|
| R. Sycorax'ın odası | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Allaryce Lena Malfoy
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 323 Yaş : 31 Kan statüsü : safkan Galleon : 12349 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 28/12/07
| Konu: R. Sycorax'ın odası Perş. 19 Haz. 2008, 11:39 | |
| Yeşil duvarlar ve halı kaplı zemin, tek kişilik bir yatak, ortada işlemeli kilim, özel eşyalar, kitaplar, portreler, eskimiş bir dolap, beyaz bir şömine ve büyük bir balkon...
Rocio'nun odasına girildiğinde göze çarpan şeyler bunlardı. Odaya sadelik ve garip bir hüzün hakimdi. Değişik manzara resimleri dışında, yatağının hemen üstünde anne ve babasının portresi asılıydı. Raflardaki kitapların çoğu tozla kaplıydı, şöminenin uzun zamandır kullanılmadığı belli oluyordu. Balkonda tahtadan iki adet iskemle vardı, sessiz geceleri izlemek için. İkinci kattaki odasından orman harika gözükmekteydi. | |
| | | Rocio Sycorax Malfoy Azkaban Kaçağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 974 Yaş : 35 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12346 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: R. Sycorax'ın odası Perş. 19 Haz. 2008, 13:21 | |
| '' Zaman geçtikçe artan ağaçlar,geride kalan kehribar rengi dünya onu geniş ama sığamadığı bir kafese kilitliyor gibiydi.Sanki ailesini sonsuza dek kaybediyormuş gibi defalarca kırıldı kalbi.Artık ne ile karşı karşıya olduğunu kestiremiyordu.O bambaşka bir dünya içinde kaybolurken kompartıman iyice doluyor,gereğinden fazla kişi tıklım tıklım oturuyordu.Iris ise keder ve acı dolu bakışlarını Aoife üzerine sabitledi.Gelenlerden çok memnunmuşcasına hepsini tek tek selamlıyor,gözlerini Iris`den kaçırıyordu.Ama nedense kızamıyordu,en aptal şeye bile sinirlenmesine rağmen sinirlenemiyordu.Vücudunun bir yerinden nefret,kin kanına karışıyor,damarlarında sinsice yayılıyordu.Her geçen saniye sevdiklerini ondan alıyordu,onu sevdiklerinden koparanlardan,buraya sürenlerden nefret etmesine neden oluyordu.İçindeki tüm mutlu anıları,tüm geçmişi nadide bir elmasın çok basit bir şekilde parçalanışını anlatan bir şekilde parçalanıyordu.Okula doğru yaklaşırken tüm kompartıman karanlık bir sessizliğe bürünmüştü.Takii koridorda ayaklanma,uğuldama başlayana kadar.O sırada Iris iç güdüsel olarak,kontrol edemediği,tiz bir ses çıkarttı.Ağlamaklı bir kahkaha.Iris,kendi kahkahasının o uğultu içinde nasıl çınladığını ve bir anda tüm kompartımanın kendisini izliyor olmasına pek önem vermedi.O sırada Iris oradaki herkesin içinde gizli şüpheler ve korkuların barındığını hissetti.Aoife`nin gülen gözlerinin altında bile nelerin yattığını görebiliyordu sanki. "Umarım bu aptal akşam çabuk biter.Tören gibi bir şeyler yapmazlar heralde.Öğrencilerin böyle uzun,bunaltıcı bir yolculuktan sonra yorulacağını tahmin etseler iyi olur.Daha fazla tantanaya gelebileceğimi sanmıyorum." O sırada bir çocuğun adalesiz ve zayıf kolları kompartımanın kapısına isteklice asıldı.Kapı o kadar ağırdı ki Iris daha fazla kapı gıcırdaması duymamak için çocuğa kapıyı açması için ayağı ile yardım etti.Çocuğa kompartımanın dolu olduğunu,üstümüze binmek için mi geldiğini yüzüne vurmak için bir vaaz vermeye hazırlanıyordu.Tabii içeri girenin bir çocuk değil bir sınıf başkanı olduğunu [bunu giyinmelerini söylediği sırada anlamıştı] anlaması uzun sürmedi.Cüppesi eskimiş,büyü ile de olsa yıkana yıkana rengi atmıştı.Çelimsiz omuzlarında emanet gibi duruyordu.Bir an için Iris çocuğu malikanelerinin ağırlarında çalıştırılan beslemeleri benzetir gibi oldu.Bir sınıf başkanı böyle ise binanın geri kalanını düşünmek bile istemiyordu.Yıpranmış cüppesinin üstünde bir amesist gibi parlayan amblem gözüne çarptı birden,cüppe o kadar eskiydi ki göze çarpmaması imkansızdı.Amblemin üzerinde bir aslan simgesi vardı.Şaha kalkan bir ata benziyordu.Renkleri şimdiden hoşuna gitmemişti. "Formalarınızı giyinmeye başlasanız iyi olur.Okula yaklaştık.Tren durduğunda ilk kompartımanın boşalmasını bekleyin.Bir kaza çıkmasını istemeyiz." Çocuk konuşmaya devam etmek istercesine Iris`e bakındı. "Yaklaşıyorsak bizi daha fazla tutma."Tükürürcesine cevap vermişti Iris.Çocuk bir anlık bir kibirlenme ile ağzını açtı.Iris ile bakışları buluşunca böbürlenerek kompartıman kapısını kapattı ve çıktı.
Express acemice bir sürüşün sonucunda durdu.Çıkardığı sesler Iris`e o kadar acı dolu geliyordu ki..Başkanların o kadar uyarmasına rağmen trenin durmasıyla gürültü,koşuşturma artmıştı.Kompartımanların kapısı hızla savruldu.Hızlı vurulan adımlar,oraya buraya çarpmalar bulundukları vagonu sallıyordu.Iris kalabalıktan uzak durmak istercesine kompartımanın gölge köşelerine doğru geriledi.Bir süre hiç düşünmeden,bom boş bir şekilde orada oturdu.Belki de uyumuştu ama o sırada olanları hatırlamıyordu bile.Birden ince,uzun parmaklı bir el bileğini sertçe kavradı.Aoife`nin elinden yayılan sıcaklık bir anlık güvensizliğini,esirlik duygusunu azaltmıştı sanki.Artık hayatında birilerine güvenmenin zamanı geldiğini biliyordu.Aoife`nin elini destek olarak kullanarak kalktı. "Sağol.Sanırım tren tuttu.Kendimi iyi hissetmiyorum.Mideme ağrılar saplanıyor."
Trenden çıktıktan sonra Iris`in başı hafifçe dönüyordu,serin havayı derin derin içine çekti,mutluluğu andıran bir sevinç,bir hafifleme vardı içinde,çok uzun zamandan beri ilk kez böylesine içten duygulara bürünmüştü,kendini ve acılarını unutmuştu,yeniden mutlu olabileceğini görmek onu hem şaşırtmış hem de sevindirmişti.Aynı zamanda korkutmuştu da.Trenin yanında geçirdiği o kısa bir süre içinde belleği kederin ağırlığı altında çökmüş gibiydi,niye orada olduğunu hatırlayamadığı anlar oldu,ilgisiz bir dikkatle etrafındakilere bakındı,gördükleri bir bütünlük içinde toplanmıyordu,her şey kırılmış bir aynadaki görüntüler gibi değişik parçaların içinde ayrı ayrı duruyordu,bütün görüntüler gittikçe yoğunlaşan o karanlığın içinde topraktan tüten bir buğu gibi gerçekliklerini kaybederek dalgalanıyorlardı.Ay ışığında büyüyüp koyulaşan gölgelerle birlikte etrafın ıssızlığı artıyordu,bütün duygularını kaybetmiş gibi gözüken ruhu yalnızca bu ıssızlığı algılıyor,o ıssızlık içini kaplıyordu.Kabaran gölgeler ve geceye hazırlanan bir gölün kimsesiz sessizliği bütün ruhuna yayılıyordu.Hayata ait bir şey görmüyordu burada,sanki içinde yaşadığı zamanın ve mekanın dışına çıkmış,bir başkasının kendini hiç ilgilendirmeyen bir rüyasının içine girmişti.Gerçeğe benzemiyordu gördükleri.Hiç kığırdamıyordu.Üşüdüğünün farkında değildi.Yalnızca kayıkların hareketlendiğini görünce aceleci bir şekilde bir adım öne atılmıştı.Aoife onu sıkıca kolundan tutarak hareket etmesini engellemişti.Kolunu tutan parmaklara itaat etmişti.
Kalın ve basit bir ses tüm karanlığını deldi geçti."Birinci sınıflar buraya! Herkes tamam mı, tamam kayıklara!" Hiç bir şey ifade etmeyen bakışları sesin geldiği yöne doğru seyirdi.Birinci sınıf öğrencilerinin yanında fazlaca iri duruyordu.Iris onun 'budala bir yarı-dev' olduğunu tahmin etmekte zorlanmadı.Yaşadığı yerin dağ eteklerine inip kimi zaman ormanlara zarar verirdi devler.Iris ise zamanını sürekli ormanda geçirdiği için onları görme fırsatı bulmuştu.Bu davranışı yüzünden defalarca cezalandırılmıştı.O ailesi için çok değerliydi ama hep ceza alırdı.O cezaları bile özler olmuştu.Basit bir iç geçirdi.Aoife`den sıyrılarak adama(!) doğru yürüdü.Üzerindeki kaba kumaş,ceketi andıran şey bile kendisinin iki katı kadardı.Sakalları ve saçları kullanılmaktan yıpranmış süpürge telleri gibiydi.En kuvvetli fırtınada bile oynamayacak gibi görünüyordu.Saçlarının düğümlenmesinden onları taramadığı çok belliydi.Kendisini iten sert ellerin arasında bir kayığa atladı.
Kayık ile suyu yararak ilerliyorlardı.Bulunduğu kayıkta Hagrid(ismini bir dördüncü sınıf öğrencisinden öğrenmişti)ve köpeği bulunduğundan kayık sıkça seyiriyordu,öğrenciler suya yuvarlanmamak için birbirlerinden destek alıyorlardı.Hepsinin suratında aynı ifade vardı.Yeni bir sene,bilinmeyen bir çok şey...Çekildiği köşede yavaşça oynadı.Kayığın ön kısmı kalın ve bereketsiz toprağı yavaşça yardı ve ilerleyemeden durdu. "Aptal çamur!Koskoca bir yedi yıl bu okula nasıl dayanacağım bilemiyorum.Ama ailemin bu aptal oyunu sürdüreceğini sanmıyorum..Bu da o şakalardan biri olsun lütfen..!!"
Yorucu bir merdiven yolculuğundan sonra büyük salona varmışlardı.Tavan aptalca bir şekilde büyülenmiş, yağmurlu bir hava motifi verilmeye çalışılmıştı.İçerisi kızarmış et ve anason kokuyordu.Gri taş karoların üstüne dört binaya ait masalar yerleştirilmişti.Salonun ön ucunda öğretmenler için iyi donatılmış bir masa bulunuyordu.Duvarlarda ünlü ressamlara ait olduğu anlaşılan çiğ renklerle parlak bir kağıda çizilmiş portreler asılıydı.Yine de bunların bir ressamın elinden çıktığına emin değildi.Bunun yanında salonda son derece rahatsız edici hayaletler dolanıyordu.O sırada seçim başlamıştı.Bir kaç kişiden sonra tanıdığı bir isim duyduğunu sanarak bir kaç kişiyi itti ve en öne geçti.Ama o öne geçene kadar taburede oturan kız masalardan birine doğru koşmuştu.
"Mérienne Iris" Uzun bir bekleyişin ardından isminin okunmuş olması hafiflemesine neden olmuştu.En önde olduğu için tabureye kolayca ulaştı ve oturdu.Başına şapkanın konulması ona sıkıcı bir sıcaklık vermişti.Bu durumdan rahatsız olduğunu belirtmek amacıyla yerinde kıpırdandı. "Bir Mérienne!Asırlar sonra.Atan olan Demonté`ye çok benziyor gibisin.Gizlice iyi iş çevirebildiğini görüyorum,sivri bir zekaya sahipsin.Özgün bir ruh.Başkalarına ve hiç bir yere bağımlı olmak istemiyorsun.İçinde parlayan intikam ateşini görüyorum.Keder,acı..Aynı zaman da cesursun da.Ama anladığım kadarı ile kötü ruhun bu cesareti o kadar gölgelemiş ki bu cesaret sadece intikam almak istediğinde ya da acı çektirmek istediğinde işe yarıyor.Sen hiç başkalarının iyiliği için parmağını bile oynatmaz mısın?Güvensizlik..Zarar vermek konusunda hünerlisin.Sanırım seni nereye koyacağımı biliyorum.Atalarının binaya gideceksin..!"
Elindeki kitabı oturduğu koltuğun öbür ucuna fırlattı Rocio. Sonra da ağlarcasına bir ses çıkardı ve ardından sinsi kahkahalara boğuldu. Kitaba iğrenen bakışlar attı. Sonra siyah şortunun cebine attı elini. Asasını kavradı ve bir an için kitabı yok etmeyi düşündü ama bu salak kitap için değmezdi. Ne de olsa daha on yedi yaşına gelememişti ve gelene kadar da okul dışında büyü yapması yasaktı. Ayrıca henüz Hogwart'a başlamamıştı bile, doğru büyüyü de bilmiyordu. Az önce bulduğu şu aptal kitaptaki hikayeyi neden okuduğunu hiç bilmiyordu. Hele de bu kadar fazla okumuş olması onu çok şaşırtmıştı. Hogwarts hakkında bilgi veririr umuduyla eline almıştı, ancak aptal ve şımarık bir kızın iç dünyasından başka bir şey değildi. En iyisi yürümekti, bahçede dolaşmak ona iyi gelecekti. Ayaklarını sürüye sürüye odasından çıktı. | |
| | | Rocio Sycorax Malfoy Azkaban Kaçağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 974 Yaş : 35 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12346 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: R. Sycorax'ın odası Perş. 19 Haz. 2008, 13:22 | |
| Dün Olanlar;
Sy bahçede dolaşmaktan sıkılınca Malikanenin dışına çıkmıştı. Biraz yürüdükten sonra Hızır Otobüs önünde belirmişti birden. Bir yerlere gitmek istediğini sadece içinden geçirmişti. Bindi, içeride sadece yaşlı bir teyze vardı. Sihirle örgü örüyordu, onu fark etmemişti bile. Muavin çocuk oldukça şapşal görünümlüydü. '' Nereye gidiyosun bu saatte? '' diye sormuştu sırıtarak, '' Saatten sana ne? Knockturn Yolu'na gitmek istiyorum. '' diye tersleyivermişti. Knockturn Yolu mu? Birden ağızından çıkıvermişti, evde adını duyamsına rağmen daha önce hiç gitmemişti. Çocuk anladığını belirten bir - hımm - sesi çıkarmış, tek kaşını kaldırmıştı. Ücret dercesine elini uzattığında neyseki Sy'ın cebiinde bir kaç Knut vardı. Bir anda otobüs öne fırlamış karanlık dar bir sokağın içinden çıkmıştı. Burası olmalıydı, otobüsün kapısı açıldı ve Sy bilmediği bir yere ilk adımını atmıştı. Bilmediği bu yerde dakikalarca dolaştıkttan sonra yağmur başlamıştı, eve gitmek istemeyen Sycorax boş harabe bir eve sığınmıştı. Korkunç olayları hatırlamak bile inanılmaz korku veriyordu ona. Sabaha kadar o evde baygın kaldıktan sonra hemen yine Hızır Ototbüsle Malikaneye dönmüştü. Kimseye görünmeden içeri girmeyi başarsa da, Bundy'nin onu görmüştü.
***
Soğuktu. Kulağına gelen sinsi, yavaş fakat kulak tırmalayıcı seslerle göz kapaklarını ağır bir şekilde kaldırdı. Uykunun verdiği sersemlemeyle masum bir şekilde etrafı süzdü ve başını tekrar yastığa bıraktı. Yarı açılmış yorganı tekrar kafasına kadar çekti. Dışarda tazyikli yağan yağmur uyumasına izin vermiyordu sanki. Bir kere daha göz kapaklarını kaldırdı ve yarı rutubetli gibi görünen duvarları süzdü. Ellerini yavaşca kaldırarak gözlerini ovaladı. Tamamen uyanmıştı. Bundan sonra da uyumak mümkün olamazdı zaten. Yatağında doğruldu ve odaya yayılan gürültüyü dinlemeye başladı. Bir süre sonra tamamen giyinmişti. Pencereye yaklaştı.Saat öğleyi geçiyordu, bunu güneşin konumunda anlamıştı. Biraz pencereden dışarı baktıktan sonra pencerenin iki kanadını açtı, kafasını dışarıya uzattı ve derin bir nefes aldı. " Ohh.. " dedi. Kendine hakim olamadan. Sonbahar yağmurları tam zamanında gelmiş diye düşünmeye başladı. Gerçektende öyleydi. Uzun bir süre onu idare edecek yağmura tam zamanında kavuşmuştu. Birden Sy' ın dikkati dağıldı. Kapı üç kere tıklatılmıştı.
Tık. Tık. Tık...
" Kim o? " dedi Rocio. " Ehehm. Ben, Gelecek Postanızı getirdim efendim. " Bu cırtlak ses Bundy'e aitti. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştı. Kapının kolunu eliyle sıkı bir şekilde kavradı ve aşağıya doğru bir hamle yaptı. Ahşap kapı açılmıştı. Kapının açılmasıyla birlikte içeriye yemek kokuları gelmişti. Elini cinin kolunda duran bir düzine gazeteye uzattı. İçlerinden birini alarak; " Gidebilirsin.. " dedi. Tam kapıyı kapatacaktı ki, '' Dur, söylemeyi unuttuğum birşey var.. Bu sabah geldiğimi kimseye söylemedin değil mi Bundy? '' Cin eğri kulaklarını gözlerine siper edercesine büktü, tiz bir sesle '' Hayır, küçük efendi... Bundy kimseye söylemez merak etmeyin efendim! '' dedi yerlere kadar eğilerek. Sy kapıyı sertçe Bundy'nin yüzüne kapattı ve yatağına oturup Gelecek Postasına bir göz attı. Her zamanki gibi gazetede önemli hiçbirşey yoktu. Aklı başında olan biri zaten Gelecek' in yazdıklarına inanmazdı neredeyse hepsi yalandı. Yağmur yavaş yavaş sağanak halini almaya başlamıştı. Bir şeyler yemeliydi, acıktığını hissediyordu. Mutfağa göz atamaya karar verdi. | |
| | | Rocio Sycorax Malfoy Azkaban Kaçağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 974 Yaş : 35 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12346 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: R. Sycorax'ın odası Perş. 19 Haz. 2008, 13:22 | |
| '' Pencereden gelen yakıcı gün ışığıyla uyanmıştı Sy her sabah olduğu gibi. Ama bu sabahın diğerlerinden farkı vardı; Hogwarts’a başlangıcının ilk sabahı –gün de sayılabilirdi-. Yıllardır beklediği bu an sonunda gelmişti, tüm ailesinin zevkle anlattıkları Hogwarts’ta benzer duyguları ve heyecanları o da yaşayacak, büyüler öğrenecekti. Sadece “büyüleri öğrenme” işi Sy'ı heyecanlandırıyordu. Yeni kişilerle tanışacak, ilginç sihirli yaratıklar görecekti. Kesinlikle bir Syltherin'li olacaktı, ailesine yaraşır bir öğrenci hatta sınıf başkanı.. Hogwarts’ı düşünmekten uyuyamamıştı. Uyandığında gözleri kısıktı hala. Gözlerini ovuşturdu, canı hala uyumak istiyordu ama beyni ona kalkmasını emrediyordu. Üstündeki çarşafı attı ve yataktan kalktı...''
Aradan 7 sene geçmesine rağmen Hogwarts'ın onun için yeni başladığı sabahı dün gibi hatırlayabiliyordu. Oldukça başarılı bir öğrenci olmuştu, Slytherin'in için çok şey başarmıştı. Gerçeken çok şey öğrenmişti, kendisi için de yeterince iyidi. Hiç bitmemesini istemesine rağmen zaman su gibi akıp geçmiş ve bir kaç ay önce mezun olmuştu. Aslında Bakanlık'da çalışmaya başlayabilirdi, ya da farklı bir işte.. Ama profesör açığı vardı, hem Elw de istiyordu gitmesini hem de kendine kopamıyordu Hogwarts'dan. En azından bu sezonluk profesör olarak tekrar ikinci evine dönecekti. Evet, bugün Bitkibilim Profesör'ü olarak sayıldığı ilk gündü, resmen işi kabnul etmişti. Heyecanlıydı, istekliydi ama aynı zaman da kaygılıydı. Daha 18 yaşına yeni basmıştı, açıkcası gözünü korkutuyordu tüm bu diplomasi. Neyseki tüm bunları düşünmek için bir haftası daha vardı, omuz silkerek yatağından kalktı ve bir süre pencere kenarında oturup o günün planını gözden geçirdi. Önemli bir işi yoktu bügun, değişik bir şeyler yapmak istiyordu ama aklına bir şey gelmiyordu. düşünmeye başladı ama midesinin guruldusu aklını bulandırıyordu. Kendini odadan attıp bir şeyler yemeğe gitti.
***
'' Rocio! '' Kulağına fısıltı halinde gelen ses öyle büyüleyiciydi ki, tıpkı müzik gibiydi. Armoni gibi, melodi gibiydi. Kimin sesiydi bu? Birinin sesine benziyordu; kendi sesine. Kendi kendine seslenemezdi ki? Gözlerini hafifçe araladı. Midesi yanıyordu sanki. Derin derin solumaya başladı, gözlerini tamamen açmaya çalıştı. Esen hafif rüzgâr tüm vücudunu okşuyor, ürpermesine neden oluyordu. Çıplaktı. Çırılçıplaktı ve bunu anlamak için üzerine uzandığı –ya da yatırıldığı dersek daha iyi olur- tahta zeminin vücudunun çeşitli yerlerine batan kıymıklarına gerek yoktu. Zaten kıymıklar da vücuduna değil ruhuna batıyordu, kalbine. Neredeydi? Başında duran ve kendi sesine sahip kişi kimdi? Neden yattığı yerin hareket ettiğini hissediyordu? Neden çıplaktı ve en önemlisi kim getirmişti onu buraya? Garip bir biçimde korkmadığını fark etti ve bulanık gören gözlerini ovalayarak doğruldu. Başında duran siyah saçlı kızı görünce ister istemez şaşırdı ve oturduğu yerden geri çıktı. Zaten bulundukları sal çok küçüktü. Kız ise kendisinden başkası değildi. Uzun saçları, iri, parlak, lacivertmsi gözleri, dolgun kırmızı dudakları… Evet, bu kız ta kendisiydi. Yine de hala korkmuyordu, korkamıyordu. Çıplak vücudunun mahrem yerlerini eliyle örtmeye çalıştı önce fakat hemen vazgeçti bu aptalca fikirden. Etrafına baktığında şaşkınlıktan az kalsın küçük dilini yutacaktı. Gökyüzü masmaviydi, tek bir bulut yok ve deniz… Uçsuz bucaksız, sonu görülmeyen belki de olmayan sığ sular. Hiç hareket yoktu. Canlı yaşamına dair kendilerinden başka hiçbir şey… Ne gökyüzünde görmeye alışkın olduğu kuşlar ne de denizde ufacık bir kıpırtı, bir dalga… Etrafa bakmayı kesti ve bulunduğu sala bakmaya başladı. Derme çatmak, gelişi güzel odun ve tahta parçalarının birleştirildiği bir saldı işte. Eski bir şey olduğu belliydi ve Sy bu aptal salın içinde terk edilmişti tanrı tarafından. ”Tanrı hala cennette!” dedi ‘öteki’. Ona baktı bu sefer, kendisi olduğuna inanmayarak, inanamayarak. O da çıplaktı ve Sy'a gülümsüyordu. Tatlı, anaç ve bilgiç bir tebessümdü bu. ’Her şey yolunda.’ der gibiydi gözleri. Nedense huzur duyduğunu hissetti, bundan dolayı kendinden utanç duydu. ''Kimsin sen? Neden buradayım? Neler oluyor?'' Sesinde annesini kaybetmiş küçük bir çocuğun çaresizliği vardı. Acıyordu içi ya da acı sandığı bu şey kendi içindeki karanlığı keşfedişti. Evet, kendi içindeki karanlığı keşfetmişti. Acemisiydi ama henüz karanlığın. Alışacaktı zamanla ona da. Öteki ise gülümsemesini hiç silmedi, sadece gözleri hafifçe kısıldı ve sefil bir yaratıkmışçasına baktı Sy'a, kendine. Acıyordu ona, belliydi bu. Hiçbir şey bilmeyen, yeteneklerinin ve yapabileceklerinin farkında olmayan, sürekli tanrıdan bir şeyler bekleyen fakat beklentilerini gerçekleştirmek için kılını bile kıpırdatmayan zavallının tekiydi. Evet, hep beklemişti Sy, hiç çabalamamış. Belki bu yüzden terk etmişti onu tanrı. Sy'a doğru hamle yaptı öteki ve hemen karşısına bağdaş kurarak oturdu. ”Rahatla! Burada bizbizeyiz!” dedi içten bir sesle öteki Sy. Tek kelime etmeden toparlanmaya çalışarak aynı şekilde bağdaş kurdu. Karşı karşıyaydılar, ikisi de aynıydı, tamamen. Öyle ki aynadaki yansımasına bakıyor gibi hissetti kendini. ”N-Nasıl?” diyebildi güçlükle karşısında duran kendisine bakarken. Aslında aynı değillerdi tamamen. Görünüş açısından belki ama karakterleri farklıydı. Siyah fon üzerinde yaşanıyordu hayatı fakat herkes o siyahı gökkuşağının yedi rengi olarak görüyordu. Karanlık ruhuna, benliğine işlemişti, bütün olmuştu onunla. ”Unuttun mu? Ben senim, sen de ben! Beyninin içindeyim, ruhunun en gizli köşesindeyim. Ben senin hep karanlığında doğdum Sy. Ben senim, sadece daha karanlık daha ürkütücü daha tehlikeliyim. Hep yapmak istediğin ama korktuğun için yapamadığın şeyleri yapan kişiyim. Güven bana, ikimiz dünyayı bile değiştirebiliriz.” Oturduğu yerden hareket bile edemedi. Sadece bakıyordu diğerine, şaşkın, ürkek ve gerçek bir zavallı gibi. Yutkundu zorlukla ve elini çekti hemen onun elinden. Burun burunaydılar. ”Hayır, hayır! Sen ben olamazsın!” diye feryat ederken Sy diğeri onu susturdu ve gözlerini kapattı. Nedensizce hiçbir şekilde karşı gelmiyordu. ”Sakın korkma ve beni bekle. İhtiyacın olduğunda yanında olacak tek kişi benim!”
Cuup..Vücudu yavaş yavaş batarken sığ sulara hareket etmiyordu, edemiyordu. Korkmuyordu da, öteski Sy öyle demişti ya. Hem beni bekle dediğine göre o da gelecekti. Yalnız işin garip bir yönü vardı; Sy yüzme bilmesine rağmen batıyordu.Yine de şimdi bunu pek önemsemiyordu ve garip bir biçimde denizin altında nefes alabiliyordu. Aniden açtı gözlerini. Karanlık, hiçbir canlı belirtisi olamayan deniz… Balık mı olmuştu? Hayır, imkânsızdı bu! Gözlerini kapattı tekrar. Sıkıca yumdu. Denizin dibini boylarken hiçbir şey düşünemiyor, nefes alabiliyor ve korkmuyordu. Gözlerini tekrar açtığında bir banyodaydı. Kırık fayanslar, kirli yerler, çamurlu lavabo, küvet demeye bin şahit isteyen bir küvet bozuntusu…Küçücük bir banyoydu burası. Berbat kokulu, klozeti tıkanmış... Hala çıplaktı ve bastığı yerin pis olması onu huzursuzlandırıyordu. Tek sorun o da değildi. Soğuktu ve üşüyordu. Islak olan vücudundan damlayan sular yerdeki fayansa düşüyor ve çıkan ‘pıt pıt’ sesleri Vera’yı deli ediyor, huzursuz ediyordu. Loş ortamda aniden omzunda bir el hissetti ve irkilerek döndü. Diğer Sy ile karşı karşıya geldiklerinde ‘öteki’ kendinin yüzünde sadistçe bir gülümseme gördü. Omzundan çekilen el nereye gideceğini çok iyi bilerek lavabonun hemen sağ üstündeki elektrik düğmesine gitti. Işık gözüne çarptığında önce hafifçe kısıldı gözleri fakat zamanla alıştı. Zaten ışık da kesik kesik yanıyor ve fazla aydınlatmıyordu. Diğeri kendisine merakla bakan Sy'ı tuttu tekrar omuzlarından ve arkasını çevirdi onun. Küvetin hemen üstünde, tavana ayaklarından asılmış olan baygın adamı gösterdi. Vücudunda işkence gördüğüne dair kanıtlar, yer yer kan ve morluklar vardı. ”Şimdi dediklerimi iyi dinle ve hemen uygulamaya başla. Sakın sesini çıkarma ve küvete gir! Ardından bekle ve tekrar ediyorum, sesini asla çıkarma! Bu sadece bir aşama. Arınman için… Kulağına fısıldadığı sözlerden sonra ağızını kapayan ellerini hafifçe gevşetti ve Sy'ın bağırmayacağından emin olduktan sonra tamamen bıraktı. Sy ise tek kelime etmeden dediklerini yapıyordu. Sanki onun sözleri büyülüymüş de Vera’yı her dediğini yağmaya ikna ediyormuş gibi. Küvete girdi ve korkuyla bekledi. O esnada öteki, nereden aldığını göremediği uzun bir bıçakla küvetin yanına yaklaşmıştı. Küvetin içindeki genç kız şaşkınlıkla neler olacağını bekliyordu. Hem korkuyor hem de merak ediyordu. İstiyor muydu? Evet, kesinlikle… Ne olacaksa olsundu artık. Diğeri hafifçe parmaklarının ucunda yükselerek baygın olan adamın kuyruk sokumuna dayadı bıçağı ve acımasızca bir anda omuriliğine kadar kesti. Sy o anda fark etti, onun babası olduğunu. Yine de kılını bile kıpırdatmadı. Gérard yıllar önce ölmüştü, cesedi toprağın altında çürüyüeli bu kadar zamangeçmişken o babası olamazdı. Ardından gözlerini kapattı ve o berbat sesi duydu. Gözlerini tekrar açtığında sanki duşun altındaymış gibi kan akıyordu vücuduna. Başını hafifçe yana çevirdi ve babasının kopmuş başını gördü, aldırmadı. Akan kanın altında yıkandı sanki duş alıyormuş gibi. Saçlarını, vücudunu, mahrem yerlerini… Her yerini yıkadı, kutsanıyormuş hissine kapıldı. Küvet dolduğunda diğeri ona uzanmasını söyledi. Yaptı, küvete uzandı boylu boyunca. Arınıyordu, arındığına inanıyordu. Diğeri de başında diz çöktü ve ellerini birbirini kavuşturarak bir şeyler söyledi, anlayamadığı. ”Kirlenenleri gören gözlerin sahibisin, oluk oluk kan çağıranları, toprağa kana boza yazanları, beyinsizliğin ve pisliğin göbeğinde, gerçeğe bir nebze olsun yakınlaşmayanları -ki gerçeğe yakınlaşmanın bilinmediği beyinler bunlar. Onlar ki unutanlar özlerini, onlar ki ibadetlerine dâhim mutlaklıklar döşeyenler, onlar ki katılığın ortasında kap katı, akı' nedir bilmeyenler. Ve lanettir ki seni isterler; bedenen ve ruhen. Cehennem sensin…”
***
'' Efendi? '' Sy irkilerek doğrulmaya çalıştı, üstüne doğru eğilmiş ev cinine gördü. Bundy korkmuş görnüyordu, sonra etrafına bakındı. Merdivenlerdeydi, anlaşılan düşmüştü. Kim bilir ne zamandır baygındı. Başı çok ağrıyordu, çarpmış olmalıydı. Baygınken gördüğü şey neydi peki? Ev cini onu çekiştirmeye çalışıyordu; '' Düştünüz efendi, yatmalısınız.. '' Cine lanet okuyarak ama bir yandan da ondan ayrdım alamaya devam ederek tekrar odasına döndü ve yatağa uzandı. Bundy arkasındaki yastıkları düzelterek beline destek sağlamıştı. Sonrada ortadan kaybolmuşttu, Sy gittiğini sanarak sevinmişti ki Bundy elinde bir tepsiyle geri döndü. Ah elbette hala açtı, tepsiyi cinin elinden alarak '' İyiyim, gidebilirsin.. '' dedi ve tepsisine dikkatini verdi. Görüğü bu garip rüya o anda aklından silinip gitmişti bile, unutulmaması gerekenler yitip gitmişti. | |
| | | Rocio Sycorax Malfoy Azkaban Kaçağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 974 Yaş : 35 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12346 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: R. Sycorax'ın odası Perş. 19 Haz. 2008, 13:23 | |
| ” Dişlerinin arasına aldığı asasından yayılan ağaç özünün acı tadı yüzünden midesi bulanıyordu. Diz çökmüş halde ayakkabısını bağlayan Sy asasını kullanmasını bilmediği halde nasıl cebine koymayı akıl edemeyiş olmasına şaşıyordu. İstasyondan inerken iri bir adamı takip etmişlerdi. Aslında ona garip bir sempati hissetmişti. Ama onun etrafına verdiği izlenim olan korkunçluk şu anda daha baskın olduğundan elinden geldiğince ondan uzak duracaktı. Hem ayrıca koca adamın Dev kanı taşıma ihtimali yüksekti. Ailesi çok masalını anlatmışlardı devlerin. Gerçi iddialarına göre birçoğu gerçekti bunların. Oysa Sy şimdiye kadar devlerin varlığına bile inanmamıştı ki. O, mantığa önem verirdi. Mantığa ve akla... Ancak bu onun çok da zeki olduğunu göstermezdi. Belki aklına estikçe hırs yapardı. Ama bunu tutku duyduğu şeylere yapardı. Şu anda tutku duyduğu bir şey yoktu. Belki dersler başlayınca olurdu kim bilir? Ayakkabısının bağını bağlayınca ayağa kalktı. Asasını dişlerinden alıp cebine yerleştirdi. Epeyce geride kalmıştı. Bu yüzden ağzındaki acı tadı tükürüp koşar adımlarla öndeki kafileyi takibe koyuldu. Kayığa binip karşıya geçme zamanıydı şimdi. Göl kıyısında ayakları uzun çalılıklara takılıp tökezleyenleri fark etti. Dikkatli yürümeliydi. Bu yüzden koşmayı bıraktı ve dikkatli adımlar atmaya başladı. Kıyıya son anda varmıştı. Kendisini geç kaldığı için azarlamasını bekledi birilerinin. Ancak öyle olmadı. Hafiften başlayan yağmur göl yüzeyinin daha da beter tehdit edici görünmesine sebep oluyordu. Kayığa binerken gölde bir hareketlenme fark etti. Gökyüzü simsiyahtı. Ay ışığı bile görünmüyordu. Siyah cübbeli öğrencilerin ellerindeki fenerler dışında ışık yoktu dolayısı ile. Hafiften korku hissetti. Ancak bu kayığa binmesi için engel değildi. Ölüm kavramı onu korkutacak bir şey olmaktan ziyade bambaşka bir anlam kazanmıştı çünkü. Bu yüzden bu gereksiz korkudan şimdi hemen arınmalıydı. Bu cesaret değildi. Sadece saçma bir unsurdan kurtuluyordu. Eğer kocaman gölden geçeceklerse önlem de almışlardı. Hem burada sadece birinci sınıflar yoktu. Her biri olağanüstü büyü becerilerine sahip yedinci sınıflar da göze çarpıyordu. Ama işin garibi şu bindiği kayıktaki öğrenciler en fazla on beş yaşında görünüyorlardı. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Canavarlı göller hakkında çok kitap okumuştu ama onların Hogwarts gölü hakkında bilgi veremeyecek saçma sapan öyküler olduğunu düşünüyordu.
Derken kıyıya vardı. Ayağı yumuşak toprağa basınca derin bir nefes aldı rahatlamış halde. Bu nefese içindeki tüm kaygıyı silip süpürmüş, başına hoş bir dönme vermişti. Taze havanın etkisi kadar bunda sonunda yere basmanın etkisi de yok değildi. Anlaşıldığı üzere Sy'ın suyla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Tabi banyolar ve içecek olması dışında. Ne yüzmeye ne de kayık gibi su taşıtlarına hevesi vardı. Az önceki kadar büyük olmasa da burada da epey çalılık vardı. Buranın kale gibi olduğunu düşündü bir an. Ulaşılabilir en kolay yeri sularla çevriliydi Hogwarts arazisinin kalabalıkla giderken araziyi tanımaya çalışsa da pek bir şey göremedi. İçine garip bir heyecanın yerleştiğini hissetti. Ardından diğer öğrencilerden ayrılıp okulun girişine geçtiler. Oldukça geniş bir yerdi burası. Biraz beklemeleri gerekiyordu. Etraftaki öğrencilerin davranışlarını inceliyordu. Şimdi kimliksiz ve aynıydılar ama trende ettikleri ufak sohbete göre birazdan ayrılıp renklenecek, kimlik kazanacaklardı. Kendi kazanacağı kimliği merak etti bir an. Hem de büyük bir meraktı bu öyle böyle değil. Ve merak her zaman onun benliğinde olan bir şeydi. Girişin ihtişamlı merdivenlerinden büyük bir salona geçtiklerinde bu merakın daha da korkunç bir hale gelmesi bir oldu. Etraftaki renk renk flamalar ve buna tezat oluşturacak simsiyah cübbeli büyücüler vardı. Kahverengi tahtadan masaları görünce içinde ilginç bir heyecan hissetti. Şimdi onlardan birine oturacak binası belli olunca geçen sene mezun olmuş olanların yerine başka bir masaya geçecekti. Elinde olmadan yüzüne bir tebessüm yerleştirmişti. Siyah gözleri hummalı bir heyecanla parıldıyordu. Binasını çok merak ediyordu. Bilgi aşığı Ravenclaw mı olacaktı? Yoksa adaletin en yoğun olduğu bina olan Hufflepuff mı? Ya da sözde cesaret kavramını kanlarını kaynattığı Gryfindor mU? Kendini onların arasında göremiyordu. Ailesinin tüm fertleri gibi kendine yakışır olan Slytherin'di. Ama gene de seçmen şapkaydı bu. Dediklerine göre herkes beklediği binaya gitmiyordu.
İsimler okunmaya başlandı. Sy nefesini tutarak kendi adı mı diye dinliyordu her isimi. Giderek sabırsızlanmaya başlamıştı. Ama yapacak bir şey yoktu. Burada oturup beklemek ve adının bir an önce okunmasını dilemek dışında... Giderek daha da heyecanlanıyordu. Yüzüne yayılan tebessüm kaybolup ciddi bir ifade almıştı. İsminin okunması üzerine masadan kalkan kız isminden kat be kat ilginçti. Onun nesiydi bu kadar ilginç olan? O altın bukleli, kısa, kıvır kıvır saçları mı? Yoksa kalkık dudakların, yeşil gözlerle bütünleştiği o mükemmel yüz mü? Hayır dikkatini çeken bu değildi. Onun gözlerindeki ürkütücü karanlık ilgisini çekmişti. Nedenini anlayamadığı aşırı güven. Onun uzak durulacaklarda mı yoksa tanımaya değer olacaklardan mı olduğunu kavrayamamıştı. Yaydığı karanlık etkiye bakılırsa birinci ihtimal ve ikinci ihtimal de yenişemeyecek kadar güçlüydü. Her ne ise. Sonuçta ilgisini çekmişti. Onunla bir şekilde konuşacak ve gözlemleyecekti. Sonrası ona bağlıydı. Yanında duran çilli, kızıl saçlı erkek öğrenciye döndü. Onu trende görmüştü. Ancak çok fazla konuşmamıştı. Birden seçmen şapka bağırdı. ''Slytherin!'' kızın gerçekten hak ettiği binaya gittiğini düşünerek yanındaki çocuğa tekrar döndü. Konuşmayı düşünüyordu ki o gidip seçmen şapkaya oturmuştu bile. Kendi aptallığına güldü. Yeni bir dille düşünmeye başlayınca ister istemez bebekliğine dönüyordu. Çocuğun binası okundu. ''Ravenclaw!'' Sy omuz silkti, eğer bir Rav ise konuşulacak biri değildir demekti.
'' Rocio Sycorax Malfoy..! ''
İşte adını duymuştu. Derin bir nefes alarak yerinden kalktı. Garip bir gurur duyuyordu. Sanki seçilmeyecek ödül alacaktı. Adımlarını hızlı tutuyordu. Bir yandan da saçma salak gözükmemek için dikkatli ve dengeli de tutuyordu hızını. Yavaş adımlar atmaya başlamıştı seçmen şapkanın başına konulacağı tahtadan sandalyeye yaklaşırken. Başına konulacak sivri şapka ona bir çizgi filimde izlediği ceza yöntemini anımsattı. Bu cezaya göre sorusunu bilemeyen tembel öğrenci tabureye oturtuluyor ve kafasına sivri ve üzerinde aptal yazan bir külah geçirtilerek tüm sınıfa ders boyunca rezil ediliyordu. Bu durum cezaya uğrayan öğrenci açısından son derece acıklı olsa da Vlad için büyük bir komediydi. Özellikle bu duruma kendi düşeceği için tam bir durum komedisiydi. Sandalyeye otururken ağzını gülmemek için büzmüştü. Seçmen şapka başına yerleştirince bir ciddiyet kapladı onu. Kafasının içinde bir ses duyuyordu. Bu yüzden biraz ürkmüştü. En nefret ettiği şey aklına hükmedilmesiydi. Ve bu çirkin paçavra direk beynine konuşuyordu. Ürkmemek elde olan bir şey değildi. ''Hımm çok hırslısın. Kendine güvenin tam, zekisin de.. '' Şapkanın beyninden geçenleri sinir bozucu bir vakummuş gibi emmesi biraz midesini bulandırmıştı. Yüzündeki tebessüm hepten yok olmuş kaşları çatılmıştı. Şu anda şu masada oturan profesör olduğunu tahmin ettiği adam kadar suratsızdı. Ya da diyelim şu iri cüsseli adam kadar. Elw ile göz göze gelmişlerdi, kuzeni heyecanla ona bakıyordu. Bir an önce bu pis şapkanın başından çıkmasını diliyordu. ''Tamam sakin ol küçük kız. Şimdi açıklıyorum.'' derin bir nefes aldı. Binası nihayet belli oluyordu. Şapkadan ne kadar rahatsız olduğunu unuttu o an. '' Slytherin! '' Başından şapkayı söker gibi çıkarıp yerinden kalktı. İstemediği bir bina değildi. Ve kendisini alkışlayan öğrencilerle dolu masaya yürüdü. ”
Günlüğün hafif ıslanmış sayfalarındaki satırların sonuna gelmişti. Eliyle gözündeki yaşları sildi. Yavaşça elinden kenara bıraktı günlüğünü.. Hogwarts'a ilk adım attığı günden bahesdiyordu okuduğu bu satırlar. Tekrar o güne dönmek ve herşeyi yeniden yaşamak o kadar isterdi ki.. Hiç iyi birşey yoktu hayatında, gördüğü garip rüyalar, Domuz Kafası'nda konuştuğu adam.. Eskiden de böyle şeyler olurdu; Yasak Orman'da annesini görmesi, seneler sonra gelen mektup, Knockturn Yolu'ndaki ev.. Ama şimdi bu olaylar iyice artmıştı, kendini berbat hissediyordu. Her an ölüm korkusu içindeydi, belki de daha kötüsü. Üstelik yapayanlızdı, kendi başınaydı. Korkuyordu, ilk kez bu kadar korkuyordu. Duvardaki antika saate takıldı gözü birden. Akşam yemeği saati geliyordu, burda fazla oyalanmıştı. Geri Hogwarts'a dönmeliydi, pelerinin aldı ve odadan çıktı. | |
| | | | R. Sycorax'ın odası | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |