İsim: Edmund Manuel Keynes
Cinsiyet: Büyücü
Sihirsel Soy: Muggle Doğumlu
Asa: 12 İn., Alıç, Ejderha Yüreği Lifi
Fiziksel betimleme: Kahverengi saçları, uzun ve biçimsizdir. Genellikle hep dağınık olan saçlarının alın kısmını kapatacak kadar uzun olmasına dikkat eder. Gözleri koyu kahverengindedir, normalden biraz daha büyük gzöleri vardır, kirpikleri kısa ve açık kahverengidir. Ten rengi oldukça açıktır, yumuşak ve pürüzsüz bir teni vardır. Suratı biraz uzun bir biçimdedir. Kaşları biçimsiz ve incedir. Orta boyludur hatta normalden biraz daha kısa olduğunu söylemek yanlış olmaz. Her daim katı ve soğuk bir duruşa sahiptir.
Kişiliği: Maceracı, meraklı ve sakin kişiliğinin ardında zekâsı ve doymak bilmeyen öğrenme arzusu vardır. Okuduğu herhangi bir kitabı bitirmeden diğerine geçmez. Karakterini çok fazla dışarıya vurmaz, buna ilk verilebilecek örnek konuşmayı sevmesidir. Arkadaş edinmeyi sever, değer verdiği tüm dostları için yapamayacağı fedakârlık yoktur. Genellikle sessiz duruşu ve eğlenceli yapısı ile insanları kendine çeker. Kurallara, onu engellemediği sürece uymayı tercih eder. Girişken; ama aynı zamanda da utangaçtır. Yüzü kolay kızarır. Utangaçlığını yenebilecek kadar cesareti vardır; bunun dışında cesaretli olduğu pek söylenemez. Çok sayıda arkadaşı, fakat olabildiğince az, derin dostlukları olmasından hoşlanır. Hiçbir zaman donuk ve sıkıcı değildir. Oldukça iyi çalışan bir beyni ve korkunç bir beyin enerjisi vardır.
Ailesi ve yaşamı:
Scarlett Barbara Taylor / Ünlü bir deneme yazarı
Richard Bill Keynes / Ünlü bir deneme yazarı
Anne ve babası ünlü birer deneme yazarıdır, yapılan evliliklerinin sonucunda Edmund dünyaya gelmiştir. Edmund İngiltere’nin Londra kentinde doğmuştur. Çocukluğu anne ve babasından ziyade pek çok bakıcı ile geçmiştir. Yetiştirilme tarzı nedeniyle içine kapanık bir karakteri vardır. 11 yaşına geldiğinde evlerine gelen bir mektup hayatını tümden değiştirmiştir. Öğrendiği gerçek kimliğiyle birlikte ailesinin itirazlarına karşın Hogwarts cadılık ve Büyücülük Okulu’nda eğitim görmek için evden ayrılmıştır. Anne ve babası 3 yıl önce boşanmıştır. Edmund annesi ile yaşamaktadır, tatil zamanlarında eve gittiğinde hafta da iki kez babasıyla görüşebilmektedir.
Basit RP örneği: -Sitede ki bir başka karakterim olan Indis Oak J. Engelbert ile yaptığım bir rpdir-
Yüzüne çarpan güneşle kan ter içinde kalmıştı. Huysuzlanarak kalktı, yatakhane hemen hemen boş gibiydi. Bacaklarını yatağından aşağı sallandırdı. Kafasını iki elinin arasına aldı, kendine gelmeye çalışıyordu. Mavi gözleri ahşap zemine odaklanmıştı, odada hareket eden kızların yarattığı gürültü ve şiddetle zemin hafifçe sallanıyordu. Çok az olan kız gurubu kendilerinden beklenmeyecek kadar büyük bir gürültü yaratıyorlardı. Kafasını iki yana salladı, her gün bu tantanayı çekmek zorunda kaldığına inanamıyordu, 4 koca yılın ardından bile hala bu sabah sohbetlerine alışamamıştı. Ve her sabah güneşin oluk oluk yüzüne temasıyla uyanmaktan… Kızların başkaları hakkında söylediklerini işitebiliyordu, gerçekten saygısızca davranıyorlardı, kafasını yerden kaldırdı, ayağa kalktı, her an kavgaya hazır, cazgır bir cadı gibi ellerini beline koydu ve onlara bakarak “Merlin aşkına yapacak başka bir işiniz yok mu sizin? Her gün hiç durmadan ve yorulmadan başkalarını çekiştirmenizden sıkıldım, en azından sadece sizin duyabileceğiniz bir yerlerde yapın şu dedikodularınızı. Ayrıca artık şu perdeleri açmaktan vazgeçin, cidden!” dedi. Kızlar oldukça şaşkın görünüyorlardı, birden aldıkları bu eleştiri onları rahatsız etmişe benziyordu, ama bir yandan da Indis’i tanıdıkları için fazla aldırış etmiyorlardı söylediklerine, ne de olsa Indis’ti bu, sağı solu belli olmayan kaçığın tekiydi işte! Indis’in konuşmasının şokunu atlattıktan sonra konuşmak yerine kendi aralarında fısıldaşıp, Indis’e bakıp, kıkırdaşarak yatakhaneden çıktılar.
Indis sinirleri bozuk bir şekilde yatağına yeniden çöktü. Bu sırada gözü komodininin üzerinde duran saate takıldı, neredeyse 11 olmuştu saat… Yataktan hışımla kalktı “Lanet olsun geç kaldım” diye söylendi, yarı koşar yarı yürür vaziyette banyoya yöneldi, soğuk, mermer zemin çıplak ayaklarına temas ediyor ve üşümesine neden oluyordu. Banyonun en uç kısmındaki musluklara yöneldi. Musluğun hemen üzerinde duvara sabitlenmiş aynadaki yansımasına baktı. Berrak mavi gözleri donuk bakışlarla kendisine bakıyordu, sarı saçları birbirine dolanmıştı, yorgun ve sinirli görünüyordu. Eğildi, demir musluğun kolunu sola doğru çevirdi, büyük bir şiddetle akmaya başlayan buz gibi suyun altına ellerini soktu, ellerini suyla doldurdu ve hızlı bir hareketle suyu suratına çarptı. Aynı hareketi bir-iki kez daha tekrar ettikten sonra yeniden doğruldu. Aynadaki anlamsız bir ifade takınmış surat ıslak görünüyordu. Şimdi daha iyi hissediyordu en azından uykusu açılmıştı. Banyodan çıktı, olabildiğince hızlı davranmaya çalışıyordu, gar dolaptan cüppesini çıkarttı, cüppesinin göğsüne işlenmiş gümüşi ve lacivert renklerinin hâkim olduğu kartal baskılı armaya eliyle dokundu. Asasını eline aldı ve “Accio tarak” dedi, havada süzülerek gelen tarağı yakaladı ve saçlarını taramaya başladı, tarak iki adım ötesindeydi ama büyü yapmak hoşuna gidiyordu, çok zevkliydi, tatillerde tadamadığı bir duyguydu bu o nedenle okul zamanında bu duyguya özlemini gidermeye çalışıyordu, bol bol büyü yaparak elbette…
Birbirine girmiş saçları şimdi açılmıştı, sarımsı tondaki saçları dümdüz bir şekilde omuzlarına dek iniyordu. Daha iyi göründüğü kesindi, en azından o böyle hissediyordu. Ravenclaw ortak salonundan merdiven çıkarak ulaşılan kızlar yatakhanesinde bulunan son kişide kapıyı açarak oradan ayrıldı. Dik merdivenlerden aşağı olabildiğince hızlıca iniyordu, geç kalmıştı, bu olamazdı, ayaklarının yere vurmasıyla çıkan tok sesler oldukça büyük bir şiddet kazanmıştı, en sonunda ortak salona ulaşabildi. Birkaç 7. sınıf öğrencisinden başka ortak salon tamamen boştu, onlarda bir ifrit görmüşçesine bakıyorlardı Indis’e. Hepsi günlük kıyafetleriydi, suratlarında dalgacı bir ifade oluşmuştu. İçlerinden bir çocuk “Ne o? Hafta sonları da mı derse gidiyorsun artık?” dedi, Indis o anda yerin dibine geçtiğini hissetmişti, elinde tuttuğu kitaplar ayakta durmasını güçleştiriyordu, yere yığılmadan önce koşarak yatakhaneye gitti. Kitapları hemen yatağına fırlattı, cüppesini ve diğer giysilerini çıkarttı “Merlin’in yırtık donu aşkına! Salaklığıma inanamıyorum. “ dedi ve sol eliyle kafasına bir şaplak indirdi. Hafta sonunu nasıl unutabilmişti, tam bir ahmaklıktı bu. Gerçekten utanmıştı, ama o kendini bilmez züppelerin söylediklerinden değil elbette, böyle şeylerden üzülecek kadar zayıf karakterli biri değildi, binasının özelliğinin son derece tersi bir davranış sergilediği içindi utancı. Derin bir nefes aldı, çok büyütmüştü, her zamanki gibi (!).
Gar dolabını yeniden açtı ve içinden birkaç parça kıyafet çıkarttı, bunları üzerine geçirdikten sonra yeniden kapıya yöneldi. Merdivenlerden büyük bir hızla indi az önce ona laf sokan çocuk ve “yandaşları” hala oradaydı, alaycı bakışlarına aldırış etmedi ve ortak salon kapısından çıktı. Karnının guruldadığını yüz metre ilerisindeki bir insan bile rahatlıkla duyabilirdi, hemen bu sesi yok etmeliydi. Hızlı adımlarla merdivenlerden inmeye başladı, duvarlara asılmış ve yıllardır milyonlarca olaya tanıklık etmiş olan tablolardaki resimlerden bazıları ona nasıl olduğunu soruyorlardı, Indis’te güler yüzle onları yanıtlıyordu elbette. Bazı zamanlarda tablolarla konuşurdu, saçma bir alışkanlıktı ama tabloların onu beyni boş çoğu insandan daha iyi anladığına emindi. Birkaç kat merdiveni inmeyi en sonunda bitirmişti, ama yorulduğu da bir gerçekti. Hogwarts’ın sevmediği çok az yanından biride merdivenleriydi. Gerçi merdivenlere çok şey borçluydu, zira akşam yemeklerinde mideye indirdiği onca şeyi başka nasıl eritebilirdi ki? Kilo almamasında ve formunu korumasında her gün inip çıktığı bu bitmek bilmez merdivenlerin katkısı küçümsenir gibi değildi hani.
Büyük Salon’da neredeyse boştu, herkes dışarıda olmalıydı, zira binada da pek kimseye rastlamamıştı. Eh böyle güzel bir havada dışarı çıkmaktan başka ne yapılabilirdi ki zaten? Büyük Salon’un dev gibi kapısında geçerken kendini oldukça küçük hissetti, kahvaltısını tamamlamakta olan birkaç tanıdığa selam verdikten sonra Ravenclaw masasına yöneldi, en uç tarafa geçti, herkesten uzağa. Önünde duran işlemeli ve oldukça şık kupaya balkabağı suyu doldurdu, masa her zamanki gibi harika bir şekilde donatılmıştı. Bu masayı her görüşünde iştahı epeyce açılıyordu öyle ki kendisinden hiç beklenmedik bir şekilde oldukça fazla yemek yiyordu. Seçim yaparken kararsız kalmıştı, ne yiyeceğini bilemiyordu, sonra waffleda karar kıldı ve tabağına tepeleme waffle doldurdu. Bir yandan wafflelarını yerken bir yandan da balkabağı suyundan içiyordu, doğrusu bu şekilde oldukça “aç” görünüyordu, kendisini dışarıdan görse asla yemek yemeyeceği bir gerçekti. Sonunda tıka basa doyduğunu hissetti ve masadan kalktı. Şimdi ne yapacağından emin değildi, belki kendisini kütüphaneye kapatabilir ve akşama kadar kitap okuyabilirdi, ya da yatakhaneye gidebilir Almanya’da ki üvey ailesine mektup yazabilirdi. Ama yo, onun istediği başka bir şeydi, dışarıya çıkmak insan içine karışmak, birileriyle tanışmak istiyordu. İşte bu hedefini Gerçekleştirmek için dışarıya açılan kapıya yöneldi. Nereye gitmek istediğini biliyordu göl kenarı. Bir yandan gölün muhteşem manzarasını izlerken bir yandan da rüzgârla taşınan temiz havayı ciğerlerine çekmek onu gerçekten iyi hissettiriyordu. Hogwarts bahçesinde yavaş ve sakin adımlarla ilerlemeye başladı, ne kadar da mutlu görünüyordu herkes. Acaba rol mü yapıyorlardı yoksa hiç mi dertleri olmuyordu? Emin değildi, bunları düşünürken göl kenarına varmıştı bile! Önce bir ağacın altına oturmak için hamle yaptı ama daha sonra gözü ileride bir çocuğa takıldı, yeni insanlarla tanışma dürtüsünü kontrol altına alamıyordu bir türlü, işte tamda bu nedenle çocuğa doğru yürümeye başladı. Soğuk, olgun, kendinden emin bir duruşa sahipti genç büyücü, kahverengi saçları kapanan havanın etkisindeki rüzgârlar dağılmıştı, biçimli, küt bir surata sahipti, kahverengi gözleri çok ilerilerde bir noktaya sabitlenmişti. Düşünceli gibiydi, sonra gözü cüppesine takıldı, hafta sonunda cüppe giyme zahmetine girişmişti ama o Indis gibi bugün ders olmadığını unutmuş gibi durmuyordu, cüppesinden hangi binada olduğunu anlamaya çalıştı, bunun için eğilmesi gerekiyordu zira çocuk koluyla armanın bir kısmını –ki bu Indis’in tarafıydı- kapatmıştı, çocuğunda armasına bakmak isterken epey eğilmiş ve dikkat çekmiş olmalıydı ki çocuğun gözleri Indis’e kaydı. Indis garip bir bakışla kendisini süzen çocuğa bozuntuya vermemeye çalışarak “Selam” dedi, biraz kabaca olsada çocuğun yanına oturdu. Şimdi çocuğun armasını görebiliyordu Slytherin! Slytherinlileri pek sevmezdi doğrusu
Ama oturmuştu bir kere, hem belki farklı bir Slytherinli ile karşılamıştı bilemezdi ki. Kafasını çocuğa çevirdi ve “Seni daha önce görmemiştim, Ravenclaw 4. sınıfım.” Dedi. Ardından kafasını göle çevirdi ve manzarayı izlemeye koyuldu.