|
| Yağmurlu bir öğleden sonra... | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11975 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Yağmurlu bir öğleden sonra... Perş. 10 Tem. 2008, 19:41 | |
| Derin düşünceler içinde yürüyordu Meredith. Ellerini; vücudunu soğuktan korumak istercesine kışlık pelerininin üzerinde kavuşturmuştu. Derin bakışlarla büyük, görkemli ağaçların bile örtmeyi başaramadığı; yağmurun geleceğini haberdar eden, kara bulutların sardığı gökyüzünü izleyerek; ormanın iç bölgelerine idoğru lerliyordu. Büyük sınıflar konuşurken, Fısıldayan Ağaç Korosu denilen bir yer olduğu çalınmıştı kulağına. Çok kişinin uğramadığı, sessiz sakin bir alan... Tam da Meredith'in istediği gibi. Okulun ilk haftası o kadar hızlı geçmişti ki; Meredith yaşadıklarını sindirememişti bile. Hogwarts onun hayallerinden, beklentilerinden çok uzaktaydı... kısa bir süre önce. Ama artık, hayatında yeni bir sayfa açmanın, yaşanmışlıkları unutmanın zamanı gelmişti. Hogwarts, ona en çok ihtiyacı olduğu zamanda kucak açmıştı Meredith'e. Büyük acılar çektikten sonra da mutlu olunabileceğini göstermişti, hayatın amaçsız olmadığını öğretmişti.
Onlarca düşünce beyninden bir film şeridi gibi akıp giderken, Meredith gitmek istediği yere varmıştı. Sonbaharın gelmesiyle dökülen sarı - turuncu yapraklar, o bastıkça hışırdıyordu. Kalın gövdeli ağaçlar arasında o kadar az mesafe vardı ki; Meredith alanın adını nereden almış olduğunu anında anlamıştı. Sakin sakin yürüyerek gözüne kestirdiği ağaçlardan birine tırmandı ve çokta yüksek sayılmayan dallardan birine rahat bir tavırla oturdu. O sırada çakan şimşeğin ardından çiselemeye başlayan yağmur, göğü neredeyse kaplamış olan ağaçların arasından sızıyor, Meredith'in beline kadar uzanan saçlarını ıslatıyordu. Yağmurun yere çarpınca çıkarttığı 'şap' sesleri ve bazı kuşların ötüşleri dışında, etraf tamamen sessizdi. Meredith yeniden ağaçlarına kavuştuğu için mutluydu, doğa ona anlatılması güç bir huzur veriyordu. Yağmur, bütün üzüntülerini alıp götürüyordu sanki. Gözlerini kapadı ve kendini özgürlüğün kucağına bıraktı. Bedeni hafiflemişti, sadece havayı duyumsuyordu artık. Tüm vücudu boşluktaydı, tıpkı bir kuş gibi hissetti kendini.
"Çat!"
Birdenbire içinde bulunduğu hayallerden uyanıp pelerin cebinden asasını çıkardı. Ağaçların gerisinden bir ses gelmişti. Islanınca dalgalı hale gelen saçlarını net görebilmek için gözlerinin önünden çekti ve oturduğu daldan yere atladı. Bir elinde asası duruyordu hala; ama karşısına biri çıkarsa ne tür bir büyü yapabileceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Bildikleri kısıtlıydı. Yine de, o elindeyken kendini güvende hissediyordu. Çevreyi kolaçan ederek birkaç adım daha attı. Biri geldiyse neden ses vermediğini anlayamıyordu. Gergin bir şekilde ağaçlardan birinin arkasına geçti ve seslendi: "Kim var orada?" Ses gelmedi. Derin bir nefes alıp tekrar sordu: "Kim var orada dedim!"
En son Odessa Meredith Poulter tarafından C.tesi 12 Tem. 2008, 12:32 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Yağmurlu bir öğleden sonra... Perş. 10 Tem. 2008, 22:17 | |
| John kendini yine burada bulmuştu haftanın bütün o yoğunluğunun ardından. Bu dönem buraya ilk gelişini hatırlıyordu da küçük bir yılancığın saldırısına uğramıştı. Islatılmak dans ettirilmek asasını almak derken sonunda onu etkisiz hale getirip kurtulmuştu. Aslında ona daha büyük bir ceza verebilirdi ama bu şimdilik kesinlikle yeterliydi. Hem zaten daha ilk günlerden başını belaya sokmayı kesinlikle istemiyordu. Binasının yıllar sonra kupayı almasını umuyordu ve o umudunu söndürecek her hareketten kaçınıyordu. Belki birkaç maceraya atılabilirdi sadece. Evet maceraları sanki bir mıknatıs gibi çekiyordu. Bela onu bir gölge gibi izliyordu ki bugün hala hayatta kalmasını zekasına ve cesaretine borçluydu. Buna kesinlikle engel olamazdı ancak elinden geldiğince yanlış bir şey yapmamaya gayret ediyordu. derslerde de iyi olmaya çalışıyordu ki gerçekten de büyük yardımları olduğunu söyleyebilirdi.
Ormanın içinde adımlarını atarken bulutlar kararmaya başlamıştı ve anlaşılan kendisini ıslatmaya meraklı olan orman bu sefer de doğal yolla ıslatmaya başlamıştı. Yağmura aldırmadan ağır ağır adımlarını atmaya devam etti. Cüppesi sırılsıklam olsa da gömleğine geçecek kadar sert olmadığı için şanslı sayılırdı. Yağmurda yürümeyi sevdiği bile söylenebilirdi ancak şiddetli bir yağmurun altında hasta olmak pahasına önemli bir işi de yoksa duracak kadar aptal da sayılmazdı. Şimdi kara bulutlara ve pelerinini dalgalandıran rüzgara rağmen o kadar güçlü değildi yağmur damlaları ve çoğunun ağaçların arasında kalması güzeldi. Ancak ağaçların arasındaki yağmurlar bazen süzülerek saçlarını ıslatıyordu ki buna engel olmak imkansızdı.
Burnuna buram buram toprak kokusu dolmaya ve sus sesleri kulağını doldurmaya başlamıştı yeniden. Uzun boylu ağaçların kokusu ve sonbaharın etkisiyle kurumaya yüz tutmuş yaprakların sürünürken çıkardığı sesler de onlara eklenince yüzüne bir rahatlama dolu gülümseme yatılmıştı. Ayakları zaman zaman çukurlarda ve ıslak otların üzerinde şapırtılar çıkararak yürümeye koyuldu. Ara sıra ayaklarının altında kalan dal parçalarının sessizliği delen çıtırtısını da görmezden gelerek ilerlemeye devam etti. Yağmur şu anda yorgunluğunu alıp rahatlattığı için doğanın bir armağanıydı adeta. Vücudunun gevşediğini, bedenini rahatlık hissinin kapladığını, yorgunluğunun azaldığını hissedebiliyordu.
İlerlerken bir süre sonra rüzgar artık ıslak saçlarını dalgalandırmıyorken bir çıtırtı başka birinin dikkatini çekmiş olmalıydı ki kimliğini soruyordu. O aptal Slytherin miydi yeniden buralarda olan?Cevaplamadı ve sessizce ağaçların arasında dolaşarak sesin kaynağını aradı. Kendini yine iyi kamufle etmişti. Bu konuda okuduğu birkaç kitaptan aklında kalanlar ve deneyimleri oldukça yardımcı olmuştu. Yine aklına gelen o önceki kıza saldırıyı da tam da bu şekilde yapmıştı. Asasını çekti ve parmaklarının arasında döndürdü. Ayakları ağaçların arasında yer değiştirirken bir çıt bile çıkarmıyordu. Otlar, çalılar ve iri gövdeler kendisini tamamen saklıyordu. Eğer o küçük iblis ise bu sefer onun kendisinden çekeceği vardı. Aynı türden bir dans yada ıslatmak iş görebilirdi.
Ses gittikçe sertleşirken kimliğini anlayabilmişti. Küçük iblisçik değil tam tersine oldukça sevdiği bir kız vardı orada ve çıkardığı çıtırtılardan dolayı kimliğini sormayı yineliyordu. Yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Onu yeniden görmek güzel olmuştu. Şimdi sesini yükseltip sorularını yineleyen kızın karşısına direk çıkmak yerine ufak bir oyun oynamak güzel olacaktı. En azından paranoyakça davranışına açıklık getirirdi. Gözleri hafif bir muziplikle parlarken hızlı düşünüp oyununu uygulamaya geçti. Ağır adımları ağaçlar arasında sessiz bir çember çizerek tam arkasına yöneldi ve orda bir takırtı çıkardıktan sonra sessiz ama hızlı bir şekilde yeniden arkasına geçti. Asanın soğuk ucunu boğazına dayarken kulağına fısıldadı.
-Merhaba... Hogwarts'a Hoşgeldin Oddy... dedi gülümseyerek. Onunla ilk karşılaşması diagon sokaklarında olmuştu ve ona Diagon’daki gezisine yardımcı olurken başta biraz çekingen olan kız sonradan haşarı bir kişiliğe dönüşmüştü dolaşırken ve giderek daha da iyi anlaşmışlardı. Şimdi burada karşılaşması iyi bir tesadüf olmuştu. Kızın heyecanlı çığlığından sonra dönmesi ve şaşkınlığını kahkahalarla izledi. Ancak bunun kızı sinirlendirdiğini fark edince kahkahasını zor da olsa bastırarak gülümsemeye çevirmesinin birkaç dakika sonrasında konuşmaya devam etti. Sözlerinde alaycı bir ton kullanıyordu ama bunun Oddy ile değil diğer iblisle alay etmek amaçlı olduğunu anlayacağından emindi.
-Dikkat et küçük hanım. Burada bazen küçük yılancıklar dolaşıyor ve bir tanesi yüzümü yıkamayı unuttuğumu duymuş olacak ki kalkıp beni bir banyo yaptırdı. Şimdi de yağmur... Merlin aşkına sabahları yüzümü yıkamayı öğrenmeliyim. Baksana herkes bu konuda hemfikir görünüyor dedi gülerek. Aslında bu kadarını bile nasıl becerdiğine inanamıyordu. Muhtemelen dalgınlığına gelmişti. Yine de onunla eğlenmesi güzel olmuştu. Kıza son ana kadar bir şey yapmamıştı. Sonunda abartarak çizmeyi aşmıştı. O an bir başkası olsa bir şekilde kızı öldürebilirdi bile. Kendisi etkisiz hale getirdikten sonra bir de üstüne ortak salonuna bıraktığı için şanslı hissetmeliydi. Başka bir kişi en iyi ihtimalle onu şikayet ederdi. Ancak John kesinlikle hiçbirini yapmamıştı.
En son John Stewen Peterson tarafından Cuma 11 Tem. 2008, 23:13 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11975 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: Yağmurlu bir öğleden sonra... Cuma 11 Tem. 2008, 00:27 | |
| Meredith ardarda yönelttiği sorulara cevap alamamanın verdiği gerginlikle, bir o yana bir bu yana yürüyor, ağaçların çevrelerini kontrol ediyordu. Asası elinde, sesi çıkaranın sihirli bir yaratık olmamasını diliyordu. Hogwarts'ta topu topu bir hafta geçirmişti ve belki de hakkını vererek yapabildeği tek büyü alahomora'ydı. Kilit açma büyüsü ne işine yarayabilirdi ki, ormanın derinlerinde?.. Her geçen saniye kendini daha da az güvende hissediyor ve korkusunun çoğaldığını farkediyordu. Gözlerini kırpmadan inceliyordu her yeri, her köşeyi. Yürüdükçe çıkan hışırtılara ve hala devam eden yağmurun ıslattığı bedenine aldırmadan ormandaki diğer seslere kulak verdi. Aniden, arkasından gelen bir sesle yutkundu. Hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Saniyeler bile geçmeden arkasında birinin durduğunu hissetti. Soğuk uçlu bir asa boğazına dayandı.
"Merhaba... Hogwarts'a hoşgeldin Oddy..." Meredith avazı çıktığı kadar bağırdı ve başını arkaya çevirerek karşısındakinin ona gülümseyerek bakan John olduğunu gördü. Şaşkınlıktan ağzı iki karış açık kalmıştı. Nutkunun tutulduğunu gören John kahkahalar atarak onu izliyordu. Meredith öfkeyle ellerini beline koydu ve onun konuşmasını sinirlerine hakim olmaya çalışarak dinledi: "Dikkat et küçük hanım. Burada bazen küçük yılancıklar dolaşıyor ve bir tanesi yüzümü yıkamayı unuttuğumu duymuş olacak ki kalkıp bana bir banyo yaptırdı. Şimdi de yağmur... Merlin aşkına sabahları yüzümü yıkamayı öğrenmeliyim.Baksana herkes bu konuda hemfikir görünüyor." Meredith'in öfkesi; arkadaşının gülünç sözleriyle birlikte tuzla buz oldu. Kendini tutmaya çalışsa da; dayanamadı ve John'a katılıp az önceki haline kahkahalarla gülmeye başladı. Nasıl da bu kadar korkmuştu ki? İkisi de birbirlerine bakıyor, baştan aşağı sırılsıklam olmuş bedenlerini görünce yeniden bir gülme krizine tutuluyorlardı. En sonunda ağrımış karınları; artık bu şamataya bir son vermeleri gerektiğini hatırlattı onlara. Üstlerinin daha fazla kirlenemeyeceğini düşünüp, yaprakların üst üste yığılmış olduğu, en kalın gövdeli ağacın gölgelediği bir köşeye oturdular. Soğuktan donmuş bedenlerini ısıtmak için birbirlerine yaklaşıp pelerinlerine iyice sarındılar. Şatoya dönmeleri için yağmurun dinmesini beklemekten başka çareleri yok gibi görünüyordu.
