Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  EkspresEkspres  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İlk Fırtına ve Yol Ayrımı

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Indis Oak J. Engelbert

Indis Oak J. Engelbert


Kadın
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı 43772825vu8
Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11937
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 03/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimeC.tesi 22 Kas. 2008, 00:17


Yıl: 1951
Mevsim: Sonbahar
Hava Durumu: Rüzgârlı, çiseleyen yağmur şeklinde
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com
Indis Oak J. Engelbert

Indis Oak J. Engelbert


Kadın
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı 43772825vu8
Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11937
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 03/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimeC.tesi 22 Kas. 2008, 00:32

Zifiri karanlığıyla pek çok sırrı içinde barındıran gece, üzerini örten gri ile beyaz arası tonda ki sis tabakasıyla sırları daha iyi saklayabilecek bir hale geliyordu. Bir kasırga çıkmışçasına şiddetle esen rüzgâr ağaçları, toprağa saldığı geniş kökleriyle birlikte yerinden çıkarıp bir kenara atacakmış gibi savuruyordu. Bu karanlık ve ürkütücü gece de, böylesine dehşet verici bir hava da yasak ormanın tam ortasında ne aradığını kendisi de bilmiyordu, tıpkı buraya nasıl geldiğini de bilmemesi gibi. Kulağını dolduran korkutucu seslerle bedeninin titrediğini fark ediyordu, ama içinde en ufak bir korku dalgası bile yoktu, böylesine şiddetle esen rüzgâr da üzerinde ki incecik tişörte rağmen hiç üşümüyordu. Ortada gerçekten tuhaf ve korkutucu bir olay vardı ve neler olduğunu ve ya olacağını bilmek için can attığı söylenemezdi, şuanda tek istediği koşarak ormandan çıkmak kendisini Hogwarts’ın o güvenli binasına atmak ve hala sıcak olduğunu düşündüğü yatağına girip olanları unutmaktı.

Bu düşüncelerini faaliyete geçirmek için, koyu kahverengi toprağın üzerinde hafif bir titremeyle sabit bekleyen bacaklarından birini ileriye doğru attı ardından diğerini, bir kaplumbağa hızı ile başlattığı yürümesini arkasında ki karanlığa baktıkça daha da hızlandırdı. Birkaç dakika sonra tüm gücüyle koştuğunu fark etti, başı önüne eğikti ve bir ritmi takip edercesine hareket eden bacaklarına bakıyordu, arada bir kafasını arkaya çeviriyor ve arkadan onu takip eden birilerinin olup olmadığını kolaçan ediyordu. Kollarının bükmüştü, göğsünün paralelinde yukarı aşağı hareket ederek bacaklarının başlattığı sessiz ritmi takip ediyordu, sık sık alıp verdiği kesik nefesleriyse bu ritmin tamamlayıcısıydı. Adeta ayaklarından ateş çıkaracak kadar hızlı koşmasına ve vücudundan şakır şakır ter boşanmasına karşın en ufak bir yorgunluk hissetmiyordu. Bu işte bir tuhaflık seziyordu, ruhu yok gibiydi, hiçbir şey hissetmiyordu. Hogwarts’ın o devasa şatosuna ulaşmaya ne kadar kaldığına bakmak için kafasını kaldırdı, fakat bırakın şatoyu, şatonun o yüksek kulelerini bile göremiyordu. Bu durum gerçekten daha da garipleşmeye başlamıştı, sonra gözü hemen yanından geçmekte olduğu ağaca takıldı, üzerinde eflatun çiçeklerle bezeli, açık renk yapraklarıyla bu karanlıkta bile tüm ayrıntılarıyla gördüğü ağacı koşmaya başlamadan önce de gördüğüne neredeyse emindi. Anlamsızca birkaç dakika daha koştuktan sonra adımlarını yavaşlattı, yavaşlattı ve sonunda durdu. Suratı kıpkırmızıydı, ter içinde kalmıştı, kalbinin delice atma sesini duymasa bunu hissetmeyecekti, hala hiçbir yorgunluk belirtisi hissetmiyordu. Ağaca tekrar baktıktan sonra neler olduğunu fark etmesi geç olmadı.

Tüm gücüyle koşmasına rağmen ormanın dışına asla çıkamayacaktı, çünkü orman ve diğer her şeyde onunla aynı hızda hareket ediyordu, bir nevi yerinde saydığını söylemek yanlış olmazdı. Bunu fark etmesiyle büyük bir dehşete kapılması bir oldu, bu da neydi bir çeşit büyü filan mı? Neden buradaydı? Neler oluyordu? Tam bu sorulara kafa yorarken bir hışırtı işitti, sesin geldiği yöne doğru baktı, gözleri ardına dek açılmıştı, üzerine atlayacak bir yaratığı bekler gibi çalıların arasından çıkacak şeyi bekliyordu, sonra güçlü bir ışık huzmesi gördü, ışık gittikçe yaklaştı ve sonunda büyük bir gürültüyle çalıların arasından bir çocuk çıktı. Bu çocuğu ilk görüşte tanımıştı, kahverengi gözlerinin büründüğü ifadesiz bakışlar, ince ve uzun bir vücut, oldukça beyaz bir ten, hafifçe yana kıvrılmış ince dudaklar… Karşısında gördüğü bu tanıdık sima Aaron’a aitti ve onu epey rahatlatmıştı, çocuk Indis’e yanaştı ve
“Burada ne işin var?” diye sordu. Çok ılık bir sesi vardı, uzun zamandır duymadığı bu ses genç cadının adeta içini okşamıştı gülümsemeye çabaladı, ama şaşkınlığı buna mani oluyordu “B-b-b-ben bilmiyorum” dedi fısıltıya benzer bir sesle. Indis’in karşısında ki genç büyücü, kızın kızaran yanaklarına, terle ıslanan ve birbirine yapışan kahverengi saçlarına, korku dolu gözlerine baktı ve karşısında ki bu tabloya karşılık hafifçe gülümsedi.

“Korkmuş görünüyorsun, sakin ol. Gel seni okula götüreyim” dedi, Indis gülümsedi, içinde büyük bir özlemin ve anlam veremediği başka bir duygunun daha kabarmış olduğu bu çocuğa tarif edilemez bir güven duyuyordu. Sanