|
| Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Mathilda Mythill Slug & Jiggers Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 210 Yaş : 34 Kan statüsü : safkan Galleon : 11995 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/06/08
| Konu: Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi C.tesi 04 Ekim 2008, 19:52 | |
| - Spoiler:
*Tarih: Kasım’ın 2. Cumartesi günü, 1950 *Gezi için toplanma yeri ve saati: SYB derslik alanı, Sabah 09.30 *Hava: Şiddetli rüzgâr ve zaman zaman hafifçe yağan kar
*Geziye katılacaklar: Disbel Garda Molaco Elina Lora Dark Lumina April White Paula Lilith Do'urden “Çifterli sıra olun ve Bay Stinson’ı izleyin. Gezinti sırasında sağa sola fırlamak yok! Yürüyüş boyunca da sessiz kalacaksınız, kimseyi bir yaratığın dişlerinden kurtarmaya çalışmak istemiyorum!”Mathilda’nın uyarısıyla heyecanlı grup eşlerini buldu ve sıraya geçti. Aldığı sorumluluğa hala inanamayan Mathilda, bu sorumluluğun altında eziliyor gibi hissetse de dimdik duruşunu bozmadı ve Yasak Orman’ın derinliklerine, Stinson ve küçük grubun ardından, adımını attı. Bay Stinson Ejderha Çiftliğinde görevli kırklı yaşlarında bir adamdı. Pantolonundan fırlayan göbeği ve hantal yürüyüşüyle çiftlikteki görevinin ejderhaları eğitmek olmadığını açıkça gösteriyordu. Yine de çiftlik yöneticileri, görevli olarak onu göndermişlerdi ve Mathilda’nın “Bize daha yapılı ve daha fazla sorumluluk sahibi görünen biri gerek.” Deme ayrıcalığı yoktu. Ne de olsa bu gezintiyi bile bir eziyet olarak görüyordu ‘ejderha terbiyecileri’. Eziyetvari bir yönü olsa da bu dersin, yararlı olduğu da su götürmez bir gerçekti. “Bu bücürleri, ejderhaları beslemek için götürüyoruz çiftliğe!” demiş ve bir kahkaha koyuvermişti Stinson öğrencileri beklerken. Mathilda’ysa kıstığı gözlerinden sızan sinirli bakışlarıyla cevap vermişti bu kendini bilmez adama. Adamsa şimdi sıranın önünden, yol gösterici olarak ilerlerken, hemen arkasındaki öğrencilere korkunç olduğunu düşündüğü uydurma olduğu belli bir anısını anlatıyordu. Mathilda, sürüyü toplama göreviyle geçtiği sıranın en arkasından bile adamın kendini beğenmiş sesini duyabiliyordu. Daha Yasak Orman’ın fazla derinlerinde olmadıklarından sert bir sesle “Bay Stinson!” dedi, herkes bir an durup kafalar Mathilda’ya çevrilince sağ elinin işaret parmağını dudaklarına götürdü ve “Şşşt!” diyerek susmasını ‘rica’ etti adamdan. Adam gözlerini devirip yürümeye başlayınca yeniden, grup daha da sessiz halde izledi.
Yasak Orman, sabah saatlerinin verdiği huzuru biraz üstüne alınmıştı o gün. Hafta boyunca yağan karın da tüm pislikleri kapatmasıyla temizlenmiş gibiydi orman. Bembeyaz örtünün üstünde, bazen kızıl bir renk göze çarpıyordu uzaklarda. Gece av pek iyi geçmemişti belli ki, çoğu sabaha göre daha az kan vardı. Kış uykusuna yatmış yaratıkların da yokluğu büyük etkendi bu huzura. Gece yaratıkları evine çoktan çekilmiş, gündüz yaratıklarıysa yeni yeni alışıyordu uyanık olmaya. Bir grup laçan çok yakınlarından geçip karın altına, toprağın derinlerine daldı. Mathilda fısıldayarak öğrencilere seslendi: “Laçanlara dikkat edin! Sakın üstlerine basmayın.” Uyarıyı fark eden bir kız öğrenci yerinden fırladı korkuyla. Mathilda, öğrencilerin kendi suratını görememesinin verdiği rahatlıkla kocaman gerilen dudaklarının içinden kıs kıs güldü.
Zaman geçti, iyice derinlerine gelmişlerdi ormanın. Yerdeki kar örtüsü seyrelmişti, öğrenciler topraktaki kayganlığa alışmışlardı. Etrafta parıldayan gizemli ışıklar daha sık görünür olmuş, yaratık sesleri seyrekleşmekle birlikte, duyulduğu zamanlarda daha korkunç olmuştu. Tiz çığlıklar ve karşılıklı gürlemeler, yaratıkların yabancılardan haberdar olmaya başladığının belirtisiydi. Stinson bile artık sinir bozucu fısıltısıyla küçük yorumlar yapmayı kesmişti. Mathilda iki kez toynak sesi duymuştu ve ikisinde de yüreği ağzına gelmişti. Korkuları yersiz çıkmıştı o ana kadar, ancak yine de tetikteydi, cübbesinin içinden asasını sıkıca kavramıştı ve öğrencilerin de titreyen elleriyle aynı şekilde tetikte olduklarını görebiliyordu.
Yasak Orman’ın o fırtına öncesi sessizliklerinden birinde hepsini yerinden fırlatan tiz bir mırlama duyuldu. Mathilda, Stinson ve birkaç öğrenci aynı anda korkuyla asalarını çekerek sesin geldiği yöne doğrulmuşlardı. Kabarık, beyaza yakın sarı tüylerinin arasında turuncu benekleriyle arkasındaki kar yığının önünde zor seçiliyordu. Kocaman kuyruğunu havaya, yemyeşil gözlerini de bu büyücü topluluğuna dikmişti. Mathilda’nın anında hatırladığı mıncık nazlı nazlı yürüdü gruba doğru. Stinson çoktan indirmişti asasını, ancak öğrenciler ne yapmaları gerektiğini bilemediklerinden bir Mathilda’ya, bir de mıncığa bakıyorlardı. Mathilda elini havaya kaldırıp, yavaşça indirerek asalarını indirmelerini işaret etti. Bu arada kendi de indirmişti asasını. Stinson’a ilerlemeye devam etmelerini işaret etti ve yürümeye başladılar yeniden. Mıncık da Mathilda’nın arkasında sıraya girmiş eşlik ediyordu. Böyle bir yol arkadaşının Stinson’dan bile daha yararlı olduğunu bildiğinden Mathilda’nın içindeki korku iyiden iyiye azalmıştı. Önceki yıl Yasak Orman’da grifini ararken mıncığın dolaylı da olsa yardımı dokunmuştu. Bu yolculukta benzer bir macera yaşanmayacağını umut ederek yürümeye devam etti. Dersini verip dönecekti, belki küçük bir macera yaşanırdı ancak önemli bir olay olmayacaktı. Öğrencilerini güvenerek seçmişti ne de olsa... | |
| | | Disbel Molaco Hufflepuff Bina Sorumlusu, SYB Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 398 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11938 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 19/08/08
| Konu: Geri: Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi Çarş. 08 Ekim 2008, 22:43 | |
| Yaslandığı duvardan ortak salona baktı Disbel. Yanan şömine büyük ortak salonu aydınlatırken Disbel sabahın bu saatinde burada olmasının nedenini pek bilmiyordu. Biraz acele etmişti ancak hazırlanmadan burada bir süre durmak istemişti. Esnemesiyle birlikte ardına kadar açılan ağını kaparken duvardan ayrıldı. Ağır adımlarla yatakhanesine doğru ilerledi. Yatakhanenin kapısını sessizce açıp içeri girerek içeride yatan çocuklara baktı. Bu güne kadar hiç biriyle özel olarak konuşmuşluğu yoktu. Hep onlardan ayrı durmuştu ve böyle yapmaya devam edeceğini sanmaktaydı. Ona göre değildi bu çocuklar. Ya çok içine kapanık yada haddinden fazla uysal; veya korkak. Hepsi için birer gerekçesi olduğunu düşünmekteydi. İçlerinde belki bir veya iki kişi vardı karşılıklı oturup konuşabilecek ancak onca koşuşturmanın içinde Disbel buna zaman bulamıyordu. Sessiz sakin çocuklar oldukları için kendisi bir adım atmadıkça onların da konuşmaya yeltenmeyeceğini biliyordu Disbel. Geçen üç yıldaysa bunu yapmak içinden gelmemişti. Zaten geçen üç yılı düşününce bu yıla kıyasla yalnızca durup bakarak geçirmişti zamanını.Belki geçen yıl biraz demirini çekmişti ancak bu yıl tamamıyla farklı geçmekteydi. Her bir günü daha bir heyecanlı oluyordu ve belki de bu yılın en heyecanlı iki üç gününden biriydi bu gün. Bunu ilk duyduğunda üzerinde düşünmüş, ardından kızlara söylemişti. Birlikte üzerinde düşündükten sonra, kimsenin katılmamasına oldukça çok şaşırsalar da, bu geziye katılma kararı almışlardı. Bu kararlarını profesöre tam zamanında söylemelerine çok sevinmişti Disbel. Hayatında geçireceği en güzel deneyimlerden biri olacağını düşünüyordu bu günün. Eh, bir gün ejderha terbiyecisi olmazsa bunun gibi günler hep ender olacaktı onun için ve belki de bir daha hiç yaşayamayacaktı. Hem bu günü arkadaşlarıyla yaşayacak olması daha bir heyecan vericiydi.
Ne zaman oturduğunu hatırlayamasa da yatağında oturduğunu fark ederek ayağa kalktı. Etraftakilerin uyanıp uyanmadığını bir kontrol ettikten sonra ağır bir şekilde hazırlanmaya başladı. Ortak salonda hazır bir şekilde beklemek daha iyi olacaktı elbette. Üstündekileri tamamıyla çıkarıp üzerine okul giysilerini giydi. Ardından içinde ısıyı dengelemeye yarayan bir duvar plaka taşıyan kışlık pelerinini eline aldı. Dışarı çıkmadan bunu giymek pek de normal olmazdı ne de olsa. Hem terlemeye de pek niyeti yoktu yakında karların içine gireceğini düşününce. Cebindeki asayı kontrol ettikten sonra yastığının altındaki kırmızı-turuncu-lacivert duvarı avuçlayarak sağ cebine atıp cebinin derinliğinde kayboluşunu izledi. Ardından aynanın karşısına ilerleyip karanlığın içinden kendine bir bakış attıktan sonra ortak salona girdi. Ortak salon aynen bıraktığı gibiydi. Hala güneşten bir eser yoktu ve ateş hala yanmaktaydı.
Ağır adımlarla ateşin önündeki beş puftan birine attı kendini. Yakında geleceklerini tahmin ediyordu. Gözlerini şöminenin içinde bir o yana bir bu yana atlayan alevlere çevirdi ardından. Ömründe ilk kez bu ateşleri birer ejderhaya benzetmekteydi Disbel. Korkuyordu belki de bu geziden. Ejderhalarla dolu düşünceleriyle geçirdiği bir sürenin ardından duyduğu ayak sesiyle beraber yatar pozisyonda durduğu pufta doğrularak kafasını sola döndürdü. Kendini zorlayıp ayağa kalktı ve ortak salona girmiş olan Paula ve Elina’ya doğru ilerledi. Yeterince yaklaştıklarında gülümsemeye başladı.
“Günaydın Paula. Günaydın Elina. Ve günaydın Lumina.” Elina ve Paula’nın kafası da Disbel’inki gibi arkadaki Lumina’ya döndü. Zamanlaması harikaydı. “Önce gidip bir şeyler yiyelim. Ardından da profesörü buluruz.”
Kafa sallamaların üzerine gülümseyen yüzünü çevirerek ağır bir şekilde yürümeye başladı. Arkasından gelen ayak sesleriyle beraber ortak salondan çıkıp büyük salona doğru gitti. Büyük salonun kapısından içeri girerken bu kadar erken açık olması üzerine yüzünü buruşturdu. Gerçekten çok erkenden açılıyor olmalıydı. Belki de hiç kapanmıyordu? İçeride kimsenin olmaması onu az da olsa gülümsetirken diğerleriyle birlikte Hufflepuff masasına oturdu. Şimdiden yemek tabakları vardı masanın üzerinde. Sessizlik ve iştahsızlık içinde yedi hepsi yemeklerini. Belli ki Disbel’in korkusu onlarda da vardı. Ne de olsa bilinmedik bir yere gideceklerdi. Geçi Paula yeterince rahat gözüküyordu ama… Bu gezinin dönüşünde çalışmaları gereken dersler de üst üste binmiş olacaktı hem. Herkes kendi kendine düşündü kısa bir süre için yemek yerken. Ardından yemek yiyen kimse kalmadığında kalktılar. Ne kadar kaldıklarını bilmiyordu orada ama gergin bir ortam olduğu kesindi. Adımlarını olabildiğince sessiz atarak büyük salonun kapısına yöneldiler. Bir anda her yer bembeyaz bir ışıkla kaplandı. Disbel bakışlarını tavana çevirdiğinde tavanın değiştiğini gördü. Şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar ve yine üzerinde konuşmaya deyecek değilmiş gibi başlarını öne çevirdiler. Sessiz birkaç adım daha atıldıktan sonra kapının önüne geldiklerinde durdurarak konuşmaya başladı Disbel.
“Hadi gidip şu ejderhaları görelim.”
Herkes gülüşürken dışarı çıkmadan önceki son hazırlıklarını yaptı Disbel. Pelerinini üstüne geçirip şapkasını kafasına geçirdiğinde çıktı kapıdan dışarı. Hafifçe yağmakta olan kar onlara bir zorluk çıkarmasa da ortamı daha da soğuklaştırmaydı. Başı yerde, elleri cebinde grubun başını çekerken uzakta zorlukla görebildiği profesöre yürüdü doğruca. Yanında biri daha var gibiydi ancak bu tabi ki bu olması gereken bir şeydi. Gidecekleri yerde onlara eşlik edecek en az bir kişi daha olacağını tahmin ediyordu zaten Disbel. Ancak yaklaştıkça bu adamın umduğu adam olup olmadığını düşünmeye başladı. Şişman, sevimli, Şişman Keşiş’i andıran bir adamdı. Gülümsemeye çalışarak durdu profesör ve o adamın önünde ve yanına gelen diğerleriyle birlikte o ikinsin önünde bir kalabalık oluşturdular. Profesör onlara baktığında gülümsemesini korumaya çalıştı Disbel. Ardından onun konuşmasıyla birlikte harekete geçti.
““Çifterli sıra olun ve Bay Stinson’ı izleyin. Gezinti sırasında sağa sola fırlamak yok! Yürüyüş boyunca da sessiz kalacaksınız, kimseyi bir yaratığın dişlerinden kurtarmaya çalışmak istemiyorum!”
Adamın arkasında Lumina’yla durdu ve arkasına baktığında Paula ve Elina’nın arkasındaki profesörü görerek yüz kaslarını gevşetti. Kendini zorlayarak gülümsemekten yorulmuştu artık. Öndeki adam arkasına bakıp ilerleme emrini verince ağır adımlarla ilerlemeye başladı onunla birlikte. Yasak Orman’ın sık ağaçlarının içine doğru yürürken sessizliği dinledi birkaç saniye. Sabahın bu saatinde bu soğuk günde çok güzeldi buralar. İçinde enteresan bir his vardı zaten Disbel’in ancak bunu bastırmıştı şu ana kadar. Sessizliği bozan Bay Stinson’un sesi oldu. Adamın ne yapmak istediğini anlayamıyordu Disbel. Bir şeyler anlatmaktaydı ve yarı dönmüş bir şekilde anlattığından Disbel de onu dinler gibi görünmekteydi. Anlattığının konusunu hiç merak etmese de adamın övündüğü bir şey olduğunu anlayabiliyordu onun tavırlarından. Adamın yüzüne bakarken bu sesle giderlerse birazdan her türlü canavarın onların yanına gelebileceğini düşündü. Arkadan gele kafasını çevirdiğinde bu düşüncesinde haklı olduğunu görerek gülümsedi. Sessizliği bir kez daha dinlerken ayağının kayması üzerine ancak bir elini yere koyarak toparlanabildi. Etrafı izlemeye başladı ardından elini cebine atıp duvara dokunurken bir yandan. Etraf görülen son yere kadar karlar içindeydi. Gerçi ağaçlar yüzünden pek uzağı göremiyordu. İçinde okuldan çıktığından beri olan his daha da güçlenmişti şu anda. Neden olduğunu bilmiyordu ancak bulması gereken bir şey olduğunu hissetmekteydi şu anda. Karların arasında gördüğü kırmızılıkla irkildi bir anda. Ağaçların arasında kaybolup bir daha ortaya çıkarken dikkatle baktı oraya. Bir kan birikintisi olmalıydı. Ancak inanılmaz bir düzgünlükte yuvarlak çizmekteydi. Tabi yuvarlağın yalnızca ucunu görebiliyordu ancak arkasında devamı olduğu biliyordu. Dikkatle baktı bir daha. Orada görmesi gereken bir şeyler vardı. Gözünü oradan ayırmadan yürürken arkadan gelen sesle kafasını geriye çevirdi bir anda.
“Laçanlara dikkat edin! Sakın üstlerine basmayın.”
Ne kadar önemli olduğunu bilmiyordu bunun ancak umurunda değildi. Gözlerini bir kez daha çevirdi o kanın olduğu yere. Ağaçlar o bölgede üst üste geliyordu şu anda. Hiçbir kırmızılık veya hiçbir farklı şey gözükmemekteydi. His hala orada duruyordu ancak hisse neden olduğunu düşündüğü şey yoktu orada. Derin bir nefes alarak başını ileriye çevirdi. Oradaki şeyin ne olabileceği hakkında düşündü bir süre. Aklına pek bir seçenek gelmiyordu zaten. Yerini de tam olarak bilmiyordu ancak hisleri yeterince şey açıklamıştı şu ana kadar. Bakışlarını yere çevirerek yürümeye devam etti. Karlar artık yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Ayakların kayması da yer yer değişmekte olan zemin yüzünden artmıştı. Adımlarını daha dikkatli bir şekilde atmaya başlamıştı herkes. Sessizlik giderek artmaktaydı ve Disbel asasını iç cebinden sol cebine almış onu elinde tutmaktaydı. Diğer elindeyse duvarını tutuyordu. Bir anda Bay Stinson’un asasını çıkarıp sağa dönmesi üzerine Disbel de çekti asasını cebinden. İki eliyle asasına yapışarak Lumina’nın arkasından uzattı asayı oraya doğru. Onlara doğru yürüyen bir mıncık vardı. Korkuyla kafasını bir profesöre bir de adama çevirdikten sonra onların rahatlığı üzerine indirdi asasını ve sol elini asayla beraber cebine soktu yeniden. Bay Stinson yeniden yürümeye başladığında Disbel de adımlarını attı tekrardan. Buradan ayrılıp hala içinde olan o azalmış hissin peşinden gitmek istiyordu ancak burada durmaya mecburdu. İçindeki korkuyu şimdilik unutmuştu.
| |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi Cuma 10 Ekim 2008, 21:49 | |
| ‘’ Uyandın mı? ‘’ ‘’ Uyuyamadım ki…’’ ‘’ Ben de uyuyamadım. Çok heyecanlıyım. ‘’
Hufllepuff altıncı sınıf yatakhanesinde iki arkadaş yataklarında yavaş yavaş doğrulup, önlerinde uzanan koca gün hakkında konuşmaya başlamışlardı. Güneş, henüz karlı dağları aşıp, etkisiz ışıklarını Hogwarts arazisine ulaştıramamıştı. Saatin çok erken olması ve okuldaki portreler dahil, herkesin uyuyor olması gerçeği bile, ne Elina’nın ne de Paula’nın göz kapaklarını ağırlaştırmıyordu. Hızla atan kalplerindeki heyecan, koca bir hafta duyulan merak ve bugün yaşayacaklarına dair endişe, akıllarında birleşmiş ve iki kızı da ele geçirmişti. Her zamankine göre daha sessizdi Paula. Elina ise pek çok sabaha göre daha az hareketli. Enerjisini mi harcamak istemediğindendir bilinmez, yatakların üzerinde dolaşmıyordu. Paula, yatağını yavaş hareketlerle topladıktan sonra, bezgin bir şekilde üzerini değiştirmeye başladı. Üzerinden çıkan her parça kıyafet, tüylerinin daha da diken diken olmasını sağlıyordu. Tenine vuran soğuk, pencereden dışarı bakmasına sebep oldu. Karlı dallardaki sallantı, güçlü bir esintiye işaretti. Eski pencerenin pervazından giren soğuk, sabaha karşı sönen soba sayesinde, kendini daha bir hissettirir olmuştu. Kendisiyle aynı anda hazırlanan Elina’ya bakıp, hazır olduğuna emin olduktan sonra ‘’ Diğerlerini beklemek için ortak salona gidelim. Bir süre oturup ısınırız. ‘’ diyerek cümlesini tamamladığında, Elina çoktan son hazırlığını da tamamlayıp yanında bitmişti bile.
Kimsenin uyanmamış olma ihtimali saate dikkat edildiğinde oldukça yüksek olmasına rağmen, açılan ortak salon kapısından görülen silüet, yalnız olmadıklarını kanıtladı. ‘’ Günaydın Disbel.’’ Şöminenin bütün gücüyle odayı ısıtmak için yandığı oda, üç Hufflepufflının yorgun gözlerini ağırlaştırıyordu. Sıcaklık gerilmiş kasları esnetiyordu. Kollarını başının üzerinde iki yana açıp gerinmeye başlayan Paula, ani bir hareketle açılan kapıya doğru döndü. Lumina kendilerinden çok kısa bir süre sonra ortak salona girmişti. Bütün gece gelen uykusuzluktan sonra, herkesin kendisi gibi biraz enerjiye ihtiyacı olduğunu düşünmüştü Disbel gibi Paula da. Büyük salonun anne kucağına benzeyen şefkatli kollar gibi açılmış kapıları, henüz fırınlardan çıkmış kek ve ekmek kokularını koridorlara salıvermişti. Sabahki hallerinden kokuların eşliğinde biraz olsun sıyrılabilen Hufflepufflı topluluk pek az konuşuyordu. Masaya oturduklarında, salonda, sadece masaları düzenlemek için arada bir girip çıkan ev cinlerinin sesleri ve masadaki dört kişinin çatal bıçak sesleri duyuluyordu.
Paula, ekmeğine reçel sürmekte olan Elina’nın çayına biraz limon sıktı. Kızın karşı çıkan ses tonuyla mırıldanmasına rağmen elini çekmedi. ‘’ Sonra hasta olup başıma kalıyorsun. Hem de çok nazlı olduğundan çekilmiyorsun Ell. Bitecek bu çay. Hava çok soğuk. ‘’ Elina’yı bir abla gibi azarlamasının ardından, masada kendisine bakan alaycı suratları gördüğünde daha da huzursuz olup ‘’ Nee?!! ‘’ deyiverdi. Ardından patlattığı fazla sesli olmayan bir kahkahayla günleri neşelenmeye başlamıştı. Herkes lokmalarını tamamlayıp yeterince enerji depoladığında, büyük salondan çıkmak üzere yavaş yavaş toplanmaya başladılar. Ne Disbel, ne Elina, ne de Lumina konuşmuyorlardı. Bu kadar gerilmeleri için pek bir sebep göremeyen Paula, dudaklarının arasında sıkıştırdığı minik bir ıslığı çevirip duruyordu değişik melodilerle. Salondan çıkarken değişen manzara ile kısa süreliğine gürültüsünü kesse de; ilerledikleri Hogwarts koridorundan bahçeye kadar devam etti. Bahçeye çıkmadan önce Disbel’in herkesi hazırlayan cümlesi ile, Paula da çantasından çıkarıp, kulaklarını koruması için kulaklıklarını ve annesinin gönderdiği hediyelerden biri olan kullanışlı deri eldivenleri taktı. Soğuk hava yüzlerine çarptığında, herkes yaptığının daha bir bilincinde görünmeye başlamıştı. Boynundaki atkıyı biraz sıkıştırıp, soğuk havanın aralardan sinsice içeri sızmasını önleyerek dersin yapıldığı alana doğru toplulukla birlikte yürümeye devam etti. Çalmaktan hala vazgeçmediği, düzensiz melodili ıslık, Elina’nın zaten gergin olan sinirini daha da bozmuş olacaktı ki ‘’ Keser misin şunu Paula?! ‘’ demesi ile, dudaklarını uzun süre açmamak üzere kapadı. Alana yaklaştıklarında, düşünceli profesör ile birlikte bekleyen başka bir adam daha vardı. Görüntüsünden ve pek de ciddi olmayan tavrından anlaşıldığına göre, ejderhaların bakıcılarından biri olsa gerekti. Yola çıkmak için hemen harekete geçen grup, profesörün söylemi üzerine sıralarını oluşturdu. Paula Elina ile birlikte arkada yürüyorlardı. Arkalarında profesör, önlerinde ise Bay Stinson olarak tanıtılan laubali ve geveze adamla, Lumina ve Disbel vardı. Uyum içinde yürüyen kalabalık, araziyi kaplayan karın üzerinde birbirinin üzerinden geçen ayak izleri bırakıyorlardı. Bembeyaz örtünün üzerinde koyu kan lekeleri seçiliyordu ara ara. Paula, gece yasak ormanda olmanın hiç de akıl karı olmayacağını bu görüntüleri aklına kazıyarak kendisine tekrar hatırlatıyordu. Ormanın neresinden geldiği pek de belli olmayan tiz çığlıklar, garip sesler ortalığı sarıyordu. Gitgide kendilerine yaklaşıyormuş gibi büyüyen ses dalgaları arasında, Paula da diğerleri gibi asasını çekmiş, olağan bir tehlikeye karşı bekliyordu.
Karın içine gömülen ayakkabılarının çıkardığı sinir bozucu ses dışında pek bir sesin duyulmamaya başladığı bir sürenin sonunda, kulak tırmalayan bir mırlama sesi duyuldu. Paula gezi boyunca hiç korkmadığı kadar korktuğundan, ilk asasını çeken o oldu. Karşılarında duran, başında radar gibi koca kulakları, bir aslanınkiyle aynı olan kuyruğu ve göz kamaştıran yeşil gözleriyle bir mıncıktı. Soğuktan ve korkudan titreyen bedenini sakinleştirmek için kendi kendine telkinler gönderiyordu. Profesör de asasını çekmiş yanlarında duruyordu ki, Bay Stinson’un ardından o da asasını indirdi. Tehlike olmadığını gösteren hareketi herkesi bir nebze rahatlatsa da, ceplere giren asalara gitmek için eller her an hazır bekliyordu. Topluluk yeniden, mıncığı da arkalarına alıp saf tuttuklarında, sessiz ve beklentileri artmış bir şekilde yürüyüşe devam ediyorlardı. Karşılarına çıkacakların bu kadarla sınırlı kalmasını diliyordu Paula içinden…
|
| | | Elina Lora Dark
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 405 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11956 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 11/07/08
| Konu: Geri: Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi Cuma 10 Ekim 2008, 23:52 | |
| ''Uyandın mı?'' ''Uyuyamadım ki... Off Paula çok heyecanlıyım.'' ''Ben de uyuyamadım. Çok heyecanlıyım.'' Daha bir çok cümle vardı kurulacak. Endişeleniyordu, uzun süre olmadığı kadar endişeleniyordu. Kafasını kaldırdı, dışarıda kar yağıyordu. Hemen bir film geldi aklına. Dışarıdaki görüntü gerçektende bir film karesini andırıyordu. Paula ve Elina yataklarından doğruldu. Üzerlerini giyinmeye başlamışlardı. Elina dolabında ne kadar kazak varsa üzerine geçirmişti. Birde şu etek olmasa çok iyi olacaktı. Eldivenlerini ellerine geçirmiş, şapkasını ve atkısını takmıştı; bu haliyle tam bir kardan adamı andırıyordu. Paula'ya döndü, iki kızı gergin olmalarına rağmen gülme almıştı. Elina ne kadar endişeli olsa da eski muzipliğini kaybetmemeye çalışıyordu. Paula; ‘’ Diğerlerini beklemek için ortak salona gidelim. Bir süre oturup ısınırız. ‘’ dedi. Elina üzerine fazladan takılmış atkısını ve şapkasını çıkardı. Elleri buz gibiydi annesinin ördüğü parmaksız eldivenlerini çıkarmadı. Kapıya vardığında elindeki parmaksız eldivenlerle kapıyı açmaya uğraştı, başaramayınca ''Paula kapıyı acar mısın.'' demişti. Paula Elina'nın eldivenleri ile çok eğleniyordu. Durup durup ''Bence çoraba benziyor.'' diyordu.
İki arkadaş ortak salona geldiklerinde, sessizliğin içerisinden bir ses duyuldu. Bu Disbel'in sesiydi onları kibarca karşılamıştı. Hemen arkalarından da Lumina girmişti ortak salona. Günaydın dedikten sonra. dört arkadaş büyük salona indiler. Büyük salon bomboştu. İçeri girdiklerinde masaları sıcacık yemeklerle doldu. Önüne gelen ekmeklerden alan Elina, en sevdiği ahududu reçelini ekmeğine sürmeye başladı. Paula ise eline aldığı koca bir limonu Elina'nın bardağına sıkıyordu. Hiç sevmezdi limonlu çayı, her zaman olduğu gibi söylendi; ''Off Paula çayımı rahat bırakırmısın. Sevmiyorum ben limonlu.'' dedi. Paula hemen karşılık vermişti; '’ Sonra hasta olup başıma kalıyorsun. Hem de çok nazlı olduğundan çekilmiyorsun Ell. Bitecek bu çay. Hava çok soğuk. ‘’. Bu gerçekten doğruydu. Hasta olduğunda mutlaka ve mutlaka Paula ile tartışırdı. Profesörlere ev cinlerine söylenir, yakınır dururdu. Paula'nın, Elina'ya çocuk gibi davranması, Lumina ve Disbel'in dikkatini çekmişti. Paula'ya bakıyorlardı ki; Paula onlara çıkıştı; ''Nee!''. Paula'nın büyük salonda yankılanan sesi üzerine gülmeye başlamışlar ve gergin hava dağılmıştı. Güzel bir kahvaltı sonrası herkes kardan adam kılığına büründü ve bahçeye çıktılar. Elina, zorlukla yürüdüğü için Paula'nın elini tutmuştu; gerçi onunda Elina dan pek bir farkı yoktu. Hogwarts da kış bir başkaydı. Elina yaz aylarını sevse de, okulun üzerine yağan kar, beyaz bir çarşaf gibi üzerini örtüyordu. Elina beyaz çarşafın okulu sıcak tuttuğu inancındaydı. Bunu Paula'ya söyledinde, Paula hayal gücüne hayran kalmış bir kitap yazması gerektiğini söylemişti.
Dizlerine kadar kara batmış bir biçimde buluşma noktasına yürüken Paula'nın ıslık çalması onu deli ediyordu. Bir süre sustuktan sonra dayanma gücünün son damlaları da bitmişti; ''Keser misin şunu.'' diye çıkıştı arkadaşına. Paula yol boyunca bir daha konuşmamıştı. Dersin işlendiği yere geldiklerinde profesörün yanında bir kişinin daha onları beklediğini gördüler. Profesörün tam tersi sert mi sert, gülmeyen bir adama benziyordu. Elina sevmezdi öyle insanları, ''İnsan gülmeyi bilmeli.'' derdi. Profesör onları uyardığında ikili şekilde sıraya geçtiler. Her zaman ki gibi Paula ve Elina yan yana geçmişlerdi. Önünde yürüyen Lumina'nın ayak izlerine basıyor bir yandan da gülüyordu. Paula da Elina gibi gülüyordu ki, Elina adımlarında büyük bir adım atmıştı. Düşüyordu ki Paula'nın yakasından tutması üzerine doğruldu. Bu eğlenceleri duyulan bir sesle kesildi. Herkes asalarını çekmişti. Daha sonra ses çıkaranın bir mıncık olduğunu görünce asalarını tekrar kaldırmışlardı. Elina zavallı yaratığa yardım etmek istedi ama Paula onu elinden tutarak çekti, Profesör tam arkalarında durduğu için konuşamasa da gözlerinden yapmaması gerektiğini anlıyordu. Mıncığın yollarını çıkması grubu biraz germişti. Bu mıncık değil başka bir yaratık da olabilirdi. Elina korkmaya başlamıştı. Ağaçlar gittikçe sıklaşıyor ve ormandan gelen sesler artıyordu. Elina yanında yürüyen Paula'nın elini sıktı. Ormanın içine doğru yürüdükçe ayak sesleri, sessizleşti. Hepsi sessiz olmaya dikkat ediyor, çaktırmamaya çalışsalar da korkuyordu.
| |
| | | Disbel Molaco Hufflepuff Bina Sorumlusu, SYB Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 398 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11938 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 19/08/08
| Konu: Geri: Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi C.tesi 29 Kas. 2008, 14:26 | |
| Disbel’in gözleri istemsizce, profesör konuşmadan önce gördüğü o şeyi aramaktaydı ikide bir. Ancak şimdiden aralarına yüzlerce hatta binlerce ağaç girmiş olabilirdi. Bu yüzden Disbel bu çabasının boş olduğunu biliyordu. Sağ eli cebindeki duvar parçasında olmasına rağmen sanki oradaki şeye dokunuyormuşçasına bir his vardı içinde. Orayı gerçekten hissettiğini biliyordu. Nasıl veya niçin bilmiyordu ama oradaydı işte. Yanındaki Lumina’yla bir kez daha göz göze geldi o ağaçların arasındaki boşluğa bakarken. Gruptakiler duvarlar hakkındaki çoğu şeyi biliyorlardı ancak yeterince bilgi sahibi değildiler elbette. Daha önce ava çıkmamışlardı en azından ve bildikleri Disbel’in cebindekilerle sınırlı kalmıştı şu ana kadar. Düşüncelerini gözlerini alan küçük bir kıvılcımla beraber uzağa taşıyarak yüzünü ileriye çevirdi. Profesörün geldiklerini mırıldandığını duyabiliyordu ancak şu anda gördüklerinin yanında hiçbir önemi olmadığını düşünüyordu bunların. Hayatında gördüğü en kusursuz şeylerden birine baktığına emindi Disbel. Atlantis kadar görkemli, büyük salon kadar üstün. Gözlerini boş bir şekilde kırparken sağ elinin altındaki duvara iyice tutundu Disbel. Bir yandan da asasını dışarıya çıkarmıştı istemsiz bir biçimde. Ancak kol yeninin içinde durmaktaydı asası şu anda etraftakilerin onu görmemesi için.
Grup profesörün talimatıyla düz bir çizgi halinde yan yana dizildi. Herkes gördüğü bu güzellik karşısında hayretler içinde bakmaktaydı şu anda. Bu güzelliği okulda sadece onların görmesinin zafer ve sevinç duyguları kaplamaktaydı Disbel’i. Profesör çocuklara Bay Stinson’la birlikte arkasından gelmesini söyledi ve ilerden birkaç adım attı. Etraftaki ejderha terbiyecileri ejderhanın yeterince sabitlendiğinden emin olduktan sonra profesörün talimatıyla oradan uzaklaşmaya başladılar bir bir. Disbel içine bir anda yayılan korkunun nedenini çok iyi bilmekteydi. Nasıl bu kadar cesur olabilmişti profesör. Şu ana kadar hiç korkmadığı kadar korktuğunu hissetse de yanındaki Lumina’nın hareket etmesiyle beraber o da yavaşça ilerledi. Birkaç adımın ardından kalkmayan ayağıyla birlikte ne yapacağını şaşırarak gözlerini kapadı. Aşağıya doğru düşerken sağ elini tuttuğu duvarla birlikte dışarı çıkararak düşüşünü hafifletmeye çalıştı. Yere değen eliyle beraber sol omzu üzerine düşmeye başladı. Ancak sağ elinin nasıl olduğunu anlamadığı bir biçimde savrulmasıyla birlikte gözlerini açtı. Yolculuğun başından beri elinde tuttuğu duvar havaya savrulup yükselirken sol omzu üzerine düşerek büyük bir haykırış kopardı. Tüm kafalar bir anda kayanın üstüne düşmüş olan Disbel’e dönmüştü. Gözlerini hızla ejderhaya çarpmış olan duvar parçasından ayıramıyordu Disbel. Yanındakiler Disbel’i kaldırırken ejderha da Duvar parçasını ağzıyla tutmuş ve ayağa kalkmıştı. Disbel duvar parçasının ejderhanın yumurtalarının yanında yer aldığını görünce ağzı açık bir şekilde ayağa kalktı. Görüş alanını profesörün yüzünün kapaması üzerine gözlerini ona dikti Disbel.
“Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Biraz dikkatli olsana. Bu ejderha daha yeni yumurtladı ve böyle durumlarda agrasifleşebilir. Şimdi sizi geri götürebilirdim ama buraya kadar boşuna gelmiş olmanızı istemiyorum. Şimdi kimse bir daha böyle düşüncesizce davranmayacağına göre dersimize başlamak istiyorum. Bay Stinson?”
Disbel profesörün adamdan ne istediğini bilmiyordu. Umurunda da değildi zaten. Ejderhaya yaklaşmak için bir adım attığında elinin tutulduğunu hissederek durdu. Lumina onu durdurmuştu. Kısa bir bakışmanın ardından Disbel onun da olanlardan haberdar olduğunu anlayabildi. Ardından Lumina’nın profesöre dönüp elini bırakmasıyla beraber o da bakışlarını profesöre çevirdi. Ancak yüzü ne kadar profesöre dönük de olsa gözlerini şu anda ejderhanın altında olduğunu bildiği duvarından ayıramıyordu. Bir süre boş boş baktıktan sonra Paula’nın konuşmaya başladığını duydu Disbel. Ardından Lumina tekrardan onun elini tutarak sessiz bir biçimde ilerlemelerini sağladı. Birkaç adım attıktan sonra Disbel arkasını döndüğünde Profesör’ün ve Bay Stinson’un Paula’yla konuşmaya daldığını görerek gülümsedi. Arkaları dönük bir şekilde durduklarından onları görmeleri pek mümkün olmayacaktı. Kafasını tekrardan ejderhaya çevirdi Disbel ve yaklaşınca gördüğü şey karşısında ağzı açık kaldı. Uyanık olduğunu sanmasına neden olan gözleri aslında kapalıydı. Göz kapakları ise uzaktan gözleri açıkmış gibi görünmesini sağlamaktaydı. Gülümseyerek Lumina’nın ona planı sormasına karşılık verdi.
“Ben arkasına geçeceğim. Sen yeterli bir uzaklıktan onu uyandırıp benim yumurtalara ulaşmamı sağlayacaksın.”
Lumina’nın ona gülümsemesi üzerine hızlı ama sessiz adımlarla ilerledi ejderhanın arkasına doğru. Sorunsuz adımlarının ardından ejderhanın arkasına geldi. Kuyruğu yüzünden yeterince yakın olamasa da arkasındaydı ejderhanın. O koca gövde yüzünden ne Lumina’yı ne de bir başkasını görebiliyordu. Kulağına gelen ses ise Paula ve Elina’nın konuşma sesiydi yalnızca. Hemen önündeki kuyruğa baktı Disbel. Bir duvar gibi düzgün ve pürüzsüzdü. Bundan koleksiyonunda olmasını ne kadar istediğini düşünse de şimdi bunun zamanı değildi. Ejderhanın adlında bir servet yatıyordu ne de olsa. Gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı. Gözlerini yavaşça açarak eğildiği yerden ayağının ağardığını hissederek ayağa kalktı. Bir anda ejderha hareketlendi. Disbel tetikte kalarak gözlerini duvarın olması gereken yere çevirdi. Ejderhanın bağırışıyla beraber bir çığlık koptu. Ardından savrulan kuyruğu Disbel’in göğsüne bir odun gibi indi. Disbel arkadaki otluk yere doğru küçük bir uçuşun ardından yuvarlanırken ejderha ayağa kalkmıştı. Onun ayaklarının altından görebiliyordu karşı tarafı Disbel.
Profesör ve Bay Stinson asalarını çıkarmış, ejderhaya bakıyorlardı. Paula ve Elina ise korku içinde öylece durmaktaydılar onların arkasında. Ve en sonunda Lumina’yı da görebildi. Ejderhanın iki ayağının arasında durmaktaydı. Korku içinde yüzünü kapamıştı. Disbel boş boş bakmakla yetindi bir süre. Ejderha Lumina’ya hiçbir şey yapmıyordu. Aksine ona yaklaşmaya çalışan profesör ve Bay Stinson’u uzaklaştırmaya çalışıyordu. Uzunca bir süre geçen bağrışmanın ve telaşın ardından etraf yavaşça sakinleşti yeniden. Lumina yere oturmuş ağlamaktaydı. Profesörle Bay Stinson hararetli bir tartışmaya girmişti ve Paula ve Elina da aralarında konuşuyordu. Bu şekilde bir sonuç alamayacaklarını biliyordu Disbel. Kendini zorlayarak ayağa kalktı ve asasını sağ eline aldı. Aklına bir büyü getirmeye çalışsa da pek yararlı olmadı bu. Birkaç adım yanında duran büyükçe kayanın arkasına geçti ve aklına gelen ilk büyüyü yaptı. “Aguamenti!” Asadan fışkıran su oldukça güçlü bir şekilde ejderhanın kafasına çarpmaya başladı. Ejderha yüzünü Disbel’e çevirdiğinde gözlerine vuran suyla birlikte başını yukarıya çevirdi. Lumina’ya koşmasını söyleyen seslerden sonra Disbel umutla baktı o tarafa doğru. Lumina hızla koşmaya başlamıştı.
Onun kurtulmasının verdiği rahatlıkla yüzünü korkuya çevirdi. Ejderhanın başını eğmesinin ardından büyüyü durdurarak kayanın arkasına saklandı. Ayaklarını göğsüyle birleştirerek etrafından geçen alevlere baktı gözlerinin ucuyla. Etraftaki sıcaklığa rağmen Disbel kendinde çok büyük bir güç hissetmekteydi. Yolculuğun başından beri hissettiği o şey şimdi ona güç vermekteydi sanki. Yanından geçen alevin bir haykırış üzerine kesilmesiyle beraber saklandığı kayadan fırlayarak ilerledi Disbel. Bay Stinson ejderhayla karşı karşıya durmaktaydı şu anda. Disbel hızla ilerleyerek kendini ejderhanın kuyruğunun yanına attı. Yumurtalar hemen önündeydi. Onların biraz ilerisindeyse duvarını görebiliyordu Disbel. Gözlerini sıkıca kapayarak sol elini oraya doğru attı. Küçük bir çatırtı sesinin ardından duvarın eline değmesiyle beraber sol kolunu kendine doğru çekti. Ancak harcadığı güce rağmen kolunu kendine çekememekteydi. Çatırtının nedenini şimdi anlayabiliyordu. Yumurtalardan birini kırmıştı ve cüppesinin kolunun ucu yumurtaya, dirseğiyse oradaki bir kayaya takılmıştı. Sol elindeki duvarı kendine doğru atarak asasını tuttuğu eliyle birlikte cebine attı onu. Tam o anda ona bakmakta olan ejderhayla göz göze geldi Disbel. Sol kolunu son bir güçle kendine doğru çektiyse de o gelmeyi reddetmekteydi. Ejderhanın yalnızca koluna attığı alevle beraber büyük bir haykırış kopardı Disbel. Gözü kapalı olsa da o anı duyarak yaşamaktaydı Disbel. Acısını yalnızca haykırışı sayesinde hissetmeye başladı bir süre sonra. Kolundan geriye bir şey kalmamış olabileceğini ve kalkmasına bir engel kalmadığını bilse de o gücü kendinde bulamıyordu Disbel. Ejderhaya vuran lanetler sayesinde alev gittikçe azalıyor gibiydi ama Disbel hala bağırmaktaydı. Arkasından iki yanından gelen iki büyüyle gülümsedi bu anda. Yanan kolu üzerine iki arkadaşından su atılmaktaydı. Kolundaki acı dinmese bile kendini daha güvende hissetmekteydi şu anda. Bay Stinson’un büyük haykırışını duydu ardından. Bu haykırışla beraber ejderhanın alevi kesildi ve ejderha yere düştü. Ne olduğunu bilmiyordu Disbel ama alev kesilmişti. Ardından bir çift el onu o yerden aldı ve biraz önce üzerinde durduğu şimdi yanık olan çimlere götürdü.Disbel gözünü hala açabilmiş değildi ama yeniden bir güçle dolduğunu hissetmekteydi. Cebindeki duvarın ve o uzaklardan hissettiği şeyin gücü damarlarına geçerken Disbel gözlerini açtı ani bir şekilde. Yanaklarından aşağıya akan damlalara engel olamasa da güçlü bir şekilde etrafına baktığına emindi. Başındaki Paula, Elina ve Lumina’ya gülümsedi birer birer. Ardından onlara açılmasını söyleyen profesöre sert bir bakış attıktan sonra onun yanındaki Bay Stinson’a döndü. Sol kolundaki acı yalnızca omzunda bulunmaktaydı o anda. Bay Stinson’un koluna yaptığı bir büyüyle omzundaki acının dindiğini hissetti Disbel. Kolunu ve elini hissetmiyordu. Omzunda ise bir ağrı vardı. Hastane kanadına götürmek için onu kaldırırlarken duyduğu sözün ardından gözlerini tekrardan kapayarak bayıldı.
“Kolunu kaybetti.”
| |
| | | | Sihirli Yaratıkların Bakımı Gezisi | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |