Üzerine attığı yeşil montun ışıltılarıyla, gece yarısı Meadov park'ta doktor gibi giyimli, henüz çok genç olduğu belli olan bir kız göründü. Öyle ani bir çıkış yapmıştı ki, sanki yoktan var olmuştu, birden bire ağaçlıkların orda belirivermişti. Avril Delacour'du. Elleri ceplerinde, gözlerinde yaşlarla ilerlemeye başlamıştı. Gözüne kestirdiği o iki ağacın arasına yöneliyordu. Küçülmek, ufacık olmak ve hiç görünmemeyi istiyordu. Çünkü ancak o zaman çocukluğundan bu yana ruhunu çepeçevre sarmış olan ağlarken görülmek korkusu olmadan ağlayabilirdi. Rahatça, yaptıklarından pişman olarak. Gözüne kestirdiği çimenlik yere oturuverdi, okul yıllarından alışıktı zaten çimlerin üzerinde oturmaya. Dahada ufalmak isteğiyle, ağacın gövdesine yaslanarak büzüldü, büzüldü... Sağ eli cebinde aranıyor, sol elinde ise bir adet sigara tutuyordu... Ne kadar olmuştu içmeyeli, iki ay mı? Yoksa daha fazla mı? Her neyse, kestiremiyordu bunu... Uzun süredir bırakmıştı, ama bu dertli gün... Başlamak için idealdi.
Sağ el, en sonunda aradığını bulmuştu, bir kibrit kutusu! Alışmışlara özgü titreyen ellerle kibrit kutusunu açtı, bir tane çekip çıkardı ve ateşleyip sigaraya doğrulttu. Başlıyordu işte, başlıyordu, başladı... İlk nefesiyle birlikte, yoğun bir rahatlamışlık duygusu yerleşti içine. Sigara, sol elinin iki parmağı arasında etrafa dumanlar salıyordu. Ağlıyordu Avril. Hemde hıçkıra hıçkıra. Elindeki sigaraya aldırmadan, iki eliyle yüzünü kapattı, hıçkırıkları duyulmasın diye. Ağacın gövdesine iyice büzülmüş, en dibe çekilmişti... Hayatında onu dibe çektiği gibi. Gözyaşları içinde bir nefes daha çekti... Abisi, nasılda paket paket sigara yollardı Avril'e Hogwarts'a... Ama şimdi o yoktu! Yıllar önce ölen ikizi gibi, o da terk etmişti Avril'i...
O getirildiğinde, hastanede Mary ile ilgileniyordu. Gelen ilaçlarla beraber kızın hem morali hemde sağlığı yerli yerine gelmişti. Avril ona Oz Büyücüsü ayıcığıyla şov yaparken, ikiside tüm hastaneyi şen kahkahalarıyla inletiyorlardı. Bunu bilmeden, nasıl da mutlulardı... Birden bire küçük kız gözlerini korkmuşcasına kapıya dikince, ister istemez yüzü merak içinde kapıya döndü, döner dönmez de başından aşağı kaynar sular dökülüverdi... O anı hatırlayınca, gözyaşları birbirlerini daha hızlı takip etmeye başladılar... Karşısında sedyede kanlar içinde ağabeyi Ryan, adeta inliyordu. İki hastabakıcı, onu sedyeyle yukarı taşırken kapını önünden geçmişlerdi. İlk defa kan o gün midesini bulandırmadı. İlk defa!
Ama ne yaparsa yapsın, içeride elinden fazla bir şey gelmemişti... Kalp atışlarını sayan şifacının başını üzüntülü bir şekilde iki yana sallamasıyla, içinde bir şey kırıldı... İkinci masalda yarım kalmıştı! Ağlamaktan bitap düşmüş annesi gözünün önünden gitmiyordu. Gözleri dolu dolu, annesine yaklaşmıştı... ''Madre, bien... Bien lamentar Ryan... Morir*'' . Eğilmiş, annesinin mavi gözlerine bakıyordu. Kadıncağız, sanki hayatı boyunca bir daha mutlu olamayacakmış gibi bakıyordu.. Oğlu, her şeyi, ellerinden kayıp gitmişti. Titreyen ellerini, büyük bir çaresizlikle başına koyarak kızının gözleri önünde ağlamaya devam etmişti.. Ne büyük bir çaresizlik akıyordu bu tablodan...
Nasıl olduğunu bilmiyordu, sormamıştıda. Onca hengame içinde eline fırsat bile geçmemişti ki! İçinden bir parçada, o sedyede yatan beyaz örtünün içindeki adamla beraber gitmişti... Bir daha hiç yerine gelmeyecek gibiydi. Sonuna gelmiş sigara, son bir gayretle tütüyordu. Dumanı salışından, kendisinide sigarada görür gibi oluşundan nefret etti birden bire... Yüzündeki tiksinme ifadesiyle yerde söndürdü onu... Sigaranın reginden sarıya dönmüş parmaklarıyla gözyaşlarını silerken, içinde daha kaç kişiye verebilecek parça olduğuu sorguluyordu kendi kendine... Bir yarısı Amy ile, diğer yarısıda Ryan ile gitmişti. Mutlu kardeşlik günleri arkada kalmıştı.. Usulca ayağa kalktı.. Artık bu hayatta tek başınaydı. Derin bir nefes aldı, tekrar ağlamak istemiyordu... Hayat çok büyük, Avril ise çok küçüktü, dirençli kalmak istiyorsa etrafına kalpsizmiş gibi görünmeyi göze almalıydı... Kalkarken üzerindeki bir parça kanı yeni fark etmişti... Sinirli sinirli, gözlerini devirip yürümeye başlarken, artık onu kan tutmadığını düşünüyordu... Yanından geçen sokak dilencisi iki zencinin sesleri hala ulaşabiliyordu kulaklarına :'' Hey Marv, biliyormusun, o doktor kılıklı sarı pilici kendime ayarlayacağım''
Bir an duraksadı yolda... Başka zaman olsa asla yapmayacağı bir şeyi haykırdı arkaya doğru. Madem artık tekti, böyle tiplerlede başa çıkabilmeliydi... ''Hey dostum, senin sorunun ne biliyormusun? O lanet aklının başında değil başka bir yerinde olması!''
*Anne, çok.. çok üzgünüm.. Ryan öldü
out: kilitleyin lütfen...