Bir insanın başından geçebilecek en kötü olayları olanca yoğunluğuyla yaşamıştı Emmeline. Olup olabilecek en kötü geceyi de atlatmış, biraz yalnız kalmak, sakince kendini dinlemek istiyordu. En yakın iki arkadaşının ölümünün yasını bile tutamıyordu, intikam duygusundan. Ve her şey o kadar üst üste gelmişti ki artık o çok güvendiği mantığı ve kişiliği bile yerinde değildi tutarlı olarak. Düşünebilmek istiyordu sağlam kafayla. 'Yas' tutmak istiyordu.
Lamar için yas tutulamazdı, güneşe gömülmüştü o. Ruhunu, bedenini teslim ettiği yerdeydi. Her şey net'ti. Belki de bu yüzden kahretmiyordu onun ölümü, sadece özlüyordu Emmeline.
Ama Angelina.. Onun hakkında konuşmak, geride bıraktıklarına sahip çıkmak, olanları çözmek, anlamak, netleştirmek istiyordu. Aklına gelen kızıl saçlı etkileyici silueti bile ruh sağlığını bozabiliyorken, o gerçeklerin üstüne gitmek istiyordu. Bu yüzden onun hayattayken değer verdiği insanlarla konuşmak istemişti. Şimdi Johnson Köşk'ünde, onun eski yasal varisi olduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerdeydi. Lea'yla konuşmak için. 'Zavallı Lea, kardeşinin ölümü onu çok yıpratmış olmalı' diye düşündü.
Emmeline Fleur'a malikanede çıkmamasını tembihledikten sonra, odasına çıkıp üzerine siyah bir pelerin sarmıştı. Aynaya baktığında pek de alışık olmadığı bir yüzle karşılaşmıştı: solgun, mutsuz, yaşlanmış bir yüz. Saçları matlaşmış, soluk bir bakır rengine dönmüştü. Daha fazla bakmak istememişti aynaya. Malikanenin dış kapısına çıktıktan sonra, İsviçre'ye, Johnson Köşk'üne cisimlenmişti.