|
| Üstesinden Gelebilmek | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Üstesinden Gelebilmek Cuma 25 Nis. 2008, 01:51 | |
| Brooke koca gövdeli, kökleri toprağın dışına çıkmış kocaman bir ağacın altına oturmuş ifadesiz bir yüzle topraktaki yemyeşil çimenleri yoluyordu.
Yaklaşık bir saattir burada, bu pozisyonunu hiç değiştirmeden duruyordu. Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu, bir sınıf başkanı ya da profesör onu bu saatte burada görürse kesin ceza alırdı. Ama umursamıyordu. Bir süredir hiç bir şey umurunda değildi zaten. Sadece yalnız kalmak istiyordu, yalnızca burada oturup koyu lacivert gökyüzünü seyretmek istiyordu. Biraz da düşünmek...
Artık her yerde peşini bırakmayan gürültüyü, kavga eden insanları görmek istemiyordu. Bıkkınlık gelmişti artık bunları görmekten... Nereye baksa bir kavga ya da kahkaha atan insanlar... Bir süredir bu iki tür insan gibi değil de, bir ruh gibi dolaştığından bu insanları görmek ona acı veriyordu. Onlar gibiydi kendisi de, ta ki o güne kadar, bugün kendini o kadar farklı hissediyordu ki. Yaşayan bir varlık değildi sanki artık..
Gülüşen, kahkaha atıp arkadaşıyla eğlenen ya da birbirleriyle dalga geçen insanlar... Alt tarafı birkaç saat önce gülüşen bir kız sürüsüne rastlamış, onlardan kaçmaya, onların sevincini görmemeye çalışırken bu sefer kavga eden insanlara rastlamıştı. Sonunda çareyi insanların olmadığı bir yere kaçmakta bulmuştu. Onları suçlayamazdı. Zaten suçlamak istese nasıl suçlayacaktı ki? Eğlendikleri, hayatlarını yaşadıkları için mi? Hayır! İşte burada olmasının, yalnız kalmak istemesinin nedeni buydu. Sessiz, fazlasıyla sessiz ve onu kimsenin rahatsız etmeden düşünebileceği bir yer...
Sıkıntıyla iç çekti. Şu ana kadar hep sorunlarını başka insanlarla çözen bir insan olmuştu, yalnız bir insan değil. Ama bunun üstesinden kendisi gelmek zorundaydı, başka kimse değil, o. Merlin'in sakalı! Bunu yapmalıydı! Gecenin soğuk ama Brooke'a serin bir yaz esintisi gibi gelen rüzgarı saçlarını uçuşturdu. Temiz havayı ciğerlerine çekti. Burada oturup kendini sakinleştirmeliydi.
Mavi gözlerinden düşen iri yaşlar yüzünde hızla ilerledi, çenesinden aşağıya döküldü. Yalnız bir şey istiyordu, tek bir şey, o da birinin onu bu durumdan çekip almasıydı. Bu olayı kendisi atlatmak istemesine rağmen ne yaparsa yapsın bu işin içinden çıkamayacağı hissi vardı içinde. Akan gözyaşlarına aldırmadan orada oturmaya devam etti. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Cuma 25 Nis. 2008, 02:52 | |
| Vittoria'nın anlattığı görevden tek kelime anladı mı? Hayır tabiî ki.. Yani boş Hogwarts koridorlarında gecenin bu saatinde dolaşsa bir şey demeyecekti. Bir de kalkmış Vittoria onu bahçeyi gezeceksin demişti. Kendisi bekçi miydi ki bahçede turlayacaktı? Hem okulda bekçi yoksa hademe vardı.. O koftiyi yollasalardı ya! Beni ne demeye gecenin ayazında burada turlatıyorlar? Sınıf Başkanlığı görevinin bazı şeylerini sevmiyordu. Nöbet turları gibi. Acaba diğer sınıf başkanları neredeydiler? Herhalde onların kabası şu anda donmuyordur. Tehlikeli bir şey bulursa veya görürse kıvılcım mı çıkaracaktı. Kendisi diğerlerinden felaket derecede deneyimsizdi ve boyca değil ama küçüktü işte.. Küçük... Küçük sınıftan Keiran.. Beni sınıf başkanı yapanlar acaba ne bekliyorlardı bilmiyorum...
Göğe tabak gibi belirgin ayı görünce saati boşverdi. Aklına gelen tek şey sivri dişler oldu. Ay böyleyken acaba ortalıkta dolaşmasam da, içeri kaçsam mı? Hem bu havada hangi öğrenci dolaşırdı ki? İçi ürperdi, Yasak Orman'ın dibine şu anda hayatta gitmezdi. Deli değildi. Bekçinin kulübesinden gelen loş sarı ışığa bakıp orada kalanı düşündü. Profesör oradaysa oraları da o kontrol etsin, bana ne? Hem Profesör olan o. Ben daha 1. sınıfım. Kurtla kurtadamı bile birbirine karıştırırım, diye iç geçirip yolunu diğer tarafa doğru çevirdi.
Buz gibiydi hava. Üstündeki kalın cübbe ve beresine rağmen üşüyordu. Saçlarını toplamak yerine berenin altından çıkmasını sağladı. Böylece ensesi daha da ısınıyordu. Atkısını boyuna dolamayı ihmal etmedi. Kar mı yağacaktı acaba? Kış geldiğini belli etmeye başlamıştı. Havanın soğukluğu insanı hem diriltirken hem de üşütücek kadar da ürpertiyordu. Keiran, Lucy'nin nasıl olup da becerip yaptığı içini ısıtan küçük su torbasına şükrediyordu. Hakikaten Lucy bu sıcak su torbasına nasıl bir büyü yapmıştı da devamlı sıcaklığı aynı kalıyordu bilmiyordu, ama kesin bu tılsımı ondan öğrenecekti. Çünkü bütün gecelerde böyle nöbetler tutacaksa poposunu ısıtacak bir şeye ihtiyacı olduğu kesindi. Etraf boştu. Arada öten gece canlılarının sesinden başka bir şey duymuyordu. Bir de kulağının dibinde duyduğu kanat sesiyle tırsttı. "Gaaagk!" Omzuna konan iki pençenin sahibine sinirle baktı. "Merlin'in pis çamaşırı sende... Bu yaptığına adilik denir. Böyle korkutmaktan ne zevk alıyorsun ki sen? Kahşin gibi bir de bağrıyorsun, ayıp be!" Kuzgun umursamazca gene koca gagasını açıp aynı yükseklikte sesi çıkardı. "Kes! Biri duyucak. Alarm çanı isteseydim, söylerdik değil mi? Zaten eminim, sen benim bu nöbette bir yaratığa yakanlanmam için böyle davranıyorsun..." Kuş umursamazca etrafa bakınıp duruyordu, Keiran'la ilgilenmek yerine tüylerini düzeltmek için kanatlarını salladı. "Neyse, ne oldu da sen benim yanıma geldin, hadi söyle bakalım? N'oldu baykuşlar yuvalarını seninle paylaşmıyorlar mı?" Kuştan hiç ses çıkmadığına göre... Evet, kesinlikle espiri anlayışı çarpık dostunun akrabalarıyla arasında sorunlar vardı. Keiran onun çenesinin altını kaşıyarak cübbesinin önünü açtı. "İster misin?" Kuş kafasını yan çevirmiş, cübbenin karanlığına kısa bir bakış atıp içeri girdi. Keiran ise kuşun batan pençeleri konusunda uyarma ihtiyacı hissetti. "Hey o et benim, ısın dedik, yar değil.. Tamam, öyle kal." Cübbenin içindeki iç ceplerine tutunan kuş için, kalın ve uzun ceketinin iki düğmesini kapatmadı ki kuş istediğinde kafasını çıkarabilsin. Göğsünde duran bir kuzgun kafasıyla komikti herhalde. Seraları geçmişlerdi, Keiran asasıyla bir beceriksiz Lumos büyüsü yapmıştı, asasının bir kısılan bir büyüyen ışığında birlikte ilerliyorlar. Arada bu nöbette onu yalnız bırakmayan dostuyla konuşarak rahatlıyordu. Ta ki o acayip sesi duyana kadar. Duyduğu anda zınk diye olduğu yerde durdu. Bu seste ne? "Gurr." Sus n'olursun Bree..Yakalanmak istemiyorum. "Shıshh!" Kuş onun uyarısına aldırmadı ama gagasını da açmadı. Sesin olduğu yere gitmeden evvel asadaki ışığı söndürmeyi ihmal etmedi. Ses koruya doğru bir ağacın oradan geliyordu. İnce bir sesti. Acaba karaca falan olabilir miydi? Yaralı mıdır acaba? Belki de başka bir şey? Yavaşça etrafından dolaşarak oranın etrafında doğru bir yay çizmeye başladı. Göremiyordu tam olarak ama ağacın altında bir şey vardı. Garip biçimliydi. En fazla 1, bilemedin 2 feet yüksekliğinde gene aynı genişlikte bir şey? Neydi ki bu? Keiran asasını ileri doğru uzatırken onun bir karaca olmasını diledi. "Lumos Maxima!" Aniden parlayan yoğun ışık kendi gözlerini de kamaştırmıştı. Gözleirni kırpıştırarak ışığa alışmasını sağladı. Kırmızı sarı bir atkıya sarılmış bir... Cübbe yığını? Gryffindor? Bu saatte burada ne işi vardı bunun? Yığın gibi duran kumaşta hareketlenme görünce asasına daha sıktı ama yavaşça yaklaştı. Sesine kararlı bir havada olmasına dikkat ederek seslendi. "Hey... Sen? Merhaba? Ama bu saatte burada olmak yasak?! Bilmem biliyor musun?"
|
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 26 Nis. 2008, 00:13 | |
| Aniden parlayan bir ışık... Gümüşümsü, neredeyse onu kör eden... Ölüyordu galiba. İçini bir rahatlık kapladı, ölmek zannettiği kadar kötü değildi eğer gerçekten ölüyorsa. O an hiç bir şeyi umursamıyordu, onu öldürenin kim ya da ne olduğunu bile. İçinde bir gıdım olsun bile korku yoktu, daha çok huzur... Ancak o an soğuk kışın onu donduran rüzgarını hissetti. Rüzgar sırtına çarpıyor, saçlarını dört bir yana uçuşturuyordu hala. Hayal kırıklığı... O an hissettiği şey buydu.
Gözlerini kıstı, güçlükle ışığın kaynağını görmeye çalıştı. Ama kabul etmek lazımdı, eğer biri onu asasıyla kör etmeye çalışıyorsa bu isteği yakında gerçekleşecek gibi duruyordu. Sonunda pes edip gözlerini başka yana çevirdi. Her kimse artık bir şey söylese iyi olurdu, çünkü az sonra patlayacaktı. Üzüntüsü yavaş yavaş kayboluyor, yerini alevli bir kızgınlığa bırakıyordu zira. O kör eden ışığı saçan asanın sahibi her kimse, ona zayıflığını göstermek istemiyordu. İçindeki hırçın yanın uyandığını hissetti.
"Hey... Sen? Merhaba? Ama bu saatte burada olmak yasak?! Bilmem biliyor musun?"
Evet, nihayet konuşmuştu. Ama bunun Brooke'u çok mutlu ettiği söylenemezdi tabii. Sesteki hesap soran havadan konuşanın bir profesör ya da sınıf başkanı olduğu kesindi. Dönüp de kim olduğuna bakmayı istemiyordu çünkü birinin gözlerine bakıp konuşmak yere bakıp konuşmaktan daha zordu hele karşısındaki bir profesör ise. Ama Brooke konuşanın bir profesör olmamasını tüm yüreğiyle diliyordu, gece gece her şeyin üstüne bir de azarlanmayı istemiyordu. En iyi ihtimalde tabi. Diğer olasılıklar arasında cezaya kalmak, binasından puan kırılması vardı.
"Lanet olsun."
Bu karşısındakine söylenmekten çok, kendi kendine söylenmişti. Zaten sesinin rüzgarın uğultusu arasında kaybolduğunu sanıyordu. Elinin tersiyle yüzündeki gözyaşlarını silerken bir yandan da doğruluyordu. Ağlarken bir tür yumak olmuş olmalıydı, çünkü sırtında yukarıya doğru artan bir ağrı vardı. Ayrıca cüppesinin yakaları yaşlarla sırılsıklamdı. Güzel, üstüne üstlük perişan haldeydi.
Ancak o an aklına geldi hala bir yanıt vermemiş olduğu. Ne diyeceğini düşündü bir an. Ne diyebilirdi ki? "Kusura bakmayın, dışarı hava almaya çıktım." mı diyecekti yani? 'Harika' diye düşündü acı acı.'Ne harika bir gün.' Çaresizce ayağa kalkmaya çalıştı. Sendeledi, az daha toprağın içine gömülüyordu. Kendini tekrar yere bıraktı.
"Üzgünüm.."
Sözcükler bir an ağzından fırlamıştı sanki. Ne kadar utanç verici... Ama olan olmuştu artık, artık yapacağı tek şey durup beklemekti. Dönüp de konuşanın suratına bakmaya hala istemediğinden gözlerini karanlıktan başka pek bir şeyin olmadığı yere bakmayı tercih etti. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 26 Nis. 2008, 00:54 | |
| Sarı tüylü? Yele? Hayır… Saç bunlar… Bu insan yahu! Bir kız! Yüzünü silmekle meşgul gibi davranıyordu. Ağlıyor muydu? Eyvah! Ya tam da adamını buldun ya… Keiran ağlayan kızlar oldu mu saçmalamanın en büyük uzmanıydı zaten. Bu ona yapılır mıydı? Eski yazılar dersinden Boork’a benziyordu. Yok adı bu değildi, başka bir şeydi. Neydi ya? Hatırlamıyordu kızın adını. Kız bir şeyler mırıldanıyordu, muhtemelen asasının kuvvetli ışığını kalaylıyordu. Ne dediğini anlamıyordu ama kızı da kendini de kör etmeye gerek yoktu. Asasının ışığını ayarlamaya çalıştı. “Lumos!” Mırıldanarak söylediğinde ışığın şiddeti azaldı.
Keiran’da ileri doğru bir iki adım atıp kıza doğru baktı. Kız gene de ona bakmıyordu. Kız yerinden kalkmış bedeniyle ona dönmüş kalkmaya hamletmişti. Kalkarken sendeleyip neden olduğunu anlamadığı bir şeyden olduğu yere düşünce Keiran ona yaklaşmaya denedi, ama fazla ilerlemeden durdu. Ona bakmaya çalıştı. Ama nedense o hâlâ kendisine bakmamakta ısrarcı bir haldeydi. Bree ise kafasını cübbenin açıklığından çıkarmış bakınıp duruyordu. Keiran onun başını hafifçe içeri iteledi.
"Üzgünüm.." Keiran olduğu yerde dondu kaldı. Üzgün? Neden ki? Onu ben buldum diye mi? Kızın yüzüne asasını yaklaştırmaya çalıştı ama kızdırmamak için mesafesini de korudu. Kızın yüzü ağlamaktan kızarmış, şişmişti. Neden ağladı ki? "Hey, bak ne oldu bilmiyorum… Şey…” Ne diyecekti bilemedi. Vance ile Johnson’u çağırsa mıydı acaba? İyi fikir… “Bak istersen Vance veya Johnson’u çağırıyım. Sizin sınıf başkanlarınız onlar… Belki sana yardımcı olurlar.”
Kendisinin bir halt becerebileceğini sanmıyordu. Kalkıp kızı ispiyonlasa ne kazanacaktı ki? Kızın bir derdi olduğu belli idi de, neydi acaba? Kızın aniden ona doğru yüzünü çevirdiğini görünce geriye doğru bir iki adımda tökezleyip, yere kendi kabasının üstüne düştü. Şansına asası hâlâ elindeydi. Avucunun kenarları acımıştı sert toprağa sürtünce. Bree ise huysuzca bu harekete gaklayarak cübbeden kafasını çıkarıp ona doğru bir bakış attı. Sonra Keiran’da Bree’de kıza doğru bakıp durdular kısa bir süre.
“Tabii istemeyebilirsin de…” diye mırıldandı. Düştüğü pozisyonu düzeltmeye çalışıp sırtını düzeltti. "Ama burada durma bence… Burası buz gibi. Hem gece yarısı olacak birazdan…” Bir yandan da ellerindeki toprağı silkeledi. Sağ elinde asa varken bunu yapmak komik ışık efektleri yapıyordu. Kızın bakışlarından ne anlaması gerektiğini bilmiyordu. Ama yeniden ağlarsa ne yapacağı konunda bir fikri de yoktu. Keşke konuşsa yahu? Böyle neden duruyor bu?
Kızın ağlamaktan hep gördüğü halinden çok farklı göründüğü kesindi. Ama gözlerinin rengi iyicene belirgin idi. Ne acayip detaylara takılıyorum, diye içinden söylenerek yerinden kalkıp cübbenin eteklerini silkeledi. Sonra da asasını sol eline alıp kalkması için sağ elini ona doğru uzattı. Keiran orada uzun bi kule gibi ne kadar dikilmesi gerektiğini düşündü. |
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 26 Nis. 2008, 01:49 | |
| "Hey, bak ne oldu bilmiyorum... Şey..."
Kısa bir an için duraklama. Profesör değildi galiba çünkü profesör olsaydı daha kendinden emin konuşacağını tahmin etti. Artık konuşanın kim olduğunu o kadar merak ediyordu ki...
Pes etti. Başını çevirmeden konuşana baktı. Profesör değildi. Muhtemelen sınıf başkanıydı, cüppesine bakılırsa Ravenclaw. Yüreğinden bir ağırlığın kalktığını hissetti. Gözünün ucuyla çocuğun konuşmasına devam etmek üzere ağzını açtığını gördü.
"Bak istersen Vance veya Johnson'u çağırıyım. Sizin sınıf başkanlarınız onlar... Belki sana yardımcı olurlar."
Brooke aniden başını çocuğa çevirdi. Bir yandan da başını iki yana hayır anlamında sallıyordu. Bir de onlara rezil olmaya hiç gerek yoktu. Hem kendisi yürüyebilirdi. Gerçi az önceki denemesinden sonra o bile şüpheliydi ama... Yine de bunu istemiyordu.
O sırada çocuğun sendeleyip yere düştüğünü farketti. Kara bir kuzgun başını çocuğun cüppesinden dışarı çıkarmış kendisine bakıyordu. Brooke kafası karışık ve şaşkın bir şekilde kuzguna baktı sonra hiç bir şey dememeye, sessiz kalmaya karar verdi. Her zaman olduğu gibi...
"Tabii istemeyebilirsin de... Ama burada durma bence... Burası buz gibi. Hem gece yarısı olacak birazdan..."
Brooke gözlerini çocuğun asasından çıkan ve o ellerini her silkeledikçe değişik şekilller oluşturan ışık huzmelerine dikmişti. Konuşmak için en uygun zamanı bekliyordu.
Gergin görünüyordu. Brooke bunun neden olduğunu merak etti. Hala oturmaktan ve etrafını izlemekten başka bir şey yapmadan oturuyordu. Çocuk elini ona uzatınca bir an tereddüt etti sonra çocuğun elini tutup ayağa kalktı. Bir an sendeledi ama sırtını ağaca verince dengesini sağladı.
"Teşekkürler."
dedi. Sesi o kadar titrek çıkmıştı ki Brooke çocuğun anlayabileceğinden emin değildi. ama bir şeyden kesinlikle emindi o da çocuğun kendisini sürekli ağlayan, sulugöz bir kız olduğunu zannettiğiydi.
"Sınıf başkanlarını çağırmaya gerek yok."diye ekledi."Ben kendim giderim."
Sesinin kendinden emin çıkmasına gayret etmişti ama yine de nasıl gideceği hakkında şüpheleri vardı. Ama bu şu an için önemli değildi... | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 26 Nis. 2008, 02:22 | |
| Kız ayağa kalktı ama sanki dengesini sağlayamıyor gibi az evvel yaslandığı ağaca tutunuyordu. Kızın teşekkür eden sesindeki titreme Keiran'ın ensesindeki saçları diken diken etti. "Sınıf başkanlarını çağırmaya gerek yok. Ben kendim giderim." Diğerlerini istemiyordu. Onu utandırıyor muydu acaba? Keiran peki anlamında bir kerelik bir baş hareketi yaptı. Bree ise sanki sıkılmış gibi göğsündeki delikten çıkmaya çalışıyordu. Keiran'da onu cübbesinden çıkarıp sol omzuna yerleştirdi.
Kuş kanatlarını esneterek bir anlık sallayıp yerine kuruldu. Kıza bakıp duuyordu. Kıskandı mı pek bir sevgili kokoş kuşum? Kuşun gagasının altını kaşısa kuş onun kulak memesini gene hafifçe de olsa gagalamadan durmadı. "Off Bree!" diye inlerken kulağını ovuşturdu. Kulaklarına neden takmıştı bu kuş bir bilse... sıkılmıştı... Buna ne zaman son verecekti bu kuzgun bilmiyordu. Bu arada onlar kendileri ile ilgilenirken kız kendini toparlamış gibiydi. Ama nereye nasıl gideceğini bilemiyor gibi etrafa bakıyordu. Keiran ona hafifçe tebesüm ederek geldiği yolu gösterdi.
"İstersen beraber yürüyelim? Hem ben mutfağa gidip sıcak bir çikolata içmeyi düşünüyorum şu an da. Burası çok soğuk..." Asasını sap kısmını ağzına alıp ellerini ovuşturdu, sonra da acıyan avuçlarına baktı. Biraz sürtünmenin sebep olduğu yaraydı işte, ancak iyi can acıtıyordu. Lily'den öğrendiği gibi evcinlerine gitse belki ilk yardım da yaparlardı, çikolatanın yanında... İyi fikir. "Hadiğ gelll.. birligte gidilim. Bu arrada addımı bbiliiyoğ musun?" Asası hâlâ ağzında olduğundan sesi boğuk ve birazcık anlaşılmaz çıkmıştı.
Kız olumsuz anlamındaki kafa sallamasına karşılık asayı ağzından alıp bu seferde öyle konuştu. Kızın harbi güzel gözleri vardı. Mavi-yeşil.. Güzel kızdı da bu saatte kadar burada neden olduğunu hâlâ bulamamıştı. "Adım diyordum... Keiran O'Dwayne. Eski yazılarda birlikteyiz..." Sağ elini ona uzattı. Kız kibarca tokalaşıyordu. Keiran'da kibarca gülümsemeye devam etti.
"Hatırlıyor musun? Ya da başka dersten ama seni hatırlıyorum. 1. sınıfsın değil mi? Adın da Boork..ya da öyle... Pardon ya. Yalan kıvırmayacağım. Adını tam hatırlamıyorum. Sadece Lorgoff'la aynı binadansınız onu biliyorum..." Kıza sağ elindeki asa ile önlerindeki taştan şatonun sağını gösterdi. "Seralar şurada... Hadi gel... Çikolata sever misin?" Yahu ben ne zaman bu kadar geveze oldum yahu? Bree ise mutluluk dolu bir gurultu çıkarıp duruyordu. Hayret! |
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 26 Nis. 2008, 23:31 | |
| "İstersen beraber yürüyelim? Hem ben mutfağa gidip sıcak bir çikolata içmeyi düşünüyorum şu an da. Burası çok soğuk..."
Çocuğa gülümseyerek sözlerini başıyla onayladı. Ona minnettardı, en azından kendini buraya ilk geldiği zamanla karşılaştırıldığında daha iyi hissediyordu. Gözlerini bir anlığına gökyüzüne dikti. Tekrar indirdiğinde çocuğun büyük ihtimalle düştüğünde sıyrılmış olan ellerine baktığını gördü. Çocuğun onun ani tepkisini görünce arka arkaya gidip yere düştüğünü kılpayı olsa da gördüğünden vicdan azabı duydu.
"Hadiğ gelll.. birligte gidilim. Bu arrada addımı bbiliiyoğ musun?"
Çocuk asasını ağzında tuttuğundan ne dediği pek anlaşılmıyordu. Brooke bunun adla ilgili bir şeyler olduğunu tahmin etti ama emin olmadığından sessizce çocuğa bakarak tek kaşını yukarı kaldırdı, sonra başını anlamadığını göstermek için iki yana salladı. Çocuk onun tepkisini görünce bu sefer asasını ağzından aldıktan sonra konuştu.
"Adım diyordum... Keiran O'Dwayne. Eski yazılarda birlikteyiz..."
Brooke ona uzatılan eli hafifçe sıkıp bıraktı. Keiran... Bu ismi bir yerde duymuş olmalıydı. Herhalde çocuğun dediği gibi Eski yazılar dersindeydi. Bunun üzerinde fazlaca durmadı, o an aklında yoktu ve hatırlamak için kafasını yormaya gerek yoktu. Bir yerden bir yerde duymuştu işte.
"Hatırlıyor musun? Ya da başka dersten ama seni hatırlıyorum. 1. sınıfsın değil mi? Adın da Boork..ya da öyle... Pardon ya. Yalan kıvırmayacağım. Adını tam hatırlamıyorum. Sadece Lorgoff'la aynı binadansınız onu biliyorum... Hadi gel... Çikolata sever misin?"
Boork kısmında kıkırdamaya başladı. Daha önceden de insanlar adını komik veya saçma sapan şeylere benzetmişlerdi ama Boork... Hiç biri Boork kadar yaratıcı değildi. Yine de çocuğun yalan söylemeyip gerçekçi davranması iyi bir şeydi.
"Adını bir yerde duymuş olmalıyım sanırım ama nerede duydum hiç hatırlamıyorum. Adıma gelince, adım Brooke... Brooke Dumbledore."
Bütün bunları söylerken bir yandanda elinden gelince belli etmemeye çalışarak ağaca dayanmadan ayakta durmaya çalışıyordu. İkinci ya da üçüncü denemesinde ayakta durabiliyordu artık. Kendi kendine gülümsedi. Sonra başını yukarıya kaldırıp tekrar çocuğa baktı.
"Biliyor musun, mutfak fikri kulağa iyi geliyor, şimdiki gibi soğuk bir hava sıcak çikolata için ideal zaten. Sıcak çikolataya da bayılırım. Gerçi her zaman güzel ama özellikle kışın çok iyi gidiyor."
Adımlarını dikkatle seçerek çocuğa doğru bir adım attı. Ne olursa olsun bir tane daha düşüşten sonra kendini toparlayabileceğini pek sanmıyordu. Brooke kendinin dışarıdan görünüşünü tahmin etmeye çalıştı. Yüzü gözü ağlamaktan kızarmış, adım atarken dikkatle yere bakan biri. Rezalet... Aptal gibi. Bunu düşünmemeye çalıştı. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Ptsi 28 Nis. 2008, 22:56 | |
| Kızın kıkırdaması Keiran’ı da etkilemişti. Sırıtması büyüdü. Maymunlaşma! İç sesinin sert uyarısı üzerine bir yandan gülümsemesini kesmek için dudağının iç tarafını ısırdı. Kızın sevimli hali vardı. Güzel bile olabilirdi, sadece yakınında kazan patlatmış gibi saçları havalanmamış ve yüzünde böylesi ağlamaktan gözleri şiş hali olmasaydı. Annesinin küçükken ona okuduğu komik Muggle masallarındaki sözde cadı tarafından çirkinleştirilmiş Prenseslerle aynı kaderi mi paylaşmaya karar vermişti. Hoş o masallar kadar saçma hikâyeler duymamıştı. Annesi de güldürmek için iyice çarpıtarak anlatmasını hatırladı. Kızın konuşmasını kaçırıyordu az kalsın.
“Adıma gelince, adım Brooke.” Keiran bunu duyunca kızın yüzüne şaşkınlıkla bakakaldı. Nerde o antrenmandaki güzel saçlı kız, nerde şimdi karşısında duran… Keiran onu bu kadar tuhaf bir hale neyin getirdiğini merak etti. Kızdaki denge de kalamama hali ise gözden kaçacak gibi de değildi. Kıza ne olmuştu acaba? Kız birşeyleri belli etmemeye çalışıyordu ama harcadığı çaba yüzünde beliriyordu ister istemez. Hayley’i veya Vitt’i mi çağırsaydı? Kızlar birbirlerine hep çabuk açılıyorlardı… Eh, bunu son zamanda aynı binayı paylaştığı kişilerden iyicene öğrenmişti.
Ama kızın neşesi yerine gelmiş gibi daha sakindi. Çikolata teklifi… Acaba kim buna hayır derdi ki? Keiran sırıtarak kıza baktı. Ama kızın attığı birkaç adımdaki tutarsızlığa bakıp duruyordu. Kız ise durmuş ona bakıp bekliyordu. Unuttuğu bir şey mi vardı acaba? Etrafa baktı, kız ne yapması istediğini anlamak istedi ama bulamıyordu. Çikolata içmeye gidecekleri de ne demeye dikilme aşamasına geçmişlerdi. Kız ayağına baktı. Ayağı? Keiran, “Haaa!” diye içinden nidasını koydu. Bileğinde mi sorun vardı anlamadı ama kızın yanına gidip konuşmak en iyisi idi.
“Bak istersen…” Asasına baktı, bilmiyordu ki? Yani öyle portatif taşıma büyüleri öğrenmemişti daha… Asayı unut. Eee, sırtımda mı taşıyacağım? Benden büyük değil ama tuhaf olmaz mı? Olur. “Brooke koluma mı girmek istersin yoksa omzuma tutunmak mı? Mutfağa kadar seni taşıyamam da…” Bilmiyordu ki? Belki de Hastane kanadındaki Madamı mı buraya getirseydi? Kızın verdiği cevabı duyunca tamam anlamında başını salladı. Ona destek olarak büyük kapıya kadar büyük bir yürüyüş yerine Hufflepufflıların ortak salonu ve yatakhanelerine giden koridorun, sera yanına çıkan ve şatonun arka kapılarından birinin olduğu taş duvara doğru ilerlediler. Kaç gecedir nöbetler sayesinde enteresan giriş ve çıkış, kapı ve oda keşfettiğini kendisi de bilmiyordu. Gerçi çoğunu bazen hatırlamıyor, gene duvarlara tosladığı ya da yanlış yerlere girip kaybolduğu oluyordu.
"Bence en sertine daha karar veremedim profesörlerde?... Profesör Malfoy...Bayan olanı... Erkek olanı demiyorum.... Hoş o da sert ama daha farklı. Amma Malfoy var değil mi sen ne düşünüyorsun?"
Yürüyüşleri yavaş değilse de sürat maratonu kadar hızlı da değildi. Keiran mümkün mertebe kısık sesle konuşmaya gayret ediyordu. Etrafta başka kim vardı bilmiyordu… Bir yandan da aklında yakalanırsa ne bahane bulacağını düşünüp duruyordu. Kız pek konuşmuyor veya kafa sallamakla yetiniyordu, anlaşılan mutfağa kadar tekleyen bir sohbetleri olacaktı. Belki de canı yanıyordu ondan konuşmuyordu. Yine de gece yarısı o ağacın altında buz gibi soğukta neden durduğunu bilemiyordu. Sonunda küçük eski ahşap yan kapıya geldiler. |
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Çarş. 30 Nis. 2008, 20:36 | |
| İçinde çocuğun kendisini neyin bu hale getirdiği hakkında bir merak olduğunu tahmin ediyordu. Taş çatlasa aradan on beş dakika geçmiş olsa bile burdan geriye bakınca üzüldüğü şeyi saçma olduğunu bilyordu. Kendine gel artık! Ama görünen oydu ki, kendine gelip eski haline dönmesi için yatakta uyuklayarak geçirilen bir gün gerekiyordu. Büyük ihtimalle eski neşesine dönmesi fazla vakit almazdı, zaten ruh hali çabuk değişirdi fakat yüzünün şişiğinin inip eski haline dönmesi hemen geçebileceğe benzemiyordu. Aniden çocuğun asasının gecenin karanlığını aşıp kendisini çocuğun görebileceği gibi aydınlattığını farketti. Bunu daha önceden nasıl farkedemediğini düşündü. Ayakta uyuyor olmalıydı, yoksa başka nasıl farkedemezdi ki? Yüzünü bir kırmızılık kapladı. O üzüntüsünü başka insanlara farkettirmezdi, yani o öyle sanıyordu şimdiye dek. Üzgün olduğu zamanlarda dahi ailesinin karşısına bile böyle çıkmazdı.
"Bak istersen..."
Başını kaldırdı. Çocuk bir şey üzerine kafa yoruyordu, bu kesindi ama ne? Yavaş yavaş uyurgezerliği bırakıp uyanmaya başladığı sırada bir şeyler kaçırmış olmalıydı. Çocuğun bu sırada yüzünün kızarıklığın görmemiş olduğunu umdu, şansı varsa hiç görmezdi belki de. Ama ne faydası vardı ki? Onu böyle sefil bir halde görmüşken bir de kırmızı görse kaç yazardı ki? Yine de görmemesinin en iyisi olacağına karar vererek yüzünü biraz aşağıda tuttu. Kendisinin görebildiği dışarıdan bakılınca yüzünün pek anlaşılmayacağı bir pozisyonda. En iyisinin yatakhaneye dönüp uyumak olduğunu düşündü.
“Brooke koluma mı girmek istersin yoksa omzuma tutunmak mı? Mutfağa kadar seni taşıyamam da…”
Yapamayacağını bilmese son sürat kaçardı buradan. Merlin'in sakalı! Bir daha bu hallere düşemezdi. Kendi kendine bir daha ağlamak için -gece yarısı bile olsa- birinin onu göremeyeceği bir yer bulacağına dair söz verdi. Sakinleşmek için derin derin nefes aldı. Çok mu abartıyordu ki? Belki evet, belki hayır. Koluna girmek mi omzuna tutunmak mı? Hangisi daha az utanç vericiyse o. Elbette bunu söylemedi.
"Koluna gireyim, senin için daha rahat olur herhalde..."
Çocuk evet anlamında başını salladı. Brooke çocuğa dayanıp bilmediği bir yere doğru yürürlerken, arkasına dönüp bakmadığına şükretti. Aynı yaşta olmalarına rağmen, çocuk onu daha önce muhtemelen görmediği bir yerden götürüyordu. Belki kendisinin şatoyu az gezmesinden kaynaklanıyordu. Olabilirdi.
"Bence en sertine daha karar veremedim profesörlerde?... Profesör Malfoy...Bayan olanı... Erkek olanı demiyorum.... Hoş o da sert ama daha farklı. Amma Malfoy var değil mi sen ne düşünüyorsun?"
Bayan olan profesör Malfoy. Elwina Malfoy. Sert? Evet bayağı bir. Ama hangi profesör daha sertti, hepsini karşılaştırınca bilemiyordu doğrusu. Başını evet anlamında sallamakla yetindi, zira ayakta durmakta çocuğa yaslanıyor bile olsa güçlük çekiyordu. Sonunda bir kapıya gelmişlerdi. Bir an ne yapacağını bilemedi, sonra yavaşça kapıya yaslanıverdi. Merlin'in sakalı! Ne kadar rahattı yürümemek. Çocuğa baktı. Artık ne yapacağını bilmiyordu.
"Girelim mi?"
Hafızasını kaybetmiş olmalıydı. İyi bir uyku iyi gelirdi herhalde ama uyku beklemeliydi, buraya kadar gelmişken buradan kalkıp gidemezdi. Ama saçmalamaya başladığı kesindi. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Cuma 02 Mayıs 2008, 13:35 | |
| Kızın yüzüne baktığında onun gözlerini yarı kapalı gördü. Nedense konu kızlar olunca sınıfta kalıyordu. Acaba uykusu mu vardı? Hoş kendisinin de vardı. Eğer yarın boş gün olmasa hayatta nöbet tutmaya falan kalkışmazdı. Ama kızın haline göre ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Annesinin hep dediği gibi bir centilmen olup onu binasına mı götürmeliydi? Kızın tamam dercesine kapıya hamlesini görünce gene küçük bir şaşkınlık yaşadı. Kız inatla gidiyordu işte. Eh bu durumda senin de yapacağın bir şey yok. Bu esnada arkasındaki sera ile orman arasındaki kalan bölgeden bir ses geldi, dikkatini çekti. Geriye dönüp baktığında kimseyi göremedi. Sadece bir anlığına ağaçların arasında kaybolan iki şekildi. Sanki iki hayalet gibiydi? İki gölge veya şeklin hızla ormana daldığını görmüştü ama bilemedi.Arkasından ne olduğunu soran Brooke’a geri döndü, başını iki yana sallayıp cevap verdi. Ama aklı hâlâ gördüklerinde idi. “Bilmiyorum, belki de iki hayvandı. Emin değilim. Neyse hadi içeri girelim. Ben üşüdüm.” Kızda demin Keiran’ın baktığı noktaya kısa süre baktı ama vazgeçip kapıdan içeri giren Keiran’ı takip etti. Koridor boştu Hufflepuff’ların ortak salon girişi oradaydı işte. Sınıf başkanları da etrafta gözükmüyordu, Keiran arkasında duran kıza gel diye işaret edip ilerlemeye başladı. Mutfağın girişine kadar kimseyle karşılaşmadan ulaştılar. Şükürler olsun Morgana’ya. Belalarını üstümüze salmadı, diye iç geçirdi. Tabloyu bulup Lily’den öğrendiği gibi armutla uğraştı. Kapı birden duvarda belirip açılınca da içeri girdiler. Keiran ilk defa mutfağa giriyordu.Aslında mutfak boştu. Bir evcini elinde paspasla yerleri silip süpürüyordu. Bir yandan da incecik sesiyle bir şarkıya benzeyen bir şeyleri mırıldanıyordu. Üstünde Hogwarts’ın resmi logosu olan bir yastık kılıfına benzer bir şey giymiş olan bir başkası ise, yanındaki patates yığınından aldıklarının kabuklarını temizleyip önündeki ahşaptan tekneye atıyordu. Çocukların girişini fark ettiklerinde ikisi de onlara baka kalmıştı. Hemen kendini toparlayan ise patatesleri soyan oldu. Yerinden kalkıp saygıyla yerleri öpecek kadar eğilerek yanlarına gelmişti. Kocaman, köpeklerinki kadar sarkık gibi kulakları ve minicik burnu vardı. Komik görünmesine sebep olan pörtlek iri gözleiryle sanki oyuncağa benziyordu. Kısa boylu mu oluyor bunlar? Keiran'ın bacağı kadar bir şeydi bu...“Hoş geldiniz küçük bey, siz de hoş geldiniz küçük hanım. Acaba bir arzunuz mu vardı?” Merakla bu saatte çocukların burada ne işi olduğunu düşünüyor gibiydi. Ama onlara tuhaf bir şekilde kendilerine sırıtmaya devam ederken, hemen yanındaki rafta duran boş tavayı kapıp kendi kafasına vurdu. Keiran gözleri bir anda açıldı. Deli mi bu yahu? Evcinleri hakkında okuduğu bazı şeyler vardı ama gene de çok zengin olmadıklarından onları yakından görmemişti. “Neden… Vurdun kendine?” Sorusuna cevap gene bir “dong” sesi olunca sormaması gerektiğini düşündü.“Şey, eğer sizce de mahsuru yoksa… Müsaitseniz yani… Sıcak çikolata içmek istiyorduk… da?!” Evcini elindeki tavayı hemen bırakıp saygıyla mı, artık neyle olduğunu anlamadığı bir şekilde yerlere burnunu sürttü. Bir koşu geriye doğru giderken Keiran’da Brooke'a döndü. Mutfağın aydınlığında yüzü biraz… matrak... veya sanki panayırlardan fırlamış gibi görünüyordu. Ama hoş kızdı, bu halde olmasa… Keiran ona sol taraftaki büyük lavaboları ve duvarında bir sürü musluk olan yeri gösterdi. “Yüzünü yıkamak ister misin? Belki iyi gelir?” |
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 03 Mayıs 2008, 20:12 | |
| "Dong!"
Durduğu yerde sıçradı. Ne bu? Her ne ise sayesinde zaten ağrıyan bileği daha da acıyordu. Başını kaldırdı. Sesin kaynağı mutfaktaki iki ev cininden biri, az önce patates kabuklarını soyarken gördüğü pörtlek yeşil gözleri ve her evcinin olduğu gibi üzerinde yatık kılıfı giymiş olandı. Elindeki tavayı kafasına "dong" sesleri eşliğinde vuruyor, bir yandan da tiz bir sesle ciyaklıyordu. Gözlerini devirdi. Ev cinlerini asla anlayamayacaktı. Onların kendilerini cezalandırma dürtülerini de...
Sessizce ağırlığını bir ayağından diğerine verdi. Ne oldu buna? Bileğime? Mutfakta başka bir ses daha vardı artık, Keiran'ın dudaklarının oynamasına bakılırsa bir şeyler diyordu. Tavanın seslerinden ancak "sıcak çikolata" lafını duyabilmişti. Bahçedeki soğuktan sonra sıcak çikolata harika gidecekti. Elleri hala buz gibiydi.
Yüzünü yıkamak ister misin? Belki iyi gelir?
Ne? Yüzünü yıkamak mı? Tavanın sesleri nihayet kesilmişti, ses Keiran'ın sesiydi galiba. Bir an nasıl göründüğünü merak etti. Mutfağın ışığında daha da kötü görünüyor olmalıydı ki ona yüzünü yıkamasını öneriyordu. Rezil olmuştu, bu su götürmez gerçekti. Başıyla onayladı. Zaten nasıl göründüğünü çok merak ediyordu. Çocuğun ona gösterdiği tarafa baktı, orada aynaya benzer bir şeyin duvara yansıttığı ışık huzmesini görünce hiç vakit kaybetmeden o tarafa uzun adımlarla yürüdü. Merakla aynaya baktığında ağzı bir karış açık kaldı. Manzara şu ana kadar tahmin ettiğinden bile kötüydü. Aynadaki perişan görünümlü kız kendisi olamazdı. Bir kaç saniye nutku tutulmuş bir şekilde aynaya baktı.
Gözleri ağlamaktan kızarmış, şişmişti. Yüzü de fazlaca kırmızı olan yanakları dışında sapsarıydı. Merlin'in pantolonu!Birinin onu 'Brooke' olarak tanımlayabilmesi için yardımcı olabilecek şeyler sadece saçının sarı rengi ve mavi - yeşil gözleriydi. Gözlerini kısarak aynaya baktı. Hatta onlar bile, gözleri bile normalden daha farklı bir renkte gibiydiler. Daha çok deniz rengi... Gözlerindeki şişin birazcık olsun inmesi ve yüzünün normal haline dönmesi için musluğu açıp serin, berrak suyu defalarca yüzüne çarptı. Başını kaldırıp tekrar aynaya baktığında daha çok kendine, daha az önceki haline benziyordu. Derin bir iç çekti. Kendini suratındaki çirkin bir maskeyi epeyce uğraştıktan sonra nihayet çıkarıp atmış gibi hissediyordu.
Yüzündeki birkaç ufak su damlasını eliyle sildi. Tıpkı daha gecenin başlarında ama farklı bir nedenle, gözyaşlarını silmek için yaptığı gibi. Omzunun üzerinden geriye baktı. Acaba beni bu şaşkınlık halinde de gördü mü? Hayır!Her neyse. Artık geri dönmeliydi. Aslında sıcak çikolatayı kaçırmak istemese safak sökene kadar burada kalırdı ama... Tam arkasını dönmüştü ki evcini ufak ellerinde hala buhar tüten iki kupayla önünden geçip gitti. Kupaları Keiran'ın eline tutuşturduktan sonra
"Başka bir isteğiniz var mı, küçük bey?" Arkasındaki Brooke'u görünce"Küçük hanım?"diye ekledi.
Keiran bir şeyler söyledi, evcini de başını sallayarak geldiği yere geri döndü. Brooke çocuğun elindeki kupalardan birini rastgele aldı. Bir yandan da gözleriyle oturabileceği boyutta bir sandalye arıyordu. Ama hepsi evcinlerinin boyuna göre ayarlanmışa benziyordu, hepsi oturmak için çok ufaktı. Onlardan birine oturacak olsa sandalyenin bir saniyeden fazla dayanabileceğinden şüpheliydi. Nihayet gözüne kenarda neredeyse özenle saklanmış gibi duran iki iskemle ilişti.
Bir elinde kupa diğerinde iki iskemle sendeleye sendeleye, zorlukla ve epey yavaş da olsa ikisini de taşımayı başardı. Keiran'ın oturup oturmayacağı hakkında en ufak fikri dahi yoktu ama o an en mantıklısı ikisini de getirmek gibi gelmişti. İsterse otururdu, isterse oturmazdı. Kendini yakındakine attı. Lanet olası bilek!Hala sızlıyordu. O gece ikinci kez istemsizce neden bu kadar çok ağrıdığını merak etti. Oturduğu yerde yerde kupadan bir yudum aldı. Sıcak çikolata adeta içini ısıtmıştı.
"Sana nasıl teşekkür edebilirim?"dedi aniden."Beni orada bulduğunda ilk iş gidip bir profesöre söyleyebilirdin. Ama söylemedin. Hatta beni buraya getirdin."
Bu onu çok şaşırtmıştı açıkçası. Keiran'ı ilk farkettiğinde kendini azarlanmaya hazırlamıştı. Ama bu... Bu hiç aklına gelmemişti. Neden böyle yapmıştı acaba? | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Salı 06 Mayıs 2008, 00:25 | |
| Brooke’un çeşmelerin orada ne yaptığını anlamıyordu ama ihtiyacı vardı ki orada takılıyordu. Eh bekleriz bizde napalım. Saat herhalde gece yarısını çoktan geçmişti. Uykusu bastırmaya başlamıştı. Gidip bende mi yüzümü yıkasam nedir. Esneyerek ayakta bekledi. Yerleri paspaslamayı bitiren evcini ona omzunun üzerinden bakıyordu. Ne minnacıklardı bunlar yahu? Marian’ın oyuncak bebeklerine benziyorlar. Ama daha çirkin oldukları da gerçekti. Gözleri kafalarının sanki yarısını kaplıyordu. Tavayla kendini döven ve üzerindeki yastık kılıfının bolluğunda kaybolmuş gibi görünen evcini onlara doğru geldiğini fark etmedi, sanki birden belirmişti. Yaklaşıp elindeki kupaları kendisine uzattı. İncecik sesiyle onun sorduğu soruyu düşündü. Bu arada Brooke çeşmeden ayrılıp gelmişti galiba, çünkü yaratığın başka yöne bakması dikkatini çekti. Evcini ona da sormuştu aynı soruyu.
Evcinine doğru eğilip kupaları elinden alırken ona doğru alçak sesle konuştu. “Biraz buz? Şey onun ayağında bir sorun var galiba. Üstüne basamıyor gibi de... Bir şey olmuş anladığım. Sizin tedavi etmeniz mümkün mü?” Evcini kulaklarının komik şekilde sallanmasına sebep olacak bir baş hareketinden sonra gene koşarak kayboldu. Bu esnada Brooke’da hafif sekerek kendisinin yanına gelip elinden bir kupayı kapmıştı. Kız etrafına bakarak nereye gittiğini düşündü. Bir şey mi arıyor acaba? Kız onun göremediği bir yere el atıp iki tane evcinleri için küçük değilse bile Keiran için biraz ufak olabilecek sandalyeler bulup getirmişti.
Keiran o an kendine çok kızdı. Kız hasta ayağıyla kalkıp sandalye ararken bunca zamandır ayakta dikilen kendisinin bunu akıl edememesine özellikle. Aptal mısın ayakta mı uyuyorsun oğlum sen! “Teşekkür ederim ama sanırım… bunu ben düşünseydim iyi olurdu…” Kızın verdiği sandalyeye otururken sıcak çikolatasını yudumlarken yudumları boğazından hem yakarak hem de deminki düşüncelerinden dolayı biraz zor geçti. Kızın yüzüne baktığında yüzünün bayağı toparlandığını düşündü. Daha iyi.. bayağı iyi görünüyordu şu an. Yüzü rahatlamış gibiydi, mutlulukla kupasına gömülmüştü. Keiran’da kendisininkini soğutmadan yudumladı. İçi ısınıyordu lezzetli içecekle. Brooke’un ona söylediklerini duyunca şaşırdı. Teşekkür mü? Neden ki? Haaa, onu diyorsun! Elindeki kupanın içindeki koyu renkli sıvıya baktı. Hakikaten neden yaptın?
“Aslında evet, yani... diğerlerini çağırmam veya bir profesör bulmam gerekirdi. Vittoria... Bizim diğer sınıf başkanı, öyle demişti. Ama…” Kız onu dinliyordu dikkatle. Bu arada evcini elinde bir takım şeyleri kucaklamış halde yanlarına geldi. Yakındaki masanın üzerine kucağında duran şişeler, bandajlardan ve Keiran’ın ne işe yaracağını anlamadığı şeylerden oluşan bir küçük yığını bırakmıştı. Kıza doğru saygı ile eğilip kızın bacağının yanından aldığı bir tabureyi çekip aldı.. Brooke ona şaşkınlık veya hayrete benzer bir ifade ile bakarken evcini görevine devam ediyordu. Kızın ayağını alıp önce ayakkabısını çıkardı, sonra da çorabını. Bileği inceliyordu. Keiran’da onları hafif bir şaşkınlık ve merakla takip ediyordu. Bir yanda da Brooke’un sorusuna cevap vermeye devam etti.
“Şey, sanırım senin ayağını tedavi edecek… Nerde kaldım… Hah! Şey bilmiyorum, ama senin yerinde olsam ne yapardım diye düşündümdü... Yani… Ceza almak nasıl bir şey biliyorum. Bina puanı olayı da var hem… Arkadaşlarının suratsızlığı falan… Buna eğmez diye düşündüm..” Kız bir yandan evcinine bir şeyler gösterip söyledi, bir yandan da Keiran’ı dinliyordu. Mutafaktaki diğer cinde gelmiş masanın diğer ucuna kafasını dirseklerine yaslanmış halde üçlüyü umursamazlıkla izliyordu. Sanki hergün bu mutfaktaydılar. Sanki mutfaktaydılar ama o mutfak aslında Hogwarts'ta değil de evlerindeydi.
“Peki sen orada…” Acaba özel mi olurdu? “Neden yani?.... Ağlıyordun? Konuşmak ister misin… Susabilirim yani… Sorun olmaz.” Çikolatadan birkaç yudum almak üzere kupasına gömdü kafasını. |
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Perş. 08 Mayıs 2008, 22:04 | |
| "Aslında evet, yani... diğerlerini çağırmam veya bir profesör bulmam gerekirdi. Vittoria... Bizim diğer sınıf başkanı, öyle demişti. Ama..."
Brooke hala çocuğun bune neden yaptığını anlamakta güçlük çekiyordu. Beyni sanki başka bir şey düşünmeyi inatla redediyordu. Aklındaki tek soru 'Neden?'di. "Pat..." O da neydi öyle? Brooke düşüncelerinden sıyrıldı ve gözleriyle sesin kaynağını aradı. Yine diğerine nazaran daha ufak tefek gibi görününen -yani bayağı bir küçük- ve yeşil gözlere sahip olan evciniydi. Brooke'un daha önceden farketmediği bir masaya bir şeyleri yığıyordu adeta. Neydi ki onlar? Şaşkınlıkla bunların bandaj gibi şeylerden oluştuğunu farketti. Ne için? Evcini ayağını incelerken ona hafif ağzı açık bir şekilde bakmakla yetindi. Nerden anladı bileğimin ağrıdığını? Evcinlerinin zihnefend yapamayacağını bilmese... Herneyse... Keiran kısa bir duraklamadan sonra konuşmasına devam ediyordu. Çocuğu dinledikçe ne olursa olsun şanslı gününde olduğuna kanaat getirdi. Herkes dışarıda gecenin bir yarısı ağlarken gidip de Keiran'a rastlamazdı hani. Merlin aşkına, iyi ki başka bir sınıf başkanına toslamamıştı. Daha da kötüsü bir profesöre. Gelecek olan cezalar falan hiç uğraşılmazdı sahiden. Şans... Aniden nefesini içine çekti. Evcini nerenin ağrıdığını bulmaya çalışıyordu anlaşılan. Brooke hem işin daha çabuk bitmesi hem de canın fazla acımaması için evcinine doğru eğildi. Bileğindeki hafif morarmış olan noktayı işaret ederek
"İşte burası.." diye mırıldandı. Evcini bir an başını kaldırıp baktı sonra başıyla onaylayarak işine devam eti. Şimdi masanın üzerine yığdığı şeylerden bir şeyler almış, bileğine sürüyordu. Kremin değdiği yerler adeta rahatlıyordu. Brooke o gece ilk defa rahat bir şekilde arkasına yaslandı. Sıcak çikolatasını yudumlayıp bir yandan da Keiran'ı dinliyor, arada dinlediğini göstermek için başıyla onaylıyordu. Çocuk kısa bir süre durakladı. Brooke ne olduğuna bakmak için kafasını kupadan kaldırdığında çocuk yeniden ağzını açmıştı bile.
“Peki sen orada… Neden yani?.... Ağlıyordun? Konuşmak ister misin… Susabilirim yani… Sorun olmaz.”
Hah, al işte ne diyecekti şimdi? İlk andan beri korktuğu şey başına gelmişti, neden ağlıyorsun diye sormuştu işte. Konuşmayı reddetse miydi ki? Dudağını ısırdı, düşünüyordu. Keiran bugün ona büyük iyilik yapmıştı, kendisini kimseye haber vermeyerek. Neden ağladığını söylemese... Açık konuşmak gerekirse Brooke'un içi rahat etmeyecekti. Ama söylese ya yeniden ağlamaya başlarsa? Bu daha da rezil olmasından başka bir şeye yaramayacaktı. Bunu yapmayacaktı işte. Bu olmazdı. Kararlılıkla sırtını dikleştirdi. O bunu yaparken evcini çömeldiği yerden kalktı. Brooke ayağına baktı, ayağı bandajlanmıştı bile. Ne kadar çabuk. Evcinine bakıp tebessüm etti.
"Çok teşekkürler..."
Evcininin adeta gözleri parlamıştı. Kocaman kulakları sallanarak reverans yaptı ve onlar ilk geldiğinde yaptığı işe, patates soymaya döndü. Brooke sanki evcinini izliyormuş gibi yaptı, ama gerçek böyle değildi. Biraz daha zaman kazanmaya çalışıyordu sadece. Lanet olsun! Söyleyecekti işte. Ne olursa olsun. Bıkmıştı artık.
"Hayır. Ağlamadan konuşabilirsem -umarım- söyleyeceğim bunu. Sen beni buraya getirdin ve sana bunu söylememem gerekir. Gerçi çok saçma bir şey ama..."
Yüzü kızardı. Cidden bu kadar saçma bir şey daha olamazdı neden ağlamıştı ki böyle bir şey için? Ama yine de ağlamaktan korkuyordu. Hayır! Kararlı ol!
"Şey... Bilirsin işte, kendimi yalnız hissediyordum. Acayip mutsuzdum. Şimdi düşünüyorum da biraz fazla abarmıştım galiba. Kendi kendime yenmeye çalıştım bunu, güya kendime güçlü olduğumu kanıtlayacaktım."
Omuz silkti. İşte bu kadar kolaydı. Bitmiş gitmişti anlatmıştı ne olduğunu, üstelik ağlamamıştı bile. Daha önceden mutsuzluğun paylaşılınca azaldığını söylerlerdi de inanmazdı ama şu an ona fevkalade gerçek geliyordu. Artık büyüklere güvenmeliyim. Mi acaba? Yine de annesinin öyle öğütleri vardı ki... Boşver bunu!
"İşte böyle. Ama şimdi gayet iyiyim." Sıcak çikolatayı işaret etti. "İyi geldi." | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek C.tesi 10 Mayıs 2008, 20:46 | |
| Kızın tepkileri izlerken kafasında acaba soruları geliyordu. Acaba fazla mı ileri gitti? Acaba gereksiz şeyler mi söylüyorum? Acaba ben salak mıyım? Acaba artık uykuya gitsek bende uyusam… Evcini geri çekilip de bitirdiği eserini gösterince aptal gibi boş bulup ayıldı, daldığı düşüncelerden. Pantolonuna biraz çikolata sıçratarak. Elinin tersiyle pantolonunu silkeledi. Aman yarın yıkanacak zaten… Sanki sen yıkıyorsun. Evet, hakikaten kim yıkıyordu bu öğrencilerin çamaşırlarını diye düşündü. Gözünün önünde duran küçük yaratığa bakarken ağzı açık ona baka kaldı. Hepsini bunlar yapıyordu. Tabii ki ya… Brooke evcinine teşekkür ederken Keiran’da cine bakıyordu. Masaya dayanan diğeri eşyaları toplayıp hemen kaybolmuştu, onlara baştan beri yardım eden ise eski işine geri dönmüştü. Brooke’la öylece oturup duruyorlardı. Acaba saat kaç olmuştu?
"Hayır. Ağlamadan konuşabilirsem -umarım- söyleyeceğim bunu. Sen beni buraya getirdin ve sana bunu söylememem gerekir. Gerçi çok saçma bir şey ama..." Kız konuşuyordu ama ne söylemeye çalıştığını anlamadı. Buna sebep uykusuz oluşu muydu yoksa başka bir neden mi bilemedi ama kalkıp ta bu saatte bunu sorgulayacak hali de yoktu. "Şey... Bilirsin işte, kendimi yalnız hissediyordum. Acayip mutsuzdum. Şimdi düşünüyorum da biraz fazla abartmıştım galiba. Kendi kendime yenmeye çalıştım bunu, güya kendime güçlü olduğumu kanıtlayacaktım." Herkesin kötü hissettiği zamanlar olurdu. Bunun nedenini deşmek salakçaydı. Zaten artık bedeni gecenin yorgunluğundan sıkılmış, uyku uyku diye inliyordu.
"İşte böyle. Ama şimdi gayet iyiyim. İyi geldi." Çikolatasını içiyordu. Keiran’da kendisininkinden birkaç yudum aldı. Ilınmıştı sıvı. Mutfakta bayağı soğuktu. Çünkü şimdi ocaklar yanmıyor, fırınlarda çalışmıyordu. Onların sıcaklığı yokken bir kış gecesi içerisi dışarıdan farklı değildi. Arkalarında bulunan bir şömine yanıyordu ancak ısısı istediği kadar kendisinin sırtına gelmiyordu. Bu arada sevgili kuzgunu Bree’ye gördü. Mutfağın tavanındaki kirişlerden birine tünemiş, oradan onları izliyordu. “Herkesin kötü olduğu anlar vardır. Benimde yok demem. Ama iç dökmek iyidir derler. Ferahlarsın… ki sende şimdi öyle görünüyorsun…” Kız ona bakıp tebessüm etti.
“Ayağın iyi artık sanırım.” Kız evet anlamında kafa salladı. Keiran’da sohbette tıkanmada bir numara olarak sustu. Sonra kızın esnemesini görünce elinde olmadan kendide esnedi. “Vaaoohm… Affedersin… Şey bittiyse seni kulene götürüyüm. Seni bilmem ama ben birazdan şöminenin dibindeki masaya kıvrılacağım bu gidişle…” Kendi boşalmış kupasını masaya bırakıp gözlerini ovuşturdu.
Kızın olumlu cevabı üzerine kalktılar. Evcinleri yakınların gelip kendilerine baktıklarını görünce Keiran onlara teşekkür etti. Yaşlı olan gene tavanın birini kapıp kafaya yapıştırınca, Keiran’ın gözleri fincan gibi açıldı. Bu halde Brooke’a bakıp hadi hadi diyen el işaretiyle onun acele etmesini istedi. Hemen mutfağın kapısından çıktılar. Keiran kapı kapanıp duvar eski haline gelirken evicinin taklidini yaptı. Brooke bir an gülmeye başlıyordu ki hemen eliyle kendi sesini susturdu.
“Deli gibiler ama… Neden vuruyor tavayla anlamadım. Yani ben sadece teşekkür etmiştim.” Fısıltıyla bunu söylerken koridoru kontrol etti. Merdivenlerde kimseyi görmemelerine ve Brooke’u sağ salim Şişman Kadın’ın portresi önüne kadar getirmiş olmaktan mutlu haldeydi. Az kaldı birazdan yatağıma kavuşacağım. Bekle beni uykucuğum! Brooke’a doğru bakarken elleriyle kulaklarını kapattı, “sen söyle ben dinlemeyeceğim şifrenizi” diye fısıldayıp arkasını döndü. Omzuna dokunan Brooke’dan dolayı arkasını döndü. |
| | | Aurore Eulalie Arceneau
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1077 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12207 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 08/03/08
| Konu: Geri: Üstesinden Gelebilmek Salı 13 Mayıs 2008, 22:51 | |
| Artık soğumaya yüz tutmuş, 'sıcak' deyip dememek arasında kaldığı sıcak çikolatasını yudumladı. Yavaşça... Sanki onu yavaş olmaya zorlayan bir şey varmışçasına. İçinde garip bir his vardı, daha önce karşılaşmadığı türden. Bu tuhaf hissin ne olduğunu içten içe merak etti. Boş kupasını az önce evcininin eşyaları yaığmak için kullandığı masaya bir 'tak' sesiyle koydu. Keiran'ın sesini duyuyordu hayal meyal. Başını kaldırıp çocuğu dinledi. “Herkesin kötü olduğu anlar vardır. Benimde yok demem. Ama iç dökmek iyidir derler. Ferahlarsın… ki sende şimdi öyle görünüyorsun…” Ses çıkarmamak için kendini kasarak derin bir nefes verdi. Az önce konuşurken biraz saçmalamış olabilirdi, bu yüzden oğlanın dediğini anlaması az da olsa rahatlatmıştı onu.
Yüzünü ani bir gülümseme kaplamıştı. Belki anlaşıldığı için, belki de çocuk duygularını gayet iyi bir şekilde yorumladığı için. Belki her ikisi de. Beyni sulanmış gibiydi. Gecenin artık epey bir ilerlemiş olmasından mı? Evet, bu olabilirdi. “Ayağın iyi artık sanırım.” Brooke evet anlamında başıyla onaylamadan önce hafifçe bileğini oynattı. Bileği aynen incitmeden önceki hali gibiydi. Evcinlerinin bu kadar iyi tedavi ettiklerini bilseydim bunu daha önceden yaptırırdım. Bunu düşünürken sıcak çikolatanın az da olsa azalttığı uykusu geri geldi. Esnemesini eliyle kapatmaya çalıştı ama pek başarılı olduğu söylenemezdi, çocuk görmüştü bile. Çaktırmadan saatine mi baksaydı? “Vaaoohm… Affedersin… Şey bittiyse seni kulene götürüyüm. Seni bilmem ama ben birazdan şöminenin dibindeki masaya kıvrılacağım bu gidişle…” Kendisi söylemeden onun söylediğine için için sevindi. Çok konuşkan olduğu günlerinden biri değildi itiraf etmek gerekirse. "Ah... Evet, ben de farklı değilim." Ayağa kalktı. Keiran'ı arkadan takip ediyordu."Dong!" Mutfağa ilk geldiklerinde, kendisi de oldukça perişan haldeyken çıkan sesin eşi yine çıkıyordu. Evcininin sert tavayı yine başına indirmekte olduğunu görünce tüyleri ürperdi. Ne bu? Evcinleri burada kendilerine teşekkür edilince böyle mi yaparlar? Keiran'ın şokla açılmış gözlerini ve kendisine oradan olabildiğince çabuk çıkmasını ifade eden elini görünce ikiletmeden iri adımlarla mutfaktan çıkıp meyve tabağına benzeyen heykelleri bulunan yere geri dönmüşlerdi.
Derin bir oh çekip taş duvara yaslanmak üzereyken Keiran'ı gördü. Oldukça yerinde bir evcini taklidi... Daha kendini tutamadan kahkahayı patlatmıştı bile. Dehşetle elini ağzına götürdü. Ama hala kıkırdamasına engel olamıyordu. Merlin'in sakalı! Bu gün herhangi bir profesöre yakalanmayı çok istiyorum galiba! Hala tereddütlü, gözlerini etrafta gezdirirken Keiran'ın fısıltısını duydu. “Deli gibiler ama… Neden vuruyor tavayla anlamadım. Yani ben sadece teşekkür etmiştim.” Brooke sadece başıyla onaylamakla yetindi, fısıldamaya çalışırken sesinin tonunu ayarlayamayıp bağırmaktan korkuyordu.
Sanki Şişman Kadın'ın portresine yaklaşıyorlardı. Şimdi sıcacık yatağı onu bekliyordu. Yatak mangalları... Onu da evcinleri yapıyordu. Keiran'ın taklidi aklına geldi tekrar ve gülmesini zor da olsa bastırdı bu kez. Çocuk kulaklarını kapatmış, “sen söyle ben dinlemeyeceğim şifrenizi” diyordu. Brooke yavaşça dönüp portreye bakınca ağzından ufak bir "Ah..." nidası çıktı. Şişman Kadın uyuyordu. Aklına geçen gün geç geldiği ve yine bu halde bulduğu Şişman Kadın'ı uyandırıp lanet olası şifreyi söylemek için çok uğraştığı aklına geldi. Bu gün olmaz! Sıcacık yatağım beni bekliyorken olmaz! Sinirle portreye yaklaşırken hala arkasını dönmüş öylece duran Keiran'ı gördü. Öylece durmasının bir manası yoktu. En azından o Şişman Kadın'ı uyandırana kadar. Çocuğun omzuna dokundu. "Korkarım ufak bir sorun var. Ben onu halledene kadar öyle durmana gerek yok." Eliyle portreyi işaret etti. "Uyuyor." Sanki kendi suçuymuşçasına vicdan azabı hissediyordu. Oğlan çok uykulu görünüyordu. Kayarcasına portrenin dibine gitti. "Hey, uyansana!" diye fısıldadı çaresizce. "Hadi ama!"
İçinde Şişman Kadın'ın aslında uyumadığı, sadece geç kaldığı için kendisine gıcıklık yaptığı gibi bir his vardı. Zira portrenin gözünün açılıp onu görünce tekrar kapandığını görür gibi olmuştu. Köpürmesine ramak kalmıştı. Profesörlerden birine yakalanmamak için bağıramıyordu bile. Sinirli sinirli portreyi tıklattı parmak boğumlarıyla. "Hadi bunda da uyanma bakalım." Sesi hissettiklerinin aksine gayet sakindi. Şişman Kadın artık uyanma vaktinin geldiğine karar vermişti belli ki. Uyanır gibi yaptı. Yüzünü buruşturdu ve kaşlarını çattı Brooke'a bakarak. "Bu saatte ne işin var dışarıda?" Sessizce portreye bakıp bir şey söylemedi. Sonra arkasını döndü. "İyi geceler... Keiran." diye fısıldadı çocuğa. Çocuk anlayıp arkasını dönerken ekledi: "Ayrıca teşekkürler." Tekrar portreye döndü. Şifreyi söyledi. Şişman Kadın yüzünü buruşturarak savruldu. Brooke sessizce portreden içeriye girerken ne kadar garip bir gece geçirdiğini düşünüyordu. Uyumadan önce son bir defa şiddetle esnedi. Bunları yarın düşünürdü... | |
| | | | Üstesinden Gelebilmek | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |