu.


En son John Stewen Peterson tarafından C.tesi 09 Ağus. 2008, 05:02 tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Stefania Valérie Bécaud
Seherbaz
Stefania Valérie Bécaud


Kadın
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Cheesyol1
Mesaj Sayısı : 684
Yaş : 30
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12071
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 28/05/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimeCuma 18 Tem. 2008, 05:37

En son hatırladığı şeylerden biri de oturduğu yerden John’un kaldırmasıyla tüm ağırlığını ona yüklemesiydi. Sağ bacağının ne durumda olduğu dışında, John’a bir şey olup olmadığını da merak ediyordu. Ki buna ağırlaşmış gözleri ve bacağında hissettiği engel oluyordu. Her şeye rağmen bir yandan uyuklarken ağzında mırıldandığı saçma sapan sözcüklerle John’a nasıl olduğunu soruyordu. Anlatamamıştı ama neyi merak ettiğini. Bu yüzden ağırlığını onun üzerinden az da olsa alması gerektiğini düşünüyordu uykulu zihniyle. Sol ayağı üzerine vermeyi denedi tüm ağırlığını. Gözlerini John’a deviremiyordu; çünkü bu olaylar hep Stefania’nin merakı yüzünden başlarına gelmişti. Ve şimdi John her zamanki yardımseverliği ile kendisine yardım ediyordu. Ona bu yaptıklarına karşılık ne verebilirdi ki? Belki birkaç şey…

Gözlerini kapatıp açarken merdivenlerde bulmuştu kendisini. Hala yanındaydı John, tüm çevikliği ile Stefania’yi Hastane Kanadı’na götürüyordu. Ona minnettar olduğunu belirtmek amacıyla onun, avucunda olan elini sıktı. Hiç değilse dileğinin gerçekleşmiş olmasına sevinebiliyordu, her ne kadar sonu kötü bitse de. Bu sırada ani hissettiği uyku açlığı kendini tamamıyla John’a bırakmasına sebep olmuştu. Ama o bu durumdan hiç şikâyet etmeden yoluna devam ediyordu. Bu tavrı ile kendisine hayran bıraktırıyordu, en azından Stefania açısından bu böyleydi. İlk defa onun yüzüne bakacak cesaretini bulduğunda gözlerini onun gözlerinde bulmuş ve o dakikalar Stefania’nin aniden düşen kolu ile sona ermişti. Kolu artık John’un omzundayken Hastane Kanadı’na doğru olan yol epeyce bir zaman içinde kat edilmişti.

“Yüreğim beni en aşağılara çekiyor bebeğim. Sabret ki, geçsin. Beni görmezden gel bu zamanlarımda. Sabret ve affet anneni.”

Annesinin sesiydi bu, kulakları yanlış duymuyordu. O narin ve yumuşak sesi nasıl unutabilirdi ki zaten? Gözleri kapalıydı, gördüğü sadece sonu olmayan bir karanlıktı. Hareket edecek ne hali vardı, ne de takati. İçinde hissettiği tek şey meraktı, sesin nereden geldiğine dair. Annesi nereden, nasıl sesleniyordu kendisine? Ya da hayal gibi bir şey miydi bunlar? Bilmiyordu; ama annesinden kendisine gelen bir işaret gibi algılamayı kabul etmişti. Sabret ve affet anneni. Sabretmeye ne gerek vardı ki? Nasıl olsa o ölmüştü ve bir daha asla birlikte olamayacaklardı. Ama affetmek… Buna kesinlikle gerek vardı ve onu çoktan affetmişti. İsteyerek terk etmemişti sonuçta, her şey lanet bir babanın ardına bıraktıklarıydı.

“Bırak hayat altında bir okyanus gibi sallasın seni. Sen deniz yatağının üstündesin. Yavaş yavaş sallanıyorsun. Nereye götürürse götürsün, önemi yok. Bırak zaman aksın gitsin. Kötü zamanlardan uzaklaş, deniz yatağının üstünde. Salına salına sakinleş, uzaklaş.”

Bir okyanus hayal etti en mavisinden, içinde de deniz yatağı olan. Hayali gözünün önüne hareketli bir fotoğraf gibi geldi, okyanusun dalgaları ile sallanan deniz yatağının üstünde buldu kendisini. Her şeyden habersiz ve uzakta sadece suyun sesini dinlemek vardı orada. Ne karanlıktı orası, ne de sisli. Güneş ışınları vuruyordu yüzüne, aydınlıktan gözlerinin kamaştığı bile oluyordu. Huzur doluydu içi, acı çoktan sindiği yerleri terk etmişti. Derin aldığı nefesler sayesinde temiz hava ciğerlerinin hücrelerine nüfuz etmişti. Kulağına hoş bir şarkı da ulaşmıştı, parmağını okyanus sularına daldırıp tempo tutmasıyla içine bir güven gelmişti. Gülümseme dudağında, ışıltı gözlerinde, okyanusun maviliği ile bütünleşen gökyüzüne haykırdı. Bunların annesine iletileceğine oldukça emindi.

“Bizi üzenler cezasını bulurlar anneciğim; bulmaları gerekir. Ben bu bunun için varım. Burada kaldım; seni üzenlere günlerini göstermek için, kalabalığın ve kötülüğün cezasını vermek için.”


Gözleri yavaş yavaş aralanırken bir yatağın üzerinde yattığını hissetmesi uzun sürmemişti. Nerede olduğunu bir an anlayamayınca yatakta aniden doğrulmuş, soru sorar gözlerle etrafına bakınıyordu. O sırada gözü, sarılmış bacağına takılmıştı. Hemen başını yanındaki yatağa çevirdi. Karşısında gözleri kapanmaya meyilli, başı kendisine dönük John vardı. Gülümseyerek ona baktı, bir süre onu izledi. Anlaşılan sabahı burada birlikte getireceklerdi. Gözlerinin eski ışıltısı devam ederken duyduğu birkaç tıkırtı ile hemen yatağına uzanmış, gözlerini kapatarak uyuyor numarası yapmaya koyulmuştu. Aynı anda ayak sesleri ve şikâyet eden birkaç oflama duymuştu. Şifacı kendisine doğru yaklaşıyordu büyük bir ihtimal. Peki ya buraya geldiğinde şifacı bu bacağın durumunu sormuş muydu? Ya eğer sorduysa John ne cevap vermişti? Her şeyden habersiz, uyku numarasına devam ederken John’un kendisine seslenmesini bekliyordu. Herhalde uyumuş olamazdı, o kadar söylemesi gereken şey varken. Ah, tabi bir de Stefania’nin ondan özür dilemesi gerekiyordu. Bunu tamamen unutmuştu. Ayak seslerinin kesilmesinin ardından tekrar doğrularak John’un uyuyup uyumadığını tahmin etmeye çalıştı. Eğer uyuyorsa onu uyandırmak en son isteyeceği şeydi. En iyisi sessizce ona seslenmekti.

“Şişşşt, John? Uyanık mısın?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
John Stewen Peterson
Seherbaz
John Stewen Peterson


Erkek
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Yuppirt8
Mesaj Sayısı : 813
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12198
Ekspresso Puanı : 6
Kayıt tarihi : 15/03/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimeCuma 18 Tem. 2008, 19:36

Yattığı yerde gülümseyerek baktığı Stefania uyuyordu. En azından öyle gözüküyordu. Uyurken öylesine masum öylesine güzeldi ki bir an ona dalgınlıkla baktığını fark edememişti. En azından iyi gözüküyordu Onu buraya getirirken öylesine endişelenmişti ki kötü olmasından anlatamazdı. Bu maceraya bulaşmalarını sağlayan yine Stefania idi ama bundan şikayetçi değildi. Macera yaşamak gerçekten hoşuna gitmişti. Gece vakti yatakhaneden ayrılmak, karanlık ormana girmek, ejderha çiftliğinin tehlikeli sahasında oturup sohbet etmek ve köpeklerle yüzleşip geri dönebilmek gerçekten de büyük bir şeydi. Hele bir de az daha at adamlarla da karşılaşacakları düşünülürse John hayatında böyle heyecanlı bir macera yaşadığını sanmıyordu. Stefania hayatına renkli maceralar getirmişti kesinlikle ama o an o kan kaybıyla onu kaybetme korkusu vardı içinde ki o korkuyla adımlarını kararlılıkla atabilmişti.

Şifacı gelip Stefania’nın bacağına balçığımsı bir madde sürerken onu izledi. Uzun süren dakikalarda elindeki çubukla yavaşça sürüyordu. Arada balçığı karıştırıyor ve çubuğun kenarlara vurması melodik takırtılar ortaya çıkartıyordu. İlaçtan buram buram keskin bir koku John’un burun deliklerinden dolmasıyla John’un yüzü bir parça buruşmuştu. İlaç kokusundan hep nefret etmişti ki bu kokuyu da sevmediği açıktı. Niye insanlara iyi gelen şeylerin tatları iyi olmuyordu anlamıyordu. Muhtemelen bunu şifacıya sorsa sertçe şekerleme dükkanında olmadıklarını söyleyecekti. Şekerleme dükkanında olmak yerine şifa iksirleri şekerleme olsa çok daha iyi olacaktı. Ancak böyle bir şey oldukça imkansız görünüyordu. Sıkıntıyla önüne döndü ve bakışlarını odada dolandırdı.


-Lanet olsun şu saate bak… Bu gece uzun bir uyku çekmeyi planlıyordum. diye homurdandı şifacı kaşları çatık bir halde. John sanki onu hiç duymamış gibi gözlerini etrafta dolandırmaya devam etti. Vakit gerçekten epey ilerlemişti. Bunu odanın tüm ışıklara rağmen loş kalan havası ve sessizliği açıkça gösteriyordu. Şifacının esneme ve oflamaları dışında sessizliği delen tek şey meşalelerin çıtırdamalarıydı. Odaya loş ışıklarını yayan küçük meşaleler hafif çıtırdamalarla ufak kıvılcımlar saçıyorlardı. Daha az önce yakıldığı için çoğunun ateşi o kadar güçlü değildi ki bu loşluğu artıran bir etkendi. Takırdamalar bir süre sonra azalırken gözü yine şifacıya kaymıştı. Gerçekten de işi bitmişti ve beyaz bir bezle bacağı sarıyordu. Stefania’nın gözleri ise hala kapalıydı.

-Şimdi sıra sende uykucu çocuk. Yeterince rahat uyku çekmişsin herhalde ki hiç uyumadın... dedi kuşkulu bakışlarını üzerinde gezdirirken. John hafifçe omuz silkmek istedi ancak bu göğsünün kasılmasına ve canının yanmasına sebep oldu. Köpeğin pençesinin yarattığı çizikleri tam da o zaman anlamıştı. Şifa iksirlerinin keskin kokusunun meşalenin yağının kokusuyla karışmasıyla son derece ağır bir koku burun deliklerini doldururken John için uyku pek mümkün değildi. Özellikle de o anılar kafasını iyice doldurmuşken hiç değil. Az önce hepsi yalanlara dönüşmüştü ve bu tiyatro oyununu sonuna kadar iyice oynayarak bu işten kurtulmayı planlıyordu. Gözleri yeniden Stefania’ya kayarken şifacı kadın gömleğinin düğmelerini çözmeye koyulmuştu. Her çözüşte önünü açıyordu ve yapışmış gömleği çekerken bazen dişlerini sıkmasına neden olacak bir acı veriyordu.

-O iyileşecek değil mi? diye sordu kuşkuyla. Kadının yüzüne döndüğünde karşılaştığı sadece sırıtan bir surattı. Ne düşündüğünü bilmiyordu ama geceyi birlikte geçiren bir ikili muhtemelen onda bir aşk çağrıştırıyordu. Bazen Stefania’ya gerçekten yakın hissetse de kendini bu kadar ileriye gitmemişlerdi. Bu sırıtmaya sert çıkmayı bir an için düşünse de vazgeçti. Onun aklında soru işaretlerine neden olmak istemiyordu. Bu şekilde her şeyi kabullenmişken bu her şeyi daha karmaşık hale getirirdi. Bugünü ceza almadan geçirebilmelerini istiyordu. Kadının gülümsemesi ciddiyete dönüşürken söylediği uzun laflar birkaç kan yapıcı iksir içeceği ve balçığın sabah değiştirilmesiyle buradan gidebileceğiydi. Aynı şey John için de geçerliydi. Bu demektir ki bütün geceleri burada olacaktı ki James’e de hesap vermek zorunda kalacaktı.

Kadın balçığı takırtılarla karıştırmaya başladığında keskin koku da yükselmeye başlamıştı. Bir an sonra çubuk John’un da üzerinde dolanıyordu. Çıplak bedeninde hafif bir gıdıklanmaya yol açıyordu. Gıdıklanma bir süre sonra yanmaya dönüşmüştü. Derisindeki hafif başlayan yanma daha sonra ağır ağır artmaya başlamıştı. Sanki bir sıcaklık bedenine oturmuş gibiydi. Şifacı beyaz sargıyla göğsünü sarıp gömleğini yeniden kapattıktan sonra en iyisinin dinlenmesi olduğu kan kaybettiğini söyleyerek oradan ayrılmıştı. Yeniden bedenini Stefania’ya döndermişti. John’un gözleri yavaş yavaş kapanırken her şeyi kafasında toplamaya ve rahatlamaya çalışıyordu. Ancak bir an sonra duyduğu sözlerle yeni kapanmaya ramak kalmış gözleri açıldı. Stefania uyanmış ona sesleniyordu.


-Aa...Sen iyisin değil mi?Şifacı yarın bacağına bir kez daha o balçıktan sürüp sarınca bırakacağını söyledi. Kan kaybetmişiz ikimiz de… İyi olduğunu söyledi ama. dedi ona kuşkulu bakışlar fırlatırken. İyi olduğunu umuyordu. Onun başına bir şey gelmesini gerçekten de istemiyordu. Stefania’nın gözlerinde ışıltı bedeninde rahatlama yüzünde klasik bir gülümseme olduğunu gördüğünde kendisi de rahatlayarak gülümsedi. Saldırıdan önceki Stefania ile aynıydı. Hiç değişmemişti. Eskisi kadar iyi durumda görünüyordu. Elbette bacağındaki sargı dışında. Gülümseyerek ona bakarken sessizce cevap bekledi. Şifacının kalkıp gelmesini istemezdi. Zira kadın onların uyuması konusunda ısrarcı görünüyordu.


En son John Stewen Peterson tarafından C.tesi 09 Ağus. 2008, 05:04 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Stefania Valérie Bécaud
Seherbaz
Stefania Valérie Bécaud


Kadın
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Cheesyol1
Mesaj Sayısı : 684
Yaş : 30
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12071
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 28/05/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimePaz 20 Tem. 2008, 00:13

Stefania’nin sessizce John’a seslenmesiyle, John gözlerini aralamıştı. Bu durumdan fazla memnun gibi görünürken, içinden de John uyumadığı için şükrediyordu. Kendi uykusunu bile hiçe saymıştı gece boyunca, dayanamadığı an köpek ısırığından sonraki dakikalardı. Günlerce uyusa yorgunluğunu atacağını hiç düşünmemişti; ama uykuya aç olduğu o dakikalar ona günler gibi yaramıştı. Kendisini eskisinden de dinç hissederken, gözü yine bacağına takıldı. Bir ağırlık çökmüş gibi hissediyordu; ama bu mutluluğunu bozacak nitelikte hiç değildi. Ağzı kulaklarında John’u dinlerken gözleri başka yerlerdeydi. Hissettiği karmakarışık duygular arasında boğulurken, bunların gözlerinden okunmasını istemiyordu. Her şeye rağmen John’dan dilemesi gereken bir özür vardı. Stefania düşüncelerine boğulmuşken John, ikisinin de iyi durumda olduğunu yarın buradan kurtulabileceklerini söylüyordu. Buna sevinmişti; çünkü çok hareketli biri olarak bir gecelik bile olsun yatakta dönmeden, tepinmeden asla yatamazdı. Hem hiç uykusu yoktu, bütün geceyi uyanık geçirmeyi planlıyordu. Artık yataktan kalkabilirse değişik birkaç şeyle meşgul olabilirdi, iksirleri karıştırmak gibi…

“Ben çok iyiyim, senin yanında kendimi mükemmel hissediyorum. Sadece bacağıma bir ağırlık çökmüş gibi, bu da normaldir zaten. Ah tabi bir de, benim gibi hareketli birinin bu şekilde yatakta asla yatması imkânsız. Uykumu yeterince almışım, sabah olana kadar ne yapacağım bilmiyorum.”

Oflayarak yatakta hareket ederken sağ bacağını yataktan aşağıya sarkıttıktan sonra aynı şeyi sol bacağında denedi. Evet, sağ bacağının üzerine tam olarak basıp basamayacağını şimdi görecekti. Yavaş hareketlerle kendisini yere bıraktı; ama bacağı bu ağırlığa dayanamamıştı. Hatırladığı ilk şey kendisini yerde buluşuydu. Eğer şifacı uyanabilecek olmasa kahkahaları basabilirdi. Sessiz sayılabilecek bir gülme krizine girdikten sonra sakinleşmeye çalıştı; ama arada sırada kaçan kahkahaları buna engel oluyordu. Derin almaya çalıştığı nefeslerin kendisini yatıştıracağını düşünüyordu. Birkaç dakika sonra sakinleştiğine kanaat getirerek ayağa kalkmaya çalıştı. Sol bacağı tüm ağırlığı kaldıramıyordu, bu yüzden az da olsa sağ bacağına vermeliydi ağırlığı. Biraz önce üzerinde yattığı yatağın direğine tutunarak ayağa kalkmak için çok çabaladı. Sonunda yüzünde oluşan zafer gülümsemesi birkaç saniye sonra bıkkınlığa dönüşmüştü. Kendisini yine yerde bulurken gülme krizine girmedi. Bu durum onu epey sinirlendirmişti. Oflayarak ağzından çıkan kelimeler içinde bulunduğu durumu özetleyici nitelikteydi.

“Puff. Yataktan kalkmamam gerekiyordu sanırım.”

Yerde doğrulurken bir yandan belini ovuyordu. Kim bilir kaç kere düşmüştü belinin üzerine. Yatakhanede binlerce defa yataktan düşmüştü, ne hikmetse hep belinin üzerine. Oturduğu yerde hırsla tepinirken, John yatağından kalkmış, Stefania’nin yanında belirivermişti. Şaşkınlıkla onu süzerken, o Stefania’nin kolundan tutarak kaldırmaya çalışıyordu. Ejderha Çiftlikleri’nde geçirdiği gece sonrası John’un Stefania için yaptıkları görülmeye değerdi. Yorgun olmalıydı, Ejderha Çiftlikleri’nden Hastane Kanadı’na kadar Stef’i o getirmişti. Hiç şikâyet etmeden, bu kadar şey yaptıktan sonra Stef kendisini ona çok borçlu hissediyordu. Bunlardan önce de bir özür borçluydu en nihayetinde. John, Stef’in kolundan tutarken, Stef başını suçlu gibi yere eğmişti. Bir anlık cesaretle başını kaldırdığında, gözlerini onun gözlerinde buldu. Kendisini ilk defa ona bu kadar yakın bulmuştu, mırıldanmaya benzer ses tonuyla da gereken özrü dilemişti.

“Şeyy, ben çok özür dilerim, başımıza bu kadar iş açtığım için. Beni affedebilir misin?”

Kulaklarına kadar kıpkırmızı kesilmesinin ne anlamı vardı şimdi? Peki, hızlı atan kalbine ne demeliydi? Anlam veremediği hareketleri ve bir o kadar karışık duyguları sanki Stef’e bir komplo kurmuştu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini ve ne hissedeceğini bilemez haldeydi. Bulanmış beyninde sebepler ararken içinde uçuşan kelebekler duygularına tekrar tekrar karmaşıklık ekliyordu. Anlaşılabilirlik istiyordu hayatında, hiç olmadığı kadar. Bir şeyi hiç bu kadar istememişti, bunun nedeni belki de gerçeklerle yüzleşme isteğiydi. Hemen yüzleşemeyeceği belliydi; ama en kısa zamanda bu davranışlarının, duygularının nedenini öğrenmek istiyordu. Düşüncelerinden sıyrılır sıyrılmaz karşılaştığı koyu kahverengi gözler, gökyüzündeki yıldızlardan birer tane barındırıyordu sanki, aynı birkaç saat önce kendi gözlerinde olduğu gibi. Üşüdüğünden değil, başka bir nedenden olsa gerek kısa bir titremenin ardından kendisine geldi. Sessizce John’dan gelecek cevabı bekledi; çünkü bu cevap kendisi için oldukça fazla önemliydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
John Stewen Peterson
Seherbaz
John Stewen Peterson


Erkek
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Yuppirt8
Mesaj Sayısı : 813
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12198
Ekspresso Puanı : 6
Kayıt tarihi : 15/03/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimePaz 20 Tem. 2008, 02:30

-İ... İyi olmana sevindim. Sözleri dudaklarından neden bir kekelemeyle dökülmüştü bilemiyordu. Bedenini önce garip bir sıcaklık sonra da bir ürperti sarmıştı ki bunu da anlayamıyordu. Zihnini dolduran şeyler Stefania’nın ipeksi sesiyle söyledikleriydi. Aslında basitçe yanında iyi hissettiğini anlatmaya çalışmıştı. Ancak bunu niye bu kadar takmıştı anlayamıyordu. Baykuş dükkanındaki ilk karşılaşmalarından bu yana ilgisini çeken bir kızdı. O ilk gün güzelliği ve kendisine çok benzeyen o haşarı tavrıyla ilgisini çekmişti. Ancak şimdi sanki bir gün içinde bambaşka bir şekilde ilgisini çekmişti sanki. Göl kenarındaki ve Ejderha çiftliklerindeki sohbetlerinde kalbinde acısını hissetmişti. Onu paylaşmış ve hala neşesini koruyan kızın karakterine hayran olmuştu. Köpeklerin saldırısında onu korumasına minnet duymuştu. Peki şimdi ne hissediyordu?Bugün portrelerin yada şifacının ima ettiği şeyi mi?Diline gelmesinin bile garip duygulara yol açtığı o şeyi.

Gözlerini Stefania’dan kaydırarak onun çapraz ilerisindeki pencetealen dışarı baktı. Yıldızlar tüm güzelliği ile ışıldayarak gökyüzünü süslüyordu. Babasına göre karanlığı aydınlatan birer umuttular onlar. Onlar olmadan gökyüzü içimizdeki karanlık gibiydi. Bu yüzden John’a yalnız hissettiğinde umut ışıklarını görmesi için gökyüzünde yıldızları aramasını söylemişti. Babasının onların kendisini yalnız bıraktığını söyleyip ağladığı o gün kalbini kazanması bu sözlerle olmuştu. O gün bugündür kitaplar dışında bir dostu daha olmuştu. Gökyüzündeki yıldızlar…Zorlanmasına ve terimleri tam kavrayamamasına rağmen Astronomi dersine girmesinin nedeni de o küçük şeyleri seyretme arzusu değil miydi?O kendisinin sessiz rehberlerini ve sıkı sırdaşlarını. Şimdi ne diyorlardı ona merak ediyordu ki bu yüzden gözünü dikip onları izliyordu. Onların parıldamalarını ve göz kırpmalarını izliyor anlamlandırmaya çalışıyordu. Ta ki birinin gökyüzünden kayıp gitmesine kadar…


*Merlin aşkına ne olur kalbimdeki sorular yanıt bulsun!* dedi içinden gökyüzüne bakarken ve gözünü yeniden hastane kanadına çevirdi. Şifacı muhtemelen onların uyuduğuna inanmak istediği için inanarak derin uykusuna dalmış olacaktı ki ortalarda yoktu. İleride bıraktığı balçık ve çubuk öylece duruyordu. Birazdan balçığın kuruyacağından emindi. Zira üzerindeki balçığın hafif yanmaları azalırken kurumaya başladığını hissedebiliyordu. Bir çamurun üzerinde kurumasını hissetmeye benziyordu. Şifa ile ilgili her şey gibi bu da hoşuna gitmiyordu. Burnuna hafif kokusu gelen iksir ise az önce tıpası açılmış şişeden geliyor olmalıydı. İleride bir çok iksir dolu şişenin olduğu dolap vardı ve iksirlerin isimleri üzerlerine tutturulan parşömenlerle yazılmıştı. Dolabın ahşap yüzeyi bir parça eski görünüyordu ki bu eskilik iksir şişlerinde de vardı. Yanındaki boş şişelerin olduğu dolaba kayan gözleri bir parça tozlanmış tüplerde dolaştı. Sonra iksir yapılan ufak kazana ve otlarla dolu bir başka camlı dolaba kaydı. Kazan iksir derliğindekilerden farksızdı sadece bir parça daha küçüktü. Otlaraysa kine parşömenlerle isim eklenmişti. O kadar çok ot ve iksir vardı ki nasıl akıllarında tuttuklarına şaşıyordu.

Gözlerinin gördüğü her şeyi bırakıp bir noktada sabitlenmesine neden olan şey Stefania’nın kahkahaları olmuştu. Önce anlam veremediği kahkahaların nedenini anladığında gülse mi yoksa Stefania’ya hemen kalktığı için kızsa mı bilemedi. Ancak Stefania o kadar güzel gülüyordu ki bu kahkahalarına katılmadan edemedi. Aslında gerçekten de yerdeki o hali tüm günün gerginliğini boşaltan bir gülüşe sebep olmuştu. Stefania’nın bir kez daha düşüp kalkmasıyla gülmesi kesilmişti. Bu kız böyle devam ederse yaranın yanında bir çok kırığa da sahip olacaktı. Yerinden kalkmaması gerektiğini geç de olsa anlamasına sevinmişti. Üstelik doğrulma çabaları hep sonuçsuz kalmıştı. Her yerini ovalarken John da doğruldu. Doğrulurken göğsünde garip bir ağırlık hissetmişti. Aslında onu oynatamıyor da gibiydi. Belki de oynatmaması gerekiyordu zaten. Ancak Stefania’yı o şekilde bırakmaktansa yeniden kanamasına razıydı. Zaten kendi o kırık bacakla başaramayacak gibi duruyordu.

Ancak koluna dokunmasıyla garip hisler hissetmişti. Stefania’nın şaşkın bakışlarına karşı yüzüne o her zamanki gülümsemesini oturtarak kaldırırken bu hislerin sebebini sorarcasına sakin sakin parlayan yıldızlara döndürmüştü bir an bakışlarını. Yıldızlardan dönen bakışları göz göze gelmişti. Mavi gözleri engin gökyüzü kadar derin bir hava veriyordu şimdi. Öyle ki onlara bakarken donup kaldığını fark edemiyordu. Stefania’nın üzerindeki ağırlığını bile hissetmiyordu. Sanki sonsuz bir boşlukta sadece gözlerinin enginliğinde dalıp gitmişti. İçine dolan hisleri anlamlandıramaya çalışsa da başaramıyordu. Maceralara düşkün bir savaşçıyı andıran John’un bugüne kadar hiç hissetmediği şeyleri hissediyordu o gözlere bakarken. Donup kalmıştı bu yüzden. Koyu kahverengi gözlerinden bunu anlamak zor değildi. Neyse ki Stefania da aynı durumdaydı ve anlayacak halde değildi bu yüzden.

Stefania’nın özür sözcükleri üzerine düşüncelerinden uyanmıştı. Ama gözlerini onunkilerden koparamamıştı hala. Söylediklerinde bir parça haklıydı. Bütün bu macerayı onun sayesinde yaşamıştı. Ancak John için bu bulunmaz bir servetti. Hayatına eklenen bambaşka bir maceraydı çünkü. Bugüne kadar hiç bunun kadar zevk aldığını söyleyemezdi. Bunun için bırak özrünü kabul etmesini teşekkür etmesi gerekiyordu. Göğsündeki yaranın hiçbir önemi yoktu ama Stefania’nın yaralanmasına üzülmüştü. Ayrılmasa planı hepsini kurtarabilirdi aslında ama daha fazla düşmandan korunmak için yapmıştı bunu ki gerçekten de büyük bir şeydi. Bunun için de ayrıca teşekkür etmesi gerekiyordu. Peki ya hissettikleri?Onlar için ne yapmalıydı yada ne söylemeliydi bilemiyordu. Son soru kalbinde düğümlenip kalırken cevap bulması konusundaki dileğinin tutmasını istedi tüm kalbiyle.


-Özür dilemek mi? Bana yaşattığın maceralar için sanırım ben sana teşekkür etmeliyim. Aynı zamanda orada ayrılman konusunda da bir teşekkür gerekiyor. Orada kalabilirdin. Ya da ben onlarla yüzleşirken kaçabilirdin. Ama benim düşmanımı azaltmak için kendini tehlikeye attın. Bir daha benim için tehlikeye atma kendini. Beni çok korkuttun. -konuşurken hala gözlerini hala ayıramadığı mavi gözlerden kopardı ve tavana bakmaya başladı. Sonra ona döndü yeniden ve gülümseyerek-Merlin aşkına ne aptalım. Otursana. diye ekledi gülümseyerek ve onu yeninden yatağa bıraktı. Gözlerine bir kez daha bakmamalıydı. Her şeyi unutuyordu onlara bakarken sanki gözlerinin enginliği onu içine alıp boğuyordu. Stefania’yı oturturken gözlerinin yine onunkilerin etkisine kapıldığının farkına bile varmamıştı.


En son John Stewen Peterson tarafından C.tesi 09 Ağus. 2008, 05:07 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Stefania Valérie Bécaud
Seherbaz
Stefania Valérie Bécaud


Kadın
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Cheesyol1
Mesaj Sayısı : 684
Yaş : 30
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12071
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 28/05/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimePaz 20 Tem. 2008, 18:35

John’un yardımıyla yatağına oturmayı başarırken, hala aklı bulanıktı. Hiçbir şeyi net olarak algılayamıyor ve yorumlayamıyordu. Aşk mıydı bunlara sebep olan? İlk defa bu duygunun adını ağzına almışken kolay bir şekilde bırakamıyordu. Kendisinde gördüğü birtakım davranışlar onu işaret ederken bunu hala kabullenememiş olmanın ikilemini yaşıyordu. Bazı zaman kendisini çok iyi hissederken bazı zaman da hiç olmadığı kadar kötü hissediyordu. Nedeni besbelli ortadaydı; dost dediği kişiye aşık olmak. Bunu kabullenememişti ilk olarak; kolay becerebileceğini de hiç sanmıyordu zaten. En yakın dostum dediği insana hissettiği değişik duygular kendisine göre olmaması gereken bir şeydi. Her şeye rağmen iş işten geçmişe benziyordu; çünkü bunu yavaş yavaş kabullenmeye başlamıştı. John’un elinin, Stef’in kolunu tuttuğunda ani bir titremeyi ve kalp atış ritminin hızlanmasını yaşıyor olması gerçekleri yansıtmıyor muydu? Önceden hissedemediği duyguydu bu, belki de bu yüzden kolay adlandıramamıştı. Oturduğu yerde John’un söylediklerini dinlemiş ve karşılık olarak içten bir gülümseme belirmişti dudağında. Gözlerini, onun gözlerinden hala ayıramıyordu; ama bir yandan da korkuyordu. Duygularının gözlerinden okunmasından çok korkuyordu. Gözlerini ilk defa onun gözlerinden ayırdığında içini tatlı bir sarhoşluk kaplamıştı neredeyse. Son anda fark ettiği John’un gömleğindeki kan, Stef’in endişelenmesine sebep olmuştu.

"Sen iyi olduğuna emin misin?"

Olumlu bir cevap alana kadar endişeli bakışlarını John’un gözlerinden almamıştı. O koyu kahverengi gözlerin içinde hapsolmayı düşlerken gerçek dünya ile bağını kopartmamaya çalışıyordu. O sırada içinde uçuşan kelebeklerin birleşip midesine doluştuğunu ve büyük bir ağırlık yarattıklarını hissediyordu. Ağrıyan karnını hiçe sayarak gerçek dünyada kalmaya ısrarcı olurken, hemen oradaki büyük pencereden gözüken gökyüzündeki yıldızlar hayal âleminin ne kadar geniş ve mutlu edici olduğunu anımsatıyordu. Artık yıldız görmek için bir pencere bulmaya veya gökyüzüne bakmaya gerek görmüyordu kendine. Çünkü o yıldızlarını John’un gözlerinde bulmuştu. Gökyüzündeki yıldızlardan da daha ışıl ışıl parlarken karmakarışık olan duygularına bir anlam güdebilmişti. İsim verebilmişti o davranışlarına. Korktuğu başına gelmişti; ama bundan pişman değildi. John’a karşı hissettiği hiçbir duygu yüzünden ne pişmanlık ne de üzüntü duyacaktı. Onun varlığı bile Stef’i mutlu ederken, bu durum aklının sürekli meşgul olacağına işaret ediyordu. Ve şimdi itiraf vakti gelmişti. John arkasını dönük yatağının hemen başındaydı, hareket etmeden öylece duruyordu. Stef ise bacaklarını yine boşluğa bırakarak ilk olarak söylemesi gerekenleri söyledi.

"Gözlerine her baktığımda tüm sorunlarım zihnimden uzaklaşıyor. Elini her tutuşumda bana verdiğin destek aklıma geliyor. Sana her sarılışımda üzüntü kavramını yitiriyorum."

Yatağından yere inerken bu sefer daha dikkatli oldu ve iki ayağının üzerinde dik durabildi. Yatağının direğinden destek almayı da unutmamıştı bunun yanında. Kalbinin delilercesine hızlı atmasını derin almaya çalıştığı nefeslerle yavaşlatmaya çalıştı her seferinde olduğu gibi; ama başarısızlıkla sonuçlandı. Başının dönmesiyle gözlerini sımsıkı kapattı, birkaç saniye sonra açtığında John önünde duruyordu. Heyecandan olsa gerek ne söyleyeceğini bilemedi, beynine kazıdığı o sözleri hatırlayamadı. Birkaç dakika sadece John’un gözlerine baktı; zamanın durmasını ilk defa o an istemişti. Her şeyi hızlı yaşamaya alışmış Stef, sınırlarının dışında hareket ediyordu. Buna neden olan John’du, aşktı, sevgiydi. Hissettiği duyguları bu kadar yoğun yaşadığını kendisi bile tahmin edemez haldeyken gözlerini bir an bile ayıramadığı koyu kahverengi gözlerin içindeki yıldızlardan aldığı cesaret ile konuşmasına devam etti.

"Sana karşı dostluk duygularım son safhadayken hiç hissetmediğim bir duygu ile karmakarışık hale döndüm. Sana karşı nasıl davranacağımı, ne söyleyeceğimi, ne hissedeceğimi bilemiyorum. Yani bilemiyordum. Kalbimi sarıp sarmalayan bu duyguya bir isim kondurabildim. Ben… errr, off."

Gözlerini kapatmaya başlayan sarı saç tutamlarını geriye doğru iterken başı eğikti. Cümlesini tamamlayamamış olmanın yenikliğini yaşarken cesaret toplamaya çalışıyordu. Başını kaldırıp, John’un gözlerine bakmaya bile cesareti yoktu, bir anda hepsini kaybetmişti. Pes etti, devam edemeyeceğine dair birtakım sözler kazımaya çalıştı beynine. Kalıcı olsun istedi, sonsuza kadar, ağzından düşündüğü o iki kelimenin çıkmasına izin vermemesi gerektiğini emretti beynine. John’un birkaç santim ötesinde duruyor olması bile bunu engellememeliydi. Hayır, bunu istemiyordu. İstediği şey ona, o iki kelimeyi söylemekti. Onun kendisi için ne kadar değerli olduğunu bilmesiydi. Bunları sadece o iki kelimeyle açıklayabilirdi. Mırıldanmaya benzer ses tonuyla itirafını yaptı.

"Seni seviyorum."


En son Stefania Valérie Bécaud tarafından Paz 20 Tem. 2008, 21:02 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
John Stewen Peterson
Seherbaz
John Stewen Peterson


Erkek
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Yuppirt8
Mesaj Sayısı : 813
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12198
Ekspresso Puanı : 6
Kayıt tarihi : 15/03/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimePaz 20 Tem. 2008, 20:50

Gözler… Mükemmel mavilikteki o inci taneleri… Onların içinde boğulurken öylece donup kaldığına inanamıyordu. Zaman durmuştu sanki onlara bakarken ve her şey engin mavilikte kaybolmuştu. İçinde garip hiç hissetmediği duygular dolanıyordu. Bugüne kadar dostum dediği Stefania’ya karşı böyle hisler uyandıran ne olmuştu? Yaşadığı her macerayla ona karşı güçlenen yakınlığını dostluk olarak yorumlamıştı ama şimdi bunun çok farklı bir şey olduğunu anlayabiliyordu. Mavi gözlerin büyüsü onu yavaş yavaş etkilemişti. Sihirli hayvan evindeki ilk karşılaşmadan bu yana kalbindeki yeri hızla büyümüştü. Bazen en yakın dostlarından bile daha çok zihninde yer etmeye başlamıştı. Üzüntüsüne üzülmüş ve sevinciyle mutlu olmuştu. Tatillerde bile onu düşünür hale geldiğini hatırlıyordu. Peki neydi bunun adı? Sorusuna cevap arayışı Stefania’nın sözleriyle yarım kalmıştı. İpeksi sesin yarattığı karmaşa tüm düşüncelerini yok ediyordu zaten. Bu sefer sesinin endişe dolu olduğunu anlamak zor değildi.

-E... Köpeklerden birinin pençe atmasıyla oldu. Ö... Önemli değil. Stefania’nın endişeli görüntüsü rahatlamış olacak ki gözlerindeki endişe düzelmişti. Şimdi bambaşka bir şey vardı o gözlerde. Bambaşka bir sıcaklık ki bu John’un kalp atışlarını hızlandırıyordu. O kadar ki kulaklarında hatta beyninde yankılanmaya başlamıştı. Onun hislerini merak etti ve bunu anlamaya çalışırken onunkilerden kaçırmaya çalıştığı gözlerinin yine onunkilerle çakıştı ve tüm zihnini engin bir maviliğin kapladı. Masmavi bir sonsuzluğa dalmıştı karşısındaki parıldayan gözlere bakarken. Orada hiç tatmadığı yaşamadığı bir macera duruyordu. Orada o mavi gözlerin içinde dalgalanan şeyin adı dudaklarındaydı ama söyleyemiyordu. İtiraf edemiyordu onu ama hissediyordu. Güçsüz mantığı zincirlerini kıran kalbini durduramıyordu. Emin olduğu tek şey dostluğun artık geride kaldıydı aralarında. Bu gece her şeyi değiştiren bambaşka bir gece olmuştu.

Bir an söylemek istedi her şeyi. Ancak ağzını altığında kelimeler ağzından dökülmemiş öylece kalakalmıştı. Korkmuştu…Evet sanki bir Gryffindor değilmişçesine korkmuş ve korkudan dili tutulmuştu. Ejderhalarla yüzleşmeyi hemen kabul eden John aşkının karşılıksız kalmasından korkmuş ve susmuştu. Oturduğu yerde mavilikten koparmıştı gözlerini ve cama çevirmişti. En az Stefania’nın her zaman neşe dolu gözleri kadar parlak yıldızlara dikmişti gözlerini. Yüzüne doğru esen rüzgar sanki hissettiği duygularla kızaran yüzünü bir parça olsun serinletiyordu. Ama kalbinde gürleyen ateş içinde dalgalanan duygu alevi…Onu söndürmeye yetmiyordu rüzgar. Onu söndürmeye kasırgaların bile gücü yetmez görünüyordu. Yıldızlara bakan gözleri bir işaret arıyordu. Aşkının karşılığı olup olmadığını sırdaşlarına soruyordu. Onların cevaplamasını bekliyordu ki aradığı cevap iç okşayan ipeksi bir sesle kulaklarını doldurmuştu. Sesi duymasıyla kalp atışları iyice hızlanmıştı.


*Ne yaptınız yıldızlar? Artık sırdaşım değil misiniz yoksa?* düşüncesi zihninde yankılanırken Stefania’nın sözleri de beyin hücrelerinde yine bir hareketlenmeye neden olmuştu. Stefania sanki sorusunu ona sormuş da cevap vermişçesine konuşuyordu. Oysa ki soramamıştı. Cesaret edememişti. Cümleler dökülmemişti dudaklarından. Anlaşılan Stefania kendisinden daha cesaretliydi. Daha da önemlisi o da paylaşıyordu demek ki düşüncelerini. Şimdi konuşmak istemişti ama yine öylece kalakalmıştı. Gözleri yıldızlardaydı. Hayır yıldızlara değil bir yüze bakıyordu. Aşık olduğu Stefania’nın zihnini kaplayan görüntüsündeydi. Yıldızlara dönüp bakarken onlar aniden Stefania’nın yüzüne dönüşmüştü. İpeksi saçlar, gülümseyen neşeli bir yüz ve o mavi gözler…Başını nereye çevirse hatta kapatsa bile o yüzü o gözleri görüyor kalp atışlarının hızlanmasına engel olamıyordu. Kendinde cesaret bulup döndüğünde gördüğü Stefania’nın gözleri bir an kapalıydı ki bu onunla yüzleşmesini kolaylaştırmıştı. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle heyecanını gidermeye çalışırken Stefania konuşmaya devam ediyordu.

Gözleri yine onunkilerle buluşmuştu ve yine bir karmaşaya neden olmuştu. Stefania’ya itiraf edecek cesareti gözlerin birbirine kilitlenmesiyle az daha kaybolmuştu. Ağzını bile açamıyordu büyülenmişçesine bakıyordu gözlere. İçindeki alevin büyüdüğü hissediyordu. Kalbindeki yangın büyün bedenini sarmıştı ve yüzüne esen rüzgar içindeki ateşi söndürmek bir yana güç veriyordu. İlk defa hissettiği duyguları artık oldukça açık ve netti. Stefania’nın da dediği gibi ona baktıkça beyninde en ufan bir üzüntü kırıntısı bile kalmıyordu. Elini her tutuşu ona her dokunuşu sanki onun üzüntülerini aynen hissettiriyor ve beynini karmaşık duygulara itiyordu. Dostlukları hızla büyürken kalbinin kıvılcımlarla alevlendiğini ancak şimdi anlayabiliyordu. Stefania kendisinin söyleyemediklerini söylüyordu adeta anlatamadıklarını anlatıyordu.


-Evet?... Soru sorarcasına bakışlarıyla söylemişti bunu susmasının ardından hafif bir gülümsemeyle. Yüzündeki gülümsemeyi sakin tutmak için içinde büyük bir savaş veriyordu adeta. Bedeni hem aşk ateşiyle tutuşurken hem de korkuyordu. Bir Gryffindor gibi olup söyleyemediği sözleri Stefania’nın da söyleyememesinden. Sonra bu cesareti kendisi bulabilir miydi bilemiyordu. Stefania’nın sözlerini beklerken ona fazlasıyla yaklaştığını bile fark edememişti. Onun nefes alışverişini duyacak kadar yakındı ve sonunda Stefania’dan sözler dökülmüştü. Kalbini saran heyecan dalgasıyla ne yapacağını bilemedi. Hala konuşamıyordu ve duygularını ifade edebilmenin bir başka yolunu bulmuştu. Stefania’nın güzel yüzünü kaldırıp gözlerini yine o gözlerle birleştirdi. Bu kez onlardan güç almaya çalışıyordu.

Gözleri maviliğin enginliğinde bir kez daha kaybolurken dudakları da birbirine yavaş yavaş yaklaşmaya başlamıştı. Sihrine kapıldığı gözlerin etkisiyle bırakamıyordu. Dakikalar birbirini kovalarken dudaklarının birleşmesiyle içindeki alev büyümüş, büyümüş kalbini adeta kavurmuştu. Artık kalbinin yarısı yoktu. Kalbinin yarısı sadece Stefania için atacaktı. Stefania’nın kokusunu duymak yüzüne gelen ipeksi saçların hissi ve hala ayrılmayan gözlerinin enginliği John’u adeta sarhoş etmişti. Artık duygularını gizlemiyordu. Karşılık bulan duyguları hasretle birleşen dudaklarından anlatıyordu. Dudaklarının ayrılmasından sonra kollarını Stefania’nın bedenine doladı hafifçe ve ona doyasıya sarılmanın tadını çıkardı.


En son John Stewen Peterson tarafından C.tesi 09 Ağus. 2008, 05:09 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Stefania Valérie Bécaud
Seherbaz
Stefania Valérie Bécaud


Kadın
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Cheesyol1
Mesaj Sayısı : 684
Yaş : 30
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12071
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 28/05/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimeC.tesi 09 Ağus. 2008, 02:14

Heyecanı, bacağındaki yarada başlayan ağrıyı hissettirmiyordu bile. Başı eğik, içindeki duygular eşliğinde John’un tepkisini bekliyordu. Kalbi baskılı bir şekilde atarken, o sakinleşemediği için kendine kızıyordu. İçinde uçuşan kelebeklere de lanet okuyup zihnine kazımış olduğu tüm anları gözünün önüne getirdi. Ejderha Çiftlikleri’ne gitmeyi kararlaştırdıkları göl kenarında gözleri ışıldarcasına bakıyordu ona. Oradan ayrılırken yanağına kondurduğu dostça öpücükte ne anlamlar, ne duygular gizliydi belki de. Farkına varmadan aşık olmuştu. Dostluğunu yıkabileceğini düşünmesi de bu yüzden olmalıydı, her şey bir anda gerçekleşiyordu. Kendine engel de olamamıştı, bir dur bile diyememişti. Ki zaten bundan pişman da değildi, karışık duygularına belirli bir isim kondurabilmek gibisi yoktu. Bundan sonra da duygularını açıklamak, itiraf etmek vardı sırada. En zor şey de bu olmalıydı, en azından Stef için öyleydi. Tabi bir de bunu gerçekleştirebilmek için uygun ve doğru zamanı yakalamak vardı. Her şey kontrol dışı gerçekleştiği için bu zamanı yakalamak hiç de zor değildi. Farkına varmadan bir anda olacaktı bu, sonrası ise hiç bilinmez. Duygularının karşılıklı mı yoksa karşılıksız mı olacağını John’dan öğrenecekti. En zor görevleri atlatmıştı, şimdi sıra John’daydı. Stef’in ise umduğu tek şey dostluklarına ve duygularına bir zarar gelmemesiydi.

John, Stef’in çenesini tutup hafifçe başını kaldırmasıyla o parlayan iki gözle karşı karşıya kaldı yine. Nefesi tutulmuş bir halde kendini zamana bırakmıştı. Zaman olacakları gösteren en yakın şeydi Stef için. Ama her şeye rağmen olacakların bir an önce olmasını istiyordu. John’un duyguları olacaklar açısından bir öncüydü en nihayetinde. Gözlerini kaçırmadan bakarken ona normalden daha fazla yaklaştığını yeni fark ediyordu. Dudaklarında, onun dudaklarının sıcaklığını hissedene kadar bir an bile ayırmadığı o gözlerde gördüğü duyguyu yalanlayacak durumdaydı. Hızla atan kalbi, daha fazla hızlıya dayanamayacak durumdaydı. Kapalı gözlerinin önüne gelen görüntüler Stef ile John’un birlikte geçirdiği günlerden karelerdi.
*Aşk her şeyi bıraktığın yerde başlar, kaçamazsın.* Ejderha Çiftlikleri’ne bu şekilde gelmemiş miydi? Her şeyin bittiğini sanarken aynı zamanda da aşık olmuştu. Yıldızlar doğum günü hediyesini bu şekilde vermişti işte. İçinden teşekkür ediyor, yaşadığı anı hafızasına keskin bir şekilde kazıyordu. Hiç unutmaması gereken bir andı çünkü, belki yıllardır bu anı beklemişti. Farkında olmadan bağlanmış, sevmişti. Dudaklarındaki sıcaklığın sönmesiyle gözlerini araladığında ışıldayan o iki göz parlıyordu yine. Konuşmak istedi; ama sözcükler çıkmadı ağzından. Çıkmış olsa bile duyulacağını sanmıyordu. Birkaç dakikanın ardından kendini John’a sarılmış bir vaziyette buldu. Ona sarılmanın keyfine varırken kalp atışlarını yavaşlatabilmişti. Karanlığın aydınlıkla boğuştuğu dakikalar böyle geçiyordu, etraf sessizdi. Gece tüm hızıyla ilerliyor, bir an önce sabahı getirmek istiyordu. Stef hala John’un kollarında duygularıyla mest olmuş bir haldeydi. Bu anın bozulabileceğini ise hiç tahmin etmiyordu.

“Öhöm, aşk böceklerimiz birbirine kavuşmuş gördüğüm kadarıyla…” Bir öksürük sesinin ardından ortaya bomba gibi düşen cümleyle yerinden sıçrayan Stef bir çırpıda John’un kollarından sıyrıldı. Arkasını döner dönmez şifacı olduğunu tahmin ettiği bir kadın yarı kızgın yarı eğlenir bir yüz ifadesiyle birkaç metre ötesinde dikiliyordu. Ona içinden lanetler okurken yüzünün kıpkırmızı olduğunu fark edememişti. Suratı eski hale dönünce hiçbir şey olmamış gibi şifacıya sinir dolu bir bakış fırlattı. Eğer kendini tutmasa kızaran yüz kendisinin değil şifacının olacaktı. Sinirlerini kontrol edemediği için birçok dert açmıştı başına. Bazılarından ders alırken, diğerlerine gülüp geçiyordu. Burnundan soluması bittiğinde yatağının direğine tutunup şifacıya arkasını döndü. Komik bir şekilde oflarken John bunu görmüş olacak ki kıkırdamıştı. Şifacı baskınından sonra bir kere bile John’un yüzüne bakamamıştı. Yatağına tek başına oturabildikten sonra başını şifacıya çevirerek baskılı bir sesle konuştu. “Gördüğünüz kadarıyla(!) şifacı olarak yapabileceğiniz bir şey kalmadı madam. Bacağım iyileşmek üzere, ağrı kesildi. Kontrolünüz bittiyse uyumak istiyorum.” Ani ve kızgınlıkla söylediği sözlerden sonra yatağına uzandı. Küçük de olsa yalan söylemiş olması kendisini rahatsız etse de bacağındaki ağrı önemsenecek gibi durmuyordu. Şifacı gidene kadar John çoktan yatağına yatmıştı. Gözleri kapalı, uyuyor numarası yapmak zor olmamıştı. Işıklar söndüğünde biraz temkinli davransa da özgürlüğüne tekrar kavuştuğunu hissedebiliyordu. Bir süre sessizliği devam ettirdikten sonra biraz önceki heyecanına geri dönmüştü. Derin almaya çalıştığı nefeslerle sakinleşip John’a bir şeyler söylemeliydi. Ne var ki buna hiçbir şey izin vermiyordu. *Sözün bittiği yerdesindir, bu yüzden konuşamazsın.* İç sesine lanet okuyup ağzını açtı, belki birkaç kelime çıkardı. “Uhm… Iııı, şey. İyi uykular.” Sadece bu kadar mıydı? Salakça söylemiş olduğu bu sözlerden sonra bir nebze olsun uyku uyuyabileceğini düşünmüyordu. Geçirdikleri o kadar maceradan sonra iyi mi uyuyacaklardı? Hem de gün neredeyse ağarmak üzereyken… Gözlerini kapattı, yaptığı aptallık sonrası istediği tek şey uyumaktı. Yatakta rahatsızca kıpırdanırken şifacının sureti gözünün önüne geldi. Bir of çekerek geçirdiği o güzel anları düşündü. Dudaklarındaki o sıcaklığı, kalbinde heyecanı hissetti. Cesaretlenmişti, birkaç kelime bile olsa çıkacaktı ağzında. Yapamadı, ağzı açık kaldı. Susması gerekiyordu o an belki de…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
John Stewen Peterson
Seherbaz
John Stewen Peterson


Erkek
Ruh hali : Oda Numarası: 5 Yuppirt8
Mesaj Sayısı : 813
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12198
Ekspresso Puanı : 6
Kayıt tarihi : 15/03/08

Oda Numarası: 5 Empty
MesajKonu: Geri: Oda Numarası: 5   Oda Numarası: 5 Icon_minitimeC.tesi 09 Ağus. 2008, 17:13

Bundan sadece birkaç saat öncesinde karanlık ormandan geçerken yada ejderha çiftliklerinde yaralanmalarına neden olan köpeklerle karşı karşıyayken ona aşık olduğunu söyleseler bu denli inanır mıydı bilemiyordu. Bildiği tek şey o zamanların bile öncesinden kendisi gibi küçük bir yaramaz olarak tanıdığı Stefania ile ilk karşılaşmasından bu yana yavaş yavaş içindeki ateşin büyüdüğüydü. O gün sıkıcı gezisinin belki en eğlenceli anını yaşatan kızı bütün gece düşünmüş, tekrar karşılaşmak için kayan yıldızla dilekte bulunmuştu. Dileği tutmuştu da…Okulun ilk günü o iç ısıtan neşeli gülümsemesiyle karşısındaydı. Henüz binasına seçilmeden sıradan sıyrılıp yanına gelmişti. İçinde büyük bir sevinç uyanıyordu. O gün öksürerek yanına çağırdığı için gitmesine kadar kalbinin sevinçle dolduğunu hissetmişti. Sonra bir çok macera yaşamışlardı ki Ravenclaw olmasına rağmen gryffindorun maceraperestliği vardı. Her macerasında; başına gelen ufacık bir şey için bile kalbinin heyecanla attığını hatırlıyordu. Şimdi ise burada onca şeyin sadece bir dostluktan öte olduğunu anlıyordu. Şimdiye kadar görmediği, görmek istemediği gerçekleri anlıyordu. Stefania’ya, güzeller güzeli masal prensesine, delicesine aşıktı. Kalbindeki aşk ona bu denli yakınken alev alev yanıyordu. Kaç dakika öylece kalmışlardı bilemiyordu ama kopmak istemiyordu. Zamanın durmasını bu anın hiç bitmemesini diliyordu. Ama tam tersine hızla ilerliyor yelkovanla akrep adeta yarışıyordu. Sonunda korktuğu oldu ve bir öksürükle tüm pembe rüya sona erdi. Belki geçici bir sondu bu ama John buna bile razı değildi.

Şifacının sesini arkası dönük olmasına rağmen tanımış Stefania’nın kollarından sıyrılmasının ardından gerileyerek yatağa oturdu. O ana öylesine alışmıştı ki şimdi içinde anlamlandıramadığı bir boşluk hissediyordu. Sert bakışlarını alaycı şekilde onları süzen şifacıya diken Stefania da belki aynı duyguları paylaşıyordu. Güzel teninin kızarmaya başladığını görünce gülümsedi. Bu haliyle öylesine güzel görünüyordu ki. Bir süre sonra bunu onu süzen şifacının bunu görmesini engellemek istercesine dönüp küçük bir kız gibi şirinlikle oflayınca kıkırdamaktan kendini alamadı. John ona bakmaktan kendini alamıyordu ama Stefania aksine yüzüne bakamayacak kadar utanmış görünüyordu. Kendisinin kızarıp kızarmadığını bilmiyordu. Ama belki sadece bir an olmuştu. Duygularını istediğinde başarıyla gizleyebilirdi. Kendisinden bile sakladığı oluyordu ki kalbindeki aşkı bunca yıl bu yüzden görememiş anlamlandıramamıştı. Gözleri belki hala onları süzmekte olan şifacıya kaymıyordu bile. Sadece Stefania’nın sert konuşmasından sonra takırdayan terlik seslerini duyunca onun bir şeyler hazırladığını düşünerek kaşlarını çattı. Bir iksir daha içirmesine izin vermeyecekti. İlkinin iğrenç tadını hatırlamak bile istemiyordu. Bu yüzden hızla yatağa girip örtüyü üzerine çekti. Gram uykusu olmasa bile gözlerini kapattı. Terlik sesleri yakınlaştığında pot kırmamak için arkasını döndü. Şifacı neden sonra gittiğinde ve ışıklar söndüğünde gözlerini yavaşça araladı. Aralarken Stefania ipeksi sesiyle iyi uykular demişti ama sanki tek diyeceği bu değildi. John ise tüm gece söyleyemediklerini şimdi söylemeyi planlıyordu.


-Bugüne kadar Stefania… Hep seni düşünüyordum. Senin üzüntülerini kalbimin derinliklerinde hissediyor ve başına gelen en ufak şeyde ölesiye korkuyor, endişeleniyordum. Belki görmek istesem bunun iki yaramaz çocuğun basit bir dostluğu olmaktan öte olduğunu bugüne kadar anlayabilirdim. Ama duygularımın karşılıksız kalmasından korkuyordum. Seni kaybetmekten öylesine korkuyordum ki sana delicesine aşık olduğumu kendimden bile sakladım. Cesaret… Hah! Sen söyleyene kadar konuşamadım. O binamın bana verdiği cesaret yetmedi buna. Yetemedi. Bu yüzden güzel prenses benden cesaretli olup konuştuğun ve duygularımın karşılıksız olmadığını gösterdiğin için teşekkür ederim güzel prenses…İyi geceler… Stefania’nın gözleri kapalı olduğundan başta söylediklerini duyup duymadığından emin olamamıştı. Ama kızaran yanaklar, yüzündeki belli belirsiz gülümseme ve bunların arkasından koyuverdiği John’u hep güldüren o oflamayla arkasını dönüşü kendisini apaçık ele veriyordu. Yüzünde oluşan bir gülümsemeyle bakışlarını yıldızlara çevirdi. Onlara da teşekkür etti. Bu gece onların rehberliğinde aşkı bulmuştu. Onların sayesinde hemen yanında duran kızı delicesine sevdiğini anlamıştı. Zihninde yıllardan beri cevaplanmadan kalan sorular yanıtlanmıştı. Belki de Stefania’ya cesaret veren, hatta sırrını ona söyleyen gerçekten de yıldızlardı. Şimdi bunu yaptıklarından kızmalı mıydı teşekkür mü etmeliydi bilemese de teşekkürü seçmişti. Yıldızlar her zaman en doğrusunu bilirlerdi. Onların rehberliğine bugüne kadar hep güvenmişti ki bugün de güveniyordu. Gözlerini bir süre sonra yıldızlardan, Stefania’ya çevirdi. Bu sefer gerçekten uyumuş gibiydi. Kendisi de gözlerini kapattı. Gün her şeye rağmen onu öylesine yormuştu ki uykunun onu sarması uzun sürmemişti. Öyle ki buna uykusunu kaçıran lanet iksir kokuları bile engel olamamıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
 
Oda Numarası: 5
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Mantar Pano :: RPG İçi Sayfalar-
Buraya geçin: