|
| Hogwarts Meslek Başvuruları | |
|
+3Harry P. Whisper Johnny Amoux Malfoy Amortentia Cécile Derwent 7 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13570 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Hogwarts Meslek Başvuruları Cuma 08 Ağus. 2008, 11:52 | |
| Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda profesör ya da hademe olmak istiyorsanız;
Ad Soyad: Karakter Hakkında Ön Bilgi: İstediğiniz Mevki: Örnek Rp:
Formunu eksiksiz biçimde doldurup bu başlık altına göndermeniz gerekmektedir.
En son Amortentia Cécile Derwent tarafından C.tesi 09 Ağus. 2008, 18:12 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Johnny Amoux Malfoy Tılsım Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1643 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12197 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/03/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Cuma 08 Ağus. 2008, 13:06 | |
| Ad Soyad: Johnny Amox Malfoy Karakter Hakkında Ön Bilgi: Kendini anlatmak için tek kelime yeterlidir: Değişken... Tamamen değişken bir yapıya sahiptir. Ortamına ve kişisine göre bir biçim değiştirici gibi değişiverir. Ancak yapısına oturtabildiği tek şey Ravenclaw'lı bir Slytherin olmuştur. Diğer Ravenclaw'lılar arasında tavırları bir Slytherin'li gibi olmasa bile diğer binalardan kişilere tavırları bir Slytherin'li gibidir. Ailesinden gelen bir özellik olmalı ki kendini bir Slytherin gibi hissetmektedir. Her zaman kibirli, kötü ve soğukkanlı. Ancak zeki tarafı diğer özelliklerine göre daha ağır basmaktadır. Kitaptan kafasını kaldırmak istemez çoğu zaman. Vakitini hep kütüphanede geçirir. Kitapların kokusu onun içini açar. Her zaman kitaplarla iç içe olmayı diler. Ancak yine ortamına ve kişisine göre zekilikten çıkıp bir Slytherin'li gibi davranabilir. İnsanları çıkarları doğrultusunda kullanmayı sever bunu olumsuz yönlerinden biri olarak nitelendirir. Ayrıca zayıf bir kişiliği vardır. Olaylar karşısında hemen yıkılabilir. Ancak zıt olarak çabuk toparlanır. İstediğiniz Mevki: Sihirli Yaratıkların Bakımı veya Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü
Örnek Rp: Bütün geceyi yine olduğu yerde dört dönerek geçirmişti. Nedense son zamanlarda bir türlü uykusu gelmiyordu. Bu nedenle geceleri ya yatağına kendisini bırakıp sağa sola dönmekten uyuyamıyor, ya da bilgilerini tazelemek için okul başlarken yanına aldığı eski ders kitaplarına bir göz atıyordu. Yaklaşık bir aydır böyle geçiyordu geceleri. Sıkıntılı ve stresli. Ama bu yaptığı iki şeyin dışında birde bütün gün süresince düşünüyordu. Hep onu düşünüyordu. Sürekli... Beyninin içindeki kıvılcımlar sürekli onu sayıklıyordu. Kalbi her atışında ismini fısıldıyordu kulaklarına. Bacakları senkronize bir şekilde hareket ettiğinde onun adımları aklına geliyordu. Zarif adımları. Lily... Onu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Gece-gündüz düşünüyordu onu. Her dakikada, her saniyede ismi fısıldanıyordu kulaklarına. Her seferinde kalp atışları onun için çarpıyordu, kendi için değil. Ruhunun yarısı artık onundu. Hatta ruhunun hepsini ona teslim etmeye hazırdı. O anı hatırlıyordu yine. O sıcaklığı hissedebiliyordu teninde. O güzel yüz, gözlerine çarpıyordu her seferinde. İpeksi saçları değiyor gibi oluyordu tenine. İşte buydu. Gerçek aşk bu olmalıydı.
Yine sabahın köründe kalkmıştı. Bu saatte kalkmasının tek sebebi yine Lily'i düşünmesiydi. Ortak salonun en rahat koltuklarından birine oturup uyuklamaya başlamıştı. Ortama nahoş bir toprak kokusu yayılıyordu yine. Bunun sebebi toprağa çarpan rüzgardı. Toprak kokusunu çekiyordu yine burnuna ve bu kokuyu her seferinde çektiğinde uykusu biraz daha fazla geliyordu. Toprak kokusu iyice artmaya başlamıştı zaten. Rüzgar yanaklarına değiyordu her seferinde. Uzun saçlarını havalandırıyordu. Kirpikleri kıpraşıyordu toprak kokulu rüzgar yüzüne değdiğinde. Mayışmış bir halde hissediyordu kendini. Yorgun ve bitkin. Ölü gibi adeta. Sevgilisini düşünmekten düşmüştü bu halde. Sürekli onu düşünüyordu. O günü. İlk buluşmaları olan o günü. İpeksi saçları yine değiyordu tenine. Dudaklarını yine hissediyordu dudaklarında. Bembeyaz parlak yüzünü teninde hissediyordu. Ellerinin sıcaklığı gitmemişti ellerinden. Gözlerinin içindeki o masum bakış gözlerinde beliriyordu her seferinde. Sevgilisinin yanaklarından akan terler onun terleri oluyordu. Kalp atışları onun kalp atışları oluyordu. Gülümsemesi, onun mutluluğu oluyordu. Ne hissediyordu böyle? Nasıl duygulardı bunlar?
“Sen en iyisi hiç güvenme. Belki de sevdiğin yalnız bırakır seni bu hayatta. Belki de yarı yolda bırakıp gider. Sırtından bıçaklar. Aşağılar. Döver. Arkandan konuşur. Dengeni bozar. Düşüncelerine güvenme. Hiç kimseye güvenme. Çünkü bazen güven, insanın acıları olabilir.”
Yine saçmasapan şeyler düşünmekten alıkoyamamıştı kendini. Belki de aşktandı bu. İçinde yanıp tutuşan aşk ateşindendi. Yatağında dönüp dururken düşünceleri aynı anda kafasını döndürüyordu. Gözleri bulanıyordu. Beynine esrarlı bir perde düşüyordu. Bir giz perdesi. Kalkmak bilmiyordu bu. Ne yapması gerektiğini de bilmiyordu. Güvenmeli miydi? Sevmeli miydi? Yoksa… O ihtimali düşünmek bile istemiyordu. Yine sallamıştı düşünceleri onu. Derinden bir şekilde. Yaptıklarıyla çelişmişti düşünceleri. Ama artık buna bir son verecekti. Düşüncelerine bir son verecekti. Çünkü yanıltıyordu onu düşünceleri. Beynini yanıltıyordu. Yaptıklarıyla çelişmesini sağlıyordu. Yaptıklarından pişmanlık duymasını sağlıyorlardı. Bu yüzden onları en soğuk, en acımasız hayat şartlarına sahip, en korkunç yere gönderecekti. En iğrenç, en pis, en kötü… Beyninin unutulmuş köşesine. En iğrenç köşesine.
Yatağında pervasızca dönerken başında iğrenç bir sesle öten çalar saati onu uyandırmaya yetmişti. Yatağından güçlükle doğruldu, kendini yatağa X şeklinde bırakmamak içinde gayret gösteriyordu. Geceliğini kimseye görünmeden gece dolaşan bir tepeli baykuş gibi çıkartıp cüppesini giydi ve büyük salona doğru adımlarını atmaya başladı. Bütün gece uyuyamamıştı zaten. Uyuyabildiği tek zaman, gün ağarırken olmuştu. Yarım saatlik uykusu çalar saati ile bölünmüştü. Değişen merdivenlerden kayarcasına ilerledi. Sessiz bir şekilde atıyordu adımlarını. Yemek başlamıştı. Ancak saatler çok erken olduğu için neredeyse kimse büyük salonda değildi. Olanlar da salonun boşluğundan yararlanarak kendi aralarında fısıltı halinde konuşuyordu.
Büyük Salon’un meşe kapısını iri elleriyle araladı. *Kim bu?* dermiş gibi büyük salonun içindeki sayılabilecek kadar öğrenci meraklı kafalarını Johnny’e yöneltmişti. Kafalarını merakla Johnny’e çevirmeleriyle yemeklerine devam etmeleri bir olmuştu. Çatallar, tabaklara değdiğinde her seferinde bir cızırtı duyuluyordu. Bu cızırtı, hiçte hoş bir ses değildi aslında. Cızırtılar eşliğinde Ravenclaw Bina Masasının rahat sandalyelerine bıraktı kendini. Yine ev cinler Froggy, Nexus, Puck ve diğerleri şahane yemekler hazırlamışlardı karınları kazınan Hogwarts öğrencilerine. Bu Hogwarts öğrencilerinden biri ise Johnny idi. Yemeklere saldırmamak için kendini zor tutuyordu. Tutmasının bir manası da yoktu. Bu nedenle çatalını birkaç dilim jambon, salam, sosis ve diğer lezzetli şeylere batırarak tabağında aldı. Yarım saatte bitirebilmişti yemeğini ancak. Tabağını öyle doldurmuştu ki, tabağının kenarından düşmeye yeltenen birkaç dilim salamı zar zor tutmuştu. Büyük Salon yine aynıydı. Bunaltıcı bir güneş gökyüzü görünümü verilmiş büyük salonun içine düşüyordu. Profesörlerin birçoğu kendilerine ayrılan puf benzeri koltuklarda yoktu. Birçoğu daha uyanmamış olmalıydı. Dört büyük bina masasına – Slytherin, Hufflepuff, Gryffindor ve Ravenclaw – öğrenciler daha yeni yeni doluşmaya başlamıştı. Cızırtılar eşliğinde girdiği salondan fısıltılar eşliğinde çıktı Johnny. Amacı ortak salona ilerlemekti. Lily ile karşılaşmak umudu ile. Ortak Salon’a vardığında – ne yazık ki – kimsenin olmadığını görmüştü. En rahat puflardan birine bıraktı kendini ani bir şekilde Rüzgarın toprak kokusu yine içini geçirmişti. Uyukluyordu yine.
Soğuk… İliklerine kadar işlemişti. Tenine değen en az hava kadar soğuk bembeyaz kar kristalleri yüzüyle birlikte yüreğini de donduruyordu. Kar tanelerinden gözükmüyordu beyaz gökyüzü. Büyük gökdelenlerin yükseldiği büyük bir şehirde kaybolmuş bir halde buldu kendini. Kayarak attığı adımları onu nereye götürüyordu ki? Belki de karanlığa. Belki de sonu gelmeyen bir çukura. Belki de, belki de annesine. Karşı da soğuktan tir tir titreyen annesine. Dudaklarını kıpırdatmakta zorlanıyordu. Kayarak ilerledi annesinin üşümüş bedenine doğru. Annesinin ellerini tuttuğunda soğuktan donmuş gibi bir hal vardı. Kalın dudakları soğuktan büzülüp görünmez bir hal almıştı. Kafası artık buz parçalarından görünmez olmuştu. Soğuğa zıt bir şekilde altına kısa bir etek ve üstünde kolsuz bir T-Shirt vardı. Neydi bu hali onun? Aniden mi kar yağmaya başlamıştı? Galiba sorularına bir cevap bulacaktı. Kıpırdamakta zorluk çeken dudaklarından nihayet bir ses duymuştu Johnny:
“Dikkat et. Her şeye dikkat et. Kimseye güvenme. Sarsarlar yoksa seni. Ezerler. Kendine dikkat et oğlum. Anneciğin yok oluyor. Git buradan ve kimseye güvenme. İçindeki sesi dinle. Her zaman onu dinle. Çünkü en doğru söyleyen O’dur. O’na güven. Okyanusunda boğulma.” “Heyy n’oluyor.” “Bir şey olduğu yok kötü görünüyordun.” “Sağol.”
Uzun zamandır göremediği bir Ravenclaw olan Mr. Bridge onu aniden uyandırmıştı. Aslında uyandırması da çok iyi olmuştu. İlk ders başlamak üzereydi. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma. Profesör Johnson ile geçireceği berbat bir ders daha. Dönemin bitmesine az kalmıştı aslında. Seneye Profesör Johnson’ı görmemeye umuyordu. Her ödev verişinden sonra panoya baktığında gördüğü not her zaman berbat oluyordu. *Ne de olsa Gryffindor Bina Sorumlusu* diye sinirli bir şekilde geçirdi içinden ve derse girdi. Çok zor bir konu ile karşı karşıyaydılar. *Sözsüz büyüler, err… yapamam herhalde* diye geçirirken tanımadığı birisiyle eşleştiğini gördü. Büyüyü içinden söylemeye çalışmıştı. Ama ne yazık ki olmamıştı. Ardından gireceği ders Aritmansi isi. Sayıların karmaşık dünyası. Neyseki Profesör Derwent kolay bir şekilde işlemeye çalışıyordu derslerini. Sessiz adımlarla sınıfa girdi. İşledikleri konunun adı öyle karmaşıktı ki ders çıkışında adını hemen unutuverdi. Bir sonraki ders İksir idi. Ablası Rocio’nun dersi. Derslerde ablasına nasıl davranması gerektiğini benimseyememişti hala. Abla diyemiyordu. Sanki ablası değilmiş gibi ona her seferinde Profesör Malfoy diyordu. İksir sınıfında yine zor anlar yaşamıştı. Çok karmaşık ve zor anlar. Zor bir dersin ardından büyük salona çıktı zindanlardan. Kısa bir yemeğin ardından nihayet Profesör Mythill ile geçireceği eğlence(!) dolu bir ders gelmişti. Sihirli Yaratıkların Bakımı… Profesör Mythill öğrencileri zorlamakta epey başarılıydı. Daha geçen hafta uğraşmıştı o iğrenç yaratık olan hırpıyla. Ödev notunu da hiç beğenmemişti. Oysaki hırpı yemek yemekten yorgun düşmüştü.
Öğrencilerin doluşması ile ders nihayet hızlı bir şekilde başlamıştı. Elinde büyük bir kafes tutan Mythill sessiz olun işaretleri ve sesleri ile öğrencilerini süzüyordu. Aralarında fısıldaşıp gülüşen bir Slytherin kız grubu profesör *Susun* sesi ile aniden oldukları yere gömülmüşlerdi. Sihirli Yaratıkların Bakımı Dersliği… Her zaman olduğu gibi korkutucu yasak ormanın ve bu sıcaklara rağmen serin göl kenarının yakınlarındaydı. Yasak Orman’dan gelen ürkütücü sesler her seferinde ürkütüyordu onu. Oraya gitmeyi hiçte yeğlemezdi. Profesörün hırpılar hakkında yaptığı bilgi dolu(!) dolu konuşmanın ardından çantası çıkardığı ödev parşömenleri heyecanının kat kat artmasına ve kalbinin hızlı çarpmasına neden oluyordu. Ona teşekkür edip etmeyeceğini merak ediyordu. Bir yandan da ödevinden kaç aldığını panodan öğrenmesi gerektiğini aklının bir köşesine yazdı. İsimlerin okundu ve heyecanı aniden söndü.
*Ne acımasız* diye mırıldanırken dersin tam olarak başlaması onun mimiklerinin biraz olsun değişmesine ve dişlerinin görünmesine neden olmuştu. Dört çarpıya sahip bu yaratık onu heyecanlandırmıştı. Hatta kafesin hafifçe oynayıp, kafesin üstündeki paçavranın ani bir şekilde dalgalanıp durulmasından sonra kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Bir nevi korkmuştu aslında. Profesörün *Hala uyuyor* demesi üzerine kalbi biraz daha rahatlamış, kafasında beliren düşünceler o fısıldamayla yok olmuştu. Profesörün yaratığın ismini söylemesiyle sessiz bir mırıldanma oluştu beyninde. Bu adı daha önce duymuştu. Gryffindor’a ne kadar benziyordu. Grifin hakkında biraz bilgi verdikten sonra bezi açmaya yeltenmişti profesör. Kafasında Grifin’i hayal ediyordu. Kartalın gagalarını taşıdığını düşünüyordu. Aslanın da keskin pençeli ayakları. *Ne acayip* Elindeki çiğ eti görmüştü Johnny. Pis kokuyordu. Bez denilemeyecek kadar kötü bir paçavrayı kaldıran profesör öğrencilerin korkmuş olduğunu fark etti. Korkan öğrencilerden biri ise Johnny’di. Gerçekten korkmuştu. Bir kartalın keskin gagasına ve büyük kanatlarına, bir aslanın tüylerine ve keskin pençeli ayaklarına sahip olan bu büyük ve korkunç yaratık ile ne zaman göz göze gelse kalbi biraz daha hızlı çarpıyordu. Serin bir şekilde esen rüzgar korknuç yaratık Grifin’in tüylerinin havalanmasına neden oluyordu. Tüyler havalanırken duyulan zil sesi ile birlikte herkes gerilmişti, tıpkı garip yaratık Grifin gibi. Profesör daha ne kadar sakinleştirebilirdi ki bu garip yaratığı. Et parçaları yavaş yavaş Grifin’in midesine doluşmaya başlamıştı. İşte olan olmuştu. Küçücük kafes, kocaman Grifin’e dar gelmişti. Kafesten çıkmaya çalışıyordu. Artık Profesör Mythill asasına yeltenmişti. Asanın ucundan çıkan kırmızı renkli bir ışın yaratığa çarptı. Üç kez aynı ışından gönderen profesör, yaratığın sersemlemesinin rahatlığı ile konuşöaya devam etti. Epey gerilmişti bütün sınıf. Ancak profesörün sözleri sınıfı biraz olsun rahatlatmıştı. Ödevin verilmesinin ardından zil sesi ile herkes dışarı çıktı. Tılsım dersliğine doğru adımlarını istemsizce atmaya başlamıştı.
Not(1): Eğer bu başlık, bu sene mezun olacaklar içinse özür dilerim Not(2): Bu sitede yaptığım bir rp'dir. Kabul edilmezse yenisini yazabilirim. Not(3): Profesörlükler istek sırasına göredir. Eğer bu ikisi olmazsa herhangi bir profesörlük olabilir... edit: Bu başlık mezun olacaklar ve yeni üyelerimiz için açıldığından başvuru reddedilmiştir. Üyenin daha dikkatli davranması rica olunur. - A.C.D. | |
| | | Harry P. Whisper
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 21 Yaş : 31 Kan statüsü : melez Galleon : 11892 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/08/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Salı 12 Ağus. 2008, 14:40 | |
| Ad Soyad: Harry P. Whisper Karakter hakkında ön bilgi: Hogwarts Ravenclaw mezunudur. Zekiliği ve çabuk karar verme özelliğiyle bilinir. Okuldayken en başarılı dersi Tılsımdır. Ailesinden babası ve annesi melezdir, ve bakanlıkta çalışmaktadırlar. Onun ise en büyük hayali Hogwarts da örnek aldığı profesörü gibi bir tılsım profesörü olmak. Hogwarts' tan mezun olduktan sonra yaklaşık 2 yıl babasının yanında çalışmıştır. Ama daha sonra bakanlıkta çalışmayı bırakmıştır. Şimdi ise hogwarts'a Tılsım profesörlüğü için başvurmakta.
İstediğiniz mevki: Tılsım Profesörlüğü
Örnek RP:
Kışın en soğuk günlerinden biriydi, genelde insanların böyle havalarda yüzleri asık olurdu ama Noel sayesinde insanların yüzünde çok hoş bir tebessüm bulunuyordu -tıpkı Harry Whisper'ın ki gibi. Öğrencilerin hepsi büyük salonda noel tatilinde ne yapacaklarını konuşuyorlardı, bazıları tatili evde ailesiyle birlikte geçirmeyi tercih ederken bazıları ise başka yerleri gezip görmeyi, üzerinde yaşadığımız yer hakkında bilgi edinmeyi tercih ediyordu. Ama hiç biri tatilde yapacaklarından dolayı mutsuz değildi, sadece arkadaşlarından ayrılmak üzüyordu onları ama nasıl olsa tatil sonrası tekrar görüşeceğiz ümitleriyle kendilerini teselli ediyorlardı. Büyük salonda Profesörlerin bazısı etrafı süslerken bazısı mutfakta evcinlerinin yapacağı yemekleri aralaştırıyordu. Profesör Harry Whisper ise öğrencilerine yılın son dersinde ne yapacağını düşünüyordu derinden..
Öğrencileri onun için her zaman çok önemliydi, yılın ilk başlarında 1. sınıfların içindeki büyü yapabilme sevincini gözlerinden okuyordu. Şimdi ise onlardan ayrılacağı için üzülüyordu. İksir profesörü geldi ve 'profesör şu mumları tavana uçurur musunuz? benim dersim başladı da, ona yetişmem lazım' dedi, ama Profesör Whisper hiç duymamıştı onu. İksir profesörü tekrarlayınca 'ha Tabi neden olmasın, siz öğrencilerinizi yalnız bırakmayın' dedi gülümseyerek. Profesör Catherine de ona cevaben 'çok teşekkürler, törende görüşürüz' dedi. 'tabiki' dedi profesör whisper. Büyük salondan çıkışını izlerken Profesör Catherine 'nin aklına mumlar geldi ve karşı masadaki yüzlerce mumları 'Wingardium Leviosa' diyerek uçurdu. Tılsım profesörü olduğu için mumları uçurmakta hiç güçlük çekmedi. Ve saatine baktığında dersinin başlamasına 5 dakika kaldığını gördü ve hızlıca sınıfa doğru koşmaya başladı.
Sınıfa girdiğinde henüz sadece bir hufflepuff'lı ve birde slytherin'li ğrenci vardı. Ama onlarda birbirleriyle söz düellosuna girmişti. Profesör Whisper 'Lütfen kavgayı kesin ve yerlerinize geçin, aksi takdirde binalarınızdan puan kesmek zorunda kalacağım' dedi. Hufflepuff'lı bir sıraya yerleşirken, Slytherin öğrencisi hâla laf ediyordu. 'Oliver kapa çeneni' diye bağırdı profesör, tam o sırada öğrenciler gelmeye başladı. Ve tüm öğrenciler gelmişti derse sadece Gryffindor lu Joe hariç. 'Profesör Joe son Quidditch maçın..' derken Profesör Whisper 'biliyorum, biliyorum Joe. O maçı bende izledim' dedi. 'evet herkes geldiğine göre derse başlayabiliriz. tüm yıl boyunca yepyeni büyüler öğrendik, kimileri yapabildi kimileri yapmaya çalıştı. Ama herkes çabaladı öncelikle bundan dolayı çok mutluyum. Aslında hepiniz beklediğimden daha üstün bir başarı sergilediniz. Bu yüzden sizi tebrik ediyorum. Evet Noel geldi hepimiz mutluyuz ama bir yerde de ayrılacağımızdan dolayı bir burukluk var' diye konuşuyordu Profesör...
*** Dersten sonra tüm öğrenciler koşarak Büyük Salon'a gittiler. Çünkü noel kutlaması vardı. Noel kutlamasında Müdür çok hoş bir konuşmayla açılışı yaptı. Tüm gün boyunca herkes çikolatalı pudingler, tartlar, pastalar ve birbirinden nefis yiyecekler yedi tıka basa. Yemekleri yerken bir yanda da okul korosu tarafından söylenen Noel Şarkıları da kutlamaya ayrı bir hava katıyordu. Birinci sınıflar Hogwarts'ta geçirdikleri ilk Noel kutlamasını mutlulukla sürdürüyordu. Noel kutlaması bitince herkes yatakhanelere gitti ve eşyalarını toparladılar. Tren saat 5 te kalkıcaktı. Herkes trenin önünde birbiriyle kucaklaştı sarıldı. Profesör Whisper bunu görünce anladıki Hogwarts'ta yaşanan arkadaşlıklar hiç birşeye eş değer olacak bir şey değil.... | |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13570 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Salı 12 Ağus. 2008, 14:42 | |
| edit: Yeterli bulunmadığından reddedilmiştir. Ayrıca Profesör kadromuz doludur. Lütfen başvurunuzu buraya gerçekleştiriniz. - A.C.D. | |
| | | Samara Y. Laura D'Owen
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1151 Yaş : 28 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12298 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/01/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Perş. 21 Ağus. 2008, 16:34 | |
| Ad Soyad~ Samara Y. Laura D'Owen Karakter Hakkında Ön Bilgi~ Karamsarlık tüm bedenine hücum ederken, aynı zamanda pesimist duygularda kendisini hep esir alır. Olaylara yönelirken, bedeniyle hareket ettiğinden, duyguları hızlı değişkendir. Gülebildiği zamanlar başkalarını da hep mutlu etmeyi başarmış ve sinirlendiğinde de gülmeyi bilen bir kişiliğe sahiptir Samara... Yardım-severliğe ve adalete adadığı yaşamı boyunca, haksızlığa hükmedip adaletin ışığında bir dünya için çabaları sürmektedir. Hiç bir zaman hiç bir şeye ne özenmiş ne de onun kendisine ait olmasını istemiştir. Elinde olanların ve öncelikle dostlarının değeri onun kalbinde paha biçilemezdir. Başına buyrukluğu başına bin bir türlü dert açsa da, o bu huyunu benimsemiş kafasına estiğinde de uygulamaya koymuştur. Ezber ve çabuk kavrama yeteneği sayesinde anadili Italyanca'nın ardından, Hogwarts'a gelmeden bir kaç yıl önce İngilizce'yi tek başına öğrenmiştir. İkizi Daffodil ile başlayan dostluğu onun Hufflepuff binasına uygun görülebilecek biri olmasını sağlamıştır. Her zaman iyiliğin peşinden koşup, büyük bir hızla dünyaya yayılmasını dilemektedir, her ne kadar kendisi kötü tarafta olsa da... Paylaşmanın ve adaletin ışığında geçen koca bir yedi yılın ardından, mezun olacağını bilse de halen Hufflepuff binasını ailesi gibi görmektedir. Teyzesi Leo'nun da yardımıyla Dans'a olan ilgisi büyümüş ve vücudunu sırf bu yöne vermek için teyzesiyle beraber antremanlar yapmaktadır. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersliğine olan ilgisi azmışken, yine de o dersten hiç en yüksek notu alamamıştır Samara. Ve haliyle dersten soğumuş, Tılsım dersine karşı haz duymaya başlamıştır. Derste zaten pek fazla Hufflepuff olmadığından binasını yükseltmek adına her zaman hazırlanıp girmiştir Tılsım dersine... İstediğiniz Mevki~ Profesör (Sihir Tarihi-İksir...) Örnek Rp~
Sert rüzgârın esintisiyle yüreğinde kasırgalar oluşturan boğuk havayı soluyordu Samara. Hırçın dalgaların beyaz köpüklerinde buluyordu kendisini, bulutlara tırmanıp güneşin ışığından bir kaç tutam sarı çalıyordu. Ormanın en derin mıntıkasında yeşillerin ardına gizlenmiş porsuklarla dolduruyordu güneşin sarısını. Güne bakanların arasından ince bir ip gibi geçişini hayal ediyordu, cübbesinden yansıyan ışığın adaleti sarıyordu koca tarlayı. Gökyüzünde güneş hiç olmadığı kadar parlak bir ışıkla doğuyordu, anımsadığı tek şeyse uykuya daldığında rüyalarında hapsolduğuydu. Ve yine karanlığıyla ünlü bir gecedeydi ruhu, düşündüğü tek şeyin o olması içini titretiyordu belki. Gökyüzündeki yıldızları saymak ne kadar zorsa bu gün, Samara'da onu öylesine hissediyordu, düşünüyordu... Kara göğü pençeleyen dolunayın parlaklığı sarıyordu odasını, düşlerinde yarım kalan prensi bulduğunu hayal ediyordu sadece. Umutsuzluğa savaş açmış, elindeki ölü yüreği gösteriyordu. Aşkı istiyordu bunun karşılığında... "Al yüreğimi, aşkı bana geri ver..! " diyordu, gök kapatmıştı gözlerini belli ki. Duysa bile, sesin sahibini görmek var ya... İşte, göremiyordu. Güllerin çimenlerdeki dansını görüyordu şimdi, imreniyordu. Söyledikleri mutluluk şarkısının, kuru dudakları arasından dökülmesini diliyordu yalnızca. Kucak açmıştı belki de umutlara, lalelerin sürmeli gözleriyle avutuyordu bedenini.
Hayal meyal yaşıyordu ya, içindeki huzur tükenmeden eve dönmek istiyordu. Mutluluğu bir rüyayla bitmesin, bir daha yüzü ağlamasın istiyordu. Kimse bilmiyordu ki, Samara'nın aslında ne acılar topladığını her gün. Kimse sezemiyordu, ikizine bile geceleri yaşadığı korkunç çırpınışları anlatmakta kararsız kalıyordu. Saçma geliyordu kimi zaman, ama yaşıyordu... Her gece, gün ağırınca odasına çöken karanlıkla yüzleştiğinde yaşıyordu. Çığlıklara boğulan odasında tek başına, çaresizce yaşıyordu. Bazen bağrışmaları duyup odasına gelenlerle avunuyordu hiç değilse, yalnızken hayatı, yaşamı onu rahat bırakmıyordu. Kan içinde yattığı yatağından uyanıyordu şimdi, canı yanıyordu. Yüreğini çoktan kara göğe satmıştı, karşılığında ise bir hiç... Gözünden akan yaşlarla diniyordu acısı, tavandan damlayan soğuk suyla kendine geliyordu. Hayal etmesi bile korkunçken, içinde yaşadığının bu olması gerçekten nasıl farksızdı? Yaşıyordu belki ama hala içini bulandıran karanlıkla yaşamak ağır geliyordu olmayan yüreğine. Çalınıp gittiğini düşünüyordu kalbinin, yüreksiz yaşamanın bedelini gözyaşlarıyla çekiyordu. Oysaki kendi elleriyle çıkarıp satmıştı şimdi yok olan kalbini... Sade bir yaşantıda sürdürüyordu hayatını belki, ama kalpsizken aşksızlıktan bile daha kötü bir hançer saplanıyordu ruhunun derinliklerine.
Bağırıyordu yine, güzü yettiği kadar bunu yapanın ardından koşmaya çalışıyordu, yakalayana dek. Kolunu kavradığında ona bu hançeri saplayan yüzünü dönüyordu, Stefan Josh Valery... Samara, acıyan ama olmayan yüreğiyle konuşuyordu belli ki. Gözlerini açıp kapadıkça hala önünde onun olduğunu görmek sızlatıyordu içini. Gözlerinden kaçırıyordu, kovalayan birinin olduğunu hissediyordu ardından. Sızısı dinmeyen hançerin yarasını gözlüyordu, eser kalmamıştı şimdi... Stefan cebinden kana bulanmış kalbin gerine tertemiz, bir kalp uzatıyordu. "Al... Bu da benden sana ufak hediye... !" Samara ter içinde uyandığı bu rüyadan kurtulduğuna şükretmiyordu şimdi. Acısı dindiği zaman açtığı gözleriyle yine karanlıkla karşılaşıyordu. Kapalı perdenin ışığı fırlatışını görünce yatağından kalkar kalkmaz açtı. Gökyüzüne baktığında güneşin parıltısını süzüyordu bu sefer gözleri. Gece ve gündüz... Değişen sadece renklerdi, kâbuslarsa yanında gelen bir sürprizdi sadece. Kalbini arıyordu, sol tarafına dokunduğunda küt küt attığı duymak güven veriyordu ona. "Benimlesin... " diyordu kendince. Elini çektiğinde öleceğini farz edip bedeninden ayrılıyordu, ruhuna sadece bir veda öpücüğü kondurup koşuyordu.
Gidebildiği yere kadar durmadan, yorulmadan koşuyordu. Kendisini aşkın bulamayacağı bir yere koyduğundaki yalnızlığını sövüyordu, narkozlu bedeninden paramparça bir mektup alır gibi. En sonunda, içinde bulunduğu kasırgalara elveda deyip çıkabilmişti Hogwarts’dan. Önünde uzun bir yoldan yankılayan ayak sesleri meçhuldü. Havada ki soğuklukla yıkanıyordu, kollarına asılmış cübbesi belli ki onun sırtına bir yük gibi ağartıyordu. İnleyen tiz seslerle dolup taşan Hogmease’nin sahipsiz sokaklarını aştığında hissetti vardığını. Kimsenin yüzüne bakmadan, her ne kadar tanıdığı biri ona selam verse de aldırmadan geçiyordu yanlarından. Domuz kafasının kapısına henüz gelmeden burnunu korkutan sigara kokusuyla sert bir tavırla girdi içeriye. Burnunu iki parmağının arasına mandal gibi sıkıştırmış, kokunun deliklerinden içeriye girip solunmasını istemiyorcasına direniyordu. Az sonra içeceği onca içkiyi tadıyordu. Ve... Adımları tuvalette sürerken arkasından sertçe kapanan kapının sesiyle dönmüştü, sigara kokusu git gide solunuyor ve nefes almak zorlaşıyordu Samara için. Kapı kolunu sertçe kendisine doğru çekip açmaya çalışsa da çabalarının hiç bir şeye yaramadığını görmek onu üzüyordu. "Bakın burada kim varmış, Samara... Sana oynadığım oyunu beğenmeni umuyorum…" Kendisiyle konuşan yıllar önce annesinin lanet arkadaşı Pheliaes'dı, Samara'nın onun oyunlarını bozduğu günleri ödetmek için buradaydı.
"Alexandra, karın seni ne kadar da az seviyor. Durmstrang'da başkalarıyla günlerini gün ederken, sen neden burada tek kalasın ki! Benimle kalmanı istiyorum... " Hatırladığı sadece annesinin profesörlüğe atandığında ki ilk senesinden itibaren eve tamamen yerleşen Pheliaes'in bu baştan çıkartıcı sözleriydi. Babasının ona inanacak kadar aptal bir adam olmamasına bağlanıp atlatılan o günün ardından, annesinin eve döndüğünü görmek moralini yerine getirmeyi başarabilmişti. Ve Pheliaes'ın aslında bir hayalet olduğunu bilmeyen ailesine yaşattıkları ve yaşatacaklarıydı asıl intikam. Soluk benzi, hafızasında kalan onca şeyin bedelini öderken Samara'nın nefret dolu bakışlarıyla birleşen boğuk sesi yankılandı barın tuvaletinde. "Pheliaes, seni lanet olası hayalet! Bu sefer de kafayı bana mı taktın seni pislik, gel öyleyse..." Asasını cübbesinden çıkarttığında elindeki sigarasını sertçe sallayan hayaletin gölgesine büründü. Neler yapabileceğini henüz bilmeden çıkarttığı asasını öylesine kavramıştı ki elleri terlemeye başlamıştı. Sigarasının külleri yavaş yavaş tuvaletin fayanslarına dökülüp sıcaklığını kaybettirirken, kadının pelerininden çıkarttığı keskin mızrak gibi çubuğa dikti gözlerini. Üstünden çıkan dumanlar belli ki sıcak olduğunu ve de yakıcı-yanıcı olduğunu fısıldıyordu kulağına. Kapı, içeride birinin olduğunu anladıklarından kapıyı sertçe vuran ve açmak için zorlayanların sesleri duyuluyordu ardından. Önce içeride biri olup olmadığını soruyorlar ve ardından da sessiz cevaplara karşın kapıyı zorlamak durumunda kalıyorlardı. Ne acı ki Samara henüz düelloya başlayamadığı kadının elindeki mızraklardan hiç bir şey anlamış değildi, fakat az sonra bedeninde olduğu kadar ruhuna sızacak acıyı hissedebiliyordu. "Per favore mi auti... !"
| |
| | | Teodor James H. Dewan Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 24 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11842 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 06/09/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Paz 07 Eyl. 2008, 12:06 | |
| Ad Soyad: Teodor James Hugo Dewan Karakter Hakkında Ön Bilgi: Sempatik, eğlenceli ve komik bir yapısı vardır. İçten ve sıcak bir adamdır. Özgürlüğüne düşkündür, konuşkandır. Aynı anda hem küçük bir çocuk hem de olgun bir büyücü olabilir. Romantik ruhludur, yalan söylemeyi asla beceremez. Zekidir, kültürlüdür. Sosyaldir, hayalperesttir. Lider ruhlu ve asidir. İnatçı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Merhamet duygusu oldukça gelişmiştir. Anlayışlı ve sevecendir. Cesurdur, zoru sever. Dirençlidir, taşıyamayacağı yükleri kolaylıkla omuzlayabilir. Her daim meraklı ve bilgiye aç bir insan olmuştur, araştırmayı, yeni şeyler öğrenmeyi sever. Sessizlik ona göre değildir, hayatta en korktuğu şey yalnız kalmaktır. Yalnızlıktan nefret eder, çevresinde her daim insanlar olsun ister. Girişken ve ileri görüşlüdür. Klasiklikten nefret eder, yeni şeyler denemek, yapılmayanı yapmak, süregeleni değiştirmek en büyük tutkusudur. Kendine özgü ve yapmacıksızdır. İstediğiniz Mevki: Hogwarts Profesörlüğü [İksir] Örnek Rp: Site içinde -diğer karakterimle- yaptığım son rpyi yolluyorum.. | |
| | | Teodor James H. Dewan Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 24 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11842 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 06/09/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Paz 07 Eyl. 2008, 12:07 | |
| Not:Tek mesaja sığmadı
“Bu maçı alacağız”
Gökyüzünün huzur verici maviliğine oldukça yakın bir konumda, süpürgesinin üzerinde hızlı dönüşler yaparak uçuyordu. Quidditch Sahası Ravenclaw’a yapılan tezahüratlar ile adeta inliyordu. Suratını yalayıp geçen rüzgârla, suratında parlak bir gülümseme ile süpürgesine sımsıkı yapışmıştı. Hufflepuff’ta olan Quaffle’ı yakalamalıydı, bunu yapmalıydı. Mutlaka! Hufflepuff Kovalayıcısı’na geçen topun çemberlerle buluşmasına izin veremezdi, hemen Ravenclaw tutucusunun önünde bulunduğu çemberlere yöneldi ve hızlıca topu elinde tutan kızı takibe başladı.
Lanet olsun! Sayı… Bundan nefret ediyordu, içinde oluşan büyük bir öfke dalgasıyla hızlıca kıza doğru seğirtti ve bir omuz indirerek sarsılmasını sağladı. Maç çok hızlı gelişiyordu, öyle ki Ravenclaw arayıcınsın Snitch’i yakalamış olduğunu fark etmek birkaç dakikasını almıştı. Sevinç dolu bir çığlık patlattıktan sonra, süpürgesiyle en son öğrendiği artistik hareketleri yaptı. Önce havada daireler çizdi ardından da tehlikeli ve bir o kadar da heyecanlı taklalar attı. Ravenclaw tribünü coşmuştu ve Indis’in içi içine sığmıyordu. Üzerindeki bronz ve mavi renklerinin hâkim olduğu asil Quidditch formasını gururla taşıyordu ve etrafı donatan bronz ve mavi renkleriyle keyfi iki kat daha artıyordu. Başarmışlardı, bu maçı almışlardı. Ravenclaw’ın nasıl müthiş bir bina ve takım olduğunu herkese ispatlamışlardı. Rahat ve huzur doluydu.
Kuyruk olmuş ve havada turlar atmaya başlamış takım arkadaşlarının arasına katılmayı planlıyordu, bu nedenle süpürgesini hızla o yöne kırdı. İçindeki coşkuyu tüm dünyaya haykırmalıydı, bunu yapmalıydı. Çığlıklar atarak o yöne doğru ilerlerken gözü az ileride sinirler yanıp tutuşan Hufflepuff kovalayıcılarından biri olan Belinda’ya takıldı. Vuruculardan birinin sopasını almış hızla Indis’e doğru geliyordu. Kımıldamak istedi, oradan kaçmak, kendisine vurmasına engel olmak… Ama yapamıyordu, olduğunu noktaya çakılıp kalmıştı, yüzünde dehşet dolu bir ifadeyle öylece ezeli rakibini bekliyordu ve kız ona an be an yaklaşırken elinden başka hiçbir şey gelmiyordu.
Sonunda olanlar oldu, kızın kendisine delice bir öfkeyle bakan renkli gözlerini gördü, saçlarını savurarak elindeki sopayı kaldırışını, ardından sopayı hızla Indis’e doğru savurmasını, suratında büyük bir acı hissetti, sol yanağı tam anlamıyla göçmüştü, kafatasının o yanının çatladığını düşündü, öyle şiddetli bir darbeydi bu. Ve ne olduğunu anlamadan süpürgesinin sağ yanını aşıverdi, boşlukta sürüklenirken suratının acısıyla korkunç bir çığlık atıyordu. Saha panik halindeydi ve nasıl oluyorsa Belinda’nın zevkten dört hatta sekiz köşe olmuş suratını tüm ayrıntılarıyla görüyordu.
‘GÜM’
Yüzündeki ağrı göğsüne geçmişti, yere yapışmıştı ama bulunduğu zemin o yeşil çimlerle kaplı toprak zeminden çok daha sertti. Evet, yere yapıştığı doruydu ama Quidditch Sahası’nda değildi, ya da herhangi bir açık alanda. Hogwarts Şatosu’nda, Ravenclaw ortak Salonunun üst katında kızlar yatakhanesindeydi ve cam kenarındaki yatağının sağ yanından düşüp yere yapışmıştı. Tahta zemini hissederken gözlerini açtı ve gördüğü ilk şey yatağının ahşap bacakları oldu. Sol kolu vücudunun altında, kafası sağa dönük, bacakları ve tüm vücudu çarpık bir halde, öylece; yüzüstü yatıyordu. Kısık sesle edilmiş birkaç küfürün ardından göğsündeki müthiş ağrıyla güç bela ayağa kalktı. Sol kolunu ovuşturdu ardından ellerini beline koydu ve gerindi. Yatakhane onun gibi tembellik eden birkaç kızın dışında neredeyse bomboştu ve Indis söylene söylene cama gitti. Tahta bir çerçeve ile kaplanmış büyük pencereyi gıcırtıyla açtı, çıkan ses ile kendisine söylenen ondan bir sınıf kadar büyük bir kıza aldırış etmeyerek kafasını camdan dışarı sarkıttı. Hogwarts arazisinin yeşil çimleri gökyüzünün ortasında parıldayan güneş ile aydınlanmıştı. Güneş’in yaydığı güçlü ışık ile ister istemez gözlerini kısmak durumunda kaldı, temiz havayı içine çekerken bir nebze de olsa rahatlamıştı ama yine de siniri hala tam anlamıyla geçmiş sayılmazdı. “Lanet olası maç ve lanet olası rüyalar” diye mırıldandı kendi kendine.
Bu kadar temiz hava yeterliydi, zaten biraz daha pencereyi kapatmayacak olursa hala pinekleyen o birkaç kızın bu işlevden zorunlu bir biçimde vazgeçip Indis’in üzerine atlamaları işten bile olmazdı. Bu nedenle kafasını yeniden içeri soktu ve pencereyi kapatarak perdeyi kapattı. Darmadağınık duran yatağına kendini atarken dün ki maçtan fazlasıyla etkilendiğini düşünüyordu. Gece boyunca maçla ilgili rüyalar görüp durmuştu, kendi kendine galibiyet yeminleri edip duruyordu. Bir daha ki maçta mutlaka kazanmaları gerekiyordu aksi halde gireceği psikolojiyi düşünmek bile istemiyordu. Nasıl yenildiklerine hala inanamıyordu. Her şey öylesine hızlı gelişmişti ki, Indis kendisine ve takımına öylesine güveniyordu ki yenilgiyi bir an olsun aklından geçirmemişti. Yine de sonuç ortadaydı işte, utanç verici bir şekilde yenilmişlerdi ve yenilgiyi kesinlikle kabul edemeyen Indis bu duruma oldukça içerlemişti. Bu bir gerçekti.
Ona kalsa bu hırsla bir dahaki maça dek hiç durmaksızın antrenman yapabilirdi ama Lily’i bu konuda ikna etmek imkânsızdı. Bu nedenle böyle bir şey denemeye kalkışmadı. Yine de bir dahaki maçta elinden geleni hatta daha fazlasını yapmaya kesinlikle kararlıydı. Her ne kadar en yakın arkadaşı Mia’da Hufflepuff’ta olsa da bu hırsla onu bile gözü görmeyebilirdi. Kendisine defalarca yaptığı gibi bir daha ki maçı almaya bir kez daha söz vererek maç düşüncesini zihninden çıkarttı. Ancak birkaç saniye sonra saate bakmak için gözlerini başucundaki kişisel komodinine çevirdiğinde içine huzurla dolduran Chris’in resmi bu düşünceyi yeniden aklına sokmuştu. Bugün Gryffindor’un maçı vardı, bu Chris’in maçı var demek oluyordu ve elbette Charlie’nin. O maçı mutlaka izlemeli ve biricik –üvey- ağabeyi ile tamamen duygusal hisler beslediği ilk büyücü olan Chris’e destek vermeliydi. Üzerinde oturduğu yumuşak yatakta ayağa kalktı, şuanda ki duruşu her ne kadar saçma sapan olsa da buna aldırış etmedi ve yatağın diğer yanına doğru ufak çaplı bir sıçrama gerçekleştirdi.
‘GÜM’
Bu pek artistik (!) sıçramanın sonucunda ayağına takılan yatak örtüsüyle özlemini sürdüğü sert zeminle yeniden buluşuvermişti. ‘Yeri Öpmek’ değimi bu olsa gerekti. Gözlerini devirdi küçük bir iniltinin ardından “Bu iki oldu ama” diye söylendi ardından dört hamleyle ayağa kalktı. Yarattığı bu gürültüden dolayı az önce camı açtığı için kendisine söylenen kızdan sıkı bir küfür yemişti bile. “Pardon” diye kestirip attıktan sonra üzerindeki tozu silkti ve kafasını iki yana salladı. Dizinden akan kırmızı sıvıya bir lanet savurduktan sonra komodinin üzerindeki peçeteyle kanı sildi, bir süre peçeteyi öylece tutup kanın dinmesini beklerken *Neden şu lanet kanı dindirme büyüsünü öğrenmedik ki sanki?* diye geçirdi. Birkaç dakika sonra bacağının kanaması dindiğinde ayağa kalktı ve darmadağınık duran yatağını düzeltti. Bronz ve mavinin hâkimiyetindeki örtünün ortasında Ravenclaw’ı temsil eden kuzguna bir süre baktıktan sonra banyoya yöneldi.
Duşunu alması yirmi dakika sürmüştü, duştan çıktığında doğruca yatağının yanına giderek gar dolabını açtı ve giysilerini çıkartıp dolabı yeniden kapattı. Siyahla gri arası bir renkteki eteği dizinin bir karış kadar üzerindeydi, üzerine giydiği beyaz gömleğinin boyun kısmına bağlanan bronz ve mavi şeritlerle bezeli kravatını düzeltti. Siyah ayakkabılarının içine giydiği siyah çorapları aynı boyuta getirdi ve saçlarını düzeltmeye koyuldu. Her şey bittiğinde küçük aynasından kendisine bir göz attı ve parlak gülümsemesini yeniden suratına yerleştirerek yatakhaneden çıktı.
Büyük Salon’da yapılmış leziz bir kahvaltının ardından kendini hemen dışarıya attı, maçın başlamasına daha vardı… Bir yerlerde Chris’i görmeyi umut ediyordu lakin bugün pek mümkün değildi bu… O da eline aldığı kalın kitabıyla bahçedeki ağaçların birinin altına kuruldu ve oldukça sürükleyici muggle romanını okumaya başladı. Kitap okumak yalnızken yapmayı sevdiği ilk şeydi, bol bol kitap okumayı ve kendini dış dünyada soyutlamayı severdi. Hatta bu durumu abarttığını söylemek kesinlikle yanlış olmazdı öyle ki ona arkadan yaklaşan Chris’i fark etmemişti bile. Yanağına kondurulan hafif bir öpücükle minik bir çığlık koy verdi.
“Chris, Merlin'in sarkık donu aşkına! Beni çok korkuttun” çocuğun yeşil gözlerini gördüğünde rahatlamıştı, Chris’in cadının verdiği bu ani tepkiye gülmesiyle kollarını bağdaştırdı ve “Ciddiyim, tam anlamıyla yerimden zıpladım” diye yapıştırdı asık bir suratla. Genç büyücü gülümsemesini anında yok ederken Indis’e doğru bir hamle yaptı ve “Üzgünüm, sadece seni görmek istemiştim, tabi birde şans öpücüğü almak” haylazca bakarken söylediği bu kelimelere gülümsemeden edemedi. “Heyecanlı mısın?” “Tahmin bile edemezsin”… Gülümsedi, Indis’te her maçtan önce son derece heyecanlı olurdu bunu anımsadı. “Heyecanlanmana gerek yok, kazanacaksınız. Bunu biliyorum” Chris karşısında ki bu anlayışlı cadıya içten bir gülümseme bahşederek “Maça geleceksin değil mi?” diye sordu “Sence kaçırır mıyım, seni desteklemem gerek. Pankart bile hazırladım” dedi gülerken. Chris meraklanmış gibiydi “Ciddi misin” Indis kafasını ‘evet’ anlamında salladı. Bunun üzerine sevindiğini oldukça belli eden Chris “Teşekkürler, gerçekten büyük bir motivasyon olur bu… Tabi senin orada olman benim için başlı başına bir motivasyon kaynağı” dedi hafifçe göz kırparak. Indis gülümsedi sonra gözü az ileride ki Charlie’ye takıldı çoktan üzerini değiştirmişti, maça hazır görünüyordu diğer oyuncuları bir bir yanına topluyordu ve gözleri Indis ile Chris’teydi. Indis Charlie’ye el salladı, çocuktan karşılık alınca “Charlie seni bekliyor olmalı, gitsen iyi olur” dedi Chris onaylar bir ifadeyle ayağa kalktı, Indis’te hemen arkasından… Chris’in yanağına ufak bir öpücük kondurdu ve “Umarım işe yarar” dedi gülümserken Chris “Yarayacağına eminim” dedi ve koşarak Charlie’nin yanına gitti.
Yere bıraktığı kitabı yeniden eline aldı ve onların Quidditch sahasına gitmesini izledi, tamamen gözden kaybolduklarında hızlı adımlarla yatakhaneye doğru yöneldi. Merdivenleri ikişer üçer çıkarak yatakhaneye ulaştığında nefes nefeseydi. Yine de biran bile durmadan yatağına gitti ve eğilerek altından rulo yapılmış kalın ve oldukça uzun bir karton çıkarttı. Karton altın sarısı rengindeydi rulo yapılmış kartonu açarak yatağa serdi. Yatağın neredeyse tamamını kaplıyordu altın sarısı kartonun üzerinde sırayla harfler beliriyor bir slogan yazılıyor ardından harfler biranda yok oluyor yeni bir slogan yazılıyordu. Tam 10 adet slogan bu şekilde dönüp duruyordu. Parlak bir kırmızı ile oluşturulan harfler göz alıcı ve oldukça büyüktü. Indis kendi ellerinden çıkan bu şaheseri (!) gurur dolu bir bakışla İnceledikten sonra yeniden rulo haline getirdi ve sol kolunun altına sıkıştırıp yatakhaneden çıktı…
Yeşil çimlerden yürüyerek Quidditch Sahası’na ulaştı ve Ravenclaw renkleri ile bezeli, yüksek tribüne tırmandı. En önlerden bir yer seçerek oturdu ve maçın başlamasını beklemeye başladı. Tribünler henüz boş sayılırdı, Slytherin dışında. Daha maç başlamadan çeşitli sloganlar atmaya başlamışlardı. Oturduğu tribünden arkalardan bir yerlerden yükselen seslere kulan verdi, Slytherin’leri destekleyen sloganlar atıyorlardı. Bir Ravenclaw elbette Slytherin’i destekleyebilirdi ama bunu bu kadar aciz ve sığ bir biçimde yapmaları düpe düz yüz karasıydı. Ravenclaw’ın saygınlığını ve itibarını yok eden hareketlerdi bunlar ve Indis bu tiplerden nefret ediyordu. Başını iki yana salladı ve diğer tribünleri incelemeye başladı. Profesörlere ayrılmış bölümde de pek çok profesörü görebiliyordu. Bu sırada omzuna dokunan bir el ile kafasını o yöne çevirdi.
Gördüğü surat Stefania’nın kiydi. Kızda dün ki maçtan sonra en az kendisi kadar üzgün görünüyordu yine de buraya John’u desteklemek için gelmişti, Indis yanına oturan kızla sohbete başladı. Aradan geçen onbeş dakikanın ardından sahada bir hareketlenme oldu ve Indis zamanın geldiğini anladı. Kafasını hemen yeşil çimlere çevirdi ve pek çok oyuncunun arasında Chris’i bulmaya çalıştı, nihayet onu görebiliyordu. Heyecanlı olduğunu biliyordu u ama bu heyecanı hiç mi hiç belli etmiyordu. Indis onu görünce yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve oyunun başlamasını beklemeye başladı. Nitekim kısa bir süre sonra düdük sesini duydu ve topların bırakıldığını gördü kısa bir süre sonra oyuncularda süpürgelerine binip havalanmıştı. Indis bu karmaşanın arasında Chris’i görmeye çalışıyordu ama sürekli yer değiştirdiği için onu bulması çok da kolay olmuyordu. Maç oldukça heyecanlıydı ancak şimdiye dek şans pek de onlardan yana olmamıştı. Ama henüz çok erkendi her an bir hareketlenme olabilirdi. Indis oyuncuların motivasyonunu yükseltmek için hazırladığı pankartı çıkarttı. Pankart oldukça büyük olduğu için maç boyunca onu elinde tutması güç olacaktı bu nedenle asasını çıkarttı ve kartona doğrulttu.
“Wingardium Leviosa” diye fısıldadı bileğini hafifçe çevirip kartona dokunarak, karton Indis’in asa hareketlerine göre hareket ediyordu. Indis onu Ravenclaw tribünün biraz ilerisinde, yukarıda havada asılı bir şekilde konumlandırdı. Bu düşünce şimdilik sadece onun aklına gelmiş olmalıydı ki pankartı gören herkes –ki görmemek mümkün değildi- beğeni dolu sesler çıkartıyorlardı tabi Gryffindorları destekleyenler içindi bu düşünce.
“ASLAN KÜKRER, YILAN KAÇAR. GRYFFİNDOR KÜKRE SLYTHERIN KAÇSIN. HAYDİ ŞİMDİ ASLANLAR!!!”
“ALTIN TOP SENİNDİR, YANINDAYIZ CHARLIE!!”
“QUAFFLE SENİN, MAÇ GRYFFINDOR’UN. HAYDİ BASTIR CHRIS!”
Gibi sloganların belirip kaybolmasıyla hazırlanmış pankart oyuncuların moralini düzeltmiş gibi görünüyordu. Indis kendinden emin bir gülümseme ile maçı izlemeye devam etti. Bu maçı alan Gryffindor olmalıydı, başkası değil! | |
| | | Felicity Odelia Renthall Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 20 Yaş : 32 Kan statüsü : Muggle Doğumlu Galleon : 11836 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 09/09/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Salı 09 Eyl. 2008, 15:59 | |
| Ad Soyad:Felicity Odelia Renthall
Karakter Hakkında Ön Bilgi:Odelia’yı tanımlayan ilk kelime hiç şüphesiz ‘asalet’tir. Yüz ifadesi, duruşu, konuşması, düşünceleri, kısacası her hareketi ile asaletini ispatlamaktadır. Disiplinli ve sorumluluk sahibi bir cadıdır. İstisnasız her günü öncede saat saat planlanmıştır. Plansızlıktan, rahatlıktan ve sorumsuzluktan nefret eder. Tertipli ve titiz biridir, dağınıklığa ve pisliğe katiyen tahammülü yoktur. Katı bir görünüme ve karaktere sahiptir, hayatın tadını çıkarma, eğlence, kendine vakit ayırma gibi şeyler onun için hiçbir şey ifade etmemektedir. Ciddiyete önem verir, yılışıklıktan haz etmez. Oldukça kendini beğenmiştir, yaptıklarıyla, özellikleriyle kısacası her şeyiyle övünmekten iftar eder. Öylesine karmaşık ve çelişkili bir karakteri vardır ki onu çözmek imkânsız gibi bir şeydir. Olgundur, ne yaptığını, ne yapması gerektiğini bilir. Asla zedelenmez bir özgüvene sahiptir, egoları öylesine gelişmiştir ki bu bazen karşısındaki insanlar tarafından çekilemeyecek bir hale gelebilir. Bazen sırf egolarını tatmin etmek için karşısında ki insanları hiç düşünmeden incitebilir, zarar verebilir. Kendisinden başka ‘hiç kimseye’ değer vermez. Kurduğu ilişkilerin çoğu çıkar üzerinedir, geri kalanı ise zorunlu olarak kurulan ilişkilerden ibarettir. Öylesine güçlüdür ve buna öylesine güvenir ki hayatta kimseye ihtiyacı olmadığını düşünür. İhtiyaç duyduğu takdirde zaten birini kolaylıkla elde edip kullanabilir. Sinsi ve kurnazdır, neler yapacağını, neler düşündüğünü bilmek imkansızdır. Hırslıdır, hem de çok. Her zaman en iyi olmak ister, insanlara hükmetmeyi sever ve bunu kolaylıkla becerir. Taraf çatışmalarına karışmıyor gibi görünse de karanlık tarafa olan yatkınlığı aşikârdır. Muggle doğumlu olmasını asla bir eksiklik olarak görmemiştir, her ne kadar bu özelliğini pek az kişi bilse de bunu söylemekten çekinmez. Çünkü bu zayıflığını örtecek pek çok mükemmel yana sahiptir. Bencildir, düşüncesidir. Her daim temkinli ve tedbirlidir. Çok kolay yalan söyleyebilir, rol yapabilir. İnsanları kolaylıkla kandırabilir, ancak onu kandırmak imkânsızdır. Bu katı ve soğuk duruşu çoğu zaman karşı cins tarafından çekici bulunmuştur ancak o bu ilgiyle pek alakadar değildir, asla olmamıştır. Eğer istediği bir şey varsa bunu ne yapıp edip elde eder, ancak elde ettikten sonra o şeyi, ya da kişiyi pek önemsemez. Onun için kullanıp kırdığı oyuncaklardan başka hiçbir şey değildir elde etmeyi başardığı şeyler. Maymun iştahlıdır, her şeyden çok çabuk bıkar. Dengesizdir, ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Gizemli görünmeyi sever ki çoğu zaman böyle olmayı da başarmıştır. Soğukkanlı ve hareketlerini dizginleyebilen biri sayılmaz. Öfkesini kontrol etmeyi beceremez, çabuk öfkelenir ve öfkelendiğinde gerçek anlamda korkulması gereken birine dönüşüverir. Söz konusu kişi kendisi olmadığı takdirde kimse için asla kendisini tehlikeye atmaz. Başkalarının zayıf noktalarını öğrenmeyi ve bunları çıkarları doğrultusunda kullanmayı sever ve çok iyi becerir. Cesur biri olmadığı aşikârdır. Ama bunu bir eksiklikten çok mantıklılık olarak görür.
İstediğiniz Mevki:Hogwarts Yüksek Müfettişliği -Kadroya bir kişi daha alınacağı söylendi-
| |
| | | Felicity Odelia Renthall Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 20 Yaş : 32 Kan statüsü : Muggle Doğumlu Galleon : 11836 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 09/09/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Salı 09 Eyl. 2008, 16:00 | |
| Tek mesaja sığmadı
Örnek Rp:Başka bir sitede yaptığım bir rpdir.
-İki Gün Önce-
Gecenin ürkütücü karanlığı şafağa çıkarken, yatağında rahatsızca kıpırdandı. Gece boyunca hiç kapanmayan gözleri şuanda da ardına kadar açıktı. Ellerini üzerine çektiği ince, yumuşak, ipeksi kayganlıktaki yatak örtüsüne kenetlemişti. Sola dönük bir şekilde yatağında uzanıyordu, iki bacağını da karnına doğru çekmişti, kafası örtüyü sıkı sıkıya tutan iki elinin boşluğunda aşağı doğru kaymıştı, bu haliyle sancıdan ölen birini andırıyordu. Gözleri tam karşısındaki pencerenin yattığı yerden görünen gök manzarasına sabitlenmişti, metalik mavinin uçuk sarı ve tozpembesi renkleriyle bütünleşmesini seyrediyordu. Güneş doğmak üzere olmalıydı. Turkuaz renkte ki kuştüyü yastığı salık bıraktığı saçlarıyla kaplanmıştı, saçları ensesini yakıyordu. Gözleri pencerenin dışındaki manzaradan başucunda ki komodinin üzerinde ki sata kaydı, çerçevesi beyaz renkteki bu saatin çıkardığı “tik tak” seslerini rahatlıkla işitebiliyordu, zira odada ses çıkartan tek nesne bu saatten başkası değildi. Gözlerini odakladığı saat sabahın beşini gösteriyordu. Elleriyle tuttuğu yatak örtüsünü bıraktı, önce sırt üstü bir pozisyon alıp iki kolunu da kafasının altında birleştirdi, şimdi doğruca tavana bakıyordu. Fildişi rengindeki tavanın duvarla bitiştiği köşe noktaları zengin oyma işlemelerle işlenmişti. Tavanda dolanan bir iki küçük örümceği rahatlıkla seçebiliyordu, tavanın tam ortasında daire şeklindeki, işlemeli bir çıkıntıdan görkemli bir avize sallanıyordu, tıpkı yatağı gibi tukuaz renginde bir avizeydi bu. Sanki Amazon Ormanlarında keşfe çıkmış ve araştırılacak, keşfedilecek milyonlarca şey varmış gibi saatlerce tavanını inceledi, her sabah uyandığında gördüğü, geniş, sıradan ve basit tavanını.
En sonunda tembelliği bırakmaya karar verdi ve büyük zahmetler çekerek (!) doğruldu. Saatlerdir ikiye katlayıp kafasının ağarlığını verdiği kolları şimdi uyuşmuştu ve dirseğinden sonrasını hissetmiyordu. Karıncalanan parmaklarını kapatıp açarak, uyuşmanın geçmesini bekledi nitekim bir- iki dakika sonra bu histen tamamıyla kurtulmuştu. Önce bacaklarını sonrada tüm bedenini yataktan çıkarttı, elinden kayıp giden ipeksi tukuaz örtüyü simetrik bir şekilde yatağın üzerine sererek yatağını düzeltti. Pencereye doğru yöneldi, camları açtı, mermer çıkıntıya kollarını dayadı ve kafasını eki elinin arsına aldı, Güneş gökyüzünde gittikçe yükseliyordu, tozpembe, metalik mavi, mor ve uçuk sarı gökyüzü etkisini yitirmişti, şimdi gök açık bir mavi rengindeydi, iç rahatlatan sonsuz bir mavi… Kocaman, sarı bir alev topu şeklindeki Güneş’in aydınlattığı berrak gökyüzünde bir iki beyaz bulut vardı, çocukluğundan beri bulutları çeşitli nesnelere benzetmeye bayılırdı. Rahatlıkla, tüm ayrıntılarını seçerek gördüğü buluta odaklandı bir süre sonra yatağa benzettiği bulutu tembelliğine vurdu ve kendi kendine gülümsedi. Karşısındaki ağaçlık araziden gelen temiz havayı ciğerlerine çekti her şeye rağmen güzel bir gündü, kendisini uzun bir zamandır olmadığı kadar iyi hissediyordu, buna emindi. Odaya geri döndü, aydınlanan ve içi temiz havayla dolan odası şimdi gözüne çok daha güzel görünüyordu, derli toplu ve zarif bir zevkle döşenmişti. Beyaz, saten geceliği üzerinde yalın ayak yumuşak krem rengi halıda dolaşırken içini bir ılıklık duygusu kapladı. Her sabah istisnasız yerine getirdiği bir görevi vardı; aynaya bakmak. 9 yaşından beri gözünü açar açmaz aynaya koşardı, kendisine çeki düzen verir, şöyle tepeden tırnağa inceler ve kendinden emin bir gülümseme takındıktan sonra güne başlardı. Sırf bu yüzden Hogwarts yıllarında “Süslü” gibi lakaplar takarlardı arkadaşları ona. Evet, kulağa komik geldiğini biliyordu ama elinde olan bir şey değildi, bunu yapmadığında kendisini pasaklı ve eksik hissediyordu. Görevini yerine getirmek üzere dev aynasına yöneldi, koyu kestane rengindeki ahşap çerçevelerinin üzerinde parlayan küçük yıldız resimleri vardı. Bunu kendisi yapmıştı, resim yapmayı ya da bir şeyleri süsleyerek zaman geçirmeyi severdi. Bunu da o sıkıntılı günlerinden birinde, bir eline altın sarısı renginde simli kimyasal bir boya bir elinde ise ince uçlu resim fırçası ile yapmıştı. Aynada kendisine bakan yansımayı incelemeye koyuldu, koyu kahverengi dalgalı saçları omuzlarına dek iniyordu, ince ve açık renk kirpiklerle çevrelenmiş yeşil gözlerinin ta içindeki hüzün rahatlıkla seçilebiliyordu, zarif ve ince bedeninin üzerine geçirilen gecelik kadınsı bir görüntü oluşturuyordu, dudakları ince ve biçimsizdi, kayıtsız bir ifade ile kendisine bakıyordu. Toka kutusundan çekip çıkarttığı pembe bir toka yardımı ile saçlarını tepeden topladı, bir iki tutam saçın gözlerinin önüne düşüp görüş açısını kısıtlamasınaysa aldırış etmedi. Boynunu önce sağa sonra sola doğru eğerek kütlemesine ve esnemesine yardımcı olduktan sonra duruşunu dikleştirdi, evet hazırdı. Bir tek şey dışında; o özgüven dolu, neşeli gülümsemesi bu kez suratında değildi, tıpkı bir yıldır hiç orada olmadığı gibi, onun yerine yapmacık ve isteksiz bir gülümseme vardı, oldukça zayıf bir gülümsemeydi bu, kalbinin derinliklerindeki hüznü dışa yansıtmaya engel olmak için yerleştirilmiş bir gülümseme…
Gözlerini devirdi ve aynanın karşısından ayrıldı, aşağı inip koyu bir fincan kahve ile kendini ödüllendirebilirdi, hem bu kendisine gelmesine de yardımcı olurdu. Ayağına bir şey geçirmeksizin öylece aşağı kata inen merdivenlere doğru yöneldi, sakin ama zayıf adımlar atıyordu, yüzü yerdeydi, kafasını kaldırmakta güçlük çekiyordu adeta. Sonun aşağı kata indi, salonla bitişik olan mutfağa doğru ilerledi, kendisine biraz su ısıttı, ardından mor dolabın kapaklarını açtı ve içinden tıka basa kahve konulmuş cam kabı çıkarttı, eline aldığı tatlı kaşığıyla tezgâhtaki bardağa iki kaşık kahve attı. Isınan suyu alıp bardağa boşalttı, kahve çekirdeklerinin salgıladığı o enfes koku bütün vücudunu sarmıştı. Hayatta en sevdiği kokulardan biriydi kahve kokusu. Kupasını eline aldı ve salona yöneldi, bej rengi rahat koltuklardan birine yayılmayı ve gün boyu kahve içip kitap okumayı istiyordu, nitekim bu isteklerini gerçekleştirmesi için önce sıkı sıkıya kapatılmış perdelerini açması ve içerinin aydınlanması gerekiyordu, kupasını koltuğun hemen önündeki ceviz ağacından yapılma orta boy sehpaya bıraktı ve cem kenarına doğru ilerledi. Koyu mavi, zarif ve bir o kadarda görkemli perdeler tavandan başlayıp yere kadar uzanıyordu, perdelerin kalınlığı nedeniyle içeriye tek damla gün ışığı giremiyordu, iki eliyle perdeleri tutup kenara doğru ittirdi ve oldukça uzun ve geniş camları açtı, gün ışığı hemen odaya doldu ve basık odayı aydınlatıp ferah bir görünüm sağladı. Arkasını döndü ve koltuğa geri döndü, sehpadan kahvesini aldı ve yudumladı, sıcak kahvenin boğazından geçip midesine gittiğini hissedebiliyordu, ağzında bıraktığı acı tad Indis’e tuhaf bir zevk veriyordu, tüm hücrelerinin aniden uyandığını hissetti, beyni daha sağlıklı düşünmeye başlamıştı bile. Sehpanın diğer ucunda duran kalın romana uzandı ve sağ eliyle kitabı kapıp yerine yeniden kuruldu, bacaklarını sehpaya uzattı, bütün bir gün öylece kalıp kitap okuyabilirdi, Koskoca bir Pazar günü vardı önünde, doya doya kitap okuyup bugünün tadını çıkartmak istiyordu. Narin parmaklarıyla kitabın sayfalarını çevirdi ve aradığı sayfayı bulunca gözlerini satırlar arasında dolaştırmaya başladı, sol elinde duran kitabı okumaya çalışırken sağ eliyle de kahvesini içiyordu. Sırtını koltuğa daha sağlam yasladı. Aradan yaklaşık bir saat geçti, kitabın heyecanına kendisini çoktan kaptırıp dış dünyayla olan ilişkisini kesmişti bile! Öyle ki hemen yanına konan baykuş ötmeseydi onu asla fark etmeyebilirdi. Hayvanın çıkarttığı cırtlak ses küçük bir inilti çıkarmasına neden oldu, yüreği ağzına gelmişti. Gözlerini sola doğru çevirdi ve baykuşu gördü, derin bir nefes alarak kitabı koltuğa attı, ardından baykuşu ellerine aldı. Gri tüyleri yer yer siyaha çalıyordu, tüyleri oldukça yumuşaktı, son derece sakin bir biçimde Indis’in ellerinin içinde durmuş onun tüylerini okşamasının keyfini çıkartıyordu. Genç cadı ise meraklanmıştı, daha önce hiç görmediği b baykuş nerden geliyordu acaba? Kendisine bir not ya da mektup getirme olasılığı oldukça fazla olan baykuşun bacaklarını yokladı, incecik bacağına bağlanan parşömen parçasını baykuşun bacağından çözerek çıkarttı ve baykuşu serbest bıraktı, hayvan bir an bile tereddüt etmeden geldiği camdan çıktı, Indis hayvanın ötüşünü metrelerce mesafeden bile işitebiliyordu. Merakla kırmızı bir kurdeleyle bağlanan parşömeni açtı, oldukça kısa bir parçaydı bu nitekim içinde sadece bir cümle yazıyordu;
“Salı günü saat sekizde Büyülü Kadeh’te seni bekleyeceğim.
Robert Brolin Longdon”
Beceriksizce ve belikli aceleyle yazılan bu notu dakikalarca inceledi, her kelimeyi tekrar tekrar okuyor ve rüya olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Yüzü birden aydınlanmıştı, içinde artan sevinç duygusu ise bir başka duygu ile karışmıştı ve bastırılıyordu; korkuyla…
-Bugün-
Duvarda asılı duran saat öğleden sonra beş buçuğu gösteriyordu. Genç cadı iki gündür doğru düzgün uyuyamamıştı, yemek yiyememişti, düşünememişti, neredeyse tüm insani faaliyetlerini bir kenara bırakmıştı neredeyse bir hayaletten farksızdı hatta beklide tek fark onun vücudunda, sol göğsünün altında hala atan bir kalbi vardı. O güne odaklanmıştı; Salı gününe. Ve nihayet o gün geldiğinde onu bir hayaletten ayıran kalbi bedenini delip geçecek kadar hızlı atıyordu. Kendine gelmeye çalışmadı, onu görene de kendinde olmayacaktı çünkü onu sağ salim görene dek… Hızlıca alınan bir duşun ardından üzerini değiştirdi; kırmızı bir elbise giymişti, dizlerinin üzerinde sona eren bu elbise tüm vücudunu sarmalıyor ve hatlarını ön plana çıkartıyordu. Saçlarını asası yardımı ile dümdüz bir hala soktu, kahverengi saçlarından yayılan gül kokusu bütün odayı sarmıştı. Saçları çıplak omuzlarına dökülüyordu, yumuşak ve güzel görünüyorlardı. Aynanın karşısına geçti ve boynundan hiç çıkartmadığı kolyesine baktı, üç yapraklı gonca şeklinde bir kolyeydi bu, kolyenin soğuk demiri boynuna değiyor ve irkilmesine neden oluyordu. Çok hafif bir makyaj yaptı ve parfümünü bütün vücudunda gezdirdi, bugüne çok özen gösteriyordu. Her kadın gibi bugün çok güzel olmak istiyordu, hem de çok. Nitekim hazırlıklarının sonucunda kendisini incelediğinde yirmilerinin ortalarında olgun, kendine güvenen, zeki bakışlara sahip ve çok güzel bir kadın görüyordu. Bir yıldır ondan uzak kalan Indis’i görüyordu… Siyah ayakkabılarını ayağına geçirdi, şimdi bir santim kadar saha uzun görünüyordu. Cüppelerinin içinden kıyafetiyle uyum sağlayan siyah, üşümesine engel olacak, etrafında kırmızı, ince çizgileri ve zarif düğmeleri olan bir cüppe seçerek üstüne geçirdi, asasını da iç cebine yerleştirdikten sonra artık hazırdı!
Büyük ahşap kapıyı iki hamleyle açtı, dışarı çıktıktan sonra tekrar iki hamleyle kapattı ve düzgün görünümlü, çeşit çeşit ve renk renk çiçeklerle kaplı iç açıcı bahçesinden geçti ve dışarı çıktı, evinin arazisini terk etmişti artık. Asasını çıkarttı ve salladı, birkaç saniye içinde yer ayaklarının altında yok oldu. Gözleri sımsıkı kapanmıştı ve nefes almakta güçlük çekiyordu, boğazında bir şeyler düğümlenmişti, boğulacak gibiydi, büzüldüğünü, büzüldüğünü neredeyse onu bir konserveye tıkacak kadar büzüldüğünü hissetti. Tekrar taş zemini hissettiğindeyse gözlerini yeniden açtı. Nefes alabilmenin verdiği coşkuyla gülümsedi. İzbe bir sokak arasındaydı, sokak karanlıktı. Kendisi dışında neredeyse terkedilmiş sokağa şöylece bir baktıktan sonra oradan çıktı. Şimdi cadde gibi bir yerdeydi, buradaki insan sayısı da sokaktakinin birkaç fazlasıydı. Üzerine çevrilen birkaç bakışa aldırış etmeden düz yolda doğruca devam etti, esen rüzgâr saçlarını savuruyor, suratını yalayıp geçiyordu. Genç cadı bağdaştırdığı kollarını kendini güvende hissetmek için dahada sıkı bir hale getirmişti, kısa bir yürüyüşün ardından gördüğü bir tabela kalbinin iki kat daha hızlı atmasına neden oldu; Büyülü Kadeh…
Tahta kapıyı açmadan önce önünde durdu, sanki kapının ardını görebilirmiş gibi derin derin kapıya baktı, sağ eli boynunu sıkan gonca şeklindeki kolyeye çoktan gitmişti bile! Derin bir nefes alarak kalbinin atışlarını rahatlatmaya, belirli bir düzene sokmaya çalıştı, ama ne yaparsa yapsın heyecanına bir faydası dokunmayacaktı, en azından bu heyecanı dışarı yansıtmamaya çalışmalıydı, bu nedenle buz gibi olan ellerini pembeleşen hatta düpedüz kıpkırmızı kesilen yanaklarına götürdü ve yanaklarının eski haline dönmesini umut etmeye başladı. Yaklaşık bir dakika sonra yanaklarının yanması geçmişti, şimdi daha iyiydi. Tekrar bir nefes aldı ve omuzlarını dikleştirdi ardından bir basamak çıktı ve kapının tam hizasında durdu, nerdeyse kapıyla bütünleşecek kadar yakındı, elini kapının tokmağına doğru götürdü ve yavaşça sola doğru çekip kapıyı ileri ittirdi. Gıcırdayarak açılan kapının ardından içeri girdi, ayakkabıları tahta zeminde tok sesler çıkartıyordu. Kafasını sağa sola çevirdi, gözleriyle etrafı yokluyor, o özlem kaldığı simayı görmeye çalışıyordu. Sola döndü ve cam kenarındaki masalara baktı… Öfke, hüzün, sevinç, özlem, korku, huzur, aşk, nefret… Pek çok duyguyu aynı anda hissediyordu, dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti, işte oradaydı, tam karşısında, ona bakıyordu, Indis’e yüz yıl gibi gelen birkaç saniyenin sonunda genç cadı adamın masasına doğru yürüdü, üzerindeki cüppeyi hiç acele etmeden çıkarttı ve kenardaki askıya astı, kendisine tam karşısındaki sandalyeyi çekti ve oturdu. Konuşmak istiyordu ama boğazı yanıyordu, gözleri dolmuştu ve sisli bir şekilde bakıyordu. Ağlamamak için kendisine engel olamıyordu, adamın gözlerinin içine bakmaktan çekiniyordu, kafasını eğdi ve parmaklarıyla oynamaya başladı, karşısındaki büyücünün onu incelediğini hissediyordu, şu anda adamın boynuna atlamamak için kendisini zor tutuyordu ama bunu yapmayacaktı, hayır… Gururunu çiğneyemezdi, ne kadar âşık olursa olsun… Dakikalarca öylece kaldılar, bir tablo resmi gibi… Kırmızı elbiseli genç kadın başı önüne eğik öylece duruyordu, tam karşısında oturan yakışıklı adam ise ona yönelttiği bakışlarıyla öylece kalmıştı, kaskatı.. İkisinin de gözleri dolmuştu ve ikisi de heyecandan kaskatı haldeydiler. Sonunda sessizliği bozan ve tablodaki resmi dağatan Indis oldu, kafasını kaldırdı ve özenle gözlerini ondan kaçırarak dudaklarından dökülen kuru “Merhaba” yı dinledi, tıpkı kendisini dışarıdan izleyen bir yabancı gibi… | |
| | | Svetléna Rosselyn Widmore Psikiyatrist
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1051 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11857 Ekspresso Puanı : 16 Kayıt tarihi : 01/10/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Çarş. 01 Ekim 2008, 18:35 | |
| Ad Soyad: Svetléna Rosselyn Widmore Karakter Hakkında Ön Bilgi:
Svet hiçbir zaman büyümemiş bir genç kızı andırır. Tavırları çocuksudur. Kincidir ve bencildir. Ne yapacağı asla belli olmaz. Huysuzdur ve nasıl eğleneceğini iyi bilir. Dakik ve zekidir. Çalışkan bir kız olup bununla övünmeyi sever. Hiç düşünmeden hareket eder ve bunun sonuçlarına da katlanır. Düşüncelerini söylemekten kaçınmaz ve kolay kolay kimseye iltifat etmez. Cesur bir kızdır. Sevdiği insanlar için her şeyi yapabilir. Dağınık ve hırslıdır. Tuttuğunu koparır. Ciddi olmayı beceremez. Böyle durumlar ona komik görünür. Sık sık gülümser. Kardeşlerinin aksine hayat doludur. Disiplinden nefret eder. Davranışları asil bir kızı andırmasa da yeri gelince onu tanıyamazsınız. İnsanları küçümser ve onların arasında sık sık ayrım yapar. Lider ruhlu ve vurdumduymazdır. Ciddiye aldığı tek şey sevdiklerinin ölümüdür.
Widmore Malikânesinin, en deli dolu ve çılgın kızı Svet’di. Dadısı ile adeta sırdaştı. Tüm sırları dadısında gizliydi. Babasıyla asla iyi geçinemezdi. Çünkü o kızının asil ve itaatkâr bir bayan olmasını istiyordu. Svet ise bu nutuklardan sıkılmış ve hayattan bezmişti. Evde çığlıklarıyla sürekli çıngar çıkarırdı. Babası onu okula yollarken sevincini gizleyememişti doğrusu. Svet babasından hep nefret etmiştir. Okulda Ravenclaw binasına seçildi. O örnek bir öğrenci olmayı istemese de çalışkanlığıyla kendini hep belli ederdi. Profesörler sık sık ona görevler verir ve onunla övünürlerdi. Svet her ne kadar bununla gurur duysa da sinirini de bozulmasına yol açardı tüm bu gerçekler. Binasında oldukça sevilen bir kızdı. Popüleritesi hiçbir zaman üstünden eksik olmazdı. Arkadaş grubuyla bulanık ve melezleri ezerlerdi. Oldukça başarılı bir öğretim hayatının ardından kendi ayaklarının üstünde bir hayata başladı. İstediğiniz Mevki: Astronomi Profesörü Örnek Rp:
06.07.1974
Widmore Malikânesi
13:05 Bir zümrüt gibi, tepelerin arasından isteksizce çıkan güneş, Widmore Malikânesinin ortalarında bulunan Svet’in odasının pencerenin pervazından giren ışıkla açtı gözlerini… Önüne düşen birkaç saç tutamını narin elleriyle kulağının arakasına doğru verdi ve esneyerek etrafına bakındı. Bir inci kadar bembeyaz ve saflığa bürünmüş olan elbisesi sanki gardırobunda asılı durmuş ona göz kırpıyordu… Gözlerini ondan alamadan aşağıdan gelen heyecan dolu manaları duymaktan alamadı kendini. Hizmetçilerin tahta zeminde heyecanla koşuşturan topuklarının, çeşitli mırıldanmaların ve bazı feryat figan ağlamaların odağı olmuştu sanki aşağı kat. Svet bu seslere karşın, pek yapmadığı bir şekilde gülümseyerek elini yatağının yanındaki beyaz, klasik komidinin üzerindeki izin belgesine doğru götürdü. Resmi bir görünüme bürünmüş zarfı açtı ve daha önce belki yüzlerce kez okuduğu mektubu tekrardan okudu. Herhalde bugün izin almasaydı, başka hangi gün izin alacağını düşünür gibiydi. Bugünün anlamı o kadar büyüktü ki onun için… Evlilik… Bu kadar ağır bir yükü omuzlarına alacaktı bugün… Hafifçe kızıllaşmış saçları ve masmavi gözleri ile tatlı bir portre çizen yüzü geçen akşamdan beri hep sabit kalmıştı. Nasıl değiştireceğini bilemez haldeydi. Zaten değiştirmek istemiyordu da. Yüzünü inci beyazı elbisesinden çevirip, tam karşısında ki aynaya yansıyan genç ve olgun kadının yüzüne baktı. O tatlı ve sarışın minik kızın yerinde; ciddi yüz hatları olan, kızıl saçlı genç bir bayan duruyordu. Ne kadar da çabuk geçmişti onca yıl. Dadısının onu bahçeye çıkarıp, el yapımı salıncakta sallayışını ve başına taktığı bembeyaz çiçeklerle bezenmiş tacı hatırladıkça yüzüne yayılan gülümsemeyi durduramıyordu. Küçüklüğünde yaptığı hiç bir şeyden dolayı “keşke” dememişti. Küçüklüğünü kardeşleriyle oynayarak geçirmiş, tatlı bir kızdı. Sinsi bir kız olsa da arkadaşlarıyla arası iyiydi. Küçüklüğüne dair her şeyi hatırlıyordu. Mely ile oynarken Lily’nin onlara bakarak sinsice sırıtışını, ardından siyah bir sülietin onlara doğru süzülüşünü gördükten sonra havayı yaran çığlıkları… Yüzüne sinsi bir sırıtış yayıldı. Lily’in şakaları hep onları bulsa da hepsi mükemmel şakalardı. O bu düşüncelerin arasında tutsak olarak kalmışken, annesinden kalma eski aynadan bir kadın sesi yükseldi…
-“Küçük Hanım! Görmüyor musun nikâha saatler kaldı! Eğer biraz daha bana bakarak vakit harcarsan eminim ki prova akşama kalır.”
Svet bu sözler üzerine, eski, konuşan aynaya gülümseyerek baktı. Uyuşmuş ayaklarını, yumuşak yorganın, narin dokusundan ayırdı ve yatağının hemen önün de duran pofuduk terliklerini ayaklarına geçirdi. Geceliğinin üzerine, sabahlığını büyük bir dikkatle giydikten sonra yavaş adımlarla kapısına doğru yöneldi. Fakat tam elceği çevirecekken, kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve dadıları Charlotte içeriye girdi. Onun yataktan çıkmış olduğunu gördüğünde yuvarlak yüzü aydınlandı ve yeşil gözleri ışıldayan yaşlı kadın:
-“Uyanmana çok sevindim, kızım. Eğer bir şeyler yemek istiyorsan çekinmeden söyle.” dedi samimiyetle. Svet bir süre düşündükten sonra sırıtarak “Hımm sanırım çikolatalı bir pasta iyi giderdi” dedi. Dadısı ona garip bir şekilde baktı ardından kapıya yöneldi ve birkaç saniye sonra elinde bir pasta ile geri döndü. Svet iştahla pastayı yerken dadısı, Svet’in gardırobuna yönelerek nikâh elbisesini nazikçe çıkardı ve zümrüt yeşili gözlerini elbise de gezdirdi. Svet ondan yükselen “Hımm, iyi böyle dikmiş… Ah işte bir inci sökülmüş bu dikilmeli” nidalarını duyabiliyordu. Dadısı elbiseyi incelemeyi bitirdikten sonra Svet’in elindeki tabağı aldı ve bir masanın üstüne koydu. Ardından Svet’i aynanın önüne aldı ve elbiseyi onun omzuna dayadı. “Ben odanı toparlayacağım, sen elbiseyi giyin” diye mırıldandı titrek bir sesle dadı. Svet elbiseyi omzundan alarak dadısına baktı. Gözleri maviye, saçları ise sarımtırak bir renge bürünmüştü. Uzun süredir kimseye bu gözlerle bakmamıştı. Hafifçe yaşaran gözlerine aldırmadan, dadısının kollarına attı kendini. O da ağlıyor olacaktı ki buruş buruş olmuş yanağı ıpıslaktı. Birkaç saniyelik bir duygu patlamasının ardından dadısının kulağına “Gidiyor değilim dadıcım… Sadece evleniyorum… Sen de hep bunu isterdin… Küçükken de hep ilk beni evlendireceğini söylerdin” dedi gözyaşlarının ardından gülümseyerek. Dadısı belli olmayan birkaç söz fısıldadı ardından onu bırakarak odayı toplamaya koyuldu. Svet üzerindeki geceliği yavaşça omzundan sıyırdı, üstünden çıkartarak katladı ve dolabına yerleştirdi. İnci beyazı elbisesini giydi ve dağınık saçlarını bir tokayla topladı. Aynasına baktığında yine o olgun kadını gördü. O bu değildi… O çılgın, deli dolu Svet’di… Yavaşça dudaklarını büktü ve aynanın önünden birkaç kez döndü. Ellerini bellerine koydu ve dadısına dönerek “Eee, ne düşünüyorsun?” dedi gülümseyerek. Dadısı elindeki birkaç kitabı masanın üzerine koydu ardından ona doğru yöneldi. Elbiseyi ve onu inceledikten sonra gülümseyerek “Ahh, peri kızı gibi olmuşsun.” dedi. Svet dudaklarına yayılan minicik gülümsemeyi engelleyemedi. Bugünlerde hiç somurtamıyordu her nedense. Xavier’ı da uzun zamandır görememişti. Fakat yarın uzun bir bekleyişin ardından onu yarın görecek olması kanını dondurmaya yetiyordu. Tatmin oluncaya kadar elbisesini üstünden çıkarmadan kendini aynasında seyretti. Aslında gün boyunca kendini izleyebilirdi. İsteksizce yerinden kalktı ve dadısının tabakla birlikte odadan çıkmasını izlerken iç çekti. İnci beyazı elbiseyi üstünden çıkardı ve yerine ince bir bluz ve kot pantolon giydi. Yatağına uzandı ve yeni başladığı bir Muggle kitabı olan Kedi Mektuplarını alarak okumaya başladı. İçi huzur doluydu. Yüz hatları yumuşaklaşmıştı ve sürekli gülümser gibi bir hali vardı. Heyecanlı olması gereken yerde, hiçbir duygu hissedemiyordu. Kalbi yavaşça atıyor ve ruhu dingin bir portre çiziyordu. Saçları sarıdan turuncuya dönerken, masmavi gözleri kapandı ve uzun süredir uyuyor olmasına rağmen uyku onu huzurlu ve sessiz kollarının arasına aldı.
En son Svetléna Rosselyn Widmore tarafından Çarş. 01 Ekim 2008, 18:39 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Svetléna Rosselyn Widmore Psikiyatrist
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1051 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11857 Ekspresso Puanı : 16 Kayıt tarihi : 01/10/08
| Konu: Geri: Hogwarts Meslek Başvuruları Çarş. 01 Ekim 2008, 18:37 | |
| Sığmadığı için devamını diğer bir mesajla yolluyorum ^^07.07.1974 Widmore Malikânesi 12:39 Svet mavi gözlerini sabah çok geç açtı. Vakit gelmişti. Herhalde nikâhın gerginliği üstüne sinmişti Ahh bundan birkaç saat sonra evlenecekti. Dudaklarını yavaşça şapırdattı ve pencerenin pervazından giren güneşin mutlulukla etrafa yayılmasını izledi. Yerinden kalktı ve penceresini açarak, ellerini camın tahta yerlerine dayadı. Pencereyi açtı ve sıcak yaz havasını içine çekti. Oldukça güzel bir gündü. Gökyüzü neredeyse bulutsuzdu. Güneş kollarını çevreye yaymış ve güzelliğini ortaya sermişti. Svet sapsarı olmuş, dağınık saçlarını arkasına attı ve rüzgârın bir ağacın kollarını hafifçe sallandırmasını ardından ise bir kuşun o dala konmasını izledi. Svet yavaşça ellerini pencereden çekti ardından dudak büzdü ve yatağına oturdu. Fakat odaya dadısı Charlotte girdi. Onu azarlayacaktı herhalde büyük bir ihtimal. Fakat düşündüğünün aksine tatlı bir sesle:-“Kızım, hadi biraz çabuk hareket et. Saat 13:30’da orada olmalıyız. Oraya gitmek çabuk sürer fakat hazırlanmak tam bir felakettir. Nedimelerinin patronuslarından seni orada beklediklerini öğrendim” dedi.Svet ona bir süre boş boş baktı. Nedime? Ahh tabii nedime… Mely ve Lily… Mimiklerinden, dudaklarına küçük bir gülümseme yayıldı. Lily bu durumdan belki de hoşnut kalmamıştı fakat Mely’nin çok sevindiğine emindi. Yavaşça ayağa kalktı ve süzülürcesine dolabına yöneldi. İnci beyazı elbisesini yerinden nazikçe aldı ve üstündeki geceliği yatağına koyarak giyindi. Elbiseyi buruşturmamak için öyle özenle giyinmişti ki kendi de şaşmıştı. Elbiseyi giyindikten sonra makyaj masasına oturdu ve kendini dadısının sihirli ellerine teslim etti…Dakikalar süren bir makyaj seansının ardından Svet sıkıca kapanmış gözlerini araladı. Aynadaki yansımasına bir süre boş boş baktı. Aynadaki kadın da kimdi öyle? Birkaç saniyelik bir teklemenin ardından kaşları hafifçe yukarı kalktı ve simsiyah olmuş gözleri hayretle açıldı. Gözlerinin üstüne siyah kalem çekilmiş, dudakları hafiften kırmızıya dönmüş, yanakları al al olmuştu. Sessizce nefesini tuttu ve dadısına baktı. Sanki bir şaheser yaratmış gibi onu izliyordu. Gözleri buğuluydu ve sevinçle gülümsüyordu. Svet siyahlaşmış gözleri, maviye dönerken tekrar aynaya döndü ve tuttuğu nefesini bıraktı. “Fena değil” diye mırıldandı kuşkulu gözlerle. Aynayı baştan sona süzdü ve sapsarı saçlarının altında oldukça hoş gözüken kalem çekilmiş mavi gözlerine, al al yanaklarına, kıvrılmış kirpiklerine ve tekrardan vişneçürüğüne döndürdüğü dudaklarına baktı. “Hiç fena değil” diye mırıldandı bu sefer gülümseyerek. Dadısına döndü ve minnetle onun buruşmuş ellerini tuttu. En sevecen gülümsemesini bozmadan “Dadıcığım, senin hakkını nasıl öderim bilemiyorum… Ben de o kadar emeğin var ki… Sen olmasan anne özlemimi nasıl giderirdim bilmiyorum… Makyaj çok güzel olmuş, teşekkür ederim… Sırf onun için değil benim üzerimdeki emeklerin için de…” dedi. Dadısı ona babacan gülümseme ile “Anneni de az süslememiştim… Tıpkı ona benziyorsun değişken olsan bile… Diğer kardeşlerin de fiziksel olarak benziyor fakat sen gerek davranışların ile tıpkı onun aynısısın… İnşallah kaderin de onun gibi olmaz…” dedi gittikçe hüzünlenen bir sesle. Svet bu sözlerin üzerine başını önüne eğdi ve ellerini onun ellerinden çekti. Dadısı halden anlar bir tavır ile “Kızım, büyüdün ve evleniyorsun… Kuşkular seni yanıltmasın… Gözlerindeki ışıltıdan gördüğüm kadarıyla onu delilercesine seviyorsun… Şimdi son hazırlıklarını yap ve aşağıya gel. Baban seni aşağıda bekliyor” dedi gülümseyerek. Svet hayretle kafasını kaldırdı. Ne yani babası burada mıydı? Buna inanamıyordu… Onun için gelemezdi herhalde. Muhtemelen bir işi çıkmıştı. Hafifçe kekeleyerek “Ne yani o burada mı? Benim için mi geldi?” dedi. Dadısı gülümsedi ve kafasını hafifçe salladı. Ardından kapıyı yavaşça kapatarak odadan çıktı. Svet arkasından bir süre baktı fakat saati görmesiyle kontrole başlaması gerektiği gerçeği kafasına dank etti. Saat 13:08’di. Ne kadar çabuk geçmişti öyle zaman. Dadısı doğru söylemişti. Hazırlanmak tam bir felaketti. Düşmüş omuzlarını hafifçe dikleştirdi ve makyaj masasındaki eşyalara baktı. Saçını yapmayı kendisi istemişti fakat bu tam bir eziyet olacaktı herhalde. Ellerini masadaki tarağa değdirdi ve temkinli bir hareketle alarak saçlarını taradı nazikçe. Sarı saçları nazlı nazlı uzanıp tekrar omuzlarına dökülürken zevk ile gülümsedi. Dümdüz olmuş saçlarını kıvırcıklaştırmak için bir maşa aldı. Saçlarını maşaya sardı ve kısa bir bekleyişin ardından saçlarını maşadan ayırarak omuzlarına bıraktı. Kıvır kıvır saçlarına mimiklerine yayılan bir gülümseme ile baktı. Makyaj masasındaki şık bir toka ile saçlarını arkasından bağladı. Oldukça güzel görünüyordu. Bu işlerden pek anlamasa da yeri geldiğinde iyi işler becerdiği doğruydu. Elbisesini topladı ve tabureden ayağa kalktı. Makyaj masasının altında bulunan beyaz ayakkabıları yatağına oturarak özenle giydi. Topuklu ayakkabılardan nefret ederdi fakat bu sefer giymek zorunlu kılınmıştı. Son bir kez etrafına bakındıktan sonra kapıyı arkasından yavaşça kapatarak odadan ayrıldı.Svet, ahşap merdivenlerde yankılanan topuklarının sesinden, rahatsız bir şekilde büyük salona indi. Kapının önünde bekleşen birkaç hizmetçi ve… Babası… Svet rahatsızca olduğu yerde kaldı ve hafifçe kıpırdandı. Onca zamandır onu görememişken şimdi onun nikâhına mı gelmişti? Bu kadar sevildiğini bilmiyordu babası tarafından. Babası onun düşüncelerine okumuşçasına “Melodie, babana sarılmayacak mısın?” dedi hafiften kısık bir ses ile. Svet öfkesinin içinde hafifçe kabardığını ve saçlarının kırmızıya döndüğünü hissetti. Melodie? Bu ismi sevmediğini bilmiyor muydu babası? Oysa herkes ona “Svet” derdi. Babasının resmi konuşmalarından sıkılmışçasına onu taklit ederek “Mösyö, size sarılmak bir şereftir fakat saçlarımın bozulabileceği düşüncesi beni kuşkuya boğuyor.” dedi olduğu yerden. Babası hafif bozulmuş bir tavırla “Bunca zamandır buralarda olmadığım için bana kırgınsın biliyorum Melodie, fakat beni anlamalısın.” dedi. Svet bu sözlerin üstünde pek durmadı. Kalan merdivenleri birkaç adımda indi ve babasının yanına doğru ilerledi. Soğuk bir ses ve yalancı bir gülümseme ile “Sanırım artık gidebiliriz… Baba…” dedi kuşkuyla. Böyle bir günde onunla küs kalamazdı. Lily’i de bu konu da uyarmayı planlıyordu. Onun her ne kadar ondan nefret ettiğini bilse de, onun hatrı için katlanabilirdi herhalde. Babasına içinden gelmeyen bir gülümseme ile baktı. Böyle gülümsediği zamanlar bir palyaçoya benziyordu. Kederli ve maske takmış bir palyaçoya… Svet başını önüne eğdi ve parmaklarıyla oynayarak avluya çıktı. Yanı başında dadısı Charlotte ve babasıyla arabalarına bindiler. Hizmetçilerin büyücü olduklarını bilmemesi gerekiyordu. O yüzden, bu yaşına kadar doğru dürüst büyüleri ancak okulunda yapabilmişti. Bu yüzden evinde vakit geçirmek onun için bir eziyetti. Bu küçük sırdan bir tek dadısı Charlotte haberdardı. Belki hizmetçiler şüphelenmiş olabilirlerdi fakat gerçeği asla tam olarak öğrenmiş olamazlardı.
Devamı da var ama bu kadar yeterli sanıyorum ^^ONAYLANMIŞTIR - M.L.W | |
| | | | Hogwarts Meslek Başvuruları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |