|
| Değişen Hayatlar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Stefania Valérie Bécaud Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 684 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12071 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 28/05/08
| Konu: Değişen Hayatlar Cuma 04 Tem. 2008, 02:40 | |
| Önceki! Yatakta dönüp dururken, geçen saniyeleri içinden teker teker sayıyor, aldığı haber sonrası kendine yaptıklarını gözden geçiriyordu. Hiç hesapta yokken Edward’dan gelen mektupta, annesinin ölüm haberi yer alıyordu. Kaç gün önce öldüğünü bilmiyordu; ama kendisine bu haberin geç verilmesi sinirlerini tepesine çıkartmıştı. Bu hırsla büyük ağaçların var olduğu ormanın en derinliklerine koşmuştu bir hız. Nefes nefese kalmasına aldırmadan koşmuş, bacakları artık bir adım bile atamayacağı duruma geldiğinde bir ağacın altına oturmuştu. Haykırışlarının, çığlıklarının duyulmayacağı tek yer burasıydı elbet. Çiseleyen yağmur, küçük kızın içindeki mevsimi az da olsa dışarıya vuruyordu. Tutamadığı gözyaşlarının yanaklarından süzülüp yere her düşüşünde çıkardığı ses yankılanıyordu etrafta. Esen rüzgâr bile küçük kızın destekçisiydi her zaman olduğu gibi. Acı sinmişti onlara da, küçük kızın tüm hücrelerinde var olan acı, yağmur damlalarına, esen rüzgâra, sonbaharın gelişiyle dökülen yapraklara da sinmişti. Kendinde değildi –ki ne esen rüzgâr ne de yüzüne çarpan yağmur damlaları onu kendine getirebilmeye yetiyordu-. Ona yardım edecek, onu kendine getirecek bir sebep var mıydı hayatında?
“Var; ama sen görmüyorsun!” Keskin çığlıklar atmaya, avazı çıktığı kadar haykırmaya başlamıştı. O anda kendisini yere atmış, tüm hızıyla çimenleri yolmakla meşguldü. Sesini duyan veya duyabilecek hiç kimse yoktu etrafında. Uzun bir süre bu hareketlerine devam etti, içindeki acıyı biraz olsun dindirebilmeyi bunlarla sağlıyordu. Ama bu da yetmemişti ona; hemen, orada bulunan ağaçlara fırladı ve ağaçlara vurdu küçük bedenini. Yüzünde, ellerinde çizikler; kollarında ve bacaklarında morluklar oluşana kadar ağaçtan ağaca atmıştı kendini. Başını vurmuştu defalarca, yüzünden akan kanlara aldırmadan devam etmişti.
Kendine geldiğinde yatakhanede temiz giysiler içinde yatağında yatıyordu. Kendisi mi gelmişti buraya, yoksa biri mi getirmişti? Olanları hatırlayacak kadar boş bir hafızaya sahip değildi o anda. O hafıza, istenen veya istenmeyen her şeyi kaydediyordu. Aklına son anda gelen bir şey daha vardı; John ile gece yarısı birinci kat koridorlarında buluşacaklardı. Ona olanları anlatıp anlatamayacağı konusunda çok düşünceliydi. Etrafında sevdiği insanları teker teker kaybedecek gibi görünüyordu –yani hayat, böyle görmesini istiyordu-. Ya John ölseydi, ya da Severus? Bir kişinin daha ölümüne katlanamazdı. Hayat bunları düşünmesine zorluyordu adeta, bu yüzden bir an önce yatağından kalkmalı, birinci kat koridorlarına inmeliydi.
Yataktan ağır hareketlerle kalkabildi, her tarafı ağrıdan sızlıyordu. Aynanın önüne geçtiğinde yüzündeki çizikler dikkatini çekti. Bu kadar şeyi kendisine nasıl yapmıştı? Hırs ve nefret insanın aklını kaybetmesine harika bir vesile oluyordu işte. Bunu bir kez daha anlamıştı. Saatin kaç olduğunu tam olarak bilmiyordu; ama gece yarısına yaklaşmakta olduğunu tahmin edebiliyordu. Yatakhanedeki kızlar derin uykularından sabaha kadar uyanmayacak gibi görünüyordu. Stefania bunun verdiği rahatlıkla hazırlandı. Arada çarptığı yatağının direğinden çıkan gıcırtılar kendi içini kemiriyordu. Şimdi yapması gereken birinci kat koridorlarına gitmekti. Kimseye yakalanmadan, tüm sessizliği ile birinci kat koridorlarına ulaştı. Yanına asasını almayı unutmamıştı. Devam eden sessizliği ile John’u bekledi az bir süre.
Gülümsemeyi unutmuştu bu sefer. John’u da bu şekilde karşıladı orada. John’un şaşkın ve soru sorar bakışlarına aldırmadan bileğini kavradı ilk önce. Bahçeye çıktıklarında rahat bir nefes alamamıştı daha, yürüdü bileğinden tuttuğu John ile. Yasak Orman’a girdiklerinde de sakin tavrı göze çarpıyordu. Uzun bir süre yürüdüler, Stefania, John’un bileğini hala bırakmamıştı. Fazla baskıcı olduğunu hissetti birdenbire, John’un bileğini avucundan bıraktı. Ona karşı kötü bir hareket yapmak veya kötü bir söz söylemek en büyük korkusuydu. Sakinleşmeliydi. Yasak Orman’ın derinliklerine vardıklarında Stef yorulduğunu hissetti. Yasak Orman’ın girişinden epey uzaklaşmışlardı ve büyük bir ihtimal Ejderha Çiftlikleri’nin sakin yerlerinden birindeydiler. John’a doğru döndükten sonra solgun sesiyle ona bir şeyler mırıldandı.
“Ben çok yoruldum. Biraz oturalım.”
Yüzündeki çizikleri saklamak amaçlı saçlarını kullanıyordu. Dikkat çekmemek için fazla panik yapmıyordu. Derin nefes alış-verişlerinin ardından kaçamak bakışlarını John’a doğru kaydırıyordu. Yanında oturuyor olması kendisini epey heyecanlandırıyordu zaten. Ne yapacağını yine bilemiyordu; ama bu sefer kendisini güvende hissediyordu. Ona anlatmakta kararlıydı son olanları. İlk olarak ondan bekliyordu konuşmayı. Sessizce, boynunu bükerek yerdeki taşları inceliyordu.
En son Stefania Valérie Bécaud tarafından C.tesi 19 Tem. 2008, 15:23 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar C.tesi 05 Tem. 2008, 01:38 | |
| John gölden sonra ortak salona döndüğünde bir süre zar zor muggle kitabı okumuştu. Stefania’ya verdiği söz vardı aklında ve bunu binadaki kimseye söylememişti. Belki ileride açıklardı ama onların kendisine engel olacağını düşünüyordu. Özellikle James binanın kazanmasından bahsedecekti maceracı kişiliğine rağmen ama bir söz vermişti ve tutacaktı. Gün geceyi hızla bulmuştu göl kenarından ayrıldığından bu yana ki pekala her şeye rağmen dünyasına alan ejderhalar hakkındaki muggle kitabına dalmayı başarmıştı. Kitaba gömülmüş bir haldeyken kimseyi görmüyordu sanki ver ortak salondaki konuşmlar bile kulağından gitmiyordu. Herkesle birlikte yatakhaneye gittiğinde yatakta bir süre uzanır vaziyette kaldıktan sonra rüyalara dalmıştı.
Bu sefer savaşı değil ejderhaları görüyordu. Büyük mavi bir ejderhanın üzerinde uçtuğunu hayal ediyordu. Zırhı sabah gördüğü hafif kaçık olduğu kesin olan şövalye portresinin zırhları kadar parlaktı. Belindeki kılıç üzerinde ejderha deseni olan bir parça iri heybetli bir kılıçtı. Bedeni hayallerinde kendisini hayal ettiği gibi büyümüş haliydi. Ejderha bulutların içine dalıyor ve onları delercesine uçuyordu. Saçları rüzgarda dağılıyordu ve aşağıya kayan gözleri altında küçülen yere bakıyordu. Göz kapakları sanki zamanı bilmişçesine açılırken o özgürlüğü gerçekten tatmak istediği fark etti. Eh süpürge üstünde zaten yapıyordu ama bunu ejderhalarla tatmak bambaşka olabilirdi. Ancak bu şu an oldukça imkansız görünüyordu. Belki annesinin dediği gibi fazla hayalperestti. Ama bunu umursamıyordu.
Kendini toplarken adımını yavaşça yere atmayı başarmıştı her kez yorganlarına bürünmüş rahat rahat uyuyordu. Ufak horlamalar yada mırıldanmalar farklı türden bir gece senfonisi oluşturuyordu. Açık pencereden yıldızların ışıkları giriyordu içeriye ve ayın ışığı loş bir hava veriyordu yatakhaneye. Adımlarını ağır ağır yatakların arasında geçirerek kapıya geldi ve çıktı ortak salonda bilerek bıraktığı kalın cüppesini üzerine geçirdi. Sonra hafifçe çıktı. Karanlık koridorlardan portrelere yakalanmadan geçmeye çalıştı. Eh horul horul uyuyan binlerce portre içinden geçmek uykuları hafif de olmasa hiç zor olmayacaktı. Ancak yine de bir hayaletmişçesine geçip gitmişti. Merdivenler bile gece uyuyormuşçasına sabit duruyordu. Onlardan da üçer beşer atladıktan sonra sonunda birinci kat koridorlarına inmişti.
Adımları koridorlarda bu sefer oldukça sessizdi ve pencereden giren ufak ışığın aydınlattığı Stefania’nın yanına geldiğinde o küçük ve zarif el büyük bir güçle kolunu yakalamıştı. Heyecanlı ve gülümseyen o şirin surat değil bir parça üzgün bir surat görmesi John’u şaşırtmıştı ama ne olduğunu soran bakışları cevapsız kalmış ve Stefania’ya ayak uydurarak dışarı çıkmıştı. Gece soğuk bir nefes gibi dışarıya çıkarken yüzüne vurmuştu. Hogwarts’ın büyük arazisinde karaltılar halinde görülen ufak çalılıkların ve otların arasından geçerek giderlerken rüzgarın hafif uğuldamaları ve cırcır böceklerinin geceyi çınlatan sesleri onlara eşlik ediyordu. Birkaç hayvan dışında gecenin kucağında yalnızdılar.
Fazla uzun olmayan bir yolculuktan sonra karanlık ormanın içindeydiler. John’un asası bir lumos büyüsü yapmak zorunda kalmıştı ki gür ağaçlarıyla karanlık orman tümüyle daha karanlıktı. At adamların yerine daha önce daldığından tam oraya gideceklerden yeri hatırlayarak onu döndürmeyi başarmıştı. Karanlık orman da yerde sürünerek ilerleyen birkaç yılan dışında yalnızdı. Onları serbest bırakmaları güzeldi. Stefania’ya baktığında rahatlığı göze çarpıyordu. Gerçekten cesareti mi sebep oluyordu buna? Yoksa kızın aklından geçenler korkusunu bedeninden tamamen uzaklaştırmış mıydı? Aklında soru işaretleri dönerken Ejderha çiftliğine girmişlerdi ve kız oturmalarını istemişti. Otururken aklına dolan soruları sormanın vaktinin geldiğini ona sessizlik içinde bir ses fısıldamışçasına aniden yumuşak sesiyle konuşmaya başladı.
-İstediğin oldu. Buradayız Ejderha çiftliğinde ama… beklediğim gibi heyecanlı değilsin. Mutlu hiç değilsin. Ne ol…-bu sırada gözleri saçlarının arasındaki şeye takılmış ve eli ile saçlarını çekerken gördüğü çiziklerle dolu bir yüzdü. Ne ara olmuştu bu? Bunlar gibi binbir soru işareti şaşkın bir şekilde cümlelere döküldü. - Ne... ne oldu Stefania? Bu çizikler nasıl oldu? dedi baş parmağı kızın yüzünün pürüzsüzlüğünü bozan çizikler üzerinde gezinirken. Yoksa kendisi olmadan girip gezinmeye çalışıp saldırıya mı uğramıştı? Annesi ile ilgili bir şey miydi? Yada başka herhangi bir şey mi? Sorular kafasında dönerken cevap bulmak için Stefania’nın konuşmasını beklerken soru soran gözleri kızınkilere sabitlenmişti. | |
| | | Stefania Valérie Bécaud Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 684 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12071 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 28/05/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar C.tesi 05 Tem. 2008, 14:05 | |
| John, Stefania’nin yüzündeki çizikleri fark etmiş olacak ki, merakla Stef’in saçlarını geriye doğru itmişti. Karşılaştığı manzara ile şaşkına dönmüştü. En azından Stef, John’un surat ifadesinden bunu anlayabiliyordu. Yüzünde hissettiği John’un başparmağı, çizikler üzerinde geziniyordu. Şimdi mi söylemeliydi her şeyi, zamanı gelmiş miydi? Suçlu gibi başını yere eğmişti. Boğazı düğümlenmişti adeta, konuşamıyordu. Konuşsa bile sesinin çıkmayacağına garanti verebilirdi. Gözlerinin dolmasına aldırmadı bu sefer; çünkü ağlamayı gerçekten hak etmişti. Gözyaşları yanaklarından süzülürken esen soğuk rüzgâr titremesine de sebebiyet vermişti. Ne zaman bitecekti bu üzüntülü olaylar? Biri biterken diğeri başlıyordu sanki. Aldırma dese de kendisine, olayların o kadar içindeydi ki, en çok acı çeken o olmalıydı. Mırıldanmaya benzer sesiyle John’a açıklamaya çalıştı durumu.
“Doğum günümden sadece bir gün önce annemin ölüm haberini aldım. Göl kenarında senle ayrıldıktan hemen sonra… O hırsla ne yaptığımı bilemez haldeydim ve yasak ormana gittim. Kendimi ağaçtan ağaca attım, başımı onlarca kez vurdum. Daha sonra gözlerimi açtığımda yatakhanedeydim.”
Doğum gününden bir gün önce… Yeni yaşında annesi olmayacaktı yanında. O olmadan eski hayatına –yo, hayır; yeni bir hayat bu- devam edecekti. Hayatın aldığı ve verdikleri ile eski hayatına devam… Hayatın kendisinden aldıkları, verdiklerinden ne kadar fazla olursa olsun, bunu değiştirmenin bir yol yoktu. Yani, hiçbir şeye aldırmadan mutlu olmak denenebilirdi; ama bu da Stef için imkânsız görünüyordu. Yine de denemeye değer sayılabilirdi. Denemeden önce de acısını tamamıyla yaşamalı, hiçbir şeyi içine atmamalıydı. Gözyaşı dökebilir, yas da tutabilirdi. Her şeye rağmen bunlar için çok küçüktü. O on dört, hayır on beş yaşındaydı. Mırıldanarak konuşmasına devam etti.
“Ve saat on ikiyi geçtiğine göre bugün benim doğum günüm. Annem öldü, yeni yaşıma annem olmadan devam edeceğim.”
Gözleri yaştan olsa gerek parlıyordu. Suçlu değildi bu olaydan, bu yüzden eğmiş olduğu başını kaldırdı. John’a bakıyordu boş gözlerle. Kendisine acı veren bu olayı sadece onunla paylaşmıştı. İçi buruk olmasına karşın, yanında böyle birinin olması kendisini şanslı hissetmesine neden oluyordu. İçinin burukluğu yüzüne epeyce yansımıştı. Bunu kırmaya çalışsa da beceremedi. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silerken içinde var olan duyguların karışımı yüzüne de yansımaya başlamıştı. Gözleri derin bir boşluğa bakıyordu sanki, dudağında ise buruk da olsa bir gülümseme belirmişti. Bir ikilem miydi bu, içinden çıkılmayan? Olabilirdi.
Doğum günlerinde sevinçli olurdu; çünkü sevdiği tüm insanlar yanında olurdu. Yeni yaşına girerken onlarında yanında var olacağını bilerek yeni dilekler dilemek hoşuna giden en büyük şeydi. Ve şimdi onun doğum günüydü. Dilek tutmasına engel olacak hiçbir şey yoktu. Her ne kadar dileyeceği şeyin gerçekleşmeyeceğini bilse de, bunu da deneyecekti. İçinde uyanan kötü hisler, onun şu anda bulunduğu ortama karşı da korkutmuştu. Ama sakin olmalıydı; çünkü yanında John vardı. Ağladığı için kendinden nefret ederken, bir anlık korkuyla kendisini John’un boynuna attı.
“Sen hiç ölme, tamam mı?”
Ağzından çıkan kelimeler ile birlikte sımsıkı sarıldığı John’u kaybetme düşüncesi içini kemirip duruyordu. Hey, saçmaladığının farkında mıydı bu kız? Sakinleştiğini hissettiğinde John’a sarılmayı kesip söylediği sözler yüzünden gülmeye başlamıştı. Bir yandan gözyaşlarını silerken gözlerindeki derin boşluk kaybolmuş gibiydi. O eski pırıl pırıl parlayan gözler geri gelmişti. Buz mavisi gözlerinde birer yıldız belirmişti adeta.
En son Stefania Valérie Bécaud tarafından C.tesi 19 Tem. 2008, 15:26 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar C.tesi 05 Tem. 2008, 14:59 | |
| Sözler üzerine bir şey diyememiş ve saçlarını dalgalandıran rüzgarın hafif uğultusu dışında sessizliğe gömülmüştü. Ölüm... Her ölüm onu üzerdi gerçekten ki bunu en yakınlarından birinde görmek daha da üzücü görünüyordu. Bir acının kalbinde sızladığını fark etti. Eh o kadını sevdiği için değil Stefania'yı karşısında böylesine üzgün gördüğü içindi. Kızın gözlerinin dolduğunu görebiliyordu. Gerçekten annesinin ölümü yüzünden çok acı çekiyor olmalıydı. Üstelik doğum gününden bir gün önce olması çok daha kötüydü. Yüzünü hiç görmediği babasına karşı bir öfke de John'un içinde oluşmuştu şimdi. Küçük omuzlarında kaldıramayacağı kadar ağır yükler o kadar fazlaydı ki anlaşılan kızı çileden çıkarmıştı.
-Umarım ömrüne eklenen bu yılın daha mutlu geçer... Seni neşeli bir kız olarak tanıdım Stefania ve böyle görmek gerçekten üzücü dedi Stefania'nın puslanmış mavi gözlerine sabitlenmiş gözlerle ona bakarken. O gözlerde ırmakların coşkusu değil gölün sessiz durgunluğunu görüyordu. Alışık olduğu ırmaklar gibi şen bakışların geri gelmesini tüm kalbiyle istiyordu. Yaşının son günü mutsuz olmuştu ancak şimdi ilk gününe girdiği bu dakikalarda onu güldürmeyi istiyordu. Bakışlarını fazla daldığını fark ettiği gözlerinden etrafına daldırırken her şeye rağmen gülümsemeye çalıştı.
Rüzgar hafifçe hem John'un hem de Stefania'nın saçlarını dalgalandırıyordu. Karanlık orman diplerinde bir karaltı halindeydi ve zaman zaman sessizliğini delen çıtırtılar ve yaprakların rüzgarla hareketlenmesinin sesleri az da olsa geliyordu. Ejderha çiftliklerinde oturdukları yerde de sessizlik hakim olmuştu bir süre. John bunu Stefania'nın bozmasını bekliyordu. Bakışları karanlık orman ve çevrelerinde dönerken sonradan gökyüzüne takılmıştı. Gece kadife bir örtü gibi örtmüştü. Simsiyah kadife bir örtüde karanlığı delen ve loş bir ışıkla oturdukları yeri aydınlatan yegane şeyler yıldızlar ve aydı. Her şey Stefania için şu anda gecenin kadife örtüsüyle kaplanmış olmalıydı ve John onun gündüze ulaşana kadar yıldızlara tutunmayı başaracağından emindi. Karanlığı delen umut ışıkları... Onları da bırakırsa gerçekten kaybederdi ama tanıdığı Stefania hiç de güçsüz bir kız değildi.
Bu sırada Stefania'nın kollarının boynuna dolandığını biraz geç de olsa onun kendisini sıkıca kavramasıyla fark etmişti. eli yumuşak bir hareketle önce başını sonra sırtını okşamıştı. Ona dokundukça rahatladığını hissediyordu Stefania'nın. Sanki acısını John içine çekiyor karanlığına gömüyor ve kendi mutluluklarını veriyordu. Belki de sadece öyle düşünüyordu. Rüzgarın uçuşturduğu saçlar yüzüne kadife bir dokunuş yapıyorken yavaşça kız çekildiğinde gerçekten rahatlamış bir yüz vardı. Hatta onun ölmesinden bahsetmesini saçma bulmuş olacak ki gülüyordu.
-Hah işte... Bu gözlere yaşlar değil mutluluk parlaklıkları yakışıyor Stefania. Yaşları görmek istemiyorum. Ayrıca... bu dünyada uzunca bir süre durmaya kararlıyım. Hem sen olmadan gitmem. Orası sıkıcı gelir yoksa. dedi göz kırparak. | |
| | | Stefania Valérie Bécaud Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 684 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12071 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 28/05/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar C.tesi 05 Tem. 2008, 18:49 | |
| John’un söylediği sözlerden sonra, Stef’in gülümsemesi içtenliğe ulaşmıştı. Ona öyle çok şey borçluydu ki… Şu andaki gülümsemesi, gözlerindeki umut, içindeki karanlığının yavaşça aydınlanması; hepsi onun sayesinde gerçekleşmişti. Önceleri Stef, onu neşelendirirdi; ama şimdi o Stef’i neşelendiriyordu. Bir dostluk dayanışması içinde yaşıyorlardı adeta, böyle de devam etmeliydi sonsuza kadar. Gerçekleşmesi olanak olan bir dilekte bulunmalıydı ve bu dileği de bulmuş görünüyordu. Bakışlarını John’dan alıp gökyüzüne çevirdiğinde gördüğü ışıl ışıl yıldızlar sanki Stef’in içindeki karanlığı aydınlatmak için oradaydılar. Gülümseyerek selamladı ve daha sonra John’a döndü.
“Hımm. Şimdi, yeni yaşıma girdiğime göre, bir dilek dilemem gerekiyor. Acaba ne dilesem?”
Sanki ne dileyeceğine daha yeni karar verecekmiş gibi bir izlenim yakalamıştı. Hareketleri ile de bunu destekleyince dileyeceği şeyi doğru sözcükler ile tamamlamaya çalıştı. Arada sırada John’a bakarken, onun yüzünde gördüğü gülümsemesi ona güç veriyordu. Bir gülümsemenin bu kadar etkili olabileceğini tahmin etmezdi. ‘Diliyorum ki; yeni yaşımda sevdiklerimden asla ayrılmam ve annemin ölümü aldığım son kötü haber olarak kalır. Tabi bir de sürüsüne maceraya atılayım, yanımda da eşi benzeri olmayan Gryffindorlu birkaç dostum ile.’ Yine yapacağını yapmıştı işte, birden fazla dilek tutmuştu. Her şeye rağmen hepsinin gerçekleşeceğine yürekten inanıyordu. Sürüsüne macera ha… Zaten bir maceraya atılmayacaklar mıydı bu gece? Onun için buraya gelmişlerdi. Ayaklanarak neşeli ve şirin sesiyle konuştu bu sefer.
“Ben dileğimi tuttum, şimdi sırada burayı keşfetmek var.”
John’un elinden tutar tutmaz merakla attığı küçük adımlarla yürümeye başladı. Büyük ağaçların arasından geçerken duyduğu garip uğultular irkilmesine neden olsa da, yanında yürüyen cesaretli 6. sınıf Gryffindor öğrencisi John’a bunu belli etmemeye çalışıyordu. Korkak olarak adlandırılmak istemiyordu. İçinde bulunan az miktarda da olsa cesaretini takınıp etrafı inceliyordu. Her an bir kurt adam veya bir kabuluk karşılarına çıkabilirdi. Ve bir de ejderha… Ejderhalar hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değildi; bu yüzden bu gece buradaydı. Merak ediyordu. Ah bu merakı başına bir iş açmasa ne iyi olurdu; çünkü John’un yanında korkak ve bir iş beceremeyen küçük bir kız olarak kalırdı. Nefesini tutarak attığı adımlar kendisini daha nerelere götürecekti bilmiyordu; ama içindeki bir hissin hiç de iyi bir yere götürmediğini söylüyordu. Geri dönmeyi John’a teklif edecekken duyduğu gürültülü bir sesle yerinden sıçramıştı.
“Ciyaaaak!”
Duyduğu sesle çığlık çığlığa kalmıştı. Korkuyla John’un koluna yapışmış, bir yandan da o kolu çekiştiriyordu. Hey ne yapıyorum ben? O kol, ona lazım! John’un eli hala kendi avucu içindeydi. Artık kolundan değil, elinden çekiştirmeye başlamıştı. Bir an önce buradan gitmeyi umut ederken bu sesin nereden geldiğini de çok merak ediyordu. Bir ağacın arkasına saklanarak sesin geldiği yere doğru gidebilirler, amaçlarına ulaşır ulaşmazda buradan ayrılabilirlerdi. İşte bunu için merak ettiği sorunun cevabını bulamayınca John’a sorma gereksinimi duymuştu.
“Bu sesin nereden geldiği hakkında bir bilgin var mı?”
Korku ve merak taşan gözlerini John’a çevirdiğinde, karşılaştığı yüz tam bir Gryffindorlu öğrenciye yakışacak cinstendi. Yüz ifadesi sadece merakı barındırıyordu içinde. Bir kez daha gururlandı dostu ile. Kendisine verdiği güven sayesinde gözlerinde eski korkusundan çok şaşkınlık kalmıştı sadece. Elinden çekiştirmesi bir sonuç vermişti, hemen yanlarındaki büyük ağacın arkasına saklanmak amaçlı yerleşmişlerdi.
En son Stefania Valérie Bécaud tarafından C.tesi 19 Tem. 2008, 15:25 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar Paz 06 Tem. 2008, 01:58 | |
| Kızın sözlerini bir omuz silkmeyle yanıtlarken aklında birkaç fikir dolanıyordu. Hiçbirini söylememiş ve seçimi kıza bırakmıştı. Ancak dostlarıyla beraber olmayı dileyeceğinden emindi. Gözlerini yıldızlara dikerken tamamen ona dalsa da kız kendisine baktıkça nasılsa bakışları ona yöneliyor ve gülümsüyordu. Kız tekrar dileğine yönelirken bakışları yeniden gökyüzüne dönüyordu. Soğuk havayı içine çekerek kadife bir örtü gibi örtülen geceyi izlerken ormandan gelen bir rüzgar sesi kulağını dolduruyor ve bir parça korkutucu bir hava veriyordu. Bir süre sonra dileğini dileyen Stefania’nın gözlerinde o maceracı eski kızı görüyordu ve beklediklerini söylemesi yüzündeki gülümsemeyi daha da büyütmüştü.
-Sen nasıl istersen küçük prenses dedi Stefania'nın elini hafifçe tutarak karanlığın içinde ilerlemeye devam ettiler. Ormanın içinden uğultular çıtırtılar ve kimi tiz kimisi büyük sesler olan bir kaç ses kulaklarını doldururken John'un gözlerindeki merak beynini doldurup korkusunu kapatıyordu. Korku güçsüzler için olduğundan John bundan nefret ederdi. Aslında en büyük korkusunu Stefania duysa güleceğinden emindi. Bu yüzden etraflarda arı kovanı olmamasını diliyordu. Evet... At adamlarla yüzleşip kaçan John arılardan korkuyordu. Aslında sebebi mugglelar arasında bir yerde duvarın üzerinde bırakıp yine o çok önemli işlerinden birine giden babasını beklerken canının sıkıntısıyla ayağını vurduğu yerin arıların kovanı olması ve arıların onun bacağından girip bacaklarında büyük şişlikler bırakmasıyla yaşadığı şok ömrü boyunca o küçük şeylerden kaçmasına yetmişti. ST Mungo’da onu iyileştirmek için bir gününü geçirmişti bir sürü balçığımsı madde sürülmüş ve zorla iksir içirilmişti. Acısına rağmen 5 yaşındaki küçük John onları epey uğraştırmamış değildi.
Gözleri anılara dalmışken karanlığın içinde elini tutup sürükleyen Stefania'nın önce çığlık atıp koluna sarılmasına sonra onu kırarcasına çekmesine neden olan gümbürtü gerçek hayata dönmesini sağlamıştı. Merlin aşkına gürültü olmasa bile Stefania başarıyla yapmıştı bunu. John'un aklından ne olabileceğine dair binbir soru geçiyordu. Bir at adam olabilir miydi?Ama hayır o zaman önce borular çalardı ve iyi biliyordu ki bölgelerinden birine girmemişlerdi. Bir an bir ejderha olabileceği geçti aklından efsanevi büyük bir ejderha ile karşılaşmak... Merlin aşkına nasıl oldurdu kim bilir?
Büyük ağacın gövdesinin üzerinden etrafı gözlerken sorusunu sessizlikle yanıtlamıştı. Fikri olmadığını söylemek boş bir konuşma olacaktı. Bu yüzden bir fikri olana kadar sessiz kalacaktı. Aynı zamanda sessizlik işlerini kolaylaştıracaktı. Bir süre sessizlik içinde beklerken aslında kaçabilirdi ama ne John ne de Stefania şu an yerinden kıpırdamıyordu. Bir an bir çıtırtı daha duydu ve gözlerini bir noktada sabitledi. Bir karaltı geçer gibi oldu ve bir çıtırtı daha onu izledi. Her ne ise hızlı ilerliyor ama ufak dalları kırmak dışında pek ses çıkarmıyordu. Bunu genelde avını arayan hayvanlar yapardı ki birkaç dakika içerisinde parlayan gözler ve salyalar akıtan dişlerle karşılaşmışlardı.
-Eee. . seni memnun eder mi bilemem ama sanırım tam olarak şu taraftan geliyordu.eh pek de uzaktra değilmiş. diyerek önce köpeği sonra da onun geldiği noktayı gösterirken parlayan gözler ve hırıldayan salyalı ağız bir kurda dönüşmüştü. İyi yanından bakılırsa bir kurt adam değildi. Kötü düşünülürse de en az onun kadar vahşi görünüyordu. Hızla dönerek ağacın arkasına geçti ve Stafania'nın elini tutup onu yere çökelttikten sonra arkadaki çalılığın içine sürükledi. Bakışları onlara dönen köpek için bir şey bulmalıydı. Elini cebine attığında bir şey fark etti. Bir süre eli cebinde sabitlenirken yüzüne gülümseme yayıldı bu köpekler için ufak bir fikir gelmişti aklına. Sessizce köpeği izledi ve vakit kazanmak için bir taş attı. Sonrasında sıra aklındaki şeye gelecekti. Yüzündeki gülümseme gerçekten sinsiceydi. | |
| | | Stefania Valérie Bécaud Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 684 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12071 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 28/05/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar Ptsi 07 Tem. 2008, 04:47 | |
| John’un işaret ettiği yerden gelen köpek sayesinde irkilen Stef, ne yapacağını bilemez bir şekilde John’a bakıyordu. Endişeliydi; çünkü köpek geçen her saniye daha da yaklaşıyordu. Elinden tutulup yere çökeltildikten sonra çalılıkların oraya sürüklenirken kalbinin hızla atmasına ve kafasının karışmasına sebep olmuştu. Kalp atış ritmini azaltmaya çalışırken aldığı ve verdiği kesik nefesler sayesinde ciğerlerine doldurduğu soğuk havayla kendisine geldi. O sırada arkasından duyduğu hırıltılarla irkildikten hemen sonra, hırıltının geldiği yöne –arkaya- doğru döndü ve karşılaştığı manzara üzerine ağzından sadece iki kelime çıkabildi.
“Lanet olsun!”
Ağzından salyalar akan bu diğer köpek, Stef’e, onu yiyecekmiş gibi bakıyordu adeta. Ne yapabilirdi ki şimdi? İki köpek ve biri on beş, diğeri on iki yaşında olan iki öğrenci karşı karşıya kalmıştı. Zihninde, köpeğe karşı kullanabileceği tüm büyüleri gözden geçirdi. Birkaç tane aklına geliyordu; ama bunları doğru düzgün köpeğe karşı kullanabilir miydi? En azından yapması gerekiyordu, buna zorunluydu. Yoksa ikisinin de canı tehlikeye girebilirdi. Stef, John için kendisini tehlikeye atabilirdi; ama bu iki köpeği aralarında paylaşmaları gerekiyordu. Endişeyle John’a bakarken arkadaki köpeğe de dikkat ediyordu. Köpeğin her an saldırmaya hazır gibi durması, Stef’in aklının karışmasına da neden oluyordu. Her şeye rağmen yapacağı belliydi. Dikkatle John’un kulağına doğru eğildi ve bir şeyler fısıldadı.
“Sen şu köpekle ilgilen, ben ötekinin dikkatini dağıtmaya ve hatta saf dışı bırakmaya çalışırım.”
Son kez John'un elini sıkıp avucundan bırakmasıyla, arkadan yaklaşan köpeği başka tarafa çekmek için tüm hızıyla ona çapraz biçimde koşmaya başlaması bir oldu. Köpeğin, Stef’e yetişmesi uzun sürmemişti, Stef fazla ilerlemeden bacağında bir acı hissetti. Evet, o lanet köpek sağ bacağını ısırmıştı. İşte buna sinirlenmişti ki hırsla diğer bacağını kullanarak köpeğe güçlü bir tekme attı. Köpek bir-iki metre sürüklenip ağaca çarpmasıyla Stef, merakla John’un neler yaptığını düşünüyordu. O sırada köpek aniden yattığı yerden kalkmış, Stef’e doğru koşuyordu. Lanetler okuyarak birkaç bildiği büyüyü denemenin vakti geldiğini tahmin ediyordu. Asasını cebinden bir hareketle çıkardıktan sonra aklına ilk gelen büyünün sözlerini haykırdı.
“Waddiwasi!”*
Yüzünde zafer kazanmış, yaramaz bir kızın ifadesi belirmişti ki; bu ifade birkaç saniye sonra yok oldu. Köpek bu sefer sürüklendiği yolda daha sinirli koşuyordu adeta. Stef bundan sıkılmıştı, üstelik bacağında duyduğu acı artıyordu. Artık bunun bir an önce sonlanması gerekiyordu. Aynı büyüyü art arda iki kere daha yapınca köpek topallayan adımlarla oradan uzaklaştı. Stef bu dakikaların, saatler gibi geçmesini, bacağının acısına bağlıyordu. Ayakta da duramadı, birkaç saniye sonra yere çöktü. Yapması gereken her şey tamamlanmıştı, şimdi sıra John’daydı. Kim bilir belki o da işini bitirmişti. Ama Stef kendisini, onun yanına gidemeyecek kadar yorgun hissediyordu. Ayrıca uykusu da bastırmaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra da burada sızıp kalırsa, buna hiç şaşırmazdı. Küçük bedenini birkaç adımlık mesafe sürükledikten sonra daha fazla devam edemeyeceğini anlamıştı. En iyisi John’u beklemekti. Gökyüzündeki yıldızları seyrederek ve soğuk ama bir o kadar temiz havayı içine çekerek onu beklemeye koyuldu. ___
*Waddiwasi: Fırlatma büyüsüdür. | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Değişen Hayatlar Ptsi 07 Tem. 2008, 19:15 | |
| John’un eli cebinde doğru şeyi çıkarmak üzere dolanırken cebindeki şıkırtılara ve karşıdaki köpeğin hırlamasına yeni bir şey eklenmişti. Bir başka köpek tam da Stefania’nın yakınında sanki hırlayarak her an saldıracakmış gibi bakıyordu. John’un yüzünde hala kendini beğenmiş bir ifade vardı. Hayvanlara karşı yapacağı şey aslında oldukça basit bir numaraydı. Ancak onların John’un çok iyi bildiği bir içgüdüsünü harekete geçirecekti. Rax’e beş yaşındayken bunu dediğinde babası içgüdüsel olarak kaçtığını söyledi. Aslında o içgüdü bir süre kendisine yaklaşmasını da engellemişti. Şimdi bunlar için de aynı şeyi yapacaktı ki iki değil üç olsa da fark etmez gibi görünüyordu.
Ancak gülümsemesini bozan şey Stefania’nın kulağına fısıldadığı şey olmuştu. Zeki kız onun yükünü azaltmak istemişti ama bu durumda işini zorlaştıracak gibiydi. Kolunu tutmak ve bırakmamak istemişti ama ipeksi el bir tüy gibi kayıp gidivermiş ve sadece boşluğu tutabilmişti. Kız bir fişek gibi koşarken hırlayan köpek de onun peşinden gelmişti. Kendi kendine lanetler okurken dikkatinin dağılmasının köpeğin yaklaştığını görmemesini sağlamıştı. Aynı şekilde geri kalan iki köpeğin gözlerini de görmesinde geç kalmıştı. Köpek iri pençesini ona vururken son anda geri çekilmesi sadece giysilerinin yırtılmasına ve göğsünde ufak birkaç ize neden olmuştu. Hırlayan köpekten geri geri kaçarken taşa takılıp yere düşmesinin peşinden gelmesi ile cebinden şekerlemeler dökülmüştü.
-Lanet olsun… Bu köpek hayvan sevgimi fazlasıyla köreltecek dedi bu sefer büzülerek geri çekilirken ancak şekerlemelerden uzak kalması daha da çok lanetler mırıldanmasına sebep olmuştu. Bu sefer köpek ona hırlayarak geliyordu ki bir tanesinin tam karşıda olduğunu fark etti. Bedenini hızla hedefine atılan sırtlanmışçasına şekerlemenin üzerine alıp ağzına attı. Birden doğruldu. Ağzını açtığında sesi bir haykırma değildi. Bir kükremeydi. Bir ejderha kükremesi. Kükremenin yankılarına orman tarafından gelen çıtırtılar ve kanat çıpışları eklenmişti. Bir gece kuşunun daireler halinde dönerek uçuşunu izledi... Köpekler gecenin karanlığında uluyarak kaçarken derin bir nefesi içine çekti. Ciğerlerine dolan soğuk havayla birlikte bir rahatlamayla bir anlık kendini bırakıverdi.
Karanlık ormandaki ağaçların karanlık görüntüsünü izleyerek ve kükremenin etkisinin geçmesini bekledi. Soğuk rüzgar yüzünü okşuyordu ve saçları tel tel dalgalandırıyordu. Çıkan tek ses rüzgarın oynattığı yapraklar olmasının ardından şekerleri toplamaya koyuldu. Şekerleri topladığı yer biraz yumuşak bir topraktı hatta ıslak bile denebilirdi. Topraktan ayrılan her yer küçük bir oyukluk bırakıyordu. Bu işlemi hızla tekrarlarken ıslak toprağın burnuna dolan kokusu bir rahatlama daha yaşamasına sebep olmuştu ki bu rahatlama Stefania’yı hatırlamasıyla gitmişti. O ve köpek epey uzaklaştığından görüş alanından çıkmışlardı. Onun da iyi olmasını umarak doğruldu ve olabildiğince hızlı bir şekilde bakınmaya başladı. Belki o rahat rahat yatarken Stefania…
-Hayır… hayır… bu olamaz…Gece değil yıldızlar John… Bunu unutma dedi kendini yatıştırmak istercesine ve adımları bu kez istemsiz olarak hızlandı. Stefania’yı yerde yatarken bulması kalp atışlarını daha da hızlandırmıştı. Koşarak yanına gelirken ona dönen gülümseyen ama mecalsiz kalmış bakışlarla derin bir nefes verdi. Kızın üstü başı dağılmıştı ve daha da kötüsü köpek tarafından ısırılmıştı. Bacağındaki iz bunu gösteriyordu. Asasını çekip kanı durdurmak için bir büyü mırıldandıktan sonra geri soktu. Şimdi daha iyiydi ama şifacıya lazım olduğu açıktı. Onu yavaşça koluna girerek kaldırırken gülümseyerek konuştu.
-Sanırım… Bir macera yaşamayı dilemişsin. Eh yıldızlar senden yanaymış. Doğum günü dileğin sanırım tutuyor. dedikten sonra Kızın tüm ağırlığını üzerine alarak karanlık ormanın içine sessizce daldığında bu sefer kalbinde gerçekten de korku dalgalanıyordu aslında. Çünkü çıkan seslerle civardaki herkesi korkutmuş olmakla beraber uyarmıştı ve aynı zamanda kan kokusu da hayvanların dikkatini çekecek gibiydi. Karanlık içinde titreşen ve çıtırdayan çalılıkların arasında gördüğü at adam toynaklarıyla gözleri irileşti ve daha hızlı koşmaya koyuldu. At adamlardan bölge, korumak, iki bacaklı, ses ve güvenlik hakkında birkaç sözü koşmasının sırasında duymuştu. Anlaşılan az önce çıkardığı ses yüzünden buradan giden iki bacakları önemsememiş ve güvenliği gözden geçiyorlardı. Belki de yanlış birleştiriyordu ama onu izlemedikleri kesindi.
Stefania kendisini yavaşlatsa da ona bakarken düşündüğü sadece sarsılmasının onun için kötü olup olmayacağıydı. Rüzgar hala saçlarını dalgalandırırcasına uçuyorken tepeden uçan kuş eşliğinde ormandan çıkmayı başardıklarında derin bir nefes aldı. Her adımda büyüyen ancak o heyecanla fark edemediği ağırlığı ilk kez net olarak fark etti ama yine de önemsememeyi başardı. Karanlık içinde gizemli bir havaya sahip olan kule her adımlarında daha da büyüdü. Sonunda içeri girdiklerinde bu onlar için bir maceranın sonu olmuştu.Devamı... | |
| | | | Değişen Hayatlar | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |