O günlerde hayat bir başka boştu sanki... Günler geçmek bilmiyor gibiydi. Zihnini annesinden uzaklaştıracak hiçbir şey kalmamıştı sanki o dünyada. Başını çevirdiği her yer bomboştu sanki; sırf onu annesini düşünmeye, hayattaki en utanç duyduğu şeleri düşünmeye itmek için. Bunca senedir onu hiç etkilemeyen bir şey, büyüdükçe en büyük sorunu haline gelmişti; öyle ki artık tek düşünebildiği şey o olmuştu. Yanında ona destek olan kimse yoktu; zaten olması da beklenemezdi, zira kimseye söylememişti bunu. Söyleyemezdi de. Asla! Ama geçen günler acısını daha da arttırıyor, dayanılmaz hale getiriyordu. Brooke, ne zaman patlayacağını merak eder hale gelmişti sonunda.
Günlerin giderek daha da acımasız olmaya başladığı bir pazar günü, belki de haftalardır -dersler hariç- çıkmadığı yatakhanesinden çıkmaya karar verdi. Çünkü yatakhane ona bir nevi hastane gibi görünmeye başlamıştı. Hastanedden tek eksiği, yatakların arasında gezinen şifacılardı. Brooke kendini hızla yatakhaneden dışarı atarken yatağının üzerindeki mektup gözüne takıldı; o mektup orada bırakılmayacak kadar önemliydi. Mektubu cüppesinin kenarına sıkıştırırken zihni bir an her şeyden uzaklaşmış gibi oldu, ardından hepsi geri geldi. Bütün sıkıntıları... Brooke nasıl olup da boğulmadığını merak ediyordu, bütün bu olayların içinde. Son günlerde ruh gibi gezinen biri olup çıkmıştı, belki gerçekten de bir ruh olmuştu. Derin bir nefes çekti içine. Belki kendini muggle akıl hastanelerinden birine kapatmalılardı.
Ayak sesleri boş koridorda yankılanarak yürüdü öylesine; gizlenmiş kapılardan birinden geçti, merdivenlerden indi. Önüne bile bakmıyordu artık, boştu her şey, bomboş... Bir merdivenden daha iniyordu ki, vücudunun alt kısmında bir yere acı saplandı aniden. Sendeledi, hemen arkasındaki bir hileli basamağın içine gömülüyordu az kalsın. Ani bir sinirle, adeta çıldırmışçasına bir çığlık koparttı; ama çığlığı bile kulağına öyle hafif geliyordu ki! Yanı başında kendisinden büyük görünen bir kız durmuş konuşuyordu. Ama Brooke onu duymadı bile. Kızgındı. Kıza olmasa bile bu kızgınlığı, yine de birine patlamak, bir yandan da ağlamak istiyordu. Kendini yavaşça az önce üzerinde durduğu basamağa bıraktı. Artık yaşamak istediğinden emin değildi. Uğruna yaşadığı hiçbir şey kalmamıştı geriye. Hiçbir sevgisi kalmamıştı artık kimseye verecek... Oturdu, dolu dolu olan mavi - yeşil gözleriyle önüne bakmaya çabaladı. Kulağında bir kadın sesi vardı, bağırıyordu: "Beni anlamıyorsun!" Annesinin sesine bir başkasının sesi de karışıyordu sanki. Ama o daha ne olduğunu anlayamadan kesilmişti sesler, artık sessizlik hakimdi her yere...