Çiğle kaplı çimenlerin üzerinde oturuyordu. Elindeki uzun parşömenin üzerinden etrafa kayıtsız bir bakış attı, saate bakılırsa kahvaltıda olması gereken birkaç kişi etrafta dolanıyordu. Hogwarts’ın sınırları dahilinde olduğu sürece herhangi bir şekilde yalnız kalma şansı yok gibiydi. Kışın keskin soğuğu altın – kırmızı atkısını, cüppesini delip geçiyor, tüylerinin ürpermesine neden oluyordu.
Arkasından bir bağırma sesi geldi. Başını yana doğru hafifçe çevirerek sesin geldiği yere baktı. Birkaç kız ateşli bir tartışmanın eşiğinde görünüyordu. Sessiz bir ortam bulmanın nasıl bu kadar zor hale geldiğini düşündü. Acaba çok mu şey istiyordu? Gözünü tekrar parşömene dikmeden önce sıkkın bir tavırla başını iki yana salladı. Parşömen boştu. Bakmak sanki dolmasını sağlayacakmış gibi gözünü ondan ayırmadı. Bu parşömeni kısa bir sürede doldurmak ve Baykuşhane’ye çıkıp okulun baykuşlarından biriyle göndermek zorundaydı.
Kız, mektubunu çabuk yanıtlamasını rica etmişti son yazısında. Nedense... Çabuk olması gerekmesine rağmen hala mektuba başlamamamıştı. Kendi kendine kızdı. Eğer biraz daha gecikirse kahvaltıdan çıkan öğrenciler geçen günlere nazaran sıcak olan güzel bir pazar sabahının tadını çıkarmak üzere dışarıya çıkacaklardı. Bu da mektup hayallerinin tam anlamıyla suya düşmesi anlamına geliyordu.
Sağ elinde tuttuğu tüy kalemi özenle yanında duran siyah mürekkebe batırdı. Önüne çektiği parşömene yazmaya başlamadan önce bir an duraksadı. Şatodan gelen sesleri duyuyor gibiydi. Elinde olmadan kahvaltının bitip bitmediğini merak etti. Eğer bittiyse elini çabuk tutma zamanı gelmiş olmalıydı. Mektuba klasik bir açılış yaptı. Başladıktan sonra devamı da gelmişti. Bitirdiğinde parşömen kendine has, yana eğik elyazısıyla dolmuştu. Mektubu son bir kez daha okudu.
“Sevgili Jannetta,
Uzun zamandır senden mektup almıyordum. Mektubun baykuşunla birlikte geldiği akşamüstüne dek, açıkçası başına bir şey geldiğinden korkuyordum. Bu arada itiraf etmem geken bir şey var, baykuşun biraz huysuzdu, parmağımdaki yara hala geçmedi. Benden neden çabuk cavap vermemi istediğini bilmiyorum, ama bunu kurcalamayacağım. Bu mektubu sana elimden geldiğince çabuk göndermeye çalışıyorum.
Burada, Hogwarts’ta, her şey tuhaf bir düzen içinde. Bu mektubu yazmak için sessiz bir yer bulmak bile imkansız gibiydi. Hala senin boşluğunu doldurabilecek birine, hatta sana azıcık benzeyen birine bile rastlayamadım. Burada insanlar kötü değil ama senin gibi de değiller.
Beauxbatons’da işler nasıl gidiyor en ufak fikrim yok. Ama umarım iyi vakit geçiriyorsundur. Orada Orman Perilerinin yemeklere eşlik ettiği hakkında bir söylenti duymuştum. Sadece bir söylenti, gerçeklik payı var mı bilmiyorum. Ama artık orada olduğuna göre bu basit sorunun cevabını vererek beni aydınlatabilirsin.
Seni özlüyorum. Hogwarts’tan dışarı çıkamadığımdan seninle hep dolaştığımız sokakları göremesemde sanki her gün önünden geçiyormuşçasına hatırlıyorum. Mektupların bana sanki karşımda duruyormuşsun izlenimi veriyor. Ama yine de yerini doldurmasına imkan yok. Noel’de Londra’ya dönecek misin? Kısa bir süreliğine de olsa? Umarım gelebilirsin.
Etraf kalabalıklaşmaya başladığından, burada bitirmeliyim. Mektubunu çabuk yollamak için de. Kendine iyi bak.
Brooke.”
Elindeki parşömeni kıvırarak rulo haline getirdi. Mürekkebin kapağını dikkatlice kapatıp çantasına koyarken önündeki heybetli, kocaman gövdeli ağaçtan hışırtılar geliyordu. Brooke bunu umursamadı bile. Gölün etrafı şimdiden dolmaya başlamıştı. Ağactan hışırtılar gelmesi gayet normaldi. Kısa bir zaman sürecinde Baykuşhane’ye gitmeyi biraz ertelemeye karar verdi. Ortalık henüz o kadar dolmuş değildi, ayrıca mektubu bir kaç dakika geç gönderse bir şey fark etmezdi. Bacaklarını küçük bir çocuk gibi göle sarkıtarak rüzgarın uğultusunu dinledi. Bedenini gölde bırakmış, ruhu uzaklarda geziyordu sanki...
Rp Out: Gelmeyin.