“Bu maçı alacağız”
Gökyüzünün huzur verici maviliğine oldukça yakın bir konumda, süpürgesinin üzerinde hızlı dönüşler yaparak uçuyordu. Quidditch Sahası Ravenclaw’a yapılan tezahüratlar ile adeta inliyordu. Suratını yalayıp geçen rüzgârla, suratında parlak bir gülümseme ile süpürgesine sımsıkı yapışmıştı. Hufflepuff’ta olan Quaffle’ı yakalamalıydı, bunu yapmalıydı. Mutlaka! Hufflepuff Kovalayıcısı’na geçen topun çemberlerle buluşmasına izin veremezdi, hemen Ravenclaw tutucusunun önünde bulunduğu çemberlere yöneldi ve hızlıca topu elinde tutan kızı takibe başladı.
Lanet olsun! Sayı… Bundan nefret ediyordu, içinde oluşan büyük bir öfke dalgasıyla hızlıca kıza doğru seğirtti ve bir omuz indirerek sarsılmasını sağladı. Maç çok hızlı gelişiyordu, öyle ki Ravenclaw arayıcınsın Snitch’i yakalamış olduğunu fark etmek birkaç dakikasını almıştı. Sevinç dolu bir çığlık patlattıktan sonra, süpürgesiyle en son öğrendiği artistik hareketleri yaptı. Önce havada daireler çizdi ardından da tehlikeli ve bir o kadar da heyecanlı taklalar attı. Ravenclaw tribünü coşmuştu ve Indis’in içi içine sığmıyordu. Üzerindeki bronz ve mavi renklerinin hâkim olduğu asil Quidditch formasını gururla taşıyordu ve etrafı donatan bronz ve mavi renkleriyle keyfi iki kat daha artıyordu. Başarmışlardı, bu maçı almışlardı. Ravenclaw’ın nasıl müthiş bir bina ve takım olduğunu herkese ispatlamışlardı. Rahat ve huzur doluydu.
Kuyruk olmuş ve havada turlar atmaya başlamış takım arkadaşlarının arasına katılmayı planlıyordu, bu nedenle süpürgesini hızla o yöne kırdı. İçindeki coşkuyu tüm dünyaya haykırmalıydı, bunu yapmalıydı. Çığlıklar atarak o yöne doğru ilerlerken gözü az ileride sinirler yanıp tutuşan Hufflepuff kovalayıcılarından biri olan Belinda’ya takıldı. Vuruculardan birinin sopasını almış hızla Indis’e doğru geliyordu. Kımıldamak istedi, oradan kaçmak, kendisine vurmasına engel olmak… Ama yapamıyordu, olduğunu noktaya çakılıp kalmıştı, yüzünde dehşet dolu bir ifadeyle öylece ezeli rakibini bekliyordu ve kız ona an be an yaklaşırken elinden başka hiçbir şey gelmiyordu.
Sonunda olanlar oldu, kızın kendisine delice bir öfkeyle bakan renkli gözlerini gördü, saçlarını savurarak elindeki sopayı kaldırışını, ardından sopayı hızla Indis’e doğru savurmasını, suratında büyük bir acı hissetti, sol yanağı tam anlamıyla göçmüştü, kafatasının o yanının çatladığını düşündü, öyle şiddetli bir darbeydi bu. Ve ne olduğunu anlamadan süpürgesinin sağ yanını aşıverdi, boşlukta sürüklenirken suratının acısıyla korkunç bir çığlık atıyordu. Saha panik halindeydi ve nasıl oluyorsa Belinda’nın zevkten dört hatta sekiz köşe olmuş suratını tüm ayrıntılarıyla görüyordu.
‘GÜM’
Yüzündeki ağrı göğsüne geçmişti, yere yapışmıştı ama bulunduğu zemin o yeşil çimlerle kaplı toprak zeminden çok daha sertti. Evet, yere yapıştığı doruydu ama Quidditch Sahası’nda değildi, ya da herhangi bir açık alanda. Hogwarts Şatosu’nda, Ravenclaw ortak Salonunun üst katında kızlar yatakhanesindeydi ve cam kenarındaki yatağının sağ yanından düşüp yere yapışmıştı. Tahta zemini hissederken gözlerini açtı ve gördüğü ilk şey yatağının ahşap bacakları oldu. Sol kolu vücudunun altında, kafası sağa dönük, bacakları ve tüm vücudu çarpık bir halde, öylece; yüzüstü yatıyordu. Kısık sesle edilmiş birkaç küfürün ardından göğsündeki müthiş ağrıyla güç bela ayağa kalktı. Sol kolunu ovuşturdu ardından ellerini beline koydu ve gerindi. Yatakhane onun gibi tembellik eden birkaç kızın dışında neredeyse bomboştu ve Indis söylene söylene cama gitti. Tahta bir çerçeve ile kaplanmış büyük pencereyi gıcırtıyla açtı, çıkan ses ile kendisine söylenen ondan bir sınıf kadar büyük bir kıza aldırış etmeyerek kafasını camdan dışarı sarkıttı. Hogwarts arazisinin yeşil çimleri gökyüzünün ortasında parıldayan güneş ile aydınlanmıştı. Güneş’in yaydığı güçlü ışık ile ister istemez gözlerini kısmak durumunda kaldı, temiz havayı içine çekerken bir nebze de olsa rahatlamıştı ama yine de siniri hala tam anlamıyla geçmiş sayılmazdı. “Lanet olası maç ve lanet olası rüyalar” diye mırıldandı kendi kendine.
Bu kadar temiz hava yeterliydi, zaten biraz daha pencereyi kapatmayacak olursa hala pinekleyen o birkaç kızın bu işlevden zorunlu bir biçimde vazgeçip Indis’in üzerine atlamaları işten bile olmazdı. Bu nedenle kafasını yeniden içeri soktu ve pencereyi kapatarak perdeyi kapattı. Darmadağınık duran yatağına kendini atarken dün ki maçtan fazlasıyla etkilendiğini düşünüyordu. Gece boyunca maçla ilgili rüyalar görüp durmuştu, kendi kendine galibiyet yeminleri edip duruyordu. Bir daha ki maçta mutlaka kazanmaları gerekiyordu aksi halde gireceği psikolojiyi düşünmek bile istemiyordu. Nasıl yenildiklerine hala inanamıyordu. Her şey öylesine hızlı gelişmişti ki, Indis kendisine ve takımına öylesine güveniyordu ki yenilgiyi bir an olsun aklından geçirmemişti. Yine de sonuç ortadaydı işte, utanç verici bir şekilde yenilmişlerdi ve yenilgiyi kesinlikle kabul edemeyen Indis bu duruma oldukça içerlemişti. Bu bir gerçekti.
Ona kalsa bu hırsla bir dahaki maça dek hiç durmaksızın antrenman yapabilirdi ama Lily’i bu konuda ikna etmek imkânsızdı. Bu nedenle böyle bir şey denemeye kalkışmadı. Yine de bir dahaki maçta elinden geleni hatta daha fazlasını yapmaya kesinlikle kararlıydı. Her ne kadar en yakın arkadaşı Mia’da Hufflepuff’ta olsa da bu hırsla onu bile gözü görmeyebilirdi. Kendisine defalarca yaptığı gibi bir daha ki maçı almaya bir kez daha söz vererek maç düşüncesini zihninden çıkarttı. Ancak birkaç saniye sonra saate bakmak için gözlerini başucundaki kişisel komodinine çevirdiğinde içine huzurla dolduran Chris’in resmi bu düşünceyi yeniden aklına sokmuştu. Bugün Gryffindor’un maçı vardı, bu Chris’in maçı var demek oluyordu ve elbette Charlie’nin. O maçı mutlaka izlemeli ve biricik –üvey- ağabeyi ile tamamen duygusal hisler beslediği ilk büyücü olan Chris’e destek vermeliydi. Üzerinde oturduğu yumuşak yatakta ayağa kalktı, şuanda ki duruşu her ne kadar saçma sapan olsa da buna aldırış etmedi ve yatağın diğer yanına doğru ufak çaplı bir sıçrama gerçekleştirdi.
‘GÜM’
Bu pek artistik (!) sıçramanın sonucunda ayağına takılan yatak örtüsüyle özlemini sürdüğü sert zeminle yeniden buluşuvermişti. ‘Yeri Öpmek’ değimi bu olsa gerekti. Gözlerini devirdi küçük bir iniltinin ardından “Bu iki oldu ama” diye söylendi ardından dört hamleyle ayağa kalktı. Yarattığı bu gürültüden dolayı az önce camı açtığı için kendisine söylenen kızdan sıkı bir küfür yemişti bile. “Pardon” diye kestirip attıktan sonra üzerindeki tozu silkti ve kafasını iki yana salladı. Dizinden akan kırmızı sıvıya bir lanet savurduktan sonra komodinin üzerindeki peçeteyle kanı sildi, bir süre peçeteyi öylece tutup kanın dinmesini beklerken *Neden şu lanet kanı dindirme büyüsünü öğrenmedik ki sanki?* diye geçirdi. Birkaç dakika sonra bacağının kanaması dindiğinde ayağa kalktı ve darmadağınık duran yatağını düzeltti. Bronz ve mavinin hâkimiyetindeki örtünün ortasında Ravenclaw’ı temsil eden kuzguna bir süre baktıktan sonra banyoya yöneldi.
Duşunu alması yirmi dakika sürmüştü, duştan çıktığında doğruca yatağının yanına giderek gar dolabını açtı ve giysilerini çıkartıp dolabı yeniden kapattı. Siyahla gri arası bir renkteki eteği dizinin bir karış kadar üzerindeydi, üzerine giydiği beyaz gömleğinin boyun kısmına bağlanan bronz ve mavi şeritlerle bezeli kravatını düzeltti. Siyah ayakkabılarının içine giydiği siyah çorapları aynı boyuta getirdi ve saçlarını düzeltmeye koyuldu. Her şey bittiğinde küçük aynasından kendisine bir göz attı ve parlak gülümsemesini yeniden suratına yerleştirerek yatakhaneden çıktı.
Büyük Salon’da yapılmış leziz bir kahvaltının ardından kendini hemen dışarıya attı, maçın başlamasına daha vardı… Bir yerlerde Chris’i görmeyi umut ediyordu lakin bugün pek mümkün değildi bu… O da eline aldığı kalın kitabıyla bahçedeki ağaçların birinin altına kuruldu ve oldukça sürükleyici muggle romanını okumaya başladı. Kitap okumak yalnızken yapmayı sevdiği ilk şeydi, bol bol kitap okumayı ve kendini dış dünyada soyutlamayı severdi. Hatta bu durumu abarttığını söylemek kesinlikle yanlış olmazdı öyle ki ona arkadan yaklaşan Chris’i fark etmemişti bile. Yanağına kondurulan hafif bir öpücükle minik bir çığlık koy verdi.
“Chris, Merlin'in sarkık donu aşkına! Beni çok korkuttun” çocuğun yeşil gözlerini gördüğünde rahatlamıştı, Chris’in cadının verdiği bu ani tepkiye gülmesiyle kollarını bağdaştırdı ve “Ciddiyim, tam anlamıyla yerimden zıpladım” diye yapıştırdı asık bir suratla. Genç büyücü gülümsemesini anında yok ederken Indis’e doğru bir hamle yaptı ve “Üzgünüm, sadece seni görmek istemiştim, tabi birde şans öpücüğü almak” haylazca bakarken söylediği bu kelimelere gülümsemeden edemedi. “Heyecanlı mısın?” “Tahmin bile edemezsin”… Gülümsedi, Indis’te her maçtan önce son derece heyecanlı olurdu bunu anımsadı. “Heyecanlanmana gerek yok, kazanacaksınız. Bunu biliyorum” Chris karşısında ki bu anlayışlı cadıya içten bir gülümseme bahşederek “Maça geleceksin değil mi?” diye sordu “Sence kaçırır mıyım, seni desteklemem gerek. Pankart bile hazırladım” dedi gülerken. Chris meraklanmış gibiydi “Ciddi misin” Indis kafasını ‘evet’ anlamında salladı. Bunun üzerine sevindiğini oldukça belli eden Chris “Teşekkürler, gerçekten büyük bir motivasyon olur bu… Tabi senin orada olman benim için başlı başına bir motivasyon kaynağı” dedi hafifçe göz kırparak. Indis gülümsedi sonra gözü az ileride ki Charlie’ye takıldı çoktan üzerini değiştirmişti, maça hazır görünüyordu diğer oyuncuları bir bir yanına topluyordu ve gözleri Indis ile Chris’teydi. Indis Charlie’ye el salladı, çocuktan karşılık alınca “Charlie seni bekliyor olmalı, gitsen iyi olur” dedi Chris onaylar bir ifadeyle ayağa kalktı, Indis’te hemen arkasından… Chris’in yanağına ufak bir öpücük kondurdu ve “Umarım işe yarar” dedi gülümserken Chris “Yarayacağına eminim” dedi ve koşarak Charlie’nin yanına gitti.
Yere bıraktığı kitabı yeniden eline aldı ve onların Quidditch sahasına gitmesini izledi, tamamen gözden kaybolduklarında hızlı adımlarla yatakhaneye doğru yöneldi. Merdivenleri ikişer üçer çıkarak yatakhaneye ulaştığında nefes nefeseydi. Yine de biran bile durmadan yatağına gitti ve eğilerek altından rulo yapılmış kalın ve oldukça uzun bir karton çıkarttı. Karton altın sarısı rengindeydi rulo yapılmış kartonu açarak yatağa serdi. Yatağın neredeyse tamamını kaplıyordu altın sarısı kartonun üzerinde sırayla harfler beliriyor bir slogan yazılıyor ardından harfler biranda yok oluyor yeni bir slogan yazılıyordu. Tam 10 adet slogan bu şekilde dönüp duruyordu. Parlak bir kırmızı ile oluşturulan harfler göz alıcı ve oldukça büyüktü. Indis kendi ellerinden çıkan bu şaheseri (!) gurur dolu bir bakışla
İnceledikten sonra yeniden rulo haline getirdi ve sol kolunun altına sıkıştırıp yatakhaneden çıktı…
Yeşil çimlerden yürüyerek Quidditch Sahası’na ulaştı ve Ravenclaw renkleri ile bezeli, yüksek tribüne tırmandı. En önlerden bir yer seçerek oturdu ve maçın başlamasını beklemeye başladı. Tribünler henüz boş sayılırdı, Slytherin dışında. Daha maç başlamadan çeşitli sloganlar atmaya başlamışlardı. Oturduğu tribünden arkalardan bir yerlerden yükselen seslere kulan verdi, Slytherin’leri destekleyen sloganlar atıyorlardı. Bir Ravenclaw elbette Slytherin’i destekleyebilirdi ama bunu bu kadar aciz ve sığ bir biçimde yapmaları düpe düz yüz karasıydı. Ravenclaw’ın saygınlığını ve itibarını yok eden hareketlerdi bunlar ve Indis bu tiplerden nefret ediyordu. Başını iki yana salladı ve diğer tribünleri incelemeye başladı. Profesörlere ayrılmış bölümde de pek çok profesörü görebiliyordu. Bu sırada omzuna dokunan bir el ile kafasını o yöne çevirdi.
Gördüğü surat Stefania’nın kiydi. Kızda dün ki maçtan sonra en az kendisi kadar üzgün görünüyordu yine de buraya John’u desteklemek için gelmişti, Indis yanına oturan kızla sohbete başladı. Aradan geçen onbeş dakikanın ardından sahada bir hareketlenme oldu ve Indis zamanın geldiğini anladı. Kafasını hemen yeşil çimlere çevirdi ve pek çok oyuncunun arasında Chris’i bulmaya çalıştı, nihayet onu görebiliyordu. Heyecanlı olduğunu biliyordu u ama bu heyecanı hiç mi hiç belli etmiyordu. Indis onu görünce yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve oyunun başlamasını beklemeye başladı. Nitekim kısa bir süre sonra düdük sesini duydu ve topların bırakıldığını gördü kısa bir süre sonra oyuncularda süpürgelerine binip havalanmıştı. Indis bu karmaşanın arasında Chris’i görmeye çalışıyordu ama sürekli yer değiştirdiği için onu bulması çok da kolay olmuyordu. Maç oldukça heyecanlıydı ancak şimdiye dek şans pek de onlardan yana olmamıştı. Ama henüz çok erkendi her an bir hareketlenme olabilirdi. Indis oyuncuların motivasyonunu yükseltmek için hazırladığı pankartı çıkarttı. Pankart oldukça büyük olduğu için maç boyunca onu elinde tutması güç olacaktı bu nedenle asasını çıkarttı ve kartona doğrulttu.
“Wingardium Leviosa” diye fısıldadı bileğini hafifçe çevirip kartona dokunarak, karton Indis’in asa hareketlerine göre hareket ediyordu. Indis onu Ravenclaw tribünün biraz ilerisinde, yukarıda havada asılı bir şekilde konumlandırdı. Bu düşünce şimdilik sadece onun aklına gelmiş olmalıydı ki pankartı gören herkes –ki görmemek mümkün değildi- beğeni dolu sesler çıkartıyorlardı tabi Gryffindorları destekleyenler içindi bu düşünce.
“ASLAN KÜKRER, YILAN KAÇAR. GRYFFİNDOR KÜKRE SLYTHERIN KAÇSIN. HAYDİ ŞİMDİ ASLANLAR!!!”
“ALTIN TOP SENİNDİR, YANINDAYIZ CHARLIE!!”
“QUAFFLE SENİN, MAÇ GRYFFINDOR’UN. HAYDİ BASTIR CHRIS!”
Gibi sloganların belirip kaybolmasıyla hazırlanmış pankart oyuncuların moralini düzeltmiş gibi görünüyordu. Indis kendinden emin bir gülümseme ile maçı izlemeye devam etti. Bu maçı alan Gryffindor olmalıydı, başkası değil!