"Gülmemin seni affettiğim anlamına gelmediğini biliyorsun." dedi Meredith anın şokunu atlatmış olmanın verdiği rahatlıkla. Yağmur hala dinmemişti, gölgesinde oturdukları ağacın dalları, kendilerine fazla gelen suyu ikilinin kafasına damla damla boşaltıyordu. Ertesi gün büyük ihtimalle öksürerek kalkacaklarını düşünen Meredith; bir yandan da en kısa sürede John'dan bu muzipliğin öcünü almayı planlıyordu. Onlar daha ilk haftadan suç ortaklığına başlamışlardı; bir sohbet esnasında tesadüfen ortaya çıkan bir gerçek, birbirlerine yakınlaşmalarını ve arkadaşlıklarının kuvvetlenmesini sağlamıştı. Seçmen Şapka; aynı ayrımda kalıp farklı kapılara bırakmıştı onları: Birini Gryffindor'a, birini Ravenclaw'a. Beraber yaptıkları yaramazlıklarda John cesaretini, Meredith'te mantığını konuşturuyordu. Gülümseyerek ağacın pürüzlü gövdesine yaslandı. Tahtanın çıkıntılı yerleri sırtına batıyor, canını yakıyordu. Umursamadan az önce neden büyük bir tepki verdiğini düşündü. Belki de John'un kurduğu tuzağa düştüğü için kızdığı kişi arkadaşı değil, kendisiydi. Biraz daha serinkanlı, biraz daha cesur olabilirdi. Her geçen gün, Şapka'nın iki bina arasında kalıp sonunda neden Ravenclaw'ı seçtiğini daha iyi anlıyordu.
En son O. Meredith Poulter tarafından Cuma 25 Tem. 2008, 23:01 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Yağmurlu bir öğleden sonra... C.tesi 12 Tem. 2008, 01:41 | |
| Kahkahaları ormanın içinde yankılanırken yuvalarına sinmiş birkaç kuşun tiz sesine ve hayvanların ufak hareketlenmelerine neden olmuştu. O anıları hatırlayınca gülünmeyecek gibi değildi. Hele ki John’un söyleyiş tarzı Oddy’i güldürmüştü. Aslında çok sık güldüğünü görmüyordu bu şekilde ama gerçekten güzel güldüğünü söyleyebilirdi. Kahkahaları tam bitecekken birbirlerinin o ıslak haline bakmaları ikinci bir krize daha neden olmuştu. Odessa’nın saçları kıvır kıvır ve elbisesi tümüyle sırılsıklamdı. John’un bir parça uzun ve kabarık olan saçları da keçeleşmiş halde yapışmıştı. Karşıdan bakılınca bu yağmurda burada olmakla sudan çıkmış balığa dönmüşlerdi. Durum gerçekten oldukça komikti. Dakikalar boyunca gülmeye devam ederlerken yağmuru adeta unutmuşlardı.
Geçen dakikalardan sonra karınlarının kasılmaya başlamasından olsa gerek kesik kesik nefeslerin ardından kahkahaları yavaşlayarak durmuştu. John uzunca süredir güldüğünden derin derin nefes alması gerekmişti ve ağzına yağmur suyu doluşmuştu. Burun deliklerden içeri ise toprak kokusu buram buram dolmuştu. Hızlı hızlı akan yağmur gözlerinin bir perde gibi uzanırken ısınmak için Oddy’e doğru bir adım attı ve pelerinine sıkıca büründü. Islak bir pelerin onu ne kadar kuru tutabilir bilemiyordu ama en azından bir parça da olsa onu ısıtabilirdi. Hasta olacağı kesindi ve bunu annesi bir şekilde duyarsa bir çığırtkan alacağı da aynı ölçüde kesindi. Yine de o kadar olmamasını umdu. Şu an ilerlemeye kalksalar çok daha kötü olacağından burada durmak daha iyi olacağa benziyordu.
-Ah evet… Elbette… Aslına bakarsan seni korkutmayacaktım. Seni o küçük iblis sanmıştım ve ondan saklanıyordum. Ona bu sefer de ben oyun oynamak istemiştim. Ancak seni görünce sana da ufak bir şaka yapmak istedim. dedi hafif bir gülümsemeyle. Onun gözlerindeki zeka pırıltısını görürken aklına seçmen şapkanın onları seçerkenki durumu gelmişti. Beynindeki uğultuyu sanki rüzgarın uğultusuna ek olarak hissediyor gibi oluyordu düşündükçe. Merlin aşkına ne çok konuşmuştu. Sonunda yeter diye sesini yükseltince bunu bir cesaret bulmuştu ve Gryffindor’a yollamıştı. Oddy ise tam tersini yaşamıştı John’un nasıl cesareti zekadan bir parça fazlaysa Oddy’nin zekası cesaretinden bir parça fazlaydı. Birlikte gerçekten birbirlerini tamamladığına inanıyordu. Belki de bu yüzden gerçekten iyi anlaşıyorlardı.
Gözleri bir an etrafta dolandı. Konuşacak bir şey aramışçasına bir hava vardı yüzünde. Biran duraksamanın ardından geri çekilip saçlarını bir atın yelesini sallaması misali sallayıp etrafa su sıçrattı bir süre ve eliyle keçeleşmiş saçlarının suyunu sildi. Hogwarts’a döndüğünde bir duş alması şarttı bu doğal duşun ardından. Parmaklarını saçlarının arasına daldırıp biraz düzeltmesinin ardından gülümseyerek tekrar Oddy’nin yanına geldi. Hemen yanındaki ağacın bir işçinin nasırlı elleri gibi pürüzlü ancak; yine de çok rahatsız edici olmayan, açık kahverengi tonu ıslak kısımlarda koyulaşan ve bir kısmı yüzülmüş uzunca bir ağacın altında yaslandı. Eğilmiş bir yapraktan akan su ayaklarının dibine iri damlalar halinde düşüyordu ve bir başka yaprak tam yukarısından başına önemsiz küçük damlalar bırakıyordu.
-Ee... Oddy… Hogwarts'ın gizemli ve sevimli alanlarından birindesin. Fısıldayan Ağaç Korusu…Ben ara sıra buraya ziyarete gelirim. Seni buraya getiren nedir? Hem de böyle bir zamanda... dedi hafif bir merakla. Aslında ikisi de sakin yerleri seven insanlar olduklarından muhtemelen bu ormanın onları çekme sebebi aynıydı. Ancak yine de belki farklı dertleri üzüntüleri vardı ki paylaşması belki onu rahatlatabilirdi. Bunu son zamanlarda bir çok kişiye sıkça yapsa da bundan sıkılmamıştı. Dertlerini paylaşmak hoşuna gidiyordu. En azından bu yağmurun altında bekledikleri dakikalar boyunca bir parça sohbet imkanı bulurlardı. Gözlerini etrafta dolaştırır ve sonbahar yağmurunun manzarasını izlerken sessizce Oddy’nin cevap vermesini bekledi. | |
| | | Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11975 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: Yağmurlu bir öğleden sonra... C.tesi 12 Tem. 2008, 12:29 | |
| Ormanda yankılanan sesli kahkahalarında, birbirlerine baktıkları her an yeni bir coşku seziliyordu. Meredith John'un keçeleşmiş, yapış yapış olmuş saçlarını görüp tekrar bir krize girdiğinde, karın kasları kasılmaya ve artık gülmemesi gerektiğini ona hatırlatmaya başladı. Uymaktan başka çaresi yoktu, ağrıyan çenesine parmak uçlarıyla hafif bir masaj yaparak bir ağacın gölgesine oturdu ve yanına gelen John'a yaslandı. Güneş direnememiş, bulutların arasına girmişti. Sertçe esen rüzgar, pelerinlerine sıkı sıkı sarılmış iki arkadaşı da üşütüyordu. Sonbahar, tüm diriğiyle karşılarındaydı. Her ne kadar artık melankolik havasının dağıldığını düşünse de, seviyordu sonbaharı Meredith. Belki de kendisini hatırlatıyordu ona. Hep hüzünlü, hep buruktu sonbahar da. Aynı onun gibi...
John'un şaka yaptığını belirten sözleri karşısında yeniden güldü Meredith. "Küçük iblis ha... Kimmiş bu?" Şatoya dönünce bir kavga çıkarmak fena olmazdı. Yetimhanede çıkardığı olayların haddi hesabı yoktu. Hogwarts'a gelirken yeni bir sayfa açmaya karar vermiş, artık daha sakin olup hareketlerine çeki düzen vereceğine, sinirlerine hakim olacağına dair kendine söz vermişti. Yine de, eski alışkanlıklarından kurtulmak zaman alıyordu. Hele ki her yerde karşısına çıkan, gördüğü anda hepsini teker teker boğmak istediği Slytherin'liler olunca... Sıkıntıyla üfledi ve gökyüzüne baktı. Hala dinmeyen yağmur, Meredith ile John'un kurumasına izin vermeyecek gibiydi. İkisi de kara kara şatoya nasıl döneceklerini düşünüyordu, ağacın gölgesinde, pelerinlerine sarılarak oturmak işlerine geliyordu.
Puslu hava, sessizleştirmişti ikisini de. Meredith ortamı ısıtmak için Quidditch konusunu açmayı düşündü, ortak noktalarından birisi de buydu ne de olsa. John bir vurucuydu, Meredith ise tutucu pozisyonunda oynuyordu. İlk maçta rakip olacaklarını düşününce içi burkuldu. Gryffindor takımında çok sevdiği nice arkadaşı vardı... Aniden toparlandı. Hiçbir işine duygu katmamayı yıllar önce öğrenmişti o; şimdi neler oluyordu? Tam ağzını açmış, antrenmanların yoruculuğundan bahsedecekti ki; John'un ona neden Fısıldayan Ağaç Korosu'nda olduğunu sormasıyla yüz ifadesi değişti. Hayatının gizli saklı, unutulmuş sandığı tüm film kareleri oynuyordu beyninde. Yeni yetmelik zamanlarının aşağılanmışlıkla dolu görüntüleri üşüştü gözlerinin önüne. Geçmişi tüm gerçekliğiyle dirilmişti işte. "Ne istiyorsun benden? Ne?" diye bağırmak istedi Meredith, ama sesi yüreğinin içinde eriyip gitti. Birdenbire yanaklarından aşağı akan gözyaşlarını, yağmurla örtebildiği için sevindi. Her saniyesi yeni bir öğrenme süreci olan hayatın, ona neden bu kadar çok acı çektirdiğini anlayamıyordu. John'a baktı. Gözlerinin içinde dostluk pırıltılarını görebiliyordu Meredith. Ama anlatmaya hazır değildi... Daha kendisi bile yüzleşememişti hayatıyla, yaşadıklarıyla. Bir başkasına anlatamazdı ki... Zamanın iyi geleceğini düşünmüştü hep, kendini avutup durmuştu. Oysa şimdi, yarasını iyileştireceğini umduğu zamanın, o yarayı daha da kanattığını farkediyordu. İçini çekti ve yalan söylemeyi becereceğini umarak: "Sadece şatonun gürültüsünden uzak kalmak istedim, o kadar." diye yanıtladı arkadaşının sorusunu. İçten içe, onun bu yalanı anlamamasını ve konuyu değiştirmesini istiyordu. | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: Yağmurlu bir öğleden sonra... Cuma 18 Tem. 2008, 02:04 | |
| -Ah sorma… Küçük bir iblisti işte… Slytherinlerden biri. Adını sadece seçmen şapka seremonisinden hatırlıyorum. Dur neydi?... Helena… yok hayır... Elina… Hah evet Elina olması lazım adı... derken eli otomatik bir tavırla ıslak saçlarına gitmiş be onları karıştırmak yerine düzleştirmeyi yeğlemişti. Alini aşağı indirirken çektikleri suları boşalttığından olsa gerek ensesinden aşağı doğru bir su süzülmüştü. Sırtından aşağı doğru hızla inen su bir ürpertiye neden olmuştu bir an için. Bunu bir an evvel bitirmek istercesine ağaca yaslandı. Su daha ağır bir hareketle ağaç yüzeyinin profilince akarken onu umursamamaya çalıştı. Aklındansa bir Slytherin’in onun ensesinden buz attığı o an geçiyordu. His hemen hemen aynıydı zaten. Çocuğa ilk önce bir şey dememişti ancak ödevlerinin yerine boş bir kağıtta etkili bir not bıraktığından bu yana çocuk ona bir şey yapmıyordu.
Yağmurun sesi kulaklarını dolduruyor ve burnuna toprak kokusu doluyorken John’un gözleri Oddy’de sabitlenmişti. Karşısındaki Oddy ile aralarındaki yağmur damlaları değişik türden bir perde ile onu bir parça örtse de ağaç dallarının bir parça korumasıyla daha az ıslak olan kızı net olarak görebiliyordu. Islanan kaşları bir parça gözünün önünde bir karaltı halinde belli oluyordu. Bedeninden süzülen sularsa rahatlayan bedeninin gevşemesine yol açıyordu. Bu ona doğanın aldırdığı bir duştu. Toprak kokusu çiçek kokularına, bitki kokularına karışıp burnuna dolarken suların iyice tenine yapışan gömleğinin üzerinden süzülüp yere düşmesi hep onu rahatlatan bir duş gibi etki ediyordu şimdi. Bir süre gözlerini kapatıp doğa ile bütünleşmişçesine yağmuru dinlemeye, üzerinden kayan damlaları hissetmeye çalıştı. Bunu yaptıkça rahatlaması da büyüyordu.
Gözlerini açtığında bir an inanamadığı bir şey gördü. Sanki yağmur damlalarının arasında daha büyük bir damla vardı Oddy’nin gözlerinde. Bunun neden olacağını düşünürken az önceki sözlerinin sebep olabileceğinde karar kıldı. Geçmişine dair hemen hiçbir şey anlatmamıştı onca konuşmalarına ve dostluğuna rağmen. açıkçası bu konuları özenle gizliyor ve saklıyor gibiydi ancak bu John’un merakını azaltmak yerine alevlendiriyordu. Gizli olana anlatılmayana hep ilgisi olmuştu. Meraklı gözleri bundan olsa gerek ki anlamlı bir hal almıştı. Belki de yanılmıştı gözyaşları hiç olmamıştı ve kendisi kuruntu ediyordu ama yine de sanki öyleymiş gibi düşünüyordu. Göz yaşlarını soramasa da bu durumu sorabilirdi. Derin bir nefesle soğuk havayla birkaç su damlasını içine çektikten sonra konuşmaya başladı.
-Şatonun gürültüsü? Bir hafta sonuyken ve pek çok kişi Hogsmade’deyken mi?Bence biraz farklı sebepler var… Belki seni üzen şeyler. Paylaşmak istersen dinleyebilirim. Sözlerine bir gülümseme de eklemişti. Gözleri Oddy’nin üzerinde dolanırken ondaki sıkıntılı tavrı gördüğünde yanılmadığını anlamıştı. Anlatır mıydı yoksa konuyu mu değiştirirdi bilemiyordu. Ancak paylaşmasını istediği kesindi ki merak kadar dostluk hisleri de bunu sağlıyordu. Bir yanı onun paylaşmasını isterken diğeri de üzülmesini istemiyordu ve yağmurun gölgelediği başışları bu ayrım içinde gidip gelen düşünceli tavrını yansıtırcasına donuklaşıyordu. Ancak sözcükler dudaklarından dökülmüştü bir kere ve merak ettiği asıl şey cevaptı. Acaba Odessa John’a gerçekten güveniyor muydu bunu cevabı gösterecekti. | |
| | | Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11975 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: Yağmurlu bir öğleden sonra... Cuma 25 Tem. 2008, 23:39 | |
| Soğuktan titreyen bedenine aldırış etmeden; vücudunu saran kollarını serbest bıraktı ve arkasına yaslandı iyice. Derin bir nefes alarak rahatlatmaya çalıştı kendini. John'un, onun beklediğinin aksine sorunun üzerine gitmesi oldukça canını sıkmıştı. Yine o anlardan biriydi işte: Asla kaçamayacağını, geçmişinin eline kelepçelendiğini anladığı anlardan biri. Üşüten rüzgarın etkisiyle sarıldığı, boynunu saran atkısını gevşetti sertçe çekerek. Boğulduğunu hissediyordu, her geçen gün biraz daha battığı, sonsuz bir okyanusun içindeydi. Hiçbir zaman çıkamayacağı, yapayalnız kaldığı bir okyanusun... Küçükken annesinden dinlediği masal geldi aklına. Süt tenekesi içinde kapalı kalmış iki kurbağadan biri pes edip kendini ölümün ellerine teslim ederken, diğeri mücadele etmeyi seçip yaşamını kazanmıştı. Bu öykü her aklına geldiğinde direnmesi gerektiğini kendine hatırlatan Meredith; bu sefer o gücü bile bulamıyordu kendinde. Peşinden asla ayrılmayacak bir kuyruğu vardı onun; pis, pasaklı bir kuyruk: geçmişi.
"Özgür değilim ben." Farkında olmadan yüksek sesle konuşmuştu. Ses tonu boğuk çıkıyor, boğazında düğümlenen bir şeyler olduğunu belli ediyordu. Yutkunarak o yumruyu yok etmeye çabaladı; ama boğazını tıkayan, akıtamadığı gözyaşlarıydı. Gözlerinden yorgun olduğu anlaşılıyordu. Yıpranmıştı, hem de çok. Yağmur damlaları bedenini yıkarken, kurşunlar gibi delip geçiyordu Meredith'in yüreğini. Yıllardır büyük bir özenle korunan devletin, artık düştüğünü hissedebiliyordu genç kız. Zamanla birlikte birçok yara almışt çelik zırh. Delik deşik, paramparça olmuştu. Yine de; içindeki minik, kırılgan çocuğu incitmemek için elinden geleni yaptığına inanıyordu Meredith. Artık dayanamıyordu, bu yaralarla ayakta durmak zordu. Bunca yıl; büyük bir güç ve azimle mücadele etmiş, pes etmenin tabiatına aykırı olduğunu hatırlatıp durmuştu kendine. Ama geçmişinin izleri takip etmişti onu. Adım adım ilerlemiş, harika bir planla, Meredith'i yenmeyi başarmıştı. Yapamayacaktı artık. Yine düşmüştü aklına; 'gitmek.' Nereye, nasıl, ne zaman... Ne önemi vardı ki?
"Hatırlamakla değişse hatıralar... Bile bile değişmeyeceklerini; tek tek çıkarıyor hafızasının raflarından her birini. Sil baştan yaşıyor çoktan yaşanmış bitmiş şeyleri. Geçmiş, çiğneye çiğneye tadı çoktan acılaşmış bir sakız olmuş damağında. Çektikçe uzuyor. Kah bir gün evveline, kah on sene öncesine erişiyor. Tekrar tekrar aynı şeyleri hatırlamaktan sıkılmamış kadın. Sıkılmış kendisi olmaktan." *
"Babam; annemin katili." Yapmış mıydı gerçekten? Söylemiş miydi gerçekleri? Korkusuzca, yürekle. Başını kaldırdı ve yutkunarak, soru işaretleriyle dolu gözlerini arkadaşına çevirdi. Çocuk ne diyeceğini bilemiyor gibi görünüyordu, anın şokunu yaşıyordu hala. Meredith ise, hayatında hiç olmadığı kadar huzurlu hissetti kendini. Rahatlamıştı. Bu gerçeği kendisinden başka birine itiraf etmek, hayatıyla yüzleşmede bir adım daha ilerlemesini sağlamıştı belki de. Az önce yüreğini sıkıştıran, boğazını düğümleyen gözyaşlarının, gözlerinden akıp yanaklarında yağmur damlalarıyla karıştığını hissetti. İçindekileri kusuyordu Meredith. Derin derin soludu ve başını ağaca yasladı. Rahat bir tavırla, içindeki acıların akıp gitmesini bekliyordu. Hepsi buharlaşacak, havaya karışacaklar, onun huzurunu bozamayacaklardı bundan sonra. En azından o böyle umut ediyordu. Tüm olanlardan sonra içinde hala umut kırıntıları kalmasına şaşırıyordu aslında, yıkıldığını hissettiği her an, yeni bir yıldız parlıyordu çevresinde. Kim bilir, belki de gerçekten tesadüf diye bir şey yoktu.
* Elif Şafak, Siyah Süt. | |
| | | | Yağmurlu bir öğleden sonra... | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |