Cam kırıkları... Yerde büyüklü küçüklü onlarca cam parçası vardı. Hizasında durdukları bulanık bir şekilde yüzünü yansıtıyordu. Soluk bir yüz, dört bir tarafını çerçeveleyen simsiyah saçlar.. Sonra görüntü daha bulanıklaştı, başı dönüyor olmalıydı. Yumruk attığı eli kanıyordu, derin kesilmiş olmalıydı ki akan kan yere damlıyordu. Eline bakmak istedi ama kaldıramadı. Ayakta duramıyordu, dizlerinin bağı çözüldüğü için değil, birşey onu yukarı çektiği için. Açıkta olan kollarında izler belirmeye başladı, görebildiği kadarıyla yanık gibiydiler. Acı yoktu, çünkü hiçbir şey hissedemiyordu. Tam bu düşünce aklından geçerken sol koluna inanılmaz acı veren bir sancı girdi. Kendi sesini çok sonra duyabildi, var gücüyle çığlık atıyordu. Kolundaki yara yeniden açılmıştı, akan kana siyah bir sıvı da katılmıştı. Arnavutluk'un ıssız dağlarında başarısız olduğu için ona verilen bir cezaydı bu. Artık görünürde karanlık işaret yoktu kolunda, taşımayı haketmiyordu ''O''na göre. Ve bir ölümyiyen olduğunu unutmaması için her çağrıldığında yeniden açılacak bir yara kalmıştı yerinde. Bizzat ''O''nun tarafından cezalandırılmıştı. Şimdi neredeyse damarlarındaki tüm kan boşaldıktan sonra siyah sıvı kazınmış deriyi yakarak ilerledi. Geçtiği yerlerde tekrardan deri beliriyordu, pürüsüz bir ten. Acı yerini sızlamaya bırakınca yumulu tuttuğu gözlerini açtı. Ordaydı, tüm ihtişamıyla karanlık işaret kolunda dalgalıyordu. Çağrıldığını anlamıştı, ama Hogwarts'da cisimlenilemezdi. Nasıl gidecekti? Sy biliyordu, daha önce de bunu yaşamıştı. Gitmek için bedenine ihtiyacı yoktu, sadece zihni yeterdi. Yine o şey..
Sanki biri kafatasını açıyor, aklına giriyordu. Görüntü kayboldu, sesler kaynoldu. Herşey kaybolu, korkunç baş ağrısı dışında herşey gitmişti. Kısa bir süre boşlukta durur gibi hareketsiz bekledikten sonra acı azaldı ve dakikalar sonra acıdan balka birşey hissetti. Soğuk.. Hislerinin geri gelmemesini yeğlerdi çünkü çok üşüyordu. Geceleğine sarılmak için elini attı, biraz daha ısınabilirdi ama eli çıplak tenine değdi. Bunun ne olduğunu biliyordu, adını koyamıyordu ama bunu daha önce yaşamıştı. Yine zihnine girmiş olmaıydı, o kadar güçlüydü ki.. Ona karşı gelmek mümkün değildi, bundan kaçamazdı. Sy zorlayarak gözlerini açtığında gördüğü tek şey gözünü alan bir parlaklıktı. Kendini zorlayarak kalktı, sandalydadı. Dibini göstermeyecek kadar bulanık bir nehirde ilerliyordu. Nehir her kürek çekişte sadece dagalanıyordu, başka bir kıpırtı yoktu.Karanlık bir mağara gibiydi, yüzlerce sarkıt üzerine devrilecek gibi duruyordu. Soğuktan buz tutmuş mağaranın tavanındaki sular bu sarkıtları oluşturmuştu.Yanı başında yanan meşaleden yükselen ışık ayna gibi olan sarkıtlara çarparak büyük bir parıltı yaratıyorlardı. Önce küreklerin kendi kendine hareket ettiğini sanıyordu, oysa şimdi görüyordu ki yüzü gölgelerde kalmış biri çekiyordu sandalı. Meşaleyi eline aldı, karşıdakine yaklaşırınca kendisi olduğunu gördü. Kız kafasını kalkdırıp baktı, aynaya bakar gibiydi.
Kafasında bir şimşek çaktı, bunu daha önce bunu görmüştü. Bir insanın aynı rüyayı tekrar görme şansı yüzde kaçtı ki? Gözlerini kıstı kukuletanın altındaki kıza yeniden baktı. Gözleri kırmızı, çekik delikler gibiydi artık, burun delikleri ise birer yarığa dönüşmüştü. İçini bir kokru kapladı, karşısındaki kürekleri bırakıp ince parmaklarını asasına götürüyordu. İskeletimsi elleriyle kavradığı uzun asayı - ki bu Sy'ın asası değildi artık - doğruca ona doğrultmuştu. Şimdi dudakları kıvrılacak ve seninle konuşacak.. Daha önce olduğu gibi, sakin ol. Ama bu kez olmadı, rüya - ya da herneyse - değişiyiordu. Asadan küçük bir pat sesiyle incecik ipler çıkmaya başlamıştı. Onu bağlayacaklarını sandı önce, yakınına geldiğinde ise çıkan şeylerin ip olmadığını farketti. Sülüyet gibi birşeydi, cılız ışık hüzmeleri de denebilirdi. Etrafında dolaşıyorlardı, her birine baktıkça aklında başka bir anı canlanıyordu. Roger'ı görüyordu, onu en son iki ay önce görmüştü. Karanlık Lord onu uzaklara göndermişti, haber götürmesi için. Devleri ikna etmesi gerekiyordu, o anda gülüşmeler duydu. Anlaşılmayan konuşma sesleri.. Kelimeleri seçemiyordu ama anlamıştı, devler saflarına katılmış olamlıydı. Peki bu neden ona iletilmemişti, artık Kontes değil miydi? İçine düşen şüphe, hakim olamadığı öfkesiyle birleşti. Daha fazlasını bilmek istemiyordu, yeterince küçük düşmüştü. Ne yani ona ihtiyacı olamdığını mı söylemek istiyordu? Küçük bir hata için gereğimnden fazla cezalandırılıyordu. ''O''na öylesine kızgındı ki zihnini onun yinlendirdiğini unutmuştu ve tabi bu düşüncelerini duyabileceğini de..
Otuz dakika kadar sorna;
Gecenin ortasıydı, ayaklarının altında ezilen dalların çatırdamalarından başka ses yoktu. Etrafın bu akdar sesiz olması onu tedirgin etmişti, uyuyan bir kötülüğün yakınında olduğundan emindi. Eğer gürültü yaparsa onu uyandıracaktı bu yüzden çok sessiz hareket ediyordu. Alelacele adımlarla ormanın derinliklerine doğru yürüken, çalılar her tarafını çiziyordu. Canı yansa da en hafif bir inilti bile çıkarmamaya özen gösteriyordu. Ancak her ne yaparsa yapsın asasından çıkan ışık dikkat çekmesine sebep olacaktı. O olmadan da önünü görmesi mümkün değildi, etraf devasa ağaçlarla kaplıyken daha da zor oluyordu. Birileri onu takip edebilir şüphesiyle daireler çizerek yürüyordu. Aslında nereye gitmesi gerektiğini çok iyi biliyordu, onları nerede bulabileceğini.. Birinin onu izlemesi göze alamayacağı bir riskti, ama böyle bir niyeti olan biri varsa çoktan vazgeçmiş olmalıydı. Bir sürü daha durmaksızın yürüdü, yalnız olduğundan emin olduktan sonra daireler çizmeyi bıraktı. Bu iş için neden sabahı bekleyemezdi, neden şimdi olmak zorudaydı? Aslında o da bilmiyordu, bunu sormak aklına gelmemişti. Karanlık Lord ona bunun son şansı olduğunu söylemişti, aksi takdir de ne olacağını Sy zaten biliyordu. Hatırlatma gereği duymamasına şaşmamıştı, her zaman öylesine kendine mein biriydi ki.. Yine de bazen ondan beklenmeyecek kadar cömert bir Lord olabiliyordu, kolundaki yara kaybolmuştu. Erken verilmiş bir hediye de denebilirdi. Neyin karşılığında?
Belki de bu ormanda yaşayan en huysuz canlılarla konuşması gerekiyordu. Yüzüne gözüne bulaştırmamak epey zor olucaktı, ters bir şey yapacaklarından emindi. Özellikle insanlardan nefret ettikleri göz önüne alınırsa.. Sy da pek sabırlı biri sayılmazdı, sinirlenip düşüncesiz bir hareketde bulunabilirdi. Kalbi hafifçe hızlanmıştı, yavaş yavaş onların topraklarına giriyordu, her an önüne çıkabilirlerdi. Bu düşüncelerle uzun bir süre yürüdü ancak görünürde hiçbir kıpırtı yoktu. Yanlış yere mi geldim? Tam geri dönecekti ki çalıların arasında bir şey görür gibi oldu. '' Nox.. '' Fısıldıyla konuşmuştu, hala onu farketmemiş olma şansı vardı. Bu fırsatı kendi elleriyle kenara itmek istemezdi. Asasından çıkan ışığın sönmesiyle orman zifiri karanlığa gömüldü. Artık hiç birşey görmüyordu, asası hala havada etrafı dinliyordu. Bir hırıltı ya da bir ayak sesi duymayı umuyordu. Çalının arkasındaki her neyse kıpırdamıyordu ya da çoktan uzaklaşmıştı. Saldırıp saldırmama konusunda hala teredütleri vardı, fazla düşünmüştü. Bu sırada arkasından çalıların hışırtısı yükselmişti, ne olduğunu anlayamadan devasa bir sülüyet önüne fırlamıştı. Tam saldıracaktı ki oka benzer bir şeyin yüzüne doğrultulduğunu farketti. Kıpırdamadı, en ufak hareketinde vurulurdu. Yeterince hızlı davranırsa karşılık verebilirdi ama onlardan biriyle ters düşmek intihar olurdu. Aksine kendini onlara oldukça dostcanlısı göstermek zorundaydı. Ne kadar karanlık olsa da karşısındakinin dört ayaklı olduğunu farkedebilmişti, bu bir atadamdı.