Hogwarts Koridorlarında kibar adımlarını atarken beyninden geçen her türlü düşünceye hakim olamıyor gibiydi. Düşündüğü ilk ölüm yiyenlerdi. Bir ölüm yiyen olmayı kendisi seçmişti. Neden ve niçin seçmişti bir türlü kafası almıyordu bunu. Ancak baskınlar ve diğer kötü şeyler kolunu acıtmaya başlamıştı artık. Kolunda işaret günden güne daha çok beirginleşip yanmaya başlıyordu. Anlaşılan o ki Voldemort günden güne güçlenmeye başlamıştı. Ancak bu garipsenecek düşünceleri beyninden sıyırarak gerçek dünyaya dönmeye çalıştı. Her zamanki rahat yürüyüşünü sergileyemiyordu bugün. Biraz daha kasıntı bir hali vardı ve bu halini gören portreler ona garip bakışlarını atıyor, sonra da fısıldaşmalarına devam ediyordu. Hırkasının üstüne amansızca sallanıp duran takılarının sesine aldırış etmeden altıncı kat koridorlarında ilerlemeye başladı. Neredeyse tamamen boş olan koridoru rüzgarın hışırtısı ve portrelerin fısıltısı dolduruyordu.
Her zaman giydiği şeyleri giymişti yine. Her zaman aynı kombinasyonu giymekten bıkmamıştı neyseki. Bıkmaya da hiç niyeti yoktu zaten. Onunla diyaloğa geçen öğrenciler Emily'nin üstüne bakmaya yeltenmiyordu bile. Çünkü artık öğrenciler Emily'nin garipsenecek derecede çirkin elbiselerine, takılarına, ve gözlüğüne alışmıştı. Hatta ezberlemişlerdi. Burun hizasına doğru kamış iri gözlüklerini göz hizasına getirirken düşünceleri neredeyse onun yürümesine engel olmuştu. Daha güzel bir gözlük takmayı dilerdi ancak gözleri o kadar bozuktu ki gözlükle bile doğru düzgün göremiyordu zaten. Bu nedenle öğrencileri karıştırması büyük bir olasılık olmuştu. Özellikle birbirine benzeyen veya isimleri aynı olanları. Yeterince bol olan kazağını sanki biraz daha bollaştırmak istermiş gibi önüne doğru çekti. Her zamanki pantalonu gidiği elbiselerin içinde en güzeliydi zaten. Hafif bir topuğu olan ayakkabıları, her senkronize adımında biraz daha gür ses çıkarıyordu. Tipik bir Kehanet profesörü olarak tanımllayabilirdi aslında kendisi. İnsanlarına falına baka baka, en gizemli sırlarını ortaya koya koya ve geleceğini ve geçmişini öğrenince böyle bir hal almıştı. Hogwarts'da Kehanet derslerini vermeye başlayınca kendini kabuğundan çıkmış bir kelebek gibi hissediyordu. İç dünyasından çıkıp dopdolu dış dünyaya minik bir adım atıvermişti. Hepsi Miss. Derwent'ın sayesindeydi zaten. O olmasa şu an evinde oturuyor ve ev cini J'lorma ile sohbet ediyor olacaktı. Ancak şu an, 1 Eylül'den itibaren her zaman yaptıklarını değil, hiçbir zaman yapmadıklarını yapmaya başlamıştı.
Onu mutlu eden tek şey dersi alan öğrencilerinin derse olan ilgileriydi. Öğrenciler her ne kadar derste ıkınıp sıkınsalarda Emily'nin verdiği ilk ödevde yeterince başarılı olabilmeyi başarmışlardı. Derslerde ders kitabından gitmeyi pek hoşlanmıyordu aslında. Ders kitabı çünkü çok basitti. Bakanlığın talimatlarına göre hazırlanmış ders kitaplarının basitliği Emily'nin gözüne hemen çarpmıştı. Çünkü kütüphanede gördüğü küçük bir kız arkadaşının falına bir görücü gibi bakabilmişti. Bunun nedeniyse ders kitabını okumalarının sebebiydi. Kız neredeyse hiçbir yanlış yapmamıştı. Öğrencilerine çok yüklenmek istemezdi aslında. Zaten diğer derslerden yeterince yorulmuşlardı öğrenciler. Birde zaten yeterince zor olan bu derste onları fazla sıkmak istemiyordu. Yapmak istediği şey onlara boğmadan kehaneti onlara kavratmaktı. Ancak tam da burada bir çelişkiye düşüyordu, kafasında oluşan çelişkiye. Öğrencilere kehaneti kavratmak için onların üstlerine gidilmesi gerekiyordu aslında. Çünkü eğer sıkı bir eğitimden geçirilmezlerse o zaman kehaneti kavrayamazlardı. Koridorlara derslerin sıkıntısından sıyrılıp dinlenmeye gelmişti. Ancak yine bunları düşünüyordu.
Boş koridorlarda tek başına ilerlemek hiçte iç açıcı değildi. Yalnızlık onu her zamanki gibi sırtından bıçaklamıştı. Oysaki derslerde ne kadar eğleniyordu. Öğrencileri derse girmek zorunda oldukları için her zaman ordaydılar ve Emily'i yalnız bırakmıyorlardı. Emily yalnız bırakan yalnızlık gibi. Hogwarts içerisinde sürekli tek başına dolaşmaktan bıkmıştı artık. Ne zaman boş dersi olsa ya kasvetli ofisine çekilir ya da kehanet dersliğinden ayrılmazdı. Bugün ilk defa sosyalleşmeye karar vermişti. Ömrünün sonuna kadar kazanlarının başında çürüyen uzun burunlu çirkin yüzlü cadılar gibi odasının bir köşesinde sihirli küresinin başında çürümeyecekti. Herhangi bir öğrenci ya da profesör ile tanışacaktı. Bugüne kadar tanışabildiği tek kişi Derwent ve büyük şölende aralarında tatlı ve sahte samimi bir konuşma geçen Mathilda Mythill olmuştu. Birde trende tanıştığı biricik öğrencisi Stefan...
Bu kadar az kişiyle tanışmanın verdiği huzursuzlukla gözlerine ilişen minik cisme biraz daha yoğunlaşmaya karar vermişti. Cisimleri doğru düzgün ayırt edemeyen gözleri, gözleri için yeterince karmaşık bu cismi ayırt ederken zorlanıyıyordu. Ortamın gerginliği bu cisim hakkında insanın kafasında kötü düşünceler oluşturuyordu. Masum bir öğrencinin düşürdüğü tehlike dolu bir şey olabilirdi. Belki de tehlikeli bir öğrencinin onu tehlikeli yapmaya çalıştığı masum bir cisim de olabilirdi. Kafasındaki en mantıklı olasılığı bulmaya çalışırken tam yanından geçen Gryffindor öğrencisinin arkasından seslendi. "Bir dakika bakar mısın kızım?" Kız arkasını döndüğünde, kızın bu kadar güzel olacağını tahmin etmemişti. Bebek gibi pürüzsüz bir yüzü vardı. Kızıl saçları yüzünü biraz olsun kapatsa bile yine de kendi tarzını yaratması oldukça hoş olmuştu. İri gözlerini biraz daha açan kızın dikkati birden Emily'nin elindeki garipsi cisme yoğunlaşmıştı. "Sizce nedir bu, ayırt etmekte zorlanıyorum." dedi ince bir tını ile ve elindeki cisme yoğunlaştı.
Out: Gelmeyiniz...