Ders temposundan sıkılmıştı artık, bir parça bile olsa bile dinlenmek istiyordu. Bir dersten çıkıyordu, hiç dinlenmeden öbürüne giriyordu. Daha dönemin yarısında sayılırdı, hatta dolmamıştı bile yarısı. Neden böyleydi peki? Üstünden pekte zaman geçmemiş bir olay için yiyip duruyordu kendini. Sürekli düşüncelere boğuyordu zihnini kafasını kemirip duran bir olay nedeniyle. Karışıktı, son zamanlarda oldukça karışıktı. Karışık olan kendisiydi, düşünceleri değil. Özlüyordu onu, kokusunu özlüyordu. Ablasıydı ‘O’, bu kadar uzun ayrılmamıştı ondan hiç. Bittiğini zannediyordu, her şeyin bittiğini. Biriciğiydi onun, her şeyiydi. Duygu seli alıp götürmüştü onu. Durulanmış gibi hissediyordu, gözyaşları yüzünden arınmıştı tüm yüzü. Çok büyümüştü, olgunlaşmıştı; ancak hala bebekti o. Masum ve savunmasız bir bebek. Hiçbir şeyden haberi olmayan ve köşesine kıvrılıp sürekli ağlayan bir bebekti. Yatakhaneden kopan büyük bir gürültü ile kendine gelebilmişti ancak. Bebek değildi şimdi, yaşının getirdiklerini yaşamış olgun birisiydi. Hırçındı, yaramazdı. Birkaç kişinin kavga ettiğini tahmin edemeden gözüne kırmızı bir ışık ilişti. Kendisine doğru geldiğini hissetti ve kendini diğer yatağa fırlattı. Kalbi ağzından çıkacakmış gibiydi, ritmik temposu tıpkı adımları gibi düzensizleşmiş ve kalbinin hızlıca atışı kulaklarının işiteceği bir seviyeye varmıştı. Kızmıştı, çok kızmıştı. Kendisine gönderilmeyen büyü karşısında çok kızmıştı. Hemen ortak salona indi. İki kişi karşılıklı bir düelloya tutulmuştu resmen. Kırmızı ışıklardan kavgaya tutuşanları görebilmek mümkün değildi. Ravenclaw Ortak Salonunun sıcacık ve sakin haline alışık olan portreler kendi aralarında düello yapan iki öğrenci hakkında fısıldaşıyorlardı ve hepsi de oldukça sinirli gibiydi. “Expalliarmus!” İkisi de bacakları dans eder gibi bir vaziyette yerlerine oturdular. Kibirli bir tavır sergileyerek ortak salondan ayrıldı. Yalnız kalması gerektiğini hissediyordu.
Rüzgarın soğuk bir şekilde estiğini pencereden baktığı anda hemen anlayabiliyordu zaten. Hızlı adımlarla boş sınıfa ilerledi, düşünceleriyle baş başa kalmalı ve rahatsız edilmemeliydi. Boş sınıfın kapısına vardığında paldır küldür açtı ve boş bir sınıfla karşılaştı. Kimse yoktu, sadece sıralar ve boş tuvaller vardı. Birde hayalleri. Ruhu yavaş yavaş göğe doğru yükseliyordu. Bulutların arasında uçuyordu gayet mutlu bir şekilde. Teker teker basıyordu bulutlara. Ağzı kulaklarındaydı, kelebekler uçuyordu yanında. Hortumun içinde dönüyordu, her yerdeydi. Görüp görülemeyecek her yer. Cennetteydi, meyveler sunuluyordu ona; sütler, yemekler hepsi onundu artık. Ağzına götürecekti her birini teker teker. Ve ilk lokmasını götürdüğü anda boş sınıfa geri döndü. Duygularının bezelye taneleri gibi diğer herkese soyutlanmasına neden olan berbat odaya. Hayallerinde yaşadığı gibi olmasını isterdi her şeyin. Meyvelerin, sütlerin, yemeklerin sunulmasını isterdi ona. Uzun bir iç geçirmenin ardından ani bir şekilde açılan kapı yüzünden ablasını düşünmesine fırsat bile kalmamıştı. Gözü yaşla dolu olan Stefania oldukça şaşkın gibiydi. Ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve masum bakışlarla Johnny’e bakıyordu. Yara almış bir kedi gibiydi. Elinde uzun bir mektup tutuyordu. ‘Oku’ dermişçesine bakıyordu ona. Gözlerinin önüne düşen bir parça perçimi elleriyle atarak korkulu bir şekilde mektubu Stefania’nın elinden aldı ve okumaya başladı. Her zamanki hitap sözleriyle başlardı acı mektuplar. Yüreği yanmaya başlamıştı adeta, bulanıklaşmıştı buğulu gözleri.
“Sevgili Kızım,
Birazdan yazacaklarım seni oldukça üzebilir, ama yazmak zorundayım. Bu gerçeği bilme zamanın çoktan geldi. Senin bir ikizin var. Uzun zaman önce baban beni aldatmıştı. O zamanlar nasıl üzüldüğümü anlatamam. Daha sen yoktun tabiî ki de. Daha sonra aldattığı kadının bir ‘Malfoy’ ile evli olduğunu öğrendim. Bu aldatmadan sonra iki çocuk dünyaya geldi, ikizler. Biri kız biri erkek ve bu kız sensin Stef. O kadar masum bakıyordun ki seni ben büyüttüm ve bu gerçeği yıllar boyunca senden sakladığım için çok özür dilerim. Kardeşini ise kadın aldı ve büyüttü. Kardeşin sen bu mektubu okuduktan sonra yanında olan ilk kişi olacak. Okuyan ilk kişi o olacak. Bir ‘Malfoy’ ve Ravenclaw binasında. Kim olduğunu tahmin edebiliyorsundur.
Çok özür dilerim kızım…”
Devamını okuyamamıştı bile mektubun. Yırtıp atmak ve bu anıdan kurtulmak istemişti. Her şey üst üste geldiğinde böyle oluyordu herhalde. Gözlerinin dolmaması için engel olmaya çalışıyordu. Sert ve çözülemez bir düğüm ile kilitlenmişti hayatı sanki. Hiçbir şeyi çözemezdi, imkansızdı. Zorluklarla yüz yüze geliyordu bugün de olduğu gibi. Kısa ve öz konuşacaktı. Üstü kapalı olacaktı. Dudaklarını oynatmakta kararsızlık çekiyordu, buzdan donmuş gibi kaskatı kesilmişti. En yakın arkadaşlarından biri olan Stefania ile kardeş olma fikri. Zordu ona göre. Tüm düşüncelerinden sıyrıldı ve zorlukla konuştu:
“Ne diyeceğimi bilemiyorum, sa-sadece şaşkınım. Yani biz şimdi ikiz miyiz?"
Gelecek kişi kendisini biliyor