Ad: Alexandre Troy
Soyad: Dacquel
Cinsiyet: Erkek
Sihirsel Soy: Safkan
Fiziksel betimleme:
Sarı saçları kimi zaman ince uzun alnına dökülürken, kimi zaman ise alışagelmişin ötesinde bir diklikte boy göstermektedir. Solgun beyaz yüzü ile tezat oluşturan canlı mavi tonundaki gözleri ve ince, pembemsi dudakları ile son derece yakışıklı bir delikanlı olma yolundadır. Uzun boyu ve atletik yapısı daima dikkat çekmesine yardım da bulunmuştur.
Kişiliği:
Zeki bir büyücü olmasının yanısıra bu zeka pırıltılarını çoğu zaman kendisine yararı dokunmayan yerlere yorar. Sivridili ile çoğu kişiden kendisini soğutmayı başarır. Onu tanımlayabilen belki de en doğru kelimeler; ikiyüzlü ve soğukkanlıdan ibarettir. Ne zaman ne yapacağı asla belli olmaz. Kendi çıkarları doğrultusunda yaşamayı benimsemiştir. Bir işe kalkışırken sonuçlarını hesaplamaz ki bu da çoğu zaman felaketlerin üzerine gelmesine yol açar. Lakin kıvrak zekası ile herzaman su yüzüne çıkmayı başarır. Kızlara karşı zaafı vardır lakin bunu asla belli etmez. Beğendiği bir kıza yüz verdiği veyahutta onunla ilgilendiği hiçbir zaman görülmemiştir. Yalnızlık onun için düşünceleriyle başbaşa kalıp, uzalaşabileceği bir ortamdır. Herhangi bir büyücüyle anlaştığı pek görülmemiştir ki kendi soyundan olmayanlardan hiç haz etmez. Safkanlığıyla her zaman gurur duyar ve bunu herşekilde dile getirir. Zenginlik, şımarık bir çocuk ortaya çıkarmıştır ve bencilliğine de yardımda bulunmuştur ayrıca. Güvenmez ve güvenilmez birisidir. Kimi zaman aklından türlü hinlikler geçse de kendisine dur diyebilecek olgunluktadır.
Aile özgeçmişi:
Dacquel ailesi; I. Henry zamanından bu yana varlığını sürdürmekte olan nice, safkan bir İngiliz ailesidir. Ailenin I. Henry zamanında İngiltere Hanedanlığı ile bulunan akrabalığı gün geçtikçe kaybolmuştur. Övünülmek uğruna kalan bir kaç anı dışında elbet.
Dacquel bireyleri; zenginlik, asalet ve en önemlisi saygınlıkları ile övünmekte olan, tipik bir safkan ailesindendir. Her bir birey seçiminde özgür olmasına karşın, belki de yetiştirilme tarzlarından ötürü karanlık tarafa ilgi beslemektedirler. Bazı savlar ise bunu doğrulamaktayken, öne atılan tezlerin kanıtlanamayışı ise bu durumla çelişmektedir bir bakıma. Lakin büyü dünyasınca bilinen ise karanlık tarafa hizmet ettiklerinden yanadır.
Basit RP örneği:
Karanlık yavaşça yüzünü göstermeye başlamıştı. Uçsuz bucaksız görünümlü göl, dik kayalıklar üzerine kurulmuş Hogwarts ise teslim oluyordu bütün varlığıyla karanlığa. Hafif esen rüzgar, bütün kıvrımlarına yayılıp tatlı bir his yayarken vücuduna, ince bedeni birçok yük altında bunalmış gibiydi. Avuçlarında sıkıca kavradığı çantalar, içlerinde türlü gereksiz nesneleri barındırarak sadece daha da zorlaştırıyordu bu keyifsiz yolculuğu. Bitmek bilmeyecek bir serüvenin bir yolcusu gibi hissediyordu kendisini. Türlü zorluklar, türlü engeller aşması gerekiyordu bu serüven de. Eğlenceli olabileceğini ise hiç hesaba katmıyordu önyargılı düşünceleri. Yollar bitmek bilmeyen, arşınlamaktan yorulduğu yollar...Herşeyin başlangıcı olacak o yere ulaşmayı hiç bu kadar arzulamamıştı. Herşeyin bir an önce bitmesi tek umuduydu. Özlem ve ürperti karışımı duygular çırpınıyordu şimdi yüreğinde. Ve bunların içinde merakta göstermekteydi kendisini. Evet okulu merak ediyordu. Şu çok övülen, gitmesi için türlü zorluklarla ikna edildiği okula karşı merak duyusu giderek artıyordu her bir kayık ilerleyişinde. Gölün üzerinden küçük kayıklar eşliğinde ilerlemek ne kadar da aptalca bir durumdu. Yeni gelenlere sırf işkence yapmak, veyahutta onları korkutmak için falan mıydı bu yolculuğun nedeni?
Islak bir yolculuğun ardından içinden türlü lanetler okuyarak ilerledi hogwartsın sarp yollarında. Yenilikler keşfetmeye olan aşırı ilgisi bu yeri sevebileceğine işaret ediyordu ki, kendince keşfedilecek bir sürü yer barındırıyordu bu okul. Hogwarts sınırlarına girildiği an üzerinde hissettiği hafif bir baskıdan bunalmış ve nefes alışı zorlaşmış gibiydi. Derin bir iç çekişin ardından rezalet kayık yolculuğunun bir armağanı olan ıslak pelerinini savurup hızla yolunda devam etmeye koyuldu. Hogwarts Bahçesi olabildiğince geniş ve karanlığın bürümesine karşın çevreyi, olabildiğince yeşille dolu gibiydi. Otlar, çiçekler, böcekler...Belki bir çok kişi için uğrunda yazılar, şiirler yazılacak kadar güzellerdi lakin kendisi için pek birşey ifade etmiyordu. Özellikle çiçeklerin yanından geçerken kimi öğrencilerin aptal ifadelerini duymak sadece acı veriyordu. Küçük çimenlerin üzerinden bir süre sonra beton yerlere basabilmek büyük bir huzur vermişti kendisine.
Hogwarts koridorları pejmürde mumlarla bezenmiş ve bunlarla hayat bulmaya itilmiş gibiydi. Dar ve bunaltıcı koridorları aşabilmek, olabildiğince zaman almış gibiydi. Lakin şuan için zaman kavramını unuttuğu ele alınırsa ne kadar süre geçirdiği de meçhuldü. Sadece söylenen komutları dinliyor ve yoluna devam ediyordu. Sürekli bahsi geçen Seçmen Şapka zamanı yaklaşıyordu fısıltılardan duyduğu kadarıyla. Bir şapkayı başlarına geçirip, onun fikirlerini dinlemek biraz aptalca olsa gerekti. Merak olgusu yine boy göstermişti işte. Okula olan merakı bu sefer yerini, hangi binaya, yıllarıını hangi binanınn öğrencisi olarak geçireceğine kaymıştı. Cesur Gryffindor mu, Zeki Ravenclaw mu, Adaletli Hufflepuff mı yoksa kurnaz Slytherin mi? Sonunda yaşayıp öğrenecekti lakin düşünmeden de edemiyordu. Hayatının belki de en önemli 7 yılını layık olduğu öğrenciler arasında geçirebilecek miydi? Kafasını kurcalayan bir çok soru ardına iliştirilmiş cevabı bulması şuan için pekte mümkün değildi. Tek düşündüğü sorularına birer cevap bulabilmekti. Lakin kendi içinde yaptığı sorguların asıl cevabının kendisinde olduğunu bilmeyişi ancak körpe olduğundan ibaretti. Düşünceler dünyasında kaybolmuş ruhu, bir an için bir dürtüyle kendisine gelebildi. Bakışlarını reel dünyaya yönelttiğinde ortak salon denilen yere geldiklerini ve hatta sıralamanın başladığını farketti. Soyadı sırasına göre ilerleyen seçim kendisine yaklaşırken içine merakın yanı sıra korku da yayıyordu. Elinden gelen ise beklemek ve sonucu görmekti elbet.
Kısa bir sürenin ardından birçok öğrenci türlü sevinç nidaları altında binalarına yerleşmiş ve kimisi etrafındakilerle konuşmaya kimisi ise yeniliğin şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyordu. Sıra artık kendisine iyice yaklaşmış gibiydi. Kendisinden önce gelen son kişilerin ardından uzaklardan tiz bir ses duyulmuştu. ''Dacquel Mejentine Iona'' Evet kocaman şapkayı kafasına geçirme ve kaderine boyun eğme zamanı gelmişti. Vücudunu oldukça dik tutarak, bacaklarını son derece seri bir şekilde art arda atıp, şapkanın bulunduğu, salonun orta yerine ilerledi. Şimdi bütün meraklı gözler üzerinde gibiydi. Narin, beyaz elleriyle şapkayı kavrayıp başına iyice yerleştirdikten sonra derin bir nefes alıp sandalyeye oturdu ve beklemeye başladı. Birkaç saniye sonunda, şapkanın alt kısımlarında bir ayrılma ve ağız biçimini alma hareketinin ardından sihirli şapka dile gelerek;[/color]
''Merak etme küçük kız, seni en doğru binaya yerleştireceğim. Şimdi zihnine biraz daha bakalım. Hmm zeki bir kızsın. Zihninin her bir kıvrımından gerçekten zeki olduğun anlaşılıyor... Ravenclaw''
diyerek bağırdı şapka ve onun bağırmasıyla birlikte ravenclaw masasından alkışlar, sevinç nidaları yükseldi. Herzaman övündüğü zekası burada kendisini göstermeyi bilmişti. Yüzünde beliren mutlu bir soluk gülümseme ile yeni binasının masasına yöneldi. Çekingen ve bir o kadar da heyecanlıydı. Lakin bunu belli etmek istemiyordu ki hiçkimse tarafından zayıf olabileceğinin algılanmasını istemiyordu. Masanın boş bir bölümüne zarif bir şekilde yerleşti ve Ravenclawların sıcak ilgisiyle bir müddet kendisini oyaladı. Müdürenin birtakım konuşmalarının ardından önünde yoktan varolan yiyeceklere odakladı kendisini. Herbirinden bir kaç lokma alıp tekrar düşüncelerine daldı. Bir Ravenclaw olarak neler yapması gerektiğini ve üzerine aldığı sorumlulukları gözden geçirdi bir bir aklından. Önünde beliren yiyeceğin ne olduğunu önemsemeyerek ağzına tıkıştırırken birer lokma halinde aklına gelen soruların yanıtlarını arıyordu şimdi. Ve bu durum uzun süre devam edecek gibiydi. Birçok fısıltı kulağında yankılanırken buna devam ediyor olması da garip bir durumdu aslında. Türlü fısıldaşmalar kemirirken beynini, ister istemez birkaçına da kulak misafiri oluvermişti. Birkaç kız kendi arasında konuşurken, bina başkanlığı konusu açılıvermişti. Bina başkanlığı bir öğrenciye verilecek en onur verici görevlerden birisiydi kendince. Böyle bir görevi üstlenmek büyük bir onur ve büyük bir sorumluluk getiriyordu yalnız kişiye. Kendisinde var mıydı peki bu? Birçok sorumluluğun altına gizlenmiş vücudu acaba böyle bir görevi de başarabilir miydi? Fısıltılar arasından bina başkanlığının yeni gelenlere verileceği haberi ise ayrı bir istek katmıştı kendisine. Bir şans görüyordu kendisi için. Ele geçirebileceği büyük bir şans. Peki ya o kadar öğrenci arasından niçin kendisi seçilecekti ki? Onlardan daha üstün olmadığı kesindi. Evet herkes kendince üstündü diğerlerinden ama bu görevi başarabilecek kadar güçlü kişilik pek az kişi de vardı. Ve bunun kendisinde de var olduğunu biliyordu Iona. Ruhunda bir yerlerde bu güce dayanabileceğine dair umutlar beslediğini biliyordu.[/color]