|
| [SYB] 6. sınıflar için 3. ders (offline) [6. sezon] | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Mathilda Mythill Slug & Jiggers Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 210 Yaş : 34 Kan statüsü : safkan Galleon : 11995 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/06/08
| Konu: [SYB] 6. sınıflar için 3. ders (offline) [6. sezon] Çarş. 30 Tem. 2008, 17:18 | |
| İlk üç ders başarılı geçmişti 6. sınıflara sıra geldiğinde bir ders önceden getirttiği koca kafesi incelemeye başladı. Üstü koca bir bezle örtülmüştü. İçindeki değerli yaratık uyuyordu. “Umarım ders bitene kadar da uyumaya devam eder.” Diye geçirdi içinden.
Öğrenciler toplanınca ders başladı. Mathilda’nın fısıltıları artan öğrencilere söylediği ilk şey “Şşşt! Sessiz olun!” oldu. Bunu da hayli kısık sesle söylemişti ama duyulabiliyordu. “Herkes yaklaşsın bana, yaklaşın.” Dedi. Dersi fısıltıyla işleyecekti, herkesin kendini duyabildiğinden emin olmalıydı.
"Öncelikle hırpılar hakkında konuşalım. Çoktan öğrenmişsinizdir ki hırpılar zor yaratıklardır ve güvensizdirler. Yemek bıraktığınızda, bahçenizi talan ederler. Bu yüzden onları yemeklerle baş başa bırakmamalı ve olabildiğince sakin kalmalarını sağlamalısınız. Ödevini yapanlar bunu zaten biliyor. Hırpıların ne yediği basittir aslında. Pıtırkurt barındıran her yiyeceği yerler. İğrenç değil mi? Ama mantıklı!” Sesi hala fısıltı halindeydi ancak bir sonraki cümlesi o seviye de bile sertti: “Asla unutmayın! Sihirli canavarlar sihirli canlılarla beslenir, diğer besinler onları yeterince besleyemez.”
Minik çantasından ödev parşömenlerini çıkardı ve sırayla dağıttı sahiplerine:
“Ödevleriniz gerçekten çok iyiydi. Bay Peterson ve Bay Monaghan, sizleri ayrıca tebrik ediyorum.” Dedi gururla.
“Şimdi göreceğimiz yaratık, bakanlık sınıflandırmasında dört çarpıya sahip. Yani hayli tehlikeli. Bu yüzden kafese kesinlikle yaklaşmamalısınız. Eğer onun pençesine geçerseniz szi ben bile kurtaramam.” O anda kafesten derin bir uğultu duyuldu. Üstündeki bez hafifçe dalgalandı. Tutulan nefesler başka bir hareketin olmamasıyla sessizce geri verildi.
“Hala uyuyor.” Dedi Mathilda rahatlatmak için. “Bu bir Grifin.” Dedi Gryffindorlulara göz kırparak. “Hazırlıksız görürseniz korkutucu olabileceğinden, yaratığı önceden anlatıyorum size. Böylece görmek için hazır olursunuz.” O an fark etti ki yaratığı olduğundan daha korkutucuymuş gibi bir havaya sokuyordu sözleriyle. Aslında sevimli bile sayılabilirdi. Uyurken tabi...
“Grifinler Yunanistan’da ortaya çıkmıştır, birçok efsanevi sihirli yaratık gibi. Gördüğünüzde sizi en çok şaşırtacak özelikli bir kartalın ön kısmına ve bir aslanın arka kısmına sahip olmasıdır.” Öğrencilerin hayal etmesi için biraz durakladı. “Birçok efsaneye konu olmuşlardır. Çünkü hazine korumakla görevlendirilirler genelde, günümüzde evcilleştirilmiş grifinlerin hepsi bu sebeple evcilleştiriliyor. Bazılarının tüyleri de tüy kalem yapımında kullanılır, hoş olurlar.” Eliyle kafesi gösterdi “Bizim grifinimiz hala tam olarak evcilleştirilemedi. Bu yüzden yine uyarıyorum, yaklaşmayın!”
Biraz daha bekledi. Her ihtimale karşı yanında çiğ et getirmişti. “Hazır mısınız? Açayım mı bezi?” diye sordu. Öğrencilerin hepsi hazır olduklarını söylemişti, Mathilda her ihitmale karşı yine de bekledi. Ve sonunda asasının yardımıyla yavaşça açmaya başladı perdeyi. Güneş ışığının bir anda canavara vurması, uyanmasına sebep olabilirdi. Bu yüzden olabildiğince ağırdan alıyordu.
Bez tamamen açıldığında uyuyan grifin çıkmıştı ortaya. Derin derin nefes alırken tüyleri hafifçe kabarıp iniyordu. Arada bir de sinirle gagasını tıkırdatıyordu. “İşte!” dedi Mathilda fısıltıyla. Grifin yerinde hafifçe kıpırdandı, herkes bir adım geri çekildi. O an beklenmedik bir şey oldu. Herhangi bir hayvanın gelip kafese vurmasını beklerdi, At-adamların Yasak Orman’dan fırlayıp kafesin kapısını açmasını bekelrdi, öğrencilerden birinin heyecanla grifine koşmasını bile beklerdi –özellikle bir Gryffindorlunun- ama bu olanı asla akıl edememişti. Dördüncü dersin bittiğini bildiren zil çalmıştı. Bahçeden çok iyi duyulmasa da, grifin duymuştu. Huysuz huysuz açtı gözlerini. Kendisine gözünü dikmiş bakan insanları görmek memnun etmemişti onu. Gagasını vurmaya başladı parmaklıklara.
“Çocuklar geri çekilin lütfen” dedi Mathilda soğukkanlılığını korumaya çalışarak. Bir et parçası aldı. Kafese atabilecek kadar yakınlaşamıyordu.
“Wingardium Leviosa!”
Et uçtu ve kafese girdi parmaklıklar arasından. Anında gözden kaybolmuştu. Grifin hızla yiyordu. Diğer birkaç et parçasını da aynı şekilde yedirdi grifine. Çok sürmeden yemek saati sona ermişti. Grifinse hala mutlu görünmüyordu. Şimdi daha da hırçınlaşmıştı. Aslan ayaklarının üstünde havaya kalkmış, kanatlarını çarpıyordu kafese. Tüyleri kopup uçuşuyordu havada. Mathilda son çare olarak büyüye başvurmayı planlamıştı. Ve işte son çareydi.
“Sersemlet!” diye bağırdı. Büyü hayvana çarpmıştı ama etkili olmamıştı ardarda bağırdı “Sersemlet! Sersemlet!” Bir iki dakikalık uğraş sonunda hayvan düşmüştü. Mathilda elini çabuk tutup kapattı bezi yeniden.
Hızla nefes alarak konuştu “İşte gördünüz. Unutmayın her büyücü bu kadar şanslı olmaz. Ben bu büyüde fazla başarılıyım sürekli bu tür canavarları sersemletmek zorunda olduğum için. Siz denememelisiniz bile, karşılaştığınızda kaçmak daha doğru bir davranış olur.” Son bir derin nefes aldı “Tabi şimdilik...” diye ekledi.
“Nasıl evcilleştirildiklerini merak ediyor olabilirsiniz. Hayli sert davranıyorlar evcilleştirebilmek için. Bunun da yolu bu. Eğer birkaç küçük araştırma yaparsanız onların tehlikesini unutup, güzel hikayelere dalabilirsiniz. Öneririm.”
Dersin en sevilmeyen kısmına gelmişlerdi: “Bu hafta size kolay bir ödev vereceğim. Bakanlık sınıflandırmasında 4 çarpıya sahip herhangi bir hayvan hakkında geniş bir araştırma yapmanızı istiyorum. Araştırma sonuçlarınızı ayrıntılı şekilde bana yazacaksınız. Ben de uygun olan bir tanesini gelecek dersimize getireceğim. İyi haftalar. Şimdi arkanıza bakmadan gidin.” Dedi şakayla karışık. Ah bu kafesi nasıl gönderecekti?! Neyse ki akşam yemeğine kadar boş zamanı vardı...
- Spoiler:
*ödevin ayrıntıları için duyuru panosuna bakın.
**ders Pazartesi günü 4. ve 5. saat geçmektedir.
***sınıf listesi
John Stewen Peterson Charlie Adolph Monaghan
Johnny Amoux Malfoy
Maglor Silimauré
En son Mathilda Mythill tarafından Paz 07 Eyl. 2008, 12:16 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Adolf Maynard Griswald Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 755 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12124 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 17/05/08
| Konu: Geri: [SYB] 6. sınıflar için 3. ders (offline) [6. sezon] Salı 05 Ağus. 2008, 16:59 | |
| Gün her zamanki gibi yoğundu. Ağır bir ders programı vardı ve üstüne eklenen ödevlerde cabasıydı. Geçen yıl S.B.D'lerini vermek için çalıştığında bile bu kadar meşgul olduğunu hatırlamıyordu. Yoğunluğun altında ezilmişti ve çoğu zaman yapmak zorunda olduğu ödevler yüzünden akşam yemeklerini kaçırmıştı. Bunun getirisi zayıflamasıydı ve solgun olmasıydı. Sihirli yaratıkların bakımının işleneceği yere giderken, dışarıdaki havanın yüzüne çarparak yarattığı olumlu etki üzerine bir canlılık gelmesini sağlamış ve belirsiz bir neşeye sahip olmasına yol açmıştı. Hoş son ödevlerinde hırpılardan nefret etmişti fakat yine de bugün güzel bir ders olmasını diliyordu. Belki de ilgisini çeken birşey olurdu.
Profesörü ileride yanında örtülü bir kafesle görmüştü. Acaba yine ne var? diye düşünmekten kendisini alıkoyamamıştı. Fakat kafesin büyüklüğünden, bu sefer onları şirin birşeyin beklemediğini anlamak oldukça basitti. Yüzünde hafif endişeli bir ifadeyle, birkaç kişinin bulunduğu küçük grubun arasına girdi ve çantasını yere bıraktı. Eğilerek çantasını açtı ve parşömenini çıkarttı. Yeni çıkan bir ürün olan, kendiliğinden mürekkepli büyülü tüy kalemini cebinden çıkarttı ve ortalıkta dolaşan tahminlere aldırmadan profesörü dikkatle izlemeye başladı. İlk işi sessiz olmalarını söylemekti. Anlaşılan koca kafesteki yaratık uyuyordu ve profesör uyanmamasını istiyordu. Kendisine yaklaşmalarını söylediğinde, parşömen ve tüy kalemini çıkartmış olmasını bir an için gereksiz buldu fakat çantasına koyamadan kalabalığın hızla yaklaştığını gördü ve o da eli mahkum profesörün bulunduğu yere doğru yaklaştı.
Maglor'un tahminine göre ödevleri pek beğenmemiş olmalıydı. Nasıl akıl edememişti ki profesörün bu yaratıklar arasında bağ olduğunu gösterircesine ard arda onlara öğretmesinin ödevde işe yarayacağını. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade ile onu dinlemeye devam etti ve sihirli yaratıklar hakkındaki son görüşünü duyunca istemsizce sırıttı. Çantasına yönlendiğini ve ödev olduğunu tahmin ettiği parşömenleri çıkarttığını gördü. Şimdi profesör ödevleri sahiplerine dağıtmaya başlamıştı ve Maglor da kendi ödevini alınca, o kadar kötü bir not olmadığını gördü ve şaşırdı. Derin bir nefes aldı kafese bakmaya başladı. Acaba içinde ne olabilirdi?
Dört çarpılı.Yani tehlikeli. Bunu duyduğuna pekte memnun değildi açıkçası. Parşömenin buruşması aldırmayarak cebine tıktı ve üzerine tüy kalemini de sıkıştırdı. Sol cebi tıka basa dolmuş ve oldukça şiş gözüküyordu. Ardından sağ elini sağ cebine attı ve asasını sıkıca kavradı. "Ne olur, ne olmaz.." Kafese elbette yaklaşmazdı. Aklı başında olan birinin de yapacağından şüpheliydi Maglor. Fakat gözleri sınıfı taradığında, birkaç kişinin gözündeki ifadeyi yakalamış ve bundan o kadar da emin olmaması gerektiği konusunda bir hüküm vermişti. Dudak büktü ve bir uğultuyla birlikte örtünün dalgalandığı kafese hızla baktı. Orada ne varsa uyanmış olmalıydı. Ne varki yanıldığını söyleyen profesör, içinde bir grifinin olduğunu söylüyordu. Görmek için hazır olmak mı? Bunun için pekte hazır olduğumu sanmıyorum açıkçası. demişti içindeki endişeli ses. Hala asasını sıkıca kavradığını farketti fakat durumunu bozmadı. Profesör grifin hakkında bilgi vermeye başlamıştı.
Kartalın ön kısmı, aslanın arka kısmı.. Hayal edemedi bir an. Pekte uğraştığı söylenemezdi. Birazdan hayal değil gerçeğini göreceklerdi ve aklında oluşacak sevimli bir canavar yerine, vahşi bir yaratıkla karşılaşırsa hayal kırıklığına uğramak istemiyordu. Evcilleşmiş grifinlerden bahsediyordu. Böyle kulağa hoş geliyordu tabi. Bir de evcilleşmediğini söylemese.. Profesör tekrar yaklaşmayın uyarısını yapmıştı. Aklında bir takım düşünceler oluşmaya başlamıştı. Profesör bunu kafese kapattığına göre zorla yakalamış olmalıydı. Öyleyse yaratıkta oldukça kızgın olmalıydı. Eğer kızgınsa.. Gerisini getiremedi. Çünkü profesörün soruları düşüncelerinden sıyrılmasına neden olmuştu. Açıkçası pek hazır olduğu söylenemezdi ve bezi açmasını istediği de yüzünden pek belli olmuyordu. Ama yanlarındaki çoğu hevesli kişinin hazır olduğunu söylemesi üzerine ağzından belli belirsiz "Yaa. Hazırız." sözcükleri çıkmıştı.
Örtü ağı ağır açılırken, Maglor profesörün bundan zevk aldığını düşünüyordu. Çünkü sınıf gözlerini dikmiş merakla yaratığı bekliyordu. Bir an için vücudunda sinir dalgası yayıldı ve oradan ayrılmak istedi. Fakat bunu yapmadı ve sadece orada ifadesiz bir yüzle beklemeye devam etti. Bez tamamen açılmıştı ve gördüğü şey kalbinin atışını hızlandırmıştı. Yaratık gagasını takırdatıyordu. Sanki uykusunda dişlerini gıcırdatan insanlar gibi. Asasını tutan elinin terlediğini hissetti. Grifin sanki bir uyarı almışcasına ağır ağır gözlerini açmıştı ve şimdi sanki karşısındaki her insan yenilebilecek bir yemek potansiyeline sahipmişcesine onlara bakıyordu. Maglor ona bakmaktan ne kadar huzursuzsa, o da onlara bakmaktan o kadar huzursuzdu anlaşılan. Sanki parmaklıkları kırmak istermişcesine gagasını vurmaya başladı ve titreyen kanatları görülebiliyordu.
Profesörün geri çekilin uyarısını seve seve yapmıştı. Açıkçası ne yapacağını merak ediyordu. Bir et parçasını büyüyle kaldırmıştı. Maglor bu basit fakat mantıklı hareketi için profesöre teşekkür bile edebilirdi. En azından karşılarında bir katil durmuyorsa, doymuş bir mide ile onları yemeye çalışmazdı ve tabiki kafesten kurtulsaydı. Etin parmaklıkların arasından girmesini ve grifinin büyük bir açlıkla hemen yutmasını gördü. Ardından da bir kaç et parçası daha. İnsan etini daha lezzetli bulmayı umuyordu ki, ayağa kalkmış ve sanki kafesle birlikte uçacakmışcasına kanat çırpmaya başlamıştı. Fakat kafesin her tarafına çarpan kanatları bunu başaramıyordu. Üstelik bu ona zarar veriyordu. Güzelim tüyleri etrafa saçılmıştı.
Bir an için ona acıdığını hissetti Maglor. Orada olmayı, onlarca göz tarafından izlenmeyi, sanki kendi bulamıyormuşcasına başkası tarafından yemek yedirilmeyi. Onun yerinde olmak istemezdi. Birden kırmızı bir ışık hayvana doğru gitmişti. Kendisini düşüncesine öyle kaptırmıştı ki profesörün büyüyü söylediğini duymamıştı bile. Bir an için profesöre yapmayın diye bağıracaktı ki yaratığın o halini görünce bunun daha iyisi olduğunu düşündü. Sessiz fakat dikkatli bir şekilde profesörün yaratığı bayıltma çabalarını izliyordu. En sonunda bayılmış ve profesör de yaratığın üstündeki örtüyü tekrar kapatmıştı. Profesöre baktığında terleyen yüzünden aslında büyük bir uğraş verdiği anlaşılıyordu. Anlaşılan yaratığın derisi oldukça kalındı ve Maglor birgün bununla karşılaşırsa kaçmayı ilk seçenek olarak düşüneceğini aklının bir köşesine yazdı.
Profesör konuşmaya başlamıştı. Şimdilik kaçmak mı? Anlayamamıştı. Herhalde hem uçabilen, hem de koşabilen bu yaratığa karşı kaçmaktan daha iyi bir savunma olabilir miydi? Şimdi profesörün evcilleştirme hakkındaki konuşmalarını fazla kulak vermeden dinliyordu. Acaba bu hayvan kafesini kırıp okulun içine girse ne büyük bir felaket olurdu? Bu kötü düşünceyi aklından hemen uzaklaştırdı ve profesörün ödev hakkındaki sözlerini duyunca ufak bir hayal kırıklığı yüzüne yansıdı. Ödevi aklının bir köşesine yazdıktan sonra, profesörün son sözleri hakkında yanındaki çocuğa "Bir de bakacağımızı mı düşünüyor?" diye bir yorumda bulundu ve gülerek araziden okula doğru yönelen dar patikanın üzerinde yürümeye başladılar. | |
| | | John Stewen Peterson Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 813 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12198 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: [SYB] 6. sınıflar için 3. ders (offline) [6. sezon] Çarş. 06 Ağus. 2008, 15:47 | |
| -Dersler, dersler ve yine dersler… Ne kadar sıkıcı... John sıkılsa da aynı monotonlukta çalışmaya devam ettiği dersler hakkında homurdanarak öğle yemeği için ilerliyordu. Sezonun sonları hızla yaklaşırken aklını tümüyle derslerin doldurması can sıkıcıydı. Aslında her zaman çalışkan ve zeki bir Gryffindor olmuştu. Ancak macera yaşamayı çalışmaktan daha çok sevdiği açıktı. Özellikle uzun soluklu düşünülünce ödev yapmaktansa yaratıklarla savaşmayı yeğlediği zamanlar oluyordu. Belki biraz da savaşmayı. Büyücü düellolarına merak saldığı olmuştu. Ancak bu sezonun başında gördüğü bir rüya kendisine bunun sandığı gibi maceralı bir şey değil kanlı ve canice bir iş olduğunu anlamıştı. Eh her iki taraf da böyleydi ama asıl canilerin karanlık taraf olduğunu adı gibi biliyordu. Babası kendilerinin sadece onları durdurmak ve daha fazla zarar vermelerini önlemek için yaptıklarını söylüyordu ki ona hak veriyordu. Bir yoldaşlıkçının güçsüz muggle şehirlerine saldırıp yakıp yıktığını, onlara işkence edip öldürdüğünü görmemiş ve duymamıştı.
Aklını bu düşüncelerden uzaklaştırıp son koridordan da döndüğünde hafifçe açılmış büyük işlemeli kapılarıyla büyük salona varmıştı. İçeriye giren birkaç kişinin ardından kendisi de dalarken yorgunluğunu içerdekilerin anlaması zor değildi. Slytherin masasındakilerin hiçbirine tek bir bakış bile atmadı. Ancak biraz ilerdeki Ravenclaw masasındaki birkaç dostuna ve özellikle kalbinin sahibi olmayı başarmış Stefania’ya gülümseyen selamlar atarak Gryffindor masasına doğru ilerledi. Charlie’nin yanındaki boş yere kendini bıraktı. Gözleri masadaki yemeklere kaydığında bakışları iştah dolu bir şekilde sırıtarak çatal bıçağını eline aldı. Sabah kahvaltısını tatlı uykusuna kattığı bir gündü. Eh tabi bunun bir sebebi de önceki günden arta kalan uykusuzluktu. Uykusuzluk ve açlıkla geçirdiği derslerin ardından uzunca Gryffindor masasındaki binlerce yemekle karşı karşıya olmak içinde onların hepsini yeme isteği uyandırıyordu. Ama hayır… Karnının şişliğinden hastane kanadına gitmek zorunda kalıp o iğrenç kokuları yeniden duymak istemezdi. Böyle düşünse de normalden fazla bir öğle yemeğinin ardından doğrulmuştu büyük yemek masasından.
Charlie ile beraber hızlı adımlarla okulun bahçesine çıktılar. Günün sabahından da anlaşılabileceği gibi yaklaşan yazın habercisi bir sıcak günü kavuruyordu. Sıcak John’un en sevmediği iki şeyden biriydi. Diğeri de kalabalıktı zaten ki her gittiğinde bu ikisinin birleşimini bulduğu için çoğu kişinin aksine Diagon yolu gezilerinden nefret ederdi. Şimdi en azından yeşermeye başlayan ağaçları, yemyeşil çimleri görmesi; cıvıldayan kuşların seslerini duyması rahatlatıcı oluyordu. Üstelik birkaç saat öncesinde yağmış ve etkisini hızla kaybetmeye başlayan yağmurla ortaya çıkan toprak kokusunu da içine çekince sıcağın boğucu havasını tamamen unutabiliyordu. Karnının tok olmasının verdiği rahatlık da buna katılınca birkaç sohbet ve gülüşmelerle geçen bir yolculuktan sonra dersliğe varmışlardı. Profesör üzerili örtülü büyükçe bir kafesin yanında duruyordu. Önceki hırpılardan sonra derse katılan herkes kadını biraz kaçık olarak görüyor olmalıydı ki bu John’u korkutmanın aksine memnun ediyordu. Profesör sayesinde bir çok macera yaşayabileceğini düşünüyordu.
Bu sefer ne işleyeceklerini merak ederek birkaç dakika boyunca civardaki bar ağaca yaslanarak bekledi. Bekleyiş sırasında meraklı gözleri kafesteydi. Ara sıra profesöre kaydığında onun gözlerinin de kafeste olduğunu fark ediyordu ve yükselen her sesle daha da tereddütlü bakıyordu. Bütün bunlar da John’un kafesle ilgili meraklarını kabartıyordu. Saatine baktı. İşte tipik bir şekilde dersin adı yanmaya başlamıştı ve ibre neredeyse dibindeydi. Dersin başlayacak olması onu rahatlatmıştı. Saati salladı ve normale dönmesini sağladı. Tiktaklarını duyabiliyordu. Bir derste uyumasına neden olan saat sesi şimdi sadece klasik melodisiyle bir parça rahatlatıyordu. Aynı zamanda kafesin içini görme arzusunu da kabartıyordu. Söz konusu Profesör Mathilda iken her şeyin olabileceğini artık anlamıştı ve o kafesteki şeyi kestirmesini zorlaştırıyordu. Birkaç tiktaklık süre ardından profesörün sessizce gelmelerini söylemesiyle Charlie ile beraber kalabalığa karışıp pür dikkat profesörü dinlemeye koyuldu.
Profesörde fark etliği en belirgin şey konuşurken oldukça kısık bir ses çıkarmasıydı. Bu haliyle kimseye yakalanmamak için kısık sesle konuşan yaramaz bir çocuğu getiriyordu aklına. Bir de büyük bir yaratığı uyandırmamak için temkinlice konuşan bir profesör yada bakanlık görevlisini ki bu düşününce daha mantıklı geliyordu. Kafasında uyanmaya başlayan merak gözlerinden bile açıkça okunurken başarmakta fazlaca zorlansa da bunları kafasından uzaklaştırıp profesörü dinlemeye koyuldu. Önceki dersin ödevi hırpılar ile başlamıştı profesör derse. *Şimdi söylediklerini o zaman söylesen olmaz mıydı sanki?* Kendi sorusunu kendisi yanıtlamıştı yine. Eh elbette olmazdı… O zaman ödevin ne anlamı kalırdı ki?Profesör aslında onlardan hırpıların nasıl mahluklar olduğunu görerek anlamasını istemişti. Eh büyük ölçüde yararlı olduğunu söyleyebilirdi zorlu deneyimin. Her ne kadar Charlie’yi Hırpı adını duyduğunda yüzünü asacak hale getirmiş olsa da John şimdi düşündüğünde eğlenceli bile buluyordu. Hırpı John’a göre nazlı ve haşin bir prensesti. Henüz daha ikinci günlerine başlarken onlara bunu açıkça anlatmak istercesine her yeri darmaduman etmişti. İkinci gününde o kadar uğraşa rağmen ancak bir lokma yedirebilmişlerdi. Neyse ki son gün başarabilmişlerdi birkaç parça şey yedirebilmeyi. Her şeye rağmen büyük bir maceraydı gerçekten.
Profesörün hırpılar hakkında verdiklerini yaşayarak öğrendiği için not etme gereği duymadı. Sonuçta hırpı dendiğinde o bilgileri hatırlamıyor olması imkansız olacaktı. Daha sonra profesöre verdikleri raporları dağıtmaya başlamıştı. İlk ödevi verdiğinde en azından bir B beklerken U aldığı andan beri profesörden çok iyi bir not beklemiyordu. Açıkçası darmaduman haliyle gördüyse bahçeyi bundan hoşlanmayacak olmalıydı. Tabi öğrencilerin ödev için uğraşmasını eğlenceli buluyorsa değişirdi. . Kafasında düşünceler ve korku dalgalanırken profesörün sesi ikilinin aynı anda neşeyle sırıtmasına neden olmuştu. Profesör ödevlerini sınıfın önünde beğenisini dile getirecek kadar sevmişti bu gerçekten mükemmel bir duyguydu. Bahçenin o halini görmemiş olsa bile notundan anlayabilirdi ki John gördüğünden neredeyse emindi. Demek uğraşarak hata yaparak öğrenmelerini doğru buluyordu. Eh profesörü sevmesini sağlayacak bir sebep daha çıkmıştı.
Profesör ödev dağıtımının bitmesinin ardından perdenin altındaki gizemli yaratığı anlatmaya başlamıştı. Profesörün yaratık hakkında ilk söylediği tehlikeli olduğu konusunda bir uyarı olmuştu. Yaratığın adını söylerken kendisi ve Charlie’nin olduğu Gryffindorluların yoğunlukta olduğu bölgeye dönük bakışları onlara göz kırpmıştı. Sebebi basit olmalıydı. Grffin ve Gryffindor… İsimler gerçekten benziyordu. Belki bu efsanevi yaratıkla bir ilgileri vardı. Ancak profesörün anlattıklarından not ettiklerini okuduğunda aklında tek bir ortak nokta beliriyordu. Binalarının sembolü ile benzerlik gösteren aslan pencereleri. Ya da belki de bu ad Griffinleri yetiştirmenin cesaret isteyeceği için konulmuştu. Bu konuda biraz araştırma yapmayı kafasına koyduktan sonra profesörün dediklerini not etmeye devam etti. Yaratık hakkında bahsettikçe onlar hakkında böyle maceraları seven dedesinden birkaç hikaye duyduğunu hatırlıyordu. Gizem dolu birkaç hikaye ki onları dinlerken merak ettiği yaratıkla karşı karşıya olmak gerçekten heyecan verici ve aynı ölçüde korkutucuydu. Profesörün açma sorusuna da zihninde kabaran merakla yüksek sesle açmasını söyleyerek yanıt vermişti.
Yine de tereddütlü davranmasıyla John’u tedirgin eden profesör ağır ağır kafesi açmaya başlamıştı. Alana derin bir sessizlik hakimdi ki bunu bozmasını engellemek için saatini bile sallayıp sessiz haline döndürdü. döndürürken fark ettiği şey ilk dersin bitmekte olduğuydu. Bir an kafasında tek bir şey canlandı. Zil sesi…Profesörün bunu düşünmüş olmasını umarak açmasını izlemeye devam etti. Merak dolu uzun dakikaların ardından ibrenin ilk dersin sonuna epeyce yaklaştığı bir anda perde tamamen açılmıştı. İşte orada tam karşılarında tüm heybetiyle duruyordu. Gagasının bir tarafı üzerine vuran ışıkla göz kamaştırıcı şekilde parlıyordu. Rahatlamak için yana attığı aslan pençelerindeki tırnakların kimi de aynı şekilde ışıkla parlıyordu. Geri çekilenler olmuştu ama John merakla tedirgince öne bir adım atanların arasındaydı. Sessizce hayvanı izlemeye koyulmuşken ibre tam da ilk dersin sonuna oturdu ve ilk dersin bitimini gösteren zil çaldı.
İşte bu sefer kendi dahil herkes korkuyla gerilemişti. Profesörün sözlerini herkes itirazsızca onaylamıştı. İri ve heybetli hayvanın bu sesle ne yapacağını tahmin ediyor görünen profesör de tedirgin görünüyordu. Böyle bir yaratığı basit bir kafes ne kadar koruyabilirdi ki?Profesör muhtemelen sakinleştirmek adına bir sürü et parçasını havalandırıp Griffine atıyor ve doymasını sağlamaya çalışıyordu. Çiğ et yediğini düşündükçe yaratığı tamamen doyuracak kadar et olmasını umuyordu. *Yaratığı merak ediyorum. Onun geniş midesinde olmanın nasıl bir fikir olacağını değil!* İşte yaratık için süren dakikalar boyunca atılan etler hiçbir işe yaramamışa benziyordu ki yaratık hala huysuzlanmaya devam ediyordu. Aslan bacaklarının üzerinde iri kanatlarını çarparak tiz sesler çıkarırken gerçekten yüreklere korku salmaya başlamıştı. Hatta birkaç kişinin sessizliğini bozup çığlık attığını bile duyabiliyordu. Bu da hayvanı daha da huysuz, öfkeli ve korkutucu kılıyordu. Profesör sıkça sersemletme büyüsü yollamaya başladı. Aslında John’un en iyi yaptığı büyü sersemletmeydi. İlk yılından beri büyü hakkında deneyimi vardı. Ancak profesör bile yaratığa binlerce sersemletme büyüsü yollamış olunca bunda ne kadar başarılı olacağı düşündürücüydü. Neyse ki dakikalar sonra sersemletmeyi başarmıştı profesör ve ödev de vermişti yine. Aslında artık herkes profesörün ödevlerinden korkuyordu. Hatta şimdi de griffin besleyin diyeceğinden emin olanlar bile vardı. Ancak yine de basit görünen bir ödev vermişti. Ödevi de not ettikten sonra hızla derslikten ayrıldı. Yoğun programın içinde ödevi yapabilmeyi umuyordu. | |
| | | Johnny Amoux Malfoy Tılsım Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1643 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12199 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/03/08
| Konu: Geri: [SYB] 6. sınıflar için 3. ders (offline) [6. sezon] Çarş. 06 Ağus. 2008, 17:54 | |
| Bütün geceyi yine olduğu yerde dört dönerek geçirmişti. Nedense son zamanlarda bir türlü uykusu gelmiyordu. Bu nedenle geceleri ya yatağına kendisini bırakıp sağa sola dönmekten uyuyamıyor, ya da bilgilerini tazelemek için okul başlarken yanına aldığı eski ders kitaplarına bir göz atıyordu. Yaklaşık bir aydır böyle geçiyordu geceleri. Sıkıntılı ve stresli. Ama bu yaptığı iki şeyin dışında birde bütün gün süresince düşünüyordu. Hep onu düşünüyordu. Sürekli... Beyninin içindeki kıvılcımlar sürekli onu sayıklıyordu. Kalbi her atışında ismini fısıldıyordu kulaklarına. Bacakları senkronize bir şekilde hareket ettiğinde onun adımları aklına geliyordu. Zarif adımları. Lily... Onu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Gece-gündüz düşünüyordu onu. Her dakikada, her saniyede ismi fısıldanıyordu kulaklarına. Her seferinde kalp atışları onun için çarpıyordu, kendi için değil. Ruhunun yarısı artık onundu. Hatta ruhunun hepsini ona teslim etmeye hazırdı. O anı hatırlıyordu yine. O sıcaklığı hissedebiliyordu teninde. O güzel yüz, gözlerine çarpıyordu her seferinde. İpeksi saçları değiyor gibi oluyordu tenine. İşte buydu. Gerçek aşk bu olmalıydı.
Yine sabahın köründe kalkmıştı. Bu saatte kalkmasının tek sebebi yine Lily'i düşünmesiydi. Ortak salonun en rahat koltuklarından birine oturup uyuklamaya başlamıştı. Ortama nahoş bir toprak kokusu yayılıyordu yine. Bunun sebebi toprağa çarpan rüzgardı. Toprak kokusunu çekiyordu yine burnuna ve bu kokuyu her seferinde çektiğinde uykusu biraz daha fazla geliyordu. Toprak kokusu iyice artmaya başlamıştı zaten. Rüzgar yanaklarına değiyordu her seferinde. Uzun saçlarını havalandırıyordu. Kirpikleri kıpraşıyordu toprak kokulu rüzgar yüzüne değdiğinde. Mayışmış bir halde hissediyordu kendini. Yorgun ve bitkin. Ölü gibi adeta. Sevgilisini düşünmekten düşmüştü bu halde. Sürekli onu düşünüyordu. O günü. İlk buluşmaları olan o günü. İpeksi saçları yine değiyordu tenine. Dudaklarını yine hissediyordu dudaklarında. Bembeyaz parlak yüzünü teninde hissediyordu. Ellerinin sıcaklığı gitmemişti ellerinden. Gözlerinin içindeki o masum bakış gözlerinde beliriyordu her seferinde. Sevgilisinin yanaklarından akan terler onun terleri oluyordu. Kalp atışları onun kalp atışları oluyordu. Gülümsemesi, onun mutluluğu oluyordu. Ne hissediyordu böyle? Nasıl duygulardı bunlar?
“Sen en iyisi hiç güvenme. Belki de sevdiğin yalnız bırakır seni bu hayatta. Belki de yarı yolda bırakıp gider. Sırtından bıçaklar. Aşağılar. Döver. Arkandan konuşur. Dengeni bozar. Düşüncelerine güvenme. Hiç kimseye güvenme. Çünkü bazen güven, insanın acıları olabilir.”
Yine saçmasapan şeyler düşünmekten alıkoyamamıştı kendini. Belki de aşktandı bu. İçinde yanıp tutuşan aşk ateşindendi. Yatağında dönüp dururken düşünceleri aynı anda kafasını döndürüyordu. Gözleri bulanıyordu. Beynine esrarlı bir perde düşüyordu. Bir giz perdesi. Kalkmak bilmiyordu bu. Ne yapması gerektiğini de bilmiyordu. Güvenmeli miydi? Sevmeli miydi? Yoksa… O ihtimali düşünmek bile istemiyordu. Yine sallamıştı düşünceleri onu. Derinden bir şekilde. Yaptıklarıyla çelişmişti düşünceleri. Ama artık buna bir son verecekti. Düşüncelerine bir son verecekti. Çünkü yanıltıyordu onu düşünceleri. Beynini yanıltıyordu. Yaptıklarıyla çelişmesini sağlıyordu. Yaptıklarından pişmanlık duymasını sağlıyorlardı. Bu yüzden onları en soğuk, en acımasız hayat şartlarına sahip, en korkunç yere gönderecekti. En iğrenç, en pis, en kötü… Beyninin unutulmuş köşesine. En iğrenç köşesine.
Yatağında pervasızca dönerken başında iğrenç bir sesle öten çalar saati onu uyandırmaya yetmişti. Yatağından güçlükle doğruldu, kendini yatağa X şeklinde bırakmamak içinde gayret gösteriyordu. Geceliğini kimseye görünmeden gece dolaşan bir tepeli baykuş gibi çıkartıp cüppesini giydi ve büyük salona doğru adımlarını atmaya başladı. Bütün gece uyuyamamıştı zaten. Uyuyabildiği tek zaman, gün ağarırken olmuştu. Yarım saatlik uykusu çalar saati ile bölünmüştü. Değişen merdivenlerden kayarcasına ilerledi. Sessiz bir şekilde atıyordu adımlarını. Yemek başlamıştı. Ancak saatler çok erken olduğu için neredeyse kimse büyük salonda değildi. Olanlar da salonun boşluğundan yararlanarak kendi aralarında fısıltı halinde konuşuyordu.
Büyük Salon’un meşe kapısını iri elleriyle araladı. *Kim bu?* dermiş gibi büyük salonun içindeki sayılabilecek kadar öğrenci meraklı kafalarını Johnny’e yöneltmişti. Kafalarını merakla Johnny’e çevirmeleriyle yemeklerine devam etmeleri bir olmuştu. Çatallar, tabaklara değdiğinde her seferinde bir cızırtı duyuluyordu. Bu cızırtı, hiçte hoş bir ses değildi aslında. Cızırtılar eşliğinde Ravenclaw Bina Masasının rahat sandalyelerine bıraktı kendini. Yine ev cinler Froggy, Nexus, Puck ve diğerleri şahane yemekler hazırlamışlardı karınları kazınan Hogwarts öğrencilerine. Bu Hogwarts öğrencilerinden biri ise Johnny idi. Yemeklere saldırmamak için kendini zor tutuyordu. Tutmasının bir manası da yoktu. Bu nedenle çatalını birkaç dilim jambon, salam, sosis ve diğer lezzetli şeylere batırarak tabağında aldı. Yarım saatte bitirebilmişti yemeğini ancak. Tabağını öyle doldurmuştu ki, tabağının kenarından düşmeye yeltenen birkaç dilim salamı zar zor tutmuştu. Büyük Salon yine aynıydı. Bunaltıcı bir güneş gökyüzü görünümü verilmiş büyük salonun içine düşüyordu. Profesörlerin birçoğu kendilerine ayrılan puf benzeri koltuklarda yoktu. Birçoğu daha uyanmamış olmalıydı. Dört büyük bina masasına – Slytherin, Hufflepuff, Gryffindor ve Ravenclaw – öğrenciler daha yeni yeni doluşmaya başlamıştı. Cızırtılar eşliğinde girdiği salondan fısıltılar eşliğinde çıktı Johnny. Amacı ortak salona ilerlemekti. Lily ile karşılaşmak umudu ile. Ortak Salon’a vardığında – ne yazık ki – kimsenin olmadığını görmüştü. En rahat puflardan birine bıraktı kendini ani bir şekilde Rüzgarın toprak kokusu yine içini geçirmişti. Uyukluyordu yine.
Soğuk… İliklerine kadar işlemişti. Tenine değen en az hava kadar soğuk bembeyaz kar kristalleri yüzüyle birlikte yüreğini de donduruyordu. Kar tanelerinden gözükmüyordu beyaz gökyüzü. Büyük gökdelenlerin yükseldiği büyük bir şehirde kaybolmuş bir halde buldu kendini. Kayarak attığı adımları onu nereye götürüyordu ki? Belki de karanlığa. Belki de sonu gelmeyen bir çukura. Belki de, belki de annesine. Karşı da soğuktan tir tir titreyen annesine. Dudaklarını kıpırdatmakta zorlanıyordu. Kayarak ilerledi annesinin üşümüş bedenine doğru. Annesinin ellerini tuttuğunda soğuktan donmuş gibi bir hal vardı. Kalın dudakları soğuktan büzülüp görünmez bir hal almıştı. Kafası artık buz parçalarından görünmez olmuştu. Soğuğa zıt bir şekilde altına kısa bir etek ve üstünde kolsuz bir T-Shirt vardı. Neydi bu hali onun? Aniden mi kar yağmaya başlamıştı? Galiba sorularına bir cevap bulacaktı. Kıpırdamakta zorluk çeken dudaklarından nihayet bir ses duymuştu Johnny:
“Dikkat et. Her şeye dikkat et. Kimseye güvenme. Sarsarlar yoksa seni. Ezerler. Kendine dikkat et oğlum. Anneciğin yok oluyor. Git buradan ve kimseye güvenme. İçindeki sesi dinle. Her zaman onu dinle. Çünkü en doğru söyleyen O’dur. O’na güven. Okyanusunda boğulma.” “Heyy n’oluyor.” “Bir şey olduğu yok kötü görünüyordun.” “Sağol.”
Uzun zamandır göremediği bir Ravenclaw olan Mr. Bridge onu aniden uyandırmıştı. Aslında uyandırması da çok iyi olmuştu. İlk ders başlamak üzereydi. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma. Profesör Johnson ile geçireceği berbat bir ders daha. Dönemin bitmesine az kalmıştı aslında. Seneye Profesör Johnson’ı görmemeye umuyordu. Her ödev verişinden sonra panoya baktığında gördüğü not her zaman berbat oluyordu. *Ne de olsa Gryffindor Bina Sorumlusu* diye sinirli bir şekilde geçirdi içinden ve derse girdi. Çok zor bir konu ile karşı karşıyaydılar. *Sözsüz büyüler, err… yapamam herhalde* diye geçirirken tanımadığı birisiyle eşleştiğini gördü. Büyüyü içinden söylemeye çalışmıştı. Ama ne yazık ki olmamıştı. Ardından gireceği ders Aritmansi isi. Sayıların karmaşık dünyası. Neyseki Profesör Derwent kolay bir şekilde işlemeye çalışıyordu derslerini. Sessiz adımlarla sınıfa girdi. İşledikleri konunun adı öyle karmaşıktı ki ders çıkışında adını hemen unutuverdi. Bir sonraki ders İksir idi. Ablası Rocio’nun dersi. Derslerde ablasına nasıl davranması gerektiğini benimseyememişti hala. Abla diyemiyordu. Sanki ablası değilmiş gibi ona her seferinde Profesör Malfoy diyordu. İksir sınıfında yine zor anlar yaşamıştı. Çok karmaşık ve zor anlar. Zor bir dersin ardından büyük salona çıktı zindanlardan. Kısa bir yemeğin ardından nihayet Profesör Mythill ile geçireceği eğlence(!) dolu bir ders gelmişti. Sihirli Yaratıkların Bakımı… Profesör Mythill öğrencileri zorlamakta epey başarılıydı. Daha geçen hafta uğraşmıştı o iğrenç yaratık olan hırpıyla. Ödev notunu da hiç beğenmemişti. Oysaki hırpı yemek yemekten yorgun düşmüştü.
Öğrencilerin doluşması ile ders nihayet hızlı bir şekilde başlamıştı. Elinde büyük bir kafes tutan Mythill sessiz olun işaretleri ve sesleri ile öğrencilerini süzüyordu. Aralarında fısıldaşıp gülüşen bir Slytherin kız grubu profesör *Susun* sesi ile aniden oldukları yere gömülmüşlerdi. Sihirli Yaratıkların Bakımı Dersliği… Her zaman olduğu gibi korkutucu yasak ormanın ve bu sıcaklara rağmen serin göl kenarının yakınlarındaydı. Yasak Orman’dan gelen ürkütücü sesler her seferinde ürkütüyordu onu. Oraya gitmeyi hiçte yeğlemezdi. Profesörün hırpılar hakkında yaptığı bilgi dolu(!) dolu konuşmanın ardından çantası çıkardığı ödev parşömenleri heyecanının kat kat artmasına ve kalbinin hızlı çarpmasına neden oluyordu. Ona teşekkür edip etmeyeceğini merak ediyordu. Bir yandan da ödevinden kaç aldığını panodan öğrenmesi gerektiğini aklının bir köşesine yazdı. İsimlerin okundu ve heyecanı aniden söndü.
*Ne acımasız* diye mırıldanırken dersin tam olarak başlaması onun mimiklerinin biraz olsun değişmesine ve dişlerinin görünmesine neden olmuştu. Dört çarpıya sahip bu yaratık onu heyecanlandırmıştı. Hatta kafesin hafifçe oynayıp, kafesin üstündeki paçavranın ani bir şekilde dalgalanıp durulmasından sonra kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Bir nevi korkmuştu aslında. Profesörün *Hala uyuyor* demesi üzerine kalbi biraz daha rahatlamış, kafasında beliren düşünceler o fısıldamayla yok olmuştu. Profesörün yaratığın ismini söylemesiyle sessiz bir mırıldanma oluştu beyninde. Bu adı daha önce duymuştu. Gryffindor’a ne kadar benziyordu. Grifin hakkında biraz bilgi verdikten sonra bezi açmaya yeltenmişti profesör. Kafasında Grifin’i hayal ediyordu. Kartalın gagalarını taşıdığını düşünüyordu. Aslanın da keskin pençeli ayakları. *Ne acayip* Elindeki çiğ eti görmüştü Johnny. Pis kokuyordu. Bez denilemeyecek kadar kötü bir paçavrayı kaldıran profesör öğrencilerin korkmuş olduğunu fark etti. Korkan öğrencilerden biri ise Johnny’di. Gerçekten korkmuştu. Bir kartalın keskin gagasına ve büyük kanatlarına, bir aslanın tüylerine ve keskin pençeli ayaklarına sahip olan bu büyük ve korkunç yaratık ile ne zaman göz göze gelse kalbi biraz daha hızlı çarpıyordu. Serin bir şekilde esen rüzgar korknuç yaratık Grifin’in tüylerinin havalanmasına neden oluyordu. Tüyler havalanırken duyulan zil sesi ile birlikte herkes gerilmişti, tıpkı garip yaratık Grifin gibi. Profesör daha ne kadar sakinleştirebilirdi ki bu garip yaratığı. Et parçaları yavaş yavaş Grifin’in midesine doluşmaya başlamıştı. İşte olan olmuştu. Küçücük kafes, kocaman Grifin’e dar gelmişti. Kafesten çıkmaya çalışıyordu. Artık Profesör Mythill asasına yeltenmişti. Asanın ucundan çıkan kırmızı renkli bir ışın yaratığa çarptı. Üç kez aynı ışından gönderen profesör, yaratığın sersemlemesinin rahatlığı ile konuşöaya devam etti. Epey gerilmişti bütün sınıf. Ancak profesörün sözleri sınıfı biraz olsun rahatlatmıştı. Ödevin verilmesinin ardından zil sesi ile herkes dışarı çıktı. Tılsım dersliğine doğru adımlarını istemsizce atmaya başlamıştı. | |
| | | | [SYB] 6. sınıflar için 3. ders (offline) [6. sezon] | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |