Güneşin doğmadığı karanlık bir cumartesi sabahıydı. Yağmur bulutları Hogwarts’ın üzerinden ayrılmaksızın içlerindeki soğuk yağmur taneciklerini Hogwarts’ın arazisi üzerine bırakıyorlardı. Sis bulutları gözü gözü görmeyecek şekilde değildi, neyse ki. Yatağının sol çapraz arkasında olan camdan dışarıyı izleyen David, elindeki sahte galleona diğer Dumbledore’un Ordusu üyelerine toplantıyı hatırlatmak amacıyla bastı. Şuan ceplerinde taşımaları gereken galleonları, titreşim sağlayarak hepsine uyarı gönderiyordu. Geçen yaz keşfettiği bu cihazda, ablasının emeği de oldukça büyüktü. Elinde tuttuğu sahte galleonu arka cebine koydu ve asasını, üzerine giydiği siyah pelerininin cebine koydu. Toplatı için ortalığı düzenleme vakti gelmişti.
Gryffindor Ortak Salon’undan ayrılıp, kendilerine yakın olan yedinci kat koridoruna çıktı, Hayley buralarda bir yerlerde olmalıydı. Ne de olsa mezun olup profesör olan kuzeni Tatyana’nın görevini yapacak yeni isim Hayley’di. Yavaş adımlarla İhtiyaç Odası’nın bulunduğu koridora dönmeyi amaçlarken, bir anda karşısına çıkan Hayley’le çarpıştı, iki koridorun kesiştiği noktada. Çarpmanın etkisiyle sarsılan Hayley ve David’den hasarı asıl gören Hay’dı, muhtemelen. Pişmanlık dolu bakışlarla sevgilisine bakan David: “Özür dilerim Hay, dikkat edemedim.” dedi, bakışlarını sürdürerek. Durumundan memnun gibi gözüken Hayley, gülümseyerek koridoru dönüp gözden kayboldu. Adımlarını hızlandıran David, İhtiyaç Odası’nın bulunduğu gizli kapının önüne gelerek büyülü kelimeleri dudaklarından döktü. “Bize çalışabileceğimiz bir ortam ver, lütfen!”
Geçerli kelimelerle büyük ve eski kapısı beliren İhtiyaç Odası’ndan içeriye girdi. David’in girmesiyle küçülerek kapanan kapı, içerisinin karanlık olmasından başka hiçbir işe yaramamıştı. “Lumos!” Asasından çıkan cılız ışıkla etrafı görmek bir hayli zordu. “Lumos Maxima!” *Şimdi daha iyi!* Hâlinden memnun bir tavırla duvarlara asılı olan meşaleleri arıyordu. “Nerede bu kahrolası şeyler?!” Koca bir yazın ardından İhtiyaç Odası’nı neredeyse tanımaz olmuştu. Kendine şaşırarak aradığı meşaleleri bulamıyordu bir türlü. Sanırım sana bu büyü de yeterli olmadı: “Lumos Solem!” Asasından çıkan kocaman ışık huzmesi… Asasının ucuna baktığı andan itibaren yanan gözlerini, göz kapaklarıyla kapayarak acısını hafifletmeye çalışıyordu. Sol eliyle gözlerini ovuşturmaya başlamıştı; ama yarardan çok zarara neden oluyordu bu. Bir müddet öylece gözleri kapalı beklemekle yetindi, kendisine yararı yerine zararı olan bu kocaman ışık huzmesini söndürerek. Karanlıkta durmak, gözlerine iyi gelmişti, kısa süre sonra açtığı gözleri yine siyahtan başka bir şeyi görmüyordu. Aklına yapacak bir şey gelmemesi ilginç ve bir o kadar da kötüydü. Altıncı sınıfa giden bir büyücü… İçinden geçen bu düşünceyle kendine hırs vermişti, alışık olduğu gibi asasını tutarak duvarda hedef aldığı yere İncendio büyüsünü uyguladı. Koskoca altı yılın tecrübesiyle meşalelerden birini tutturmuştu, zaten de bundan sonra kolaydı. Eşit aralıklarla dizilmiş meşalelerin hepsini kısa sürede yakarak içerisine sıcakla birlikte ışığın dolmasını sağladı.
Kafasında önce ufak bir toplantı yapmak vardı, daha sonra büyü uygulamaya geçeceklerdi. Dumbledore’un ortadan kayboluşu, amcasının söylediği birkaç kelime… Ellerinde yararlı bilgiler vardı; ama sonuç olmadıktan sonra… Kırmızı deriyle örtülmüş ‘puf’ koltuklardan her zaman oturduğuna oturdu ve bir an önce tüm üyelerin gelmesini, sabırsızlıkla beklemeye koyuldu.