|
| Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12730 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri Salı 28 Ekim 2008, 00:29 | |
| Tarih: 1951 Mevsim: Kış Hava Durumu: Kar ve Fırtına | |
| | | Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12730 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: Geri: Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri Salı 28 Ekim 2008, 00:32 | |
| Karanlık yeniden gökyüzüne hükmetmeye başladığında ve dolunay tüm görkemiyle etrafını saran bulutların arasından yükseldiğinde zindanlarda, herkesten uzak bir köşede cılız bir ışığın yardımıyla eski ve yıpranmış bir kitabın kapağını sertçe kapattı genç bir kız. Yeşilin en koyu tonlarından birine bürünmüş olan göz bebekleri istediğini elde etmiş olmanın verdiği gururla parıldıyordu. Sonunda, bütün bir dönem boyunca uğraşmasına rağmen o kutuyu Lucy’nin de kanı olmadan açmanın yolunu bulmuştu. Üstelik sadece birkaç sözcük… Dudakları hafif bir tebessümle kıvrıldı. Mezun olmadan önce o kutuyu lanet yerden çıkartıp içindeki kehanete ulaşmalı ve kaderinin ne yönde çizildiğini öğrenmeliydi. Ancak o zaman kim olduğunu, ne yapması gerektiğini bilebilirdi. Ancak o zaman annesinin bir deli mi yoksa bir dahi mi olduğunu anlayabilirdi. Asasını ince parmaklarıyla kavrayıp cübbesine koyarken zevkle parıldayan gözleri çürümüş, tahtadan sandalyenin üzerinde duran atkısında sabitlendi. Bu havada dışarıya, özellikle de fazlasıyla açık bir alan olan Fısıldayan Ağaç Korosuna ince bir cübbeyle gitmesi aklını kaçırdığının bir kanıtı olurdu. Sağlam bir kanıt…
Düzensiz bir şekilde toplanmış sarı saçlarını atkısının içinde sıkıştırdıktan sonra botlarının çıkardığı seslere aldırmadan diğerlerinin koyu bir sohbete dalmış olduğu ve şöminenin ısıttığı ortak salondan geçerek loş koridorlara adımını attı. Burada, şatonun en altındaki kasvetli zindanlarda onu evindeymiş gibi hissettiren bir şey vardı. Pek çok Slytherin’in aynı şeyi hissettiğini biliyordu ama bu daha farklıydı. Sanki buradan ayrıldığı anda başına hiç olmayacak şeyler gelecekmiş gibi düşünüyordu. Çocukça bir davranıştı belki ama şu anda yapmak üzere olduğu şey de fazla olgun bir davranış sayılmazdı hani. Yine de bu sefer onu hiçbir şey engellemeyecekti. Ne baş belası bir Gryffindor’un her şeye burnunu sokuşu, ne de bir profesörün vakitsiz ziyareti. Sınıf Başkanı olması artıydı ama eğer çok da gerekirse metamorf yeteneğini kullanmaya hazırdı. Belki de bu yeteneği keşfettiğinden beri ilk kez herhangi birini kandırmak için kullanacaktı. Her şeyin bir ilki vardır ama, değil mi?
Kalenin duvarlarından ayrıldığı anda tüm bedenini ele geçiren soğuk kollarını birbirine kavuşturmasına neden olsa da ne yürüyüşündeki hızı ne de görünmemek için harcadığı çabayı engellemeye yetmemişti. Gözlerini hafifçe kısıp rüzgarın dağıttığı ve her geçen saniye daha da çekilmez bir hal alan saçlarına aldırmadan umursamaz bir tavırla yürümeye devam etti. Bu sefer ne yaptığını sorgulamayacaktı. Her defasında bir yerlerde Lucy’nin yüzünü görüp vazgeçmekten sıkılmıştı. Kutuyu alıp içindeki parşömenlerin gizlediği kehaneti bulacaktı, o kadar. Bunu abartmaya gerek yoktu ki. Büyütmeyecekti de. Geri dönüşü olmayacaktı bu geceki kararının. Özellikle de kehanetin korunduğu kutuyu açmanın bir yolunu bulmuşken aptallık yapıp vazgeçmeyecekti. Eğer şimdi yapamazsa bir daha asla yapamazdı.
Koronun neden Hogwarts bahçesinin bu kadar uzağında olduğunu merak etti bir an için. Bu havada o kadar yolu yürümek daha önce hiç eziyet gibi gelmemişti ona. Ama şimdi bir kırbaççasına yüzüne çarpan rüzgarı hesaba katınca okuldaki cisimlenme yasağına lanet okudu. Yine de ona asırlar sürmüş gibi gelse de kısa süre sonra kuyuyu çevreleyen ve dikenler barındıran sık çalıların olduğu yere varmıştı. Bu sefer tüm bedenini yolmaya ve kanatmaya niyeti yoktu. Asasını eldivenlerin bile soğuktan korumayı başaramadığı parmaklarının arasına aldı ve mırıldandığı birkaç sözcüğün eşliğinde çalıların birbirinden ayrılarak yolu serbest bir hale getirmesini izledi. Kendinden gayet memnun bir ifadeyle eski kuyunun yanına gitti ve gözlerini kısarak içine baktı. Şimdi dolunayın da yardımıyla gayet net bir şekilde görebildiği kuyu ne kadar da masumane bir görüntü sergiliyordu. Oysa içinde ne iğrenç şeyler barındırıyordu. Silkindi ve sol elindeki eldiveni çıkarıp diğer elindeki asayla avucuna bir çizgi çizdi. Saniyeler sonra bu çizgiden akan kanlar dolunayın yansımasının vurduğu kuyuya damlamaya başladı. Ve şimdi ona bütün bir dönemi rezil eden kutuya bir yandan tiksinti, diğer yandan da hayranlık barındıran bir ifadeyle bakıyordu. Hala elinden akan kanları umursamadan kutuyu suyun içinden çıkardı. İşte elinde tutuyordu onu. Hayatını ellerinden alan gerçekleri barındıran kutu parmaklarının arasındaydı ve onu açmak için sadece birkaç kelimeye ihtiyacı vardı. Onu özenle tutup asasını içi içe geçmiş kuzgun ve yılan sembolünün birleştiği noktaya dokundurdu. Kelimeler iki dudağının arasından döküldüğünde ise kutunun üzerindeki her sembol yeşilin en açık tonlarından birine bürünüp parlamaya, etrafa ışık saçmaya başlamıştı. İlk anda onu açmayı başardığını düşünen Marv sonrasında kutunun bu şekilde açılmadığını hatırladı. Nerden olduğunu bilmediği iki farklı noktanın birbirinden ayrılması gerekiyordu, öyleyse tam anlamıyla başaramamıştı. Belki sözcükleri yanlış telaffuz etmişti ya da söylememesi gereken bir şey söylemişti.
Her ne yaptıysa şu anda başı büyük beladaydı. Dizginleyemediği bir güç arzusu her geçen saniye daha da artarken bakışları kutunun üzerindeki parlayan yılan sembolünde sabitlenmişti. Büyük bir açgözlülük barındırıyordu yeşilden tamamen uzakta, sonsuz bir boşluğu andıran kara gözleri. Zihni tek bir noktada yoğunlaşmıştı, kutunun ona ne yaptığını bilmiyordu ama artık günlüklerde okuduğu kadarıyla tanıdığı annesi gibi düşünüyordu. İstediği oluyordu işte, kızlarından biri onun kuklası olmak üzereydi. Engelleyemediği bir canavar bedenini ele geçirmek için verdiği savaşı kazanıyordu... | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12569 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri Salı 28 Ekim 2008, 23:55 | |
| Yatağının hemen yanında ki penceresinin duvarına yaslamış olduğu bedeni, oraya ait olduğunu gösteren tek şeydi belki de. Dizlerini bükerek karnına doğru birleştirmiş, çenesini de diz kapaklarına dayamış ve olduğundan farklı görünen masum bir ifade takınmıştı çehresine. Göz bebekleri, tek başına oturuyor olduğu bu karanlık odanın içerisinde gezinirken, zihninden geçirdiği düşünceleri kovalamak istermişçesine sallamıştı başını. Marv ile konuşmayalı neredeyse dört ay oluyordu ve böylesinin en iyisi olduğunu bile bile de olsa, yanına gitmemek için zor tutuyordu kendini Elizabéth. Duyguları değişmiş veya değişecek değildi fakat bu şekilde devam edecek olursa dostlukları da bitecek gibiydi.. Sonunda, bulunduğu ortama dönerken, bakışlarının kaydığı ve ayaklarının hemen ucunda duran buruşmuş parşömende sabitledi gözlerini. Parmaklarını narince mektuba doğru uzatırken, zihninden geçen hiçbir düşünce yoktu.. Nereden geldiği belirsiz ve tanıdık olmayan bir el yazısı ile yazılmış parşömeni tekrar okuyarak doğrulttu bedenini hafifçe;
`Yarın akşam sekizde, Bağıran Baraka önünde.´
Aklına gelen ihtimaller ve mektubun kime ait olduğu düşüncesi, lanet olası kağıt parçası eline geçtiğinden beri kemiriyordu beynini. Ne olabilirdi ki? Bulanık Gryffindor'luların aptal şakalarından biri mi, yoksa Hogwarts'a ayak bastığı andan beri ondan nefret ediyor olan bir kısım öğrenci topluluğunun, komplo teorilerini harekete geçirme eylemi mi? Parşömeni yumruğunun içine alırken, saçlarını da savurmuştu hiddetle fakat o an, gözleri önünde beliren belli belirsiz görüntüler ve omzunda hissettiği acıyla birlikte haykırarak fırladı yataktan; 'Marv! Marv!' Kızın bir büyünün etkisine girerken gördüğü görüntüsüne dönmeye çalışarak gözlerini yumdu. Ona tanıdık gelen bir ortamdı ama neresi olduğunu çözebilmesi için, belirli bir nesne gerekiyordu Ell'e. 'Hadi amaaa..' Adrenalin vücudunun her bir noktasına yayılırken, sağlıklı düşünememe ve konsantre olamamanın verdiği telaşta ekleniyordu bedenine fakat saniyeler sonra gördüğü o fazlasıyla tanıdık heykeli seçebildiği anda çıkmıştı odadan..
Uzun koridorlar; fazlasıyla uzun... Koşa koşa indiği merdivenler ona inatmışçasına değişiyor ve her defasında okkalı bir küfür savurmasına neden oluyordu Elizabéth'in. Neler olduğunu anlamaya çalışan birkaç tanıdık simanın onu durdurmaya çalışma girişimlerini umursamadan - biraz da hiddetle - bağırmıştı tekrar; 'Haddinize olmayan işlere karışmasanıza. Çekilin yolumdan!' Kızın delirmişçesine çığlıklarından sonra, ürkekçe çekilen kalabalığı yararak daha da hızlandı. Dışarının dondurucu soğuğuna yada arkasından söylenen münasebetsiz sözlere aldırdığı yoktu aslında. Şu anda umursadığı tek şey, belki de hayatında onun için değerli olan tek kişiydi de ve az önce gördüğü görüntülerin gerçek olduğunu bilmesi, kıpkırmızı kesilmiş burnuna inatla biraz daha hızlanmasına sebep oluyordu her defasında. Gölün etrafından dolanarak Fısıldayan Ağaç Korosuna doğru yol alırken, vücudunun yarısı hissizleşmişti fakat bunun böylesine soğuk bir havada atkısız ve eldivensiz koşuyor olmasıyla hiçbir alakası yoktu ona göre; bütün olay gördüğü görüntülerle ilgiliydi Elizabéth için, o kadar..
Sonunda, girdiği uzun bir öksürük koması eşliğinde durarak kardan ötürü dizlerine kadar ıslanmış olan bacaklarına yüklendi elleriyle. Bir yandan da Marv'ın yerini seçebilmek için etrafını tarıyordu. Çalılık gibi bir yerde olmalıydı ve.. ve oradaydı işte..
'Marv!' Büyü ile birbirinden ayrılmış olduğu belli olan dikenli çalıların arasında ve Ell'in daha önce hiç rastlamadığı bir kuyunun hemen önünde, göz bebekleri birer kara delik şekline dönmüş bir halde öylece duruyordu kız. Tepeden tırnağa titremesine neden olan bu görüntüye bakarken, aniden Marv'ın bedenine doğru atılarak haykırdı; 'Kendine gel Marv! Kendine gel, n'oldu sana?!' O an dile getirilebilecek en saçma şeyleri söylüyor olsa da, bedenini sarstığı kız kadar bilinçsizdi aslında. Nostaljik muggle filmlerinin en trajik sahnelerinden birini yaşıyormuşçasına bir kare de olmasını zorlaştıracak tek fark, kolları arasında ki bedenin bir kıza ait olmasıydı sadece. Marv'ı etkisi altına alan lanetvari büyünün etkisiyle geriye doğru savurulurken, ani bir hareket eşliğinde asasına gitmişti eli. O an yaptığı tek şey; aklına gelen ilk büyüyü tüm gücüyle, lanetin çıktığını düşündüğü ve kızın avuçlarında sımsıkı tuttuğu kutuya doğru savurmaktı sadece;
'Flipendo!'*
_________________
* Flipendo: Büyülü nesneleri devirmede kullanır.
En son Elizabéth Adrianna Malfoy tarafından Çarş. 11 Şub. 2009, 01:18 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12730 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: Geri: Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri Perş. 30 Ekim 2008, 22:57 | |
| Kaçış yok muydu? Ne kadar çaba göstermesi gerekiyordu annesinin lanetinden kurtulmak için? Hangi güç onun kuklası olmasını engelleyebilirdi? Sorular zihninde dolaşıp dururken o hala başka bir seçenek arıyordu, bundan kurtulmasını sağlayacak bir yol düşünüyordu. Ancak ne var ki artık herhangi bir yaşama belirtisi göstermeyen bakışlarını kutunun üzerindeki yılan sembolünden bir an için bile ayıramıyor, bir zehir gibi bedeninin her noktasına yayılan lanetten kurtulamıyordu. Sonu gelmeyen bir okyanusun ortasında gibiydi, çırpındıkça daha da derinlere batıyorken her geçen saniye onu ölüme daha da yaklaştırıyordu. Ama ölmeyecekti, değil mi? Annesi kendi kızını öldürecek kadar merhametsiz olamazdı. O kadın her şeyi yapabilirdi ama kızından vazgeçemezdi, en azından Marv o an için öyle olmasını umut ediyordu. Güç isteği hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde içine dolduğunda ve annesinin manyakça planları ona dahice fikirler gibi geldiğinde içinde verdiği bu savaşı kaybettiğini anladı. Annesine yenilmiş, onun kuklası olmuştu.
Artık onun dünyasında hiç doğmayacak olan güneşi andıran parlak sarı saçları sımsıkı sardığı atkısından kurtulmuş esen rüzgarla savrulurken derinden gelen ve tek kelimesine bile anlam veremediği sesin sahibini fark etmedi bile. Artık soğuktan hiç de etkilenmiyormuş gibi görünen elleri arasındaki kutu ona ulaşılması imkansız gibi gelmiyordu şimdi. İstediği an onu açabilecek güce sahip olduğunu hissedebiliyordu. Ama bunu yapmayacaktı, gerçeklere değil olması gerekenlere ihtiyacı vardı onun ve olması gerekeni de sadece annesi biliyordu, değil mi? Büyünün etkisine girdiğinden beri bir an olsun kutudan ayırmadığı gözleri, o aniden ellerinden alınıp uzaklara fırlatılınca içini kaplayan korku duygusunun eşliğinde iri iri açıldı.
Bitmiş miydi yani? Kutu çalıların arasında son kez parlayıp yok olduğunda bilinci yerine gelen Marv düşmemek için kendini zorlarken kanatırcasına kurumuş dudaklarını ısırdı. Kendisine destek vermesini umarak sıktığı yumrukları sol elinden gelen ani acıyla açmak zorunda kaldı. Bakışlarını avcuna çevirdiğinde kutuya ulaşmak için kanını akıttığını ve yarasını temizlemeye zahmet bile etmediğini hatırladı. Derin kesik o an için çok da umrunda sayılmazdı hani. Özellikle de son anda bir kukla olmaktan kurtulduğunu düşününce. Tam yenik düştüğünü sandığı anda oraya gelen Ell, tam zamanında yetişmiş ve onu annesinin hazırladığı iğrenç sondan kurtarmıştı, yanılıyor muydu? Yeniden yeşilin en koyu tonlarından birine bürünen bakışlarında minnettar bir ifade vardı. Yorgun düşmüş bedeninin verdiği ağırlığa aldırmadan kendisinden bir kaç adım uzaklıkta olan kıza sarıldı.
''Tanrım, iyi ki burdasın Ell. Teşekkür ederim, neredeyse.. neredeyse yok oluyordum..''
Gözlerinden süzülen yaşları umursamadan Ell'e bir bakıma hayatını ona geri verdiği için teşekkür ederken genç kıza hiçbir şeyi anlatmadığını hatırladı. Gerçi Lucy'den başka kimseye anlatmamıştı ve anlatmayacaktı da. En azından geçmişte buna karar vermişti ama bu geceden sonra hala sır gibi saklayamazdı. En azından Ell'in bilmeye hakkı vardı. Ama ne diyecekti ki? 'Ell, annem bir katil. Manyakça planları var. Bu kutu da onun planlarını ve yaptıklarını saklıyor. Az önce de beni kuklası haline getirmeye çalıştı.' mı? İçinden kendi kendine güldü. Bu şekilde söyleyince ne kadar da tuhaf gelmişti olanlar. Bedenini genç kızın bedeninden çekerken kollarını birbirine kavuşturdu. Hava iyice soğuyordu ve koroyu çevreleyen ağaçların sıklığı bile rüzgarı engellemiyordu. Gözlerini kıstı ve hiçbir şekilde hiçkimseye anlatmama konusunda Lucienda'ya verdiği sözü hatırladı. Ancak şu durumda da ne yapabilirdi ki? Sakin bir sesle anlatmaya başladığında, artık işleri iyice oluruna bırakmış, umursamamaya başlamıştı.
''Annem, gerçekten de manyakça istekleri olan bir cadıydı. Lucienda - bilirsin, Ravenclaw'daydı, geçen yıl öldü - Lucienda ve ben bir şekilde bu kutuyu bulduk. Onun da kanı olduğunda hiçbir sorun olmadan açılmıştı, ama o gidince benim tek başıma açmam gerekti. Kutunun içinde annemin ve Ju'nun - Lucy'nin annesi - planlarına dair notlar, neler yaptıkları gibi şeyler vardı. Ve bir de bu gece burada oluşumun sebebi, yani bir kehanet. Aslı değil tabii, parşömene geçirilmişi.'' Duraksadı Marv. Daha fazlasını anlatmaya hazır mıydı? Gördüğü rüyaları, annesinin işlediği cinayetleri, onun planlarını devam ettirmek üzere olduğunu.. Bütün bunları anlatmak istediğine emin miydi, yoksa bir şekilde geçiştirip burada konuyu kapatmalı mıydı? ''Ve ben Lucy olmadan kutuyu açmanın bir yolunu bulduğum, ya da bulduğumu sandım. Riskli olduğunu biliyordum ama merak içinde kalamazdım. İşte, gerisini biliyorsun... Ell, bunları Vyns'e anlatmadım, anlatmayacağım da. Sende kimseye bahsetme, olur mu? Söz veriyorum bir daha kutunun yanına bile yaklaşmayacağım.''
Bu konuda elbette ki bir şüphesi yoktu. Ell düşünmeden güvenebileceği tek insandı onun için. Yine de emin olmak istemişti. Sonra aklına neden diğerlerinin gelmediği fikri takıldı. Büyük ihtimalle dövme haber vermişti genç kıza, tıpkı diğer LS üyelerine de vermesi gerektiği gibi. Mutlaka kızların aralarından birinin tehlikede olduğundan haberleri vardı, öyleyse neden hiçbiri arama zahmetine katlanmamıştı. Meraklı bakışlarını çevrede gezdirip kimsenin gelmediğini gördüğünde içi biraz rahatlasa da hala neden gelmediklerini anlamıyordu. Yine de gelmedikleri için memnundu. Her ne kadar LS bir aile gibi birbirine sıkıca kenetlenmiş dostlarından oluşsa da kızkardeşine dahi anlatmadığı bir konuyu onlarla paylaşmaya niyeti yoktu. Yeniden Ell'e çevirdi bakışlarını, dudakları acı bir tebessümle kıvrılırken... | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12569 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri C.tesi 08 Kas. 2008, 19:11 | |
| Marv'ı kaybetme korkusuyla, baştan aşağı titriyordu bedeni. Ona herhangi bir şey olursa ne durumda olacağına dair öylesine çok senaryo geçiyordu ki zihninden, kendini anlıkta olsa soyutladığı ortama döndürmesi, kızın ancak sıcacık nefesini ve omzuna dolanan kollarını bedeninde hissetmesiyle mümkün olmuştu. Marv her zaman ki nazik ses tonu eşliğinde Ell'e teşekkür ederken, birkaç saniyeliğine tereddüt ettikten sonra o da sarmıştı kollarıyla kızın omuzlarını. Bedeni, şimdiye dek hiç olmadığı kadar ürperirken, istemsizce de olsa yumduğu göz kapaklarıyla şükrediyordu Merlin'e; onun yanında, tenini hissedebiliyor olduğu için. Sanki o uzun ve bitmeyecekmiş gibi gelen dört ay, kaybolup gitmişti aniden; aralarında küslük yaşanmamış, Ell Marv'ın dudaklarına daha önce öpücük kondurmamıştı hiç... Sanki...
Kendine gelerek, Marv'ın kollarının bedenini terk etmesini izlerken, kızın anlattıklarıyla ilgileniyormuş gibi değildi aslında. Göz bebekleri onun kalemle çizilmişçesine güzel ve kurumuş dudaklarına doğru kayıyor, uzunca bir süre öncesine kadar, Marv'ı böylesine inceleyemediğini hatırlatıyordu Ell'e. Lucy ile aralarında ki konuyu bilmesi gerekse de, bilmemeyi yeğlerdi şu an fakat sırf onun çehresini okşuyormuşçasına yumuşak ve narin ses tonunu duyabilmek adına dinliyordu kızı. Demek anneleri daha önce iyi birer dosttu ha? Birden, bedeninde yükselmeye başlayan Lucy'e dair kıskançlık duygusu, saniyeler sonra kendini fazlasıyla kötü hissetmesine sebep olmuştu. Ölmüş bir kızın ardından böylesine çirkin bir duygu besleyecek kadar da alçak değildi ya? Kendi sorusunu yine kendi cevaplayarak konuştu iç sesiyle; *Hiç sanmam Ell. Sen fazlasıyla alçak bir insansın.* Dudakları rahatsız edici bir tebessüm eşliğinde kıvrılırken, Marv'ın da sözünü bitirerek aynı şekilde fakat saf bir mimik ile gülümsediğini fark etmişti ona doğru. Kısa bir süre sessizliğin hakim olduğu ortama inatla, belinden kavradığı kızı oturttu çimlere. Kendi bedenini de ani bir hareketle Marv'ın yanına, Fısıldayan Ağaç Korosunu çevreleyen ağaçlardan birinin kökleri üzerine sererken, oynattı dudaklarını;
'Tabi ki bir daha asla yaklaşmayacaksın o kutuya. Hatta onu yok etmenin bir yolunu bulacağız, sen merak etme..' Hafifçe bir tebessüm eşliğinde devam etti; '..ve çok haklısın, başka kimse bilmemeli Marv; bu konuyu burada kapatalım.'
Marv'ın, geçen sene aralarında yaşanan o olayı unuttuğunu mu yoksa hiç olmamış gibi davranmayı mı yeğlediğini bilmiyordu fakat içinde bulundukları durumdan memnundu artık. Esen rüzgar eşliğinde ürperen bedeni biraz olsun titrerken, bunu kıza fark ettirmemeye çabalayarak uzattı ellerini, onun narin parmaklarına doğru. Saniyeler sonra hissettiği sıcak ve akıcı sıvı, göz bebeklerinin fal taşı gibi açılmasına sebep olmuştu;
'Marv bu ne? N'oldu avucuna, lanet mi yaptı yoksa bunu?!' Yutkunduktan sonra haykırdı tüm sesiyle; 'Hastahane Kanadı'na gitmeliyiz, çabuk!'
En son Elizabéth Adrianna Malfoy tarafından Çarş. 11 Şub. 2009, 01:44 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12730 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: Geri: Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri Çarş. 10 Ara. 2008, 22:53 | |
| Kara bulutların arasında yavaş yavaş kaybolan dolunaya kaydı ıslak gözleri. Neden bilmiyordu ama yaptıklarına dair en ufak bir pişmanlık taşımıyordu üzerinde. Sadece o tarif edilemez duygu, başarısızlık duygusu vardı. Yine ve bir kez daha yenilmişti. Hiçbir zaman öğrenemeyecekti gerçekleri. Oysa ki tek bilmek istediği gerçeklerdi. Bu kadar zor olamazdı, değil mi? Lucy ölmeseydi, belki bir süre daha yaşasaydı öğrenebilirdi ama şimdi.. Onsuz bunu başarmanın imkansız olduğunu anlamıştı. Ve aptallığını ruhuyla ödüyordu, eğer Ell yetişmeseydi. Peki annesi başarsaydı ne olacaktı? Onun kuklası olduğunda tıpkı onun gibi insanları katledip, tek bir amaç uğrunda canını mı verecekti yani? Zaten ölüm yiyenliği, Lord’u seçerek hayatının geri kalanını bir başkasına teslim etmişti. Annesi başarılı olsaydı bile hayatında çok şey değişmezdi, söylemekten her zaman çekindiği düşünceleri yok olurdu, o kadar.
Ell’in sözleriyle kendini düşüncelerin arasından sıyırıp aldı. Kutuyu yok etmekten mi bahsediyordu bu kız? Asla.. Yine de bu düşüncesini onunla paylaşmak gibi bir niyeti yoktu açıkçası. Zaten bu gece kendini yeterince ahmak yerine koymuştu, bir de Ell tarafından azarlanmak istediğini sanmıyordu. Genç kızın konuyu kapatmak istediğini söylediğini duyunca bir rahatlama hissetti. Ama birkaç saniye ardından onun kanayan elini görmesiyle bütün rahatlık buhar olup uçmuştu sanki. Evet, sahiden de kötü bir yaraydı ve büyük ihtimalle hala kanamaya devam ediyordu. Ama birkaç saate kadar duracaktı, bunun için Hastane Kanadını ayağa kaldırmanın anlamı yoktu ki. Gayet sakin bir sesle devam ederken bir yandan da ayağa kalktı.
‘Abartma Ell. Sadece ufak bir sıyrık. Birazdan kanaması duracaktır, büyütmeye gerek yok. Hadi, zindanlara dönelim. Ve Ell, yanımda olduğun için teşekkür ederim.’ | |
| | | | Geçmişin Laneti ve Beraberinde Getirdikleri | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |