|
| 6. Sınıflar ~ Pi Sayısı ve Altın Oran | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13572 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: 6. Sınıflar ~ Pi Sayısı ve Altın Oran Paz 09 Kas. 2008, 12:36 | |
| Kasım ayının ortalarında, soğuk ve kasvetli bir gündü. Şatonun pencere pervazları bembeyaz karla örtülmüştü, bahçedeki ağaçlar ışıl ışıl parlıyorlardı. Gölün yüzeyi buz tutmuştu; enerjisini kaybetmeyen kimi öğrenciler biraz macera yaşamak adına gölün üzerinde dans etme yarışları düzenliyordu. Çoğunlukta kalan diğer kısım ise gözlerinde mahmur ifadelerle ortalıkla dolanıyor, derslerde hocaya çaktırmamaya çalışarak uyukluyorlardı. Aslında şatonun esrarengiz büyüsüyle birleşen yorgun hava; öğretmenleri de etkisi altına almıştı, çoğu derslerin son dakikalarında öğrencileri serbest bırakıyor, sıcak yataklarına girecekleri anı iple çekiyordu. Amortentia ise uykusuzluktan nasibini alanlardandı. Gündüzleri kendi sıkıntılarının dışında bir de okulun ve öğrencilerinin problemleriyle uğraşmak, onları çözümlemeye çalışmak onu yeterince boğuyordu; buna bir de geceleri gördüğü kâbuslar eklenince, uyumaktan korkar hale gelmişti. Kendi binasından O. Meredith Poulter adlı öğrencisinin yüzleştiği gerçekler, bunca tecrübesine karşın onu bile sarsmıştı. Kızın babasıyla yaptığı görüşmeden sonra Fısıldayan Ağaç Korosu’na gittiğini biliyordu; onu rahat bırakması gerektiğini düşünerek yanına birini göndermemişti; ancak ertesi gün ikinci derse girdiğinde karşısında genç kızı göremeyince şaşkına dönmüş, hemen bir öğrencisini onu bulmaya yollamıştı. İnsanların kendisi kadar güçlü olmadığını bir kez daha fark etmişti o an. Herkesi kendi gibi bilmemesi gerekiyordu. Yanlış yapmıştı. Belki de şu an Meredith’e yapılabilecek en kötü şey; onu yalnız bırakmaktı.
Meredith, Jasmine ile birlikte içeri girdiğinde; o kürsüsünde oturmuş, gözlüğü burnunda, kitap okuyordu. Seçmeli bir ders olan aritmansiye talep az olduğundan ve onun sıkı disiplininden dolayı ders rahatlıkla işlenirdi. Derin bir nefes alarak ayağa kalktı ve büyük bir ceza bekleyen Meredith’e olanlar hakkında tek bir kelime bile söylemeyerek onu şaşırttı. Günlerdir kafasını kurcalayan tüm problemleri hafızasının arka raflarına kaldırmaya gayret ederek dersine yoğunlaştı ve konuşmaya başladı: "Aritmansi sayılar üzerine kurulu bir bilim dalıdır. Bu dersimiz de; evrenin yapı taşının bir sayı olabileceğini göreceksiniz. Bu sayıya Phi sayısı deniliyor. Tam olarak hangi sayıya karşılık geliyor, bilen var mı?" Kız öğrencilerden biri parmak kaldırarak bir sayı söyledi; ancak tutmamıştı. Profesör’ün sert bakışlarıyla karşılaşınca kızardı ve ders boyunca çıt çıkarmaya tenezzül edemedi. Amortentia şans eseri bir sayı atıp tutmasını bekleyen kıza yönelttiği soruyla böldüğü dersine kısa bir öksürük nöbetinden sonra devam etti: "1.618... Bu; evrendeki en güzel sayıdır. Ünlü Fibonacci sayı diziminden üretilmiştir. Bu dizimin ünlü olmasının nedeni; dizideki her rakamın kendisinden önceki iki sayının toplamına eşit olması."
Hızlı bir şekilde bileğini çevirmesiyle tahtada bir sıra sayı belirdi. Yüksek sesle okudu: "1 1 2 3 5 8 13 21." Öğrencilerin bir kısmı hayretlerini gizleyemeyerek tahtaya bakıyor, diğer kısmı ise uykulu uykulu esniyorlardı. Amortentia devam etti: "Tabii sadece bununla kalmıyor. Bu dizinin ünlü olmasının nedeni sadece her rakamın kendisinden önceki iki rakamın toplamına eşit olması değil. Aynı zamanda komşu sayıların bölümleri 1.618’e eşittir. Böyle bir diziyi oluşturmak, tabii ki her büyücünün harcı değil."
"Phi sayısı... Mükemmel bir sayı. Evrendeki neredeyse tüm ölçüler Phi'nin 1'e oranına eşittir. Phi sayısına eşit olan ölçüler; sadece bir tesadüfle açıklanamadığı için ona aynı zamanda Altın Oran'dan denmiştir." Bir yandan dersini anlatırken bir yandan da sıraların önünde yürüyor, anlattıklarını tahtadaki sayıları göstererek kanıtlıyordu. "Evrendeki her yerde phi'ye rastlamanız mümkün. Bütün arı kovanlarında dişi arıların sayısının erkek arıların sayısına bölümü, çam kozalakları, ayçiçeği çekirdeklerinin zıt spirallerinin her birinin çarpımının diğerine oranı, bitkilerin yaprakları hep aynı sayıyı verir bizlere: Phi!"
"Doğada bu sayıya bu kadar çok rastlarken; kendi vücudumuzda olmaması imkansız elbette. İnsan vücudu, ayaklık bir altın orandır. Omzumuzdan parmak uçlarımıza kadar olan mesafeyi, dirseğimizden parmak uçlarımıza kadar olan mesafeye bölelim. Kalçamızdan yere kadar olan mesafeyi, dizimizden yere kadar olan mesafeye ya da... Sonuç hep aynı. 1.618... Ya da başka bir deyişle Altın Oran! Büyücülük dünyasının her yerinde bu orana rastlarsınız. Bakanlık binası, Gringotts, Hogwarts, St. Mungo... Hepsi phi sayısına göre yapılmıştır." Sustu ve tepkilerini ölçmek istercesine öğrencilerine baktı. Kimi gözlerindeki uykulu ifadeden hiçbir şey kaybetmemişti, kimi sıkıcı beklediği aritmansiyi oldukça eğlenceli bulmuştu. Senelerdir bu sahneyi görmeye alışık olan Amortentia: '’Ödeviniz; Fibanocci’nin hayatını araştıran bir yazı. Ayrıca vücut ölçülerinizin oranları. Hepsinin phi'yi vermesi gerekiyor ne de olsa." diyerek ödev verilmesine canı sıkılan öğrencilerine parıldayan gözlerle baktı ve günlerinin iyi geçmesini dileyerek sınıfı terk etti. | |
| | | Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11975 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: 6. Sınıflar ~ Pi Sayısı ve Altın Oran Paz 09 Kas. 2008, 12:41 | |
| 'Yapayalnız kalırız bir gün. Bir akşamüstü yanımızda kimsecikler olmaz. Ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir.' *
Yapayalnız hissediyordu kendini Meredith. Kalabalık içerisinde kaybolmuştu sanki. Yüreği, aklı, bedeni başka yerlere savrulmuş, ruhunu çaresizce bırakıp gitmişti. Sert rüzgârın tenini bıçak gibi kestiğini bile duyumsamıyordu, yağmur damlacıkları saçlarından akarak giysilerini sırılsıklam ederken, üşümüyordu. Vakit ilerledikçe koyu karanlık bir sismiş gibi dağılıyordu; ancak Meredith’in gözlerinin önündeki perde kalkmamıştı hala. Hiçbir şey göremiyor, duyamıyor, hissedemiyordu. Ne yapacağını bilmez halde oturmuştu bir ağacın tepesine. Şimdi daha iyi anlıyordu; insanlara karşı bunca saldırgan olmasının nedenini. Kırılgandı o aslında. Geçmişi, anı yaşamasını hep engellemiş, nereye giderce gitsin peşini bırakmamıştı. Anıları bir koza gibi çevresini sarmış, usul usul, hazin bir şekilde içine işlemişti. Duygularını içine gömmüştü hep, gözü kara cesaretini göstermişti herkese. Oysa şimdi yağmura eşlik eden ıslak gözlerinden ilk defa utanmıyor; yıldızlar üzerine düşecekmiş gibi parıl parıl parlarken; içi ürperiyordu. Hayat ona hep zalim yanını göstermişti; ruhunu hoyratça kullanmıştı. Ne zaman sevse yalnız kalmış, yüreği buz tutmuştu. Parça parça eksilmişti her yanı. O ise; ruhundan, bedeninden veya yüreğinden kopup giden her parçayla beraber hislerini birkaç avuç toprakla örtmüş, üzerlerine biraz su döküldüğünde tekrar ortaya çıkacaklarını kestirememişti. Şimdi; bütün korkunç hatıralar teker teker hortluyor, asla ölmeyeceklerini kanıtlamak istercesine genç kızın gözlerinde gözyaşı, dudaklarında sessiz çığlıklar olarak gösteriyorlardı kendilerini. Soluduğu havada, yediği yemekte, düşüncelerinde, hislerinde, bedeninde, hatta sevdiklerinin gözlerinde bile onların çürümüş kokusu vardı. Belki de hata Meredith’teydi. Geçmişinin üzerine gitmek, yaşadıklarıyla ve babasıyla yüzleşmek yerine; kaçmayı seçmişti. Hırçın tavırlarıyla içindeki güvensiz, küçük çocuğu korumaya çalışırken, çok yara almıştı. Ve şimdi; öğrendiği gerçeklerle birlikte, hayatı tümden değişmiş, tüm bu sarsıntılar ruhunu allak bullak etmişti. Acısı yüreğine, yüreği bedenine ağır geliyordu. Bu yükle nereye kadar devam edebileceğini bilmiyordu. Aslında ölümden korkmasaydı, hemen ölmeyi seçerdi. Ancak bilinmezlikler, boşluklar hep korkutmuştu onu. ‘Ölmek’ ya da ‘acı çekmek’ değildi onun kalbinin çarpmasına neden olan; o; ‘ölümden’ korkuyordu. Yaşamaktan başka çaresi yoktu bu yüzden, hissetmeden nefes almaya yaşamak denirse elbet. Yarım güne yakın bir süredir Fısıldayan Ağaç Korosu’nun derinliklerindeki bir ağacın tepesinde oturmasına rağmen; güneşin batışına da, doğuşuna da tepkisizdi. Oysa normalde gözlerine güzel bir ziyafet vermek için otururdu o ağaçta. Saatlerdir gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçenler ise, yaşadıklarından başkası değildi.
'Hatırlamakla değişse hatıralar... Bile bile değişmeyeceklerini; tek tek çıkarıyor hafızasının raflarından her birini. Sil baştan yaşıyor çoktan yaşanmış bitmiş şeyleri. Geçmiş, çiğneye çiğneye tadı çoktan acılaşmış bir sakız olmuş damağında. Çektikçe uzuyor. Kâh bir gün evveline, kâh on sene öncesine erişiyor. Tekrar tekrar aynı şeyleri hatırlamaktan sıkılmamış kadın. Sıkılmış kendisi olmaktan.' **
Belki de sorun buydu. Kendisinden, kendisi olmaktan ve ölmeyi bile göze alamayacak kadar korkak ve çaresiz oluşundan nefret ediyordu. Çektiği tüm ızdıraplara, aldığı tüm yaralara karşı nasıl bu kadar kayıtsız olabilirdi? Hala ayaktaydı işte, hala cesaret edememişti uçurumun öbür tarafına yuvarlanmaya. Bir kayalığın tepesinde oturup atlamakla atlamamak arasında tereddüt bile etmiyordu, sonu açıktı: her şeye rağmen devam edecekti. İşin kötüsü, buna sebep olan hala umutlarını, hayallerini kaybetmemiş olması değil, korkaklığıydı. Neden Gryffindor’a değil de Ravenclaw’a seçildiği o kadar netti ki. Belki de bininci defa içini çekti ve annesinin katili olan babasının Hogwarts’a gelerek onunla yaptığı konuşma tekrar belleğinin kapısını tıngırdatınca, gözlerini yumdu. Bay Poulter; on dört yıl önce karısını öldürmekten hüküm giymişti. Cezası bitince hiç beklemeden okul müdiresi Bayan Derwent’a bir mektup yazmış, sonra da kadının anlayışlı mizacı sayesinde bir muggle dahi olsa Hogwarts’a ayak basabilmişti. Açıklayacağı hakikatler, etrafındaki dünyanın büyüsüyle gözlerinin kamaşmasına bile engel oluyordu. Sıkıntı ve endişeyle içinde kıpırdamadan duramayan insanların olduğu tablolarla dolu, şarap tortusu renginde mobilyaları olan bir odada beklerken, aradan geçen bunca zamanın kızını nasıl biri haline getirdiğini içten içte merak ediyordu. Güzel miydi? Çalışkan mıydı acaba, yoksa zekâsıyla üstesinden gelebiliyor muydu her şeyin? Belki de görüp geçirdiklerinin de etkisiyle fazla acımasızdı. Bilmiyordu… O tüm bunları düşünürken; içeriye ortalama boyun üzerinde, çok hafif balıketli, güzelce bir kız girdi; Bayan Derwent onu içeri iterek arkasından kapıyı kapattı ve dışarı çıktı. Şimdi odada sadece ikisi duruyordu. En son ki birlikteliklerinde, aralarında bulunan üçüncü kişi ölmüş, daha doğrusu öldürülmüştü. O anı aklından atmak isteyen, hapishanede geçirdiği yılların etkisiyle yaşından da fazla gösteren adam, kaçamak bakışlarından kurtularak gözlerini dimdik bir şekilde kızının bal rengi, neler olup bittiğini anlamak istercesine bakan güzel göz bebeklerine dikti. Meredith karşısındaki adamın kim olduğunu anlamaktan öte; hissetmişti. Çürük anılarının kasvetli kokusu vardı onda da. Nabzının hızlandığını hissetti, ama hayatında gösteremediği bir iradeyle, kalbine hükmetti ve şaşkın bakışlarını olabildiğince soğuklaştırdı. Kendisi için zor olacağını düşündüğü bu yüzleşmenin, onu olduğundan daha sakin hale getirmesi şaşılacak şeydi. Serinkanlılıkla konuştuğunda; şaşırma sırası babasındaydı.
“Demek çıktın.” Dudaklarından dökülen bu iki kelime, içinde binbir türlü anlam taşıyor, bunca yıldır yüreğinde biriken hisleri anlatıyordu. Hangi yüzle yanına geldiğini, ne cüretle onun karşısına çıkıp konuştuğunu soruyordu Meredith, kabuk bağlayan yaralarını neden tekrar kanattığını soruyordu. Sakin duruşunun altında yavaş yavaş kabarmaya başlayan öfkesi, onu ele geçiriyordu. Kendi kendine soğukkanlı olmasını tekrarlayarak ıssız bakışlarının tekrar babasına dikti. Adam bu karşılamadan pek hoşnut kalmasa da, başka ne beklediğini anlayamıyordu. Aksi bir durum olsa şaşırması gerekirdi hatta. Bu yüzden istifini bozmadan konuştu: “Evet, çıktım Meredith. Çıktım ve soluğu burada aldım. Eminim ki yüzümü dahi görmek istemiyorsun.” Bu noktada kızının alaycı ve onun sözlerini onaylayıcı bakışlarıyla karşılaşması kendine olan güvenini biraz sarssa da; orada bulunmasındaki amacı unutmayarak sözüne devam etti: “Buraya sana bazı gerçekleri açıklamaya geldim. Artık öğrenmen gereken gerçekleri… Söylemek kolay olmayacak; ama bu yükten bir an önce kurtulmak istiyorum. Kendimizi kandırmayalım, bu noktadan sonra bir baba – kız ilişkisine sahip olmamız mümkün değil. Hatta sen tavırlarınla, bunun son görüşmemiz olduğunu bile kanıtladın. Bu nedenle az sonra sana söyleyeceklerim için hazırlıklı olmalısın.” Derin bir nefes aldı. Meredith’in sakin olma çabası azalmış, tüm benliğini merak duygusu sarmıştı. Hazır olduğunu göstermek istercesine babasının karşısındaki koltuğa yerleşti ve gözlerini ona dikti. Adam yutkundu ve bunca zaman kızından saklı tutulan acımasız hakikatleri birer birer anlatmaya başladı: “Bundan yirmi sene kadar önce; annenle büyük bir kavga ettik. Öyle ki her geçen dakika, bizi birbirimizden biraz daha uzaklaştırdı. Bir gece, davetlisi olduğum bir yemekte zarif bir kadınla tanıştım. Beni derinden etkiledi, ayrıca eşiyle yaşadıklarını anlattığı zaman, adeta onda kendimi buldum. Gizli, hatta yasak ilişkimiz gelişti ve isteğimiz dışında da olsa, bir çocuğumuzun olacağını haber aldık. Melinda yıkıldı; eşi ve ailesinin bunu öğrendiği takdirde neler olacağını düşünmek bile istemediğini söyledi. Ancak korktuğumuz başımıza geldi ve ailesi çocuktan haberdar oldu. Kocası iktidarının sarsılmaması için çocuk doğunca babasının yanında büyümesini istedi. Böylece sen dünyaya geldiğinde bana yüklüce bir parayla birlikte verildin. Odessa önceleri seni istemese de, zamanla sana alıştı ve hatta kendi ismini bile verdi. Onun cadı olduğunu öğrendiğimde deliye döndüm. Korktuğumu inkâr edemeyeceğim. Bana…” – Bu noktada duraksadı. – “Bana senin de bir cadı olacağını söyledi. Gerçek aileni tanıdığını anlattı. Kavga çıktı ve ben… bildiğin gibi onu öldürdüm.” Sustu ve bakışlarını kızının donuk gözlerinden kurtararak duvardaki tablolardan birine dikti. Gök mavisi tuvaletini tutarak dans eden kadını izlemek, o durumda daha çok işine geliyordu.
Her hakikat; yüzünde patlayan birer şamar, yudum yudum içirilen bir şişe zehir gibi göstermişti etkisini. Meredith oturduğu yere çakılmış, donakalmıştı. Bunca yıldır özlediği, ‘anne’ bildiği kadının aslında onun ‘hiçbir şeyi’ olduğu; her şeye rağmen nefret ettiği babasından kurtulamadığı, bambaşka bir hayatı olduğu gerçeği onu çok sarsmıştı. Birkaç dakikada, yılların yaşanmışlığı yüklenmişti omuzlarına. Hala nasıl yaşadığını anlamıyordu aslında, çoktan ölmesi gerekirdi. Gaiptir ki, hala hissedebiliyordu. Keskin bir acı yüreğini dağlıyor, tüm vücudunu ele geçiriyordu. Umutları, arzuları, hayalleri teninde alev alev yanarken, kırık dökük duygularını gizlemeye çalışan bakışlarını tekrar babasının gözlerine diken Meredith sordu: "Ailem... Kimdi onlar?" Onun için hiçbir şey ifade etmese de, kızına asıl darbeyi indirecek cevabı verdi adam: “Lemieux’ler. Annenin adı Melinda idi.” Bu soy ad… Lemieux… Genç kızın hafızasında şimşek gibi çaktı ve gözlerinde gök gürültüsü olarak belirdi. Maskeli Balo’da çarptığı ve o anda nefret ettiği genç kadın onun nesi oluyordu acaba? İnanamıyordu… Tamamı Slytherin’den mezun ölüm yiyenlerden oluşan bir aileden geliyor ve bunu yeni öğreniyordu. Hışımla ayağa kalktı ve son bir kez babasına baktıktan sonra, bir ‘elveda’ demeye bile ihtiyaç duymadan kapıyı arkasından büyük bir gürültü çıkaracak şekilde kapattı. Bundan sonrası, bir yaz yağmuru kadar hızlı aktı: Kalabalığı yararak koşan Meredith, Slytherin’lilerin alaylarını bile duymayarak adımlarını Fısıldayan Ağaç Korosu’na yöneltti. O kadar uzun bir yolu bir kere bile duraksamadan, hızla koşmuş olmasına rağmen, en ufak bir yorgunluk belirtisi bile göstermeden ağacının tepesine çıktı ve akmasının engellediği yaşlar artık göz pınarlarını yakmaya başlayınca, onları serbest bıraktı. Ağlamaya doymuyor, yüreğindeki yağmur bir türlü dinmiyordu. Yıllarca iğrenç anıları yüzünden kendinden nefret etmiş birinin; yaşamının basit bir yalan üzerine kurulu olduğunu öğrenmesi ne kadar da acı vericidir. Meredith’in içi o kadar acıdı ki, birkaç saatten sonra ruhu uyuştu ve hiçbir şeyi duyumsamamaya başladı. Ne rüzgârın uğultusunu, ne dallardaki çalıkuşlarının ötüşlerini duydu; ne güneşin batışını, ne doğuşunu gördü; ne acıyı, ne kandırılmayı hissetti. Bütün gece, tan ağarana kadar can yoldaşı, biricik ağacının yüksekteki dalında oturdu ve sonunda, kurumuş dudaklarından; sevdiği bir yazarın sözleri döküldü: “Köklerim var ama hiçbir yere bağlı değilim.” ***
Neden sonra ağaçların arasından gelen bir hışırtı, Meredith’in kıpırdanmasına ve saatlerdir hareketsiz oturmanın sonucunda tutulan boynunun ağrısını hissetmesine neden oldu. Normalde yakınmasını sağlayan bu neden; şimdi ise ömrü boyunca tutuklu kalmayı öğrendiği gerçeklere yeğlerdi. Umursuzca başını çevirdi ve sesin nereden geldiğini kestirmeye çalıştı. Biri onun adını sesleniyor, nerede olduğunu soruyordu. Ağacının tepesinde bile aradığı huzuru ve dinginliği bulamayan Meredith; kaçış olmadığını anlayarak sıkıntılı bir sesle cevap verdi ve birkaç saniye sonra; aynı yatakhaneyi paylaştığı kızlardan birini karşısında buldu. Besbelli ders başlamış, öğrencisini bulamayan Profesör Derwent’da birilerini onu aramaya yollamıştı. Hogwarts Meredith’in çılgınca davranışlarına alıştığından, o ortadan kaybolduğunda ortalık vesveseye verilmezdi hiçbir zaman. Ne de olsa birkaç saat sonra kendiliğinden ortaya çıkacak ve cezasını alacaktı. Oysa bu kez durum farklıydı. Derwent geçen gün gelenin kim olduğunu ve genç kızın nasıl bir yaşam sürdüğünü yakından takip ediyor, bu gerçeklerin çocukluktan yeni çıkmakta olan bir kıza ağır geleceğini biliyordu. Bu nedenle Meredith arkadaşı Jasmine ile birlikte sınıfa girdiğinde ağzını bile açmadı ve yerinden kalkarak o günkü konuları olan pi sayısını anlatmaya koyuldu. Meredith’in dersle ilgisi bile yoktu; pencere kenarına oturmuş; yağan karı seyreyliyordu. Uyku mahmuru, korkusuzca parıldayan gözleri arada sırada profesörün tereddüt dolu bakışlarıyla buluşuyor, bir süre onları inceledikten sonra tekrar karın saf, masum temizliğine dönüyordu. Böylece; koskoca bir ders bitti. Bütün gün uyursa ceza alacağını bilmesine rağmen bina sorumlusundan izin kâğıdı alacak, revire gidecek bir girişimi yoktu. Hayatın tüm gerçeklerini kavradığını, hiçbir şeyin umurunda olmadığını düşünüyordu. Ama yanılıyordu; bir kez daha…
Sonsuz karanlığın içinde Bir genç kadın duruyor; sessizce. Yalnızlığı derin, çok koyu. Gözyaşları dertlerini değil; onu boğdu.
Erken yaşlandı ruhu Kırıştı yüzü, çıktı kamburu. Yürürken sonsuzlukta, bastonuyla Gözleri bir kez daha ağlamaya kavuştu. **** ___________________________________________________________
* Murathan Mungan ** Elif Şafak *** Elif Şafak **** Kendi şiirim. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: 6. Sınıflar ~ Pi Sayısı ve Altın Oran Ptsi 10 Kas. 2008, 00:04 | |
| ''Eline geçmesi ve cevaplanması umudu ile yazıyorum bu satırları sana. Yıllarca bizimle yaşamış olan emektar baykuşumuzun yanımda, Hogwarts’ta kaldığı süre boyunca, yön duygusunun körelmediğine inanarak tazeliyorum umutlarımı. Artık eskisi gibi uzaklara uçması gerekmiyor belki de biliyorsun. Okulun önünü kapayan dağların diğer tarafında kalan şehirde yaşıyoruz çünkü. Yüzünü göremediğimden beri çok şey değişti. Zaman pek çok şeyin ızdırabını gösterdi bana. Gidişinle başlayan ve geri dönmediğin her geçen gün daha da perçinlenen bir nefret bürüdü içimi. Sana karşı değil tabi kii. İstemeden tecrübe haneme yazılan yaşantılara. Artık o kadar kısa sürüyor ki mutlu anılarımı anlatması. Üç beş cümle ile yüzümün gevşeyen kaslarına gelen hareket, gülümsemeye dönüşemeden bitiyor. Ufak bir tebessüm, bütün ruh halimi iyi yönde değişmeye hevesli halinden kurtarıyor. Olmuyor…
Şimdi kanatlarında benim yüzyıllık korkularımı ve acılarımı taşıyan bir kuşa güveniyorum. O kendi içgüdüleriyle, bense tüm kalbimle seni bulmak için uğraşacak olan bir garip yaratığa. Sarı gözlerinin çizgilerindeki keskin kararlılık ifadesinden anlıyorum ki o da seni özlemiş. Sadık kalışının kaçıncı yılında bilinmez ama, tanıdık bir sesi kulaklarında döndürmek için hevesli. Beni bekliyor. Ben de ondan gelecek müjde dolu haberleri… Bul onu Guenhwyvar. Bul artık beni baba. ''
Kağıdın köşelerinden tutup katladıktan sonra, önceden hazırladığı zarfa özenle koydu. Elleriyle sevgisini belli eder gibi kağıt parçasını özenle düzleştirdi. Sıcaklığı yüzüne vuran alevlerin dansı sabah saatlerinin ayazını düşündükçe daha dinlendirici geliyordu. Dışarıda yağan karın taneleri arada bir içeri girip ısınmak ister gibi cama çarpıyor ve eriyorlardı. Rüzgarın kar tanelerini dilediğince savurduğu fırtınaya bakıp iç çekti. Öğle vaktine doğru etkisinin azalacağını düşündüğü kuvvetli rüzgarın meydan okuyan uğultusuna kulak asmadan, sabırsız baykuşun boynunu okşadı işaret parmağının tersiyle. ‘’ Sabırsızlanma dostum. Hava biraz düzeldiğinde yola çıkacaksın. ‘’ Kuşun minik göğüs kafesindeki güçlü kalbinin atışlarını hisseder gibiydi. Aslında hissettikleri kendi kalbinin atışlarıydı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra, devam etmek zorunda olduğu güne konsantre olmaya çalıştı. Yavaş yavaş üzerine geçirdiği okul kıyafetleri her zamankinden daha ağır gibiydiler. Bezgin hareketleriyle hazırlanış süresi uzadığından kahvaltıyı kaçırmıştı. Tembel tembel gerekli malzemelerini alıp dersliğe gitmek üzere yola koyuldu. Pazartesi günü sendromu bahanesiyle isteksizliğine bahaneler buluyordu.
Açık kapılardan ilerleyip sırasına oturduğunda geçmek bilmeyen kırk dakika başlamıştı yine. Ellerini koca bir ders boyunca birbirine sürterek ısıtmaya ve bir şey yemediğinden kansız kalan vücuduna güç vermeye çalıştı. Yüzündeki uykulu ifade daha çok enerjisinin birikmiş kısmının yarattığı bezginlikti. İlk dersin sonunda, herkes gibi az da olsa güne hazırlanmıştı. Kafasına koca ders boyunca yerleştiremediği konuları daha sonra araştırmak üzere not aldığı parşömenini çantasına tıktı ve ikinci dersin dersliğinin yolunu tuttu. Koridorda birkaç şakalaşmaya maruz kalıp gülüyormuş taklidi yaptı. Aklı yükselmekte ama kendi sıcaklığı ancak kendisine yeten güneşin, tepe noktasına varış saatindeydi. Kendisininki gibi pek çok ayak sesinin yankılandığı koridorlardan geçerken, kar tanelerinin dövdüğü pencereye yaklaştı. Rüzgar sabahki halinden fazla bir şey kaybetmemişti. ‘’ Henüz erken. ‘’ diye düşünerek aritmansi dersliğinden içeri adımını attı. İçeride kimsecikler yoktu henüz. Hufflepuff’a ait sıralardan birine oturup çantasını da omzundan çıkardı. Başını ellerinin arasına alıp rüzgarın uğultusunu dinlemeye başladı azalacağını umut ederek…
Aradan çok uzun bir zaman dilimi geçmemişti ki, her zamanki haliyle profesör kapıda beliriverdi. Evde, ailesi tarafından eğitilmiş her genç kız gibi, hafifçe ayağa kalkarak selamladı profesörü Paula. Yaşına göre hala pırıl pırıl parlayan gözleri ile, kürsüdeki yerini alan profesöre dikkatini verdi kısa bir süre. Kendi işleriyle meşgul olacağını açtığı kitapla sessiz olarak söyleyen yaşlı kadın, Paula’yı da rahatlatmıştı. Çoğu zaman ilk geldiği derslerde, profesörün kendisiyle konuşma ihtiyacı hissetmesi, ya da kendisinin hareketlerine, üzerinde bir profesörün değerlendiren bakışları dolaştığı için dikkat etmesi onu kasıyordu. Böyle tek başlarınaymış gibi davranarak kısa bir süre geçirdiler aritmansi dersliğinde. Seçmeli bir ders olan aritmansi, aynı zamanda da zor olduğundan, derslik sıraların hepsi dolmadan sayısını tamamladı. Paula son gelen iki Ravenclawlıdan sonra, profesörün gelişinden bu yana okuduğu kitabı kapattı ve konuşmaya başlayan kadının ince ve etrafı buruşuk dudaklarından çıkanlara dikkatini verdi. Paula, sanki öğrenmeye başladıklarını daha önceden hatırlıyor gibiydi. Geçmiş yıllarda bu konuya giriş yapmış olabileceklerini düşünürken akan derse konsantre olamadığını fark etti ve her şeyi bir yana bırakıp derse kaldığı yerden devam etti. Sayılar gözünün önünde uçuşurken, aklı bu sayılarla nasıl binaların yapıldığındaydı.
Bir dizilimden koskoca bir bina yaratmak, kumdan saraylar yapmak gibiydi. Bütün rakamların sıkıştırılıp, istiflenerek oluşturduğu koca yapılar düşündü. Büyük binaların sağlam yapıları, parşömenine çizdiği üç beş rakamdan geçiyordu. Bu dizilimi bulan büyücü ile ilgili saçma sapan hayaller kurmaya başladığında, sıkıldığını fark etti. İsteyerek aldığı bu dersle ilgili şüpheler kafasında dönüp dolaşırken asıl derdinin ne profesör, ne ders, ne de sayılar olduğuna karar verdi. Uzun zamandır haber alamadığı babası ve onunla ilgili annesinden duyduğu dedikodular Paula’yı oldukça rahatsız ediyordu. Profesör Derwnt’e Azkabanla ilgili sorular sormak, aptalca mı yoksa çözümlere ulaşma yolunda akıllıca bir adım mı olurdu kestiremediğinden planlarını sonraya erteledi.Bir an için boğazında düğümlenen nefesi, üç beşöksürüğe sebep olmuştu. Tam bu sırada profesör ödev veriyor olduğundan, öksürükleri manidar ve komik karşılandı. Özür diler gibi masum bir bakış attığı profesör tarafından ciddiye alınmadığında, bunu pek de yadırgamadan dersin bitişini bekledi. İyi günler dileğindeki samimiyetine inandığı profesöre gülümseyerek, yaşlı bir kadın gibi kambur bir yürüyüşle yavaş yavaş terk etti sınıfı. |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12679 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: 6. Sınıflar ~ Pi Sayısı ve Altın Oran Ptsi 10 Kas. 2008, 20:12 | |
| Derin çok derin hisler içinde o kadar derin ki bir kendini bir yandan boş bir çuvala benzetmene neden olacak bir derinlikte yaşıyor. Bir uçurum kenarında durmuş, atlamayı bekliyor. Kendine öldürmek ve hissizleştirmek. Belki de atlayıp bu dünyanın yersiz görünün tüm düşüncelerinden kurtulmak. Bir çöp gibi kendini bir kenara atılmış hissetmekten kaynaklanan boşluk... Bir şeye bağlanma ve inanma istediği oluşan hırsla oluşan ortaya bir şiir veya yazı çıkarma istediği var Nicole içinde... Hiç ağlamadığından ve duygularını yansıtamadığından bağırarak her şeyi haykırıp sonra ıssız bir arazinin içinde kaybolma istediği var. Ne kadar zor olsa da umutlarını hayatta geçirerek kendi iç dünyasından ayrılıp, yenidünyaya adım atmak istediği doğuyor. İçinde bir yerlerde yakın ama ondan kaçan biri var sanki. Ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın, sonunda korkan tavırlarla kalbinde ki bir köşeye çekiliyor Nicole'ün acı çekmesine seyirci kalıp günden güne bir adım daha kaldı demesine sebep olan bir yürektir. Belki de yalnız kalma sebebi bundan dolayıdır. Acıların üzerini kaplayan, ama sonradan açığa çıkacak bir kanatlı bir melektir. Çok karışıktı Nicole hisleri karmakarışık bir puzzle gibi ortaya öylece yere saçılmıştı. Kim yardım ederdi ki onun kadar zalimlik ve inatçı olan bir kıza kim el uzatırsa yakmıştı zaten. O yüzden acı vermek istemediğinde kendini gittikçe içten içe soyutluyordu. Hiç kimse bir anlam veremeyip, bunu istediğini zannedip yalnız bırakıyordu. Ama bir el vardı sanki çok uzaktan ona tutunmaya çalışıp, Nicole denizinde olan gelgitlerinden dolayı bir görünüp bir kaybolan biriydi bu. Nicole bunu hissedebiliyordu; fakat ne zaman bu olay aklına gelse içinden "Bu gereksiz zırvalama oluşan düşüncelerin ne yeri ne de zamanı?" diyor. Kendi hissettiklerini bir bakıma bir engel koyuyordu. Her engelde daha fazla acı çekse de bunu görmezden gelip hayatına bu yolda devam etme kararındaydı. Kötü de olsa yaşamak ve öğrenmek zorundaydı.
Bir ses ve ardından iç yakarışlarla uyanış. Her zaman ki gibi bir kâbus daha... Hayatında çok farklı bir şey yoktu. Ama o sesin ardından içinde alarm gibi kırmızı renkte oluşan bir sıcaklıkla doğan ilham. Sonunda da uzun zamandır beklediği şiir mısralarının dilinden dökülmeye başlaması...
Düşünceler
Bir denizin içinde boğulurmuşçasına Gün geçtikçe kayboluyorum Batıyorum, düşüncelerimin içinde Kayıp bir balıkçı teknesinin batışı gibi Tükeniyorum düşünceler diyarına gidecek O mutlu yolda Bitiyor ve her gün bir daha kendi içimde Ölüyorum
Nasıl döküldü bir anda mısralar sıra sıra dilinden ve sonradan da kalemin ucu müzikle dans edermişçesine bir hızla yazdı. "Ne kadar garip" bir his yazmak ve yazdıklarından kaynaklı bardaktan boşanırcasına ağlamak. İlk defa ağlamış gibi delirircesine kendine gülüp hayatta yeniden başlamaktan başka çaresi olmadığını görmekten başka çaresi yoktu Nicole'ün ne yaparsa yapsın bu karamsar olan tavrını bir kenara atmalıydı. Bütün düşüncelerini az da olsa yazmış bunun rahatlığı içerisinde gözyaşlarının ardından bir tebessüm.
Akşamın verdiği alacakaranlık ve ardından oluşan bir ışık gibi dışarıdan gözüken güneşin parlayışı Nicole gözünü almış ve bir rüyadan uyanırcasına oturduğu masadan kalkmasına sebep olmuştu. Kalktıktan sonra yatağının köşesinde duran eskimiş ve haliyle odanın bakımsızlığından saatin kaç olduğuna baktı. Saat 5’e geliyordu. Zamanın bu kadar çabuk geçmesine şok olmuştu; fakat uykusu da olmadığından ortak salonda şöminenin olduğu yerde düşünmenin ona çok iyi geleceğini düşünmüştü. Az da olsa daha iyi bir ruh haline girmişti. Nedeni bilmiyordu. Hayatında ilk defa kendi başına başaralı olduğunu düşündüğü bir şey olduğundan olsa gerekti bu his. Acıları biraz olsun dinmişti. Ama her zaman kalbinin bir köşesinde olup her an çıkmaya hazır olacağından huzurlu ve rahat olmanın onda büyük bir tedirginlik yarattığı gerçekti. “Ne yapmalıyım, kendimi çözmek ve acılarıma bir bakıma durdurmak için ne yapmalıyım?” durmadan bu soruyu kendine soruyordu. Hiçbir yanıt aklına gelmediğinden de kendine sinir oluyor ve artık hiçbir şey düşünmenin yararı olmayacağını anlayarak kendi büyük bir rengârenk bir gökkuşağının içine atıyordu. “Zaman geçtikçe anlayacaksın” diye esrarengiz bir fısıltı duymasıyla Nicole yerinden hoplamıştı. “Nereden geldi o ses” diye biraz sessiz ama o esrarengiz kişinin duyabileceği şekilde bağırmıştı. Ama etrafta hiç kimse yoktu. Bu yüzden de sadece şöminenin kor olmuş alevden kalan çatırtıları ve Nicole sesi vardı. Şok olduğundan yüzünü yıkamaya gitti. Sonra da hazırlanıp hava soğukta olsa yaşadığı karmaşadan dolayı biraz kapının önüne çıkmayı ve ardından kahvaltı saatinin geleceğini düşünerek dışarıdan hemen kahvaltı yapmaya gideceğini kendi kafasında planlamıştı. Banyo da yüzüne soğuk bir su çarptı, ama gene bir çığlık gibi duyulan sesle beraber korkuyla arkaya dönmesi bir oldu. Hiç kimse yoktu; fakat Nicole bazı sesler duyuyordu, ne olduğunu anlayamadığı sesler… Anlam veremeden doğruca Slytherin Kızlar Yatakhanesinin olduğu yere doğru biraz hızlı adımlarla yürümeye başladı. Çok heyecan ve panik içinde yürümüş olacak ki ayağına akşam giydiği ayıcıklı pandiflerinden biri çıkmıştı. Biri onunla oyun oynuyordu sanki. Pandiflerini çıkararak hızlı adımlarla yalın ayak koşmaya başladı. Birkaç kişinin kalktığını görünce Nicole bu durumunu görür görmez konuşmaya başlamaları canını sıkmıştı. Ama şu an onlarla uğraşarak zamanı olmadığından hızlı bir şekilde sanki bir yere yetişecekmişçesine üzerine kışa uygun olan bir boğazlı kazak ve annesinin yeni gönderdiği yünlü pantolonu giydi. Ardından da üstüne cübbesini giydi. Tam çıkacakken çantası unuttuğu aklına gelince her zaman arka cebine koyduğu asasını çıkartıp çantasını hazırladı. Başka bir şey var mı diye etrafına baktıktan sonra kızların ona bakarak güldüğünü anlayınca “Hey sen daha dalga geçmek için çok küçüksün, beni bilmiyorsun. Bu yüzden kanımca her şeye burnunu sokup konuşma” diye konuştu. Bir yandan da yürüdüğünden kızın nasıl ağzı bir karış açık kaldığını görmemişti. Ama bunu bildiğinden yapmıştı zaten. Hızlı adımlarla Hogwarts’ın kapısına doğru ilerledi. Sadece biraz hava almak ve derin derin nefes almak onun bu günü iyi bir şekilde atlamasını sağlayabilirdi Dışarı çıkarken o güzelliği bütün hafızasına kazımak istercesine ağır ağır açtı. Sonra yavaş yavaş dışarı da karın her tarafı beyaz bir örtüyle kapladığını gördü. Nefes alıp verirken çıkan dumanlarla oynarcasına etrafında dönmeye başladı. Hogwarts’ın soğuk sisli camlarından gören biri deli sanabilirdi. Ama o bunu umursamazdı. Kendini kaybetmişçesine dönüyordu. Döndükçe hissizleşiyor ve soğuğun etkisiyle uyuşan elleri ve ayakları sayesinde geçmişini kendi kendine yok ediyormuş gibi hissediyordu.
En sonunda soğuktan çok üşüdüğünü anlar anlamaz Hogwarts’ın açıp kapadığı kapıyı bu sefer girmek üzere yeniden açıp kapadı. Çok acıkmıştı. Soğuk her zaman onun hislerine tercüman olur ve acıkmasına sebep olmamış mıydı? Hızlı şekilde koridorlardan geçerek Büyük Salona girdi. Herkes bir telaş içinde yemeğini yiyip ilk derse erken gidip geç kalma telaşının olmaması için uğraşıyordu. Nicole gülümsedi bu tablo karşısında ve her zaman ki oturduğu yerin bir köşesinde bulduğu yere oturdu. Elizzy’i görür görmez kendini kanıtlamak ve iyileştiğini anlatmak istercesine çünkü az da olsa bir tek o olanları biliyordu. “Günaydın.”dedi. Kahvaltısını yaptıktan hemen sonra tanıdığı tanımadığı herkese “Afiyet olsun” diyerek masadan ayrıldı. Dersinin ne olduğunu bilmese de baktıktan sonra sınıfların olduğu bölüme gitmek üzere gitti. Ne ders olursa olsun bulurdu. Hisleri bugün ona iyi bir yol gösterebilecek gibiydi.
Aritmansi dersinin olduğunu anladığında daha önce gördüğünü anladığından içini büyük bir huzur kaplamıştı. Acaba Profesör bu sefer hangi konuyu işleyecekti. Aslında çok sevmese bile ona karşı bazı benzer özellikleri olduğunu hissediyordu. Derse biraz geç gelmişti. Çünkü dersin ne olduğnu unutmuştu. Nefes nefese kalmış bir şekilde kapıyı açınca Profesör biraz tebessüm ve kızgınlıkla Nicole'den bir cevap beklediği bariz belliydi. Nicole derin bir nefes aldıktan hemen sonra "Özür dilerim, Profesör Derwent, sanırım dersi karıştırıp farklı bir dersliğe gittim" diye kendince şaka yaparak derse girdi. Dersin 15 dakikası geçtiğini anlayınca biraz üzülmüştü. Fakat geçen seneki işlenen konuyla ilgili olduğunu ders notu yazarak fısıldaşan iki kızdan duyunca rahatladı ve dersi derse girdiği yerden dinlemeye başladı. Phi sayısının önemi ve geçen sene ki işlediği konunun aynısı olduğundan aynı şekilde bir kaç yenilik getirerek anlatmıştı. Nicole bildiğinden yazma gerekğini bile duymamıştı. En sonunda dersin bitiminde Profesör Derwent; "Ödeviniz; Fibanocci’nin hayatını araştıran bir yazı. Ayrıca vücut ölçülerinizin oranları. Hepsinin phi'yi vermesi gerekiyor ne de olsa." dedikten sonra önceden çıkardığı parşömenin üzerine ödevin ne olduğunu yazdı. Onu yazmasıyla birlikte zil çalmıştı. Zilin çalmasıyla sınıfta bir karmaşa ve herkesin Nicole gibi önceden gelmediğinden sıkıntıdan dolayı kendini dışarı atmasıydı. Nicole ise tam olarak dersin başında gelmediği için kendi dersin tam olarak tadını çıkaramamıştı. Biraz bekledikten sonra karmaşanın bitmesi üzerine sınıftan çıktı ve diğer dersin ne olduğunu bilmediğinden ders programının bulunduğu odasına yol aldı. İnşallah bir sonraki derse geç kalmazdı. | |
| | | | 6. Sınıflar ~ Pi Sayısı ve Altın Oran | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |