"Beklerken bir şeyler içelim dedim. Sen ne içiyorsun?" dedi Angelina, Fleur'a. O da kendini koltuklardan birine bırakmış, büyüyle oluşturduğu Solungaç Suyunu yudumlamaya başlamıştı.
'Hiçbir şey' anlamında kafa salladı Fleur. Canı pek bir şey istemiyordu bugün. Günün bu saatlerini de fazla sevmezdi zaten. Bir de evin boşluğuyla birleşince bir soğukluk hissi yaratmıştı Fleur'da.
Angelina da Fleur da bir süre sessizliğe daldılar. Kimi veya neyi beklediklerini net olarak düşünmeseler de her tıkırtıya kulak kesilip bir haber veya mesaj beklemeye başladılar. Yaklaşık yarım saat sonra önlerindeki masanın üzerindeki çiçeklerden yayılan ışıkla dalgınlıklrından sıyrıldılar. Biri Delacour Malikanesi'ne yaklaşıyor olmalıydı, ışık çiçekten geldiğine göre bir yoldaşlık üyesi olmalıydı bu.
Hemen ayaklanıp gelenin kendilerinden biri olduğunu kesin olarak anladıklarından sonra koruma kalkanını kaldırmaya girişti Fleur. Her şey tamam olduktan sonra, aralanan kapıdan başlarını uzatan Zed ve Tanya ile karşılaştılar. Zed ve Tanya, Fleur'un anne ve babasının çok eski ve sadık arkadaşlarıydı. Hiç çocukları olmamış bu orta yaşlı çift kendilerini tamamiyle Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na adamış, özellikle tecrübesiz üyeler için çok değerli birer örnek olmuşlardı.
Koşarak önce Tanya'ya, sonra da Zed'e sarıldı Fleur. Tanya, kısa, küt, simsiyah saçlara sahip, uzun boylu ve kemikli yapılı çok güçlü bir cadıydı. Kendisine kıyasla daha neşeli olan Zed'le mükemmel bir ikili olmuşlardı. Fleur'un anne ve babasının yokluğunda ona her zaman büyük destek vermişlerdi.
"Merlin aşkına kızım, neler oldu Fransa'da?" dedi Tanya aceleyle. Zed de salona geçmiş, Angelina'yla tokalaşıyordu. Tüm olanları konuşmak için birlikte salona geçtiler. Katılabilecek tüm yoldaşlık üyelerini beklemeye ve zaman geçirmeye çalıştılar.