Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  EkspresEkspres  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Johnny Amoux Malfoy
Tılsım Profesörü
Johnny Amoux Malfoy


Erkek
Ruh hali : Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Heyup7
Mesaj Sayısı : 1643
Yaş : 29
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12199
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 12/03/08

Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Empty
MesajKonu: Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek   Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Icon_minitimePtsi 18 Ağus. 2008, 14:26

Tarih: Haziran 1950
Mevsim: Yaz
Hava Durumu:
Yağmurlu


En son Johnny Amoux Malfoy tarafından Ptsi 18 Ağus. 2008, 19:51 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Johnny Amoux Malfoy
Tılsım Profesörü
Johnny Amoux Malfoy


Erkek
Ruh hali : Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Heyup7
Mesaj Sayısı : 1643
Yaş : 29
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12199
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 12/03/08

Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Empty
MesajKonu: Geri: Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek   Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Icon_minitimePtsi 18 Ağus. 2008, 16:01

Saat 17:50’yi gösterirken, ortak salonun en rahat koltuklarından birine gömülmüş bir halde yağmur damlalarının usulca çarptığı pencereye bakakalmıştı. Simsiyah gözleri faltaşı gibi açık bir halde bir şey gelecekmiş gibi tozlu pencereye bakıyordu. Ortak salonun en rahat koltuğu ona dikenli bir koltuk gibi geliyordu. Her an bir şey olacakmış gibi debeleniyordu. Bir sağa bir sola dönerken pencereden gelen ses kalbinin hızla atmasına neden olmuştu. Baykuşu, pençelerinde getirdiği mektubu düşürmemek için uğraşırken bir yandan da camın açılması için kısa gagasıyla bir ağaçkakan gibi pencereyi didikliyordu. Johnny, tereddütlü adımlarla pencereyi korkudan titreyen elleriyle açtı. Baykuşu aynı anda yağmurdan üşümüş bir halde çatırdayan şöminenin yaydığı sıcaklık dolu odaya girdi. Baykuşunun tüyleri epey bir kabarmıştı. Pençeleriyle sıkı sıkıya kapadığı mektubu alarak açtı. Korkuyordu, hemde çok korkuyordu. Baykuşu Punder mektupta kötü bir şey yazıyormuş gibi debelenip duruyordu. Üstünde annesinden geldiği yazıyordu. Johnny’nin annesi ona mektubu verirken büyük ihtimalle ağlıyordu. Çünkü mektubun üzerinde kurumuş su damlacıkları vardı. İyicene tereddütlenmişti artık. Korkuyordu. Mektupta kötü bir şeyden yazmasından korkuyordu. Mektubu az öncekinden daha da çok titreyen elleriyle zar zor açtı ve okumaya başladı.

Merhaba Johnny;
Bu mektubu fazla uzatmak istemiyorum aslında. Ama sana nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Korkuyorum. Ablana bir şey olacak diye korkuyorum. Gerçi oldu. Çok kötü bir şey oldu. Ablan Johnny, ablan Azkaban Hapishanesine düştü. Ölüm yiyen olduğu için. En kötüsü ise ömür boyu hapis aldı. Umarım onu kaçırırlar. Umarım...

..................................................................................

Not: Koğus 7’de kalıyor…

Bu kısa mektubu okumak ona bir işkence gibi gelmişti. Mektubun devamını okuyarak mektubu cebine koydu. Zaten aksayan iksir derslerinden bir aksilik çıktığını anlamıştı. Birkaç haftadır da ablasını göremez olmuştu. Bir aksilik olduğunu biliyordu zaten. Ama bu kadar kötü bir şey olacağını hiçte tahmin etmiyordu. Ablasının Azkaban’a düşüşü, gerçekten çok kötüydü. Mektubun sonunda da yazdığı gibi ölüm yiyenlerin onu kaçırmasını umuyordu. Yanağından damlayan göz yaşlarını kırgınlıkla silerek onu geri geri götüren adımlarını zindanlara ittirdi. Ablası görmeyi umuyordu. Gerçi imkansızdı. Zindanların kasvetli ortamına girdi. Kuzenlerini görmek istiyordu. Kalın bedenini zindanlar kadar soğuk olan taş duvara yaslayarak önünden geçen Slytherinlileri izlemeye koyuldu. Aslında amacı onları izlemek değildi. Amacı düşünmekti, usulca düşünmek. Belki de şu an ablası ruh emicilerin öpücüğüne maruz kalıyordu. Belki de ablası ölmek üzereydi. Ruh emicilerin öpücüğünün tadına bakmak ona göre ölüm demekti zaten. Zaten o öpücüğü biliyordu. Hayal dünyasında yaşasa bile ruh emiciler onu öpmüştü. Geçen dönem Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü Wolfgnag Malfoy’un bahçesinde hayali bir öpücüğe maruz kalmıştı. Anılarından sıyrılarak tekrar ablasını düşündü. Ömür boyu Azkabanda kalmak bir işkenceydi. Ömür boyu süren bir işkence. Peki tüm bu şeyler ne olacaktı? Voldemort ne yapacaktı ki? Ablasını kontes yapmıştı. Şimdi kontes kim olacaktı? Ölüm yiyenlerin kaçırma planları peşinde olduğunu umuyordu. Yoksa ablası çürürdü. Azkabanda çürürdü. Gözlerinden akan yaşları sildi tekrardan. Slytherin öğrencilerinin onunla dalga geçmesini istemezdi. Bir tanıdığını görmek istiyordu. Kuzenlerinden birini görmek istiyordu. Kalın bedenini yasladığı soğuk taş duvar vücudunu üşütmeye başlamıştı. Bu yüzden bedenini duvardan çekti ve koridorlarda yürümeye başladı. İksir dersliğinin önüne geldiğinde onu üzen duyguları depreşmişti. Ablasının karşısında olmasını istiyordu. Ona bağırmasını, onunla kavga etmesini istiyordu. Hangi halde, hangi kılıkta olursa olsun ablasının burada olmasını istiyordu. Tam o sırada istediği şey gerçekleşti. Ablası gelmemişti. Ama kuzeni gelmişti. Genevieve… Onunla konuşması lazımdı. Bu nedenle ona doğru yürüdü. Dudaklarını kıpırdatmakta zorlanıyordu. Ama yapması lazımdı.

“Yarım saat sonra ihtiyaç odasına gel. Rocio hakkında…”

Genevieve, *Rocio hakkında* lafını duyunca ani bir şekilde gerilmişti. Johnny başka bir açıklama yapmadan yedinci kat koridorlarına ilerledi. *Verilen savaşlar kimi zaman kaybedilir, kimi zaman zaferle sonuçlanır. Ama tek bir gerçek vardır. Uğrunda savaşılmayan şey asla alınamaz.* Anahtar cümle buydu, bu olmalıydı. Ablası uğruna savaşacaktı. *Gerekirse ölmek yolun sonunda, gerekirse her şeyden fedakarlık etmek.* Ablasını o hücreden kurtaracaktı, ruh emicilerin öpücüğünden kurtaracaktı. Bunları düşünürken ani bir şekilde yolunu değiştirip bahçeye çıktı. Serin bir rüzgar uzun saçlarını havalandırırken baykuşhaneye ilerledi. Mektup yazması lazımdı, ablasına mektup yazması lazımdı. Baykuşhaneye gelince sırt çantasından gerekli malzemeleri çıkarttı ve yazmaya başladı.

Merhaba abla,
Ben Johnny, biricik kardeşin. Daha az önce annemden bir mektup geldi. Azkaban’a düştüğün hakkında. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Ne suç işlediğini de bilmiyorum. Gerçekten kararsızım abla. Çok kararsızım. Dengemi kaybettim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bana bir akıl ver. Seni oradan kaçırmak, nasıl yapacağımı bilmiyorum. Korkuyorum, sana bir şey olacak diye. Ruh emiciler sana bir şey yapmıyordur umarım. Lütfen bu mektubuma bir cevap yaz. Yaşadığını bilmek zorundayım. İyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilmek zorundayım. Zaten dönemin bitmesine çok az kaldı. Dönem bitince elimden geleni yapacağım. Umarım ölüm yiyenler seni kaçırırlar. Kaçırırlarsa bana mektup yazmayı sakın unutma. Bu mektup sana ulaştığında bil ki Azkabanda olduğu sadece Genevieve bilecek. Başka kimseye söylemeyeceğim. Neyse, fazla uzatmak istemiyorum. Eğer yazma imkanın varsa bana cevap yaz. Seni çok seviyorum.

Mektubu hızlı bir şekilde baykuşun pençesine mühürleyerek koydu. Ardından baykuşun kulağına fısıldadı: “Azkaban’a götür. Koğus 7.” Baykuş kendini rüzgara bırakınca annesinden aldığı mektubu yatakhaneye koymak amacıyla Ravenclaw kulesine ilerledi. Yatakhaneye çıkmak için taş merdivenleri kullandı ve mektubu yastığının altına tıkıştırdı. Bu kadar fazla üzülmek onu çok yormuştu. Zaten buluşma yarım saat sonraydı. Biraz kestirmek kimseye bir zarar vermezdi. Kafasını yastığa hızlıca koydu ve kendini mavi-bronz yorganın üstüne bıraktı. Kısık gözlerini kapattığı anda bir rüya görmeye başlamıştı. Ablasıyla ilgili bir rüya. Hiç bitmek bilmemişti sanki. Sonu gelmez bir rüya gibiydi. Ama rüyası ortak salon kapısının çarpmasıyla ani bir şekilde son bulmuştu. Ortak salona giren Indıs’e selam bile vermeden yedinci kat koridoruna ilerledi. İhtiyaç odasının önüne geldiğinde kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Sessiz bir şekilde mırıldandı:

“Konuşmak için bir yere ihtiyacım var.”

Aynı anda soğuk taş duvarda bir kapı belirdi. Johnny kalın parmaklarıyla büyük kapıyı zar zor açtı ve içeriye girdi. Genevieve’yi bekleme vakti gelmişti. Onu beklerken bir yandan da düşünüyordu. Ablasını düşünüyordu. Mektup ablasına ulaşana kadar zaten üç-dört gün geçerdi. Ablasının cevabının gelmesi için en az on gün beklemesi lazımdı. Okulun kapanmasına da çok az kalmıştı. Ablasının cevabı gelene kadar okulun kapanmamasını umuyordu. Belki de hiç cevap gelmeyecekti ablasından. Belki de ablası ruh emicilere yenik düşmüştü. Bu olasılığı aklına bile getirmek istemiyordu…


En son Johnny Amoux Malfoy tarafından Ptsi 27 Ekim 2008, 18:05 tarihinde değiştirildi, toplamda 6 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Genevieve Tessa Malfoy
Slytherin 5. Sınıf Öğrencisi
Genevieve Tessa Malfoy


Kadın
Ruh hali : Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Boupi3
Mesaj Sayısı : 487
Yaş : 33
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12064
Ekspresso Puanı : 15
Kayıt tarihi : 14/06/08

Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Empty
MesajKonu: Geri: Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek   Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Icon_minitimeSalı 19 Ağus. 2008, 08:21

Küçük bir bulut, gölün ufkuyla birleşirken biryandan da rüzgarın haşinliğinde kaybediyordu kendisini. Gölün şimşek misali ufuk çizgisine bir dokunuşta küçük yağmur damlalarından gelmekteydi. Gökyüzü olabildiğince karanlık, siyah bulutların ardına saklanmış gibiydi. Sağanak yağan yağmurun her bir damlası düşerken yeryüzüne, beraberinde getirdiği hüzünle kayboluyordu. Boynu bükülmüş çiçekler, yağmurun da karamsarlığıyla ağlarcasına bakıyordu bütün insanlığa. Yağmurun her yere çarpış anında çıkan sesler, duyulması imkansız olmasına karşın bir ağıtmış gibi yankılanıyordu. Toprak ağıdını belki de en güzel şekilde yansıtıyordu. Her bir zerresi, yağmurun her bir damlasıyla bütünleşerek, bütün sahte kokuların ardında, insan ruhuna işleyen bir koku yayıyordu adeta. Bütün dertlerin ötesinde, karamsarlığa bile aldırış etmeden, hüzün dolu anlar yaşamak belki de şuan için yapabildiği en iyi hareketti. Çıplak ayaklarıyla, ıslanmış, yumuşak toprağa dokunmak bir ürperti eşliğinde ayrı bir heyecan veriyordu kendisine. İnsanlar dışında hayat dolu başka şeylerle temasa geçebilmek ayrı bir huzur da vermişti ince bedenine. Son günlerde ardı ardına gelen kötü olaylar serisini bir an için unutabilmesini sağlayan şuana, şu bölüme ve bu ortamı sağlayan her şeye minnet ediyordu. Rüzgar etkisini arttırırken, vücudunun kıvrımlarına yayılan soğuk sadece çaresizliğine biraz daha yardımcı oluyordu. Hava, kararmaktan yana bir istek içerisindeydi. Kendisini karanlığa teslim etmeye meyilli gökyüzüne son kez iç geçirerek baktı. Kimi zaman orada olup, dünyadan sıyrılıp, sadece bakınmak istiyordu etrafına ve insanlığa. Onlardan uzak, gökyüzünün en uçsuz yerlerinde bulmak istiyordu sürekli kendisini. Belki o zaman üstlerine gelmekte olan bütün bu felaketlerden kurtulma şansına erişebilirdi. Kıyı boyunca yürürken içinden geçenlere kulak vermek yerine sadece bu anı düşünmek istiyordu. Kimi zaman başarsa da, bazı olaylar hiç düşüncelerinden sıyrılmıyordu ki. Haksızlıklar ve şanssızlıklarla dolu hayatı hiç değişmeyecekti. Kendisini huzur dolu hissettiği her an yine kendisini o çıkmazın ortasında buluvermek, sadece acı veriyordu yüreğine. Böylesine bir anı bile zehredebilen gerçeğin ta kendisi olan düşünceler. Sıyrılması güçtü, her gün kendisini daha zayıf hissediyordu hayat karşısında. Yalnızlığına ilaveten gelen türlü olaylar ince bedenine dayanılmayacak ağırlıklar koyuveriyordu. Annesinin ölümünün ardından, ağır bir rahatsızlık geçiren Büyükbabası, bir türlü dengeleyemediği ruhu ve yolunda gitmeyen hayatlar. Çaresizlik, boyun eğmesine neden olsa da içinde hep bir isyan dalgası boy gösteriyordu. Kıyıya çarpan haşin dalgalar misali, ruhunda verdiği savaş son günlerini çekilmez kılmıştı. Artık gökyüzü teslim olmuşken karanlığa, ayrılma vaktinin ve sadece birkaç dakikalıkta olsa geçen huzurlu zamanlarına veda etme vaktinin de gelmiş olduğunu anladı. Küçük seyahatinden arda kalan tek şey ıslak pelerini olmuş gibiydi. Dalgaların asiliğinden ıslanmış olan siyah pelerinini savurup kendisiyle baş başa kalabileceği başka bir yere, her neresi olursa olsun o yeri bulmaya doğru ilerledi hogwartsın sarp yollarında.

Zindanlar...Soğuk ve ürpertici, yalnız ve karanlık zindanlar. Çoğu kişinin gezinmeye cüret bile edemediği, bağrında türlü gizemler saklayan loş bir yer. Boğuk ve bir o kadar da sıcak. Zindanların dar koridorlarına hayat vermeye çalışan birkaç parça mum ışığında alıyordu yolunu. Nedenini bilemediği bir sempatisi vardı buraya karşı. Karanlık ve sessiz. Hayat belirtilerinin olmayacağı huzur dolu bir yer gibiydi adeta. İki parçaya bölünmüş bir halde olan ruhu ve düşünceleriyle birlikte artık bunlara dayanamayan ince vücudu süzülüyordu bir hayalet misali. Yalnız başına kalmak ve lanet okumak istiyordu ters giden hayatına. Giderek boğuklaşan zindan havası, ruhunda oluşan baskıyla birleşip zorlaştırıyordu en önemli hayat belirtisini. Derin nefesler eşliğinde, ilerliyordu yön kaygısı gütmeden. Nereye ulaşacağından habersiz süzülüyordu sadece çaresiz bir biçimde. Her bir adımını çelişki içinde atarken yolunda, sadece düşünceler kemiriyordu zihnini. Yollar bitmek bilmezken, arşınlamaktan usanmış bacakları bitmiş tükenmiş ruhuna baskı oluşturuyordu. Yok olmuş zaman kavramı ne zamandan beridir burada olduğuna dair hiçbir iz göstermiyordu. Uzaklardan gelen sesler yankılanıyordu kulaklarının içinde. Anlaşılan o ki, yine kalabalık ve yine anlamsız konuşmalar. Yalnızlığıyla baş başa kalabilmek kısa sürmüştü anlaşılan. Yolunda isteksiz adımlar eşliğinde ilerliyordu şimdi. Bir takım arkadaşları dedikodu kazanını kaynatmış, yapmacık tavırlar eşliğinde, boş hayatlarını birbirlerine aktarmakla meşguldüler. Onlara sadece acıyan gözlerle bakabildi. Kimi zaman onlara karşı beslediği bu duygulardan utansa da, pekte haksız sayılmazdı hislerinde. Lakin şuan için onların saçma sapan üstünlük maceralarını dinleyecek ne vakti ne de hali vardı ki hiçbirine bulaşmadan yavaşça süzüldü yanlarından. İlerleyen vücudu, bitkinliğini göstermek istercesine giderek yavaşlıyordu. Soğuk duvarın bir köşesine sinmek ve dinlenmek en doğrusuydu. Ve öyle de yaptı. Sırtını soğuk duvarla buluşturduğunda içini ürperten bir hisle dalgınlaşmaya başladı. Düşünebildiği lanet hayatını nasıl daha düzgün kılabileceğinden başka bir şey değildi elbet.

Slytherin öğrencileri her zaman, kurnaz ve genellikle kendini beğenmiş tipler olurdu. Böyle bir genelleme de kimi zaman istisnalar çıksa da bu böyle gelmiş ve böyle gidecek bir durumdu. Diğer öğrenciler tarafından sevildikleri de ayrı bir tartışma konusuydu. Kendi çıkarlarını düşünenlerin, nasıl sağlam dostlukları olabilirdi ki. Evet kendi aralarında gayet iyi anlaşıyorlardı lakin diğerleriyle? İşte orada büyük bir sorun boy gösteriyordu. Özellikle Gryffindor ile çekişmeleri, aralarında dağların büyümesine ve neredeyse bu iki binanın düşman olmasına neden olmuştu. Çoğu kişi sırf bu durum uğruna birbirlerine karşı büyük kin beslemekteydi. Lakin birbirlerini doğru düzgün tanımadan verilen bu kararlar, çoğu kez büyük kayıplara neden oluyordu. İyinin ve kötünün savaşı, bu iki binanın arasındaki çatışma ile aynı özellikteydi neredeyse. Kendiside onlardan birisiydi. Lakin kendisini eleştirmeyecek kadar dik başlı olduğundan, sadece diğer öğrencileri kınamakla yetiniyordu. Niçin bir gryffindorla veyahutta bir ravenclaw ile iyi dostluklar edinemiyordu? Bu kendisine mi yoksa oluşan ön yargılara mı bağlıydı? Kimi zaman dinlemeden, bilmeden başvurduğu şu önyargıları, her zaman başına bela olmuştu ve olacaktı da. Tam bir Slytherin olması diğerlerine önyargıyla yaklaşmasını öngörüyordu. Diğerlerinin aksine daha çok Ravenclaw binasına karşı bir soğukluk beslemekteydi. Çok bilmiş tavırları ve ilgiyi üzerlerinde toplamayı başarabilmeleri belki de neden oluyordu bu soğukluğa. Aralarında istisna olarak sevebildiği tek kişi ise, aile bireylerine büyük saygı ve sevgisinden ötürü Johnny idi. Bu çocukla arasında, ayrı bir sevgi ve saygı bağı olduğunu her zaman dile getirirdi. Çok sevdiği ve her zaman örnek aldığı Rocio’nun kardeşi olmasının da etkisi büyüktü açıkçası. Ailesinin birçok bireyini burada, bu okulda görebilmek büyük bir şanstı. Kendisi son derece yalnız hisseden ruhu, onların varlığı ile birazda olsa huzur buluyordu.

Zindanların soğuk ve karanlık duvarları, tüm vücudunu yavaşça ele geçirirken, düşüncelere dalmış zihni bunu pek umursamamakta gibiydi. Yelkovan, akrebi inatla kovalarken, boğucu hava karanlığında yarattığı etki ile çekilmez bir hal alıyordu. Birkaç titreşim sayesinde gelebilmişti kendisine. Kulaklarına yansıyan, ve onu reel dünyaya döndürebilen küçük titreşimler. Donuk gözlerini etrafına yavaşça çevirdiğinde, sadece birkaç slytherin dışında, olağan olmayan bir şekilde bir Ravenclaw da duruyordu karşısında. Sevgili kuzeni Johnny son derece mutsuz ve endişeli tavırlar içindeydi zindanların koridorlarında yabancılık çekerken. Hızla ayağa kalkarak, iksir zindanın önüne doğru yeltendi. Adımlarını peşi sıra atarken bu durumda bir gariplik seziyordu. Endişe ve merak duyguları giderek artarken Johnny'nin bitap bedeninin yanına yaklaştı. Uzun ve siyah saçları her zamankinden daha dağınık gibi görünüyordu. Beyaz yüzü, giderek solgunlaşmış, gözleri iyiden çukurlaşmış gibiydi. Halinden de anlaşılacağı üzere yolunda gitmeyen işler dönüyordu. Bu ailenin üzerindeki bu uğursuzluk ne zaman bitecekti acaba? Yine kötü bir şeyler olduğu Johnny nin bu hallerinden açıkça seçilebiliyordu. Yüzüne takındığı endişe dolu ifade ile çocuğun karşısında, heyecandan gözbebekleri gözlerinin maviliğinde daha bir dolgun seçilirken dudakları ise bir anlam veremeyerek konuşmaya, konuşmak için çırpınmaya başladı. Lakin önce davranan kuzeni bir çırpıda bir şeyler mırıldanmıştı.


''Yarım saat sonra ihtiyaç odasına gel. Rocio hakkında...''

Rocio. Uzun süredir ortalarda görünmeyen bu kadın hakkında ne olmuş olabilirdi ki? Lord ile ilgili miydi yoksa. Bir savaş mı çıkmıştı? Yenik mi düşülmüştü? Başına bir bela mı gelmişti? Anlar içinde aklına gelen bu düşünceleri kuzenine yöneltemeden, çocuk hızla kendisini zindan koridorlarından atabilmek için taş merdivenlere yöneltmişti. Onun hakkında konuşacakları konu ne olabilirdi? Kontesliğinin ardından bütün işler olağan giderken, yeni bir pürüz mü çıkmıştı acaba? Türlü senaryolar kemirmeye başlamıştı yine zihnini. Johnny nin tavırlarından anlaşılacağı üzere başına pekte iyi bir şey geldiği söylenemezdi. Peki ama ne? Yarım saat içerisinde ihtiyaç odasında. Yoksa, yakalanmış mıydı? Peki ama nasıl? Lord buna nasıl göz yumabilirdi ki, en önemlisi Rocio kendisini nasıl ele verebilirdi? Her zaman en kötüyü düşünmeye alışkın olan beyni, bu sefer bu düşünceleri ret ediyordu Lakin içini kemiren kuşkulara da dur diyemeyişi, üzerinde oluşan baskıyı giderek arttırmıştı. Daha az önce içinde beliren endişe yerini giderek korkuya teslim ediyordu. Saniyeler geçmek bilmiyordu adeta. Her bir saniye içerisinde yaşadığı merak, giderek büyüyordu. ''Johnny beni nasıl, böyle bir merakın ve korkunun içine düşürebildin?'' diyerek sayıklarken bir yandan da sessiz adımlarla geziniyordu zindan koridorlarında. Bu mekanın yarattığı ürperti de kendi duygularıyla birleşip, daha da alıyordu içine kendisini korku. Yutkunmayı başarabildi. Sonunda ne olacağı bir muamma olmasına karşın, merak birçok kötü haberin habercisi olacakmış gibi bütün bedenine yayılmıştı.

İhtiyaç odasına giden koridorları aheste bir şekilde alırken merak dürtüsü giderek artmıştı. Zaman ilerlemiş ve yarım saatlik zaman dilimini çoktan geçirmişti. Adımlarını daha hızlı atarken biryandan da düşünmeye, olanları bir sıraya dizebilme gücü bulabilmişti kendisinde. Amcasının ardından yine bir azkaban faciası mıydı yoksa? Bir, iki, üç...Bitmek bilmeyen merdivenleri alırken son derece seri davranıyordu kendisinden beklenmeyecek bir şekilde. Ufukta görünün ihtiyaç odasına varabilmek tek emeliydi şuanda. Etrafta herhangi bir hayat belirtisi olmayışı ise büyük bir şanstı. Bu buluşmanın gizli kalabilmesi için bu olabildiğince gerekliydi. Koşar adımlarla ilerledi yolunda. Uzun sarı saçları aheste bir şekilde dans ederken rüzgar ile, ardına gizlediği soluk yüzünde büyük bir korku belirtisi vardı. Nefesi giderek daralıyordu sanki. Bu kadar stres altında olağan olsa gerek, diye düşünüp istifini hiç bozmadan ilerledi. İhtiyaç odasının duvarları önünde dikilirken, asıl sorun Johnny nin aklından nasıl bir şeyler geçtiğiydi. Onun bulunduğu kapıyı nasıl oluşturabilir de içeriye girebilirdi ki. Düşündü kısa bir süre ve bir şeyler mırıldandı duvarın önünde.
''Kuzenimle yalnız kalıp, konuşabileceğim bir yer lazım bana.'' Duvar ansızın dikdörtgen şeklinde ayrılırken, birkaç saniye sonra ağırca bir kapı oluştu yoktan. Kapıyı zar zor itmeyi başarmış ve içeride düşüncelere hapsolmuş kuzeninin silueti ile karşılaşmıştı. Onu öylece otururken görmek içine ayrı bir acı vermişti. Değer verdiği ailesine gelen her bir felakette en az onlar kadar kendisi de üzülmekteydi. Belki de kaybedilmiş aile ruhuna, kendisi sahip olabilmeyi başarmıştı. Lakin şuan için önemli olan Johnny ve Rocio idi. Kendisini fark etmeyen kuzenine doğru ilerledi ve eski bir çerçevenin tam yanında durarak bir şeyler söylenmeye başladı yorgun ve meraklı sesiyle.

''Evet Johnny. Konuşmamız gereken ve Rocio hakkında olan şu önemli mesele ne?''
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Johnny Amoux Malfoy
Tılsım Profesörü
Johnny Amoux Malfoy


Erkek
Ruh hali : Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Heyup7
Mesaj Sayısı : 1643
Yaş : 29
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12199
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 12/03/08

Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Empty
MesajKonu: Geri: Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek   Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek Icon_minitimeÇarş. 20 Ağus. 2008, 17:00

Kulaklarında yankılanan *Abla* sözü ona her seferinde büyük bir acı veriyordu. Buz kesmiş gözlerini diktiği nahoş duvarlara bakarken bile ablasını düşünmekten gözleri yaşla doluyor ve o yaşlar yere damlalar halinde akıyordu. Adım atacak hali bile yoktu. Annesinin mektubuyla tamamen yıkılmıştı. Kendini hayattan silinmiş gibi hissediyordu. Onun olmadığı her an kendi de yoktu sanki. Gözlerini diktiği duvardan sıyrılıp ani bir hareketlere içeriye birkaç tane ışık huzmesinin dağınık bir şekilde girdiği pencereye yöneldi. Dışarıda kuşlar cıvıl cıvıl uçuşuyordu. Ağaçların sararmış yapraklarına değen rüzgar, sararmış yaprakları her seferinde hayata bağlıyordu. Göl kenarında oturan öğrenciler, kara gölü hayranlıkla izliyor ve sohbet ediyordu. Dışarıda uçuşan toz parçaları herkesin gözüne giriyordu teker teker. Kanlanmış gözlerle bakıyordu dışarıya. Ablası bunları özlemişti belki de. Her şeyi özlemişti. *Belki de bu sonbahar, “son”baharımız olacaktır.* diye geçirirken kapının açılma sesiyle ani bir şekilde irkildi. Belirginleşmiş yüz hatları, çıkık çene kemikleri, öne doğru kaymış pürüzsüz burnu, iri gözleri ve onu süsleyen eğimli kaşları ve altın sarısı saçları ile hemen dikkat çekiyordu kuzeni Genevieve. Onun tutunma gücüydü zaten kuzenleri. Genevieve ve Ell. İkisini de uzun zamandır göremiyordu aslında. Özellikle Ell’i göremiyordu. Genevieve kısa adımlarla Johnny’e doğru ilerlerken saçları kavisli bir şekilde olduğu yerde dalgalanıyordu. Dudaklarından dökülen kelimeler yüreğini acıtmıştı yine.

“Evet Johnny. Konuşmamız gereken ve Rocio hakkında olan şu önemli mesele nedir?”

*Ablam bir suç işledi ve Azkaban’a gitti. Ruh emicilerin öpücüğü yüzünden orada ölmek üzere, belki de öldü.* diye geçirdi içinden gayet sinirli bir şekilde. Peki nasıl söyleyecekti ona? Kafasında kelimeleri toparlanmakta zorlanıyordu. Zaten kafası kalmamıştı. Beyni adeta buz kesmişti. Kafatasının içinde beyni yok olmuş gibiydi. Çok korkuyordu. *Bir gün korkularınla yüzleşeceğin belliydi zaten. Hiçbir zaman korkularının seni korkutmasına izin verme.* Cevabını kafasında toparlamaya çalıştı. Ama toparlayamıyordu işte. Ne akla hizmet çağırmıştı onu sanki buraya. Boğulacak gibi hissediyordu kendini. Sanki yüzlerce el boğazını sarmıştı ve onu boğuyordu. Boğulmakta istiyordu zaten. Korku denizinde boğulmaya mahkum edilmişti artık. Endişe denizinde… Ablası şu ana kadar annesi ve babasından daha da önemliydi. Hayattaki en önemli varlığını kaybedemezdi. Kaybederse delirirdi, çıldırırdı. Öldürürdü kendini. Düşüncelerinden yıpranmıştı artık. Onlardan kurtularak Genevieve’ye bir şeyler fısıldadı. Anladığı kadarıyla bu konuşma çok uzun sürecekti.

“Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum Genevieve. Ama ağzımdan dökülen bu lafları duyunca korkabilirsin, telaşlanabilirsin. Belki de endişelenirsin. Ama endişelenecek bir şey yok. Rocio, yani ablam. Bir suç işlemiş. Kurtadamları, at-adamları kendi safına çekmiş. Lord’a hizmet etmiş. Bu da büyük bir suç biliyorsun. Sonucu da çok kötü oldu Genevieve. Belki de şu an ölüyordur, belki de ölmüştür. Çıldırmıştır belki de. Birazdan sana söyleyeceklerimi en yakın arkadaşına, en yakın akrabana bile sakın söyleme. Söylersen beni unut.” Devamını getiremeyeceğini düşünüyordu. Kusacaktı sanki. Gözleri dönmüştü. Genevieve bile onun bu haline şaşırmıştı. Bu sözleri söylerken bile ablasını düşünmeye devam ediyordu. Neden bunları yapmıştı ki? Bunları yapmasının ne alemi vardı? Yoksa, yoksa Lord onu tehdit mi etmişti? Peki geçen dönem neden Elwina’ya böyle şeyler yapmamıştı. Elwina’da, ablasıyla aynı görevdeydi. *Neden benim ablam.* diye içinden geçirirken Genevieve ile göz göze geldi. Cevabı vermesi gerekiyordu artık. Tereddütlü bir sesle mırıldandı.

“Rocio Azkaban’da.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
 
Rocio Sycorax Malfoy ~ Acı, Tutsak ve Gerçek
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Jessica Malfoy

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Mantar Pano :: RPG İçi Sayfalar-
Buraya geçin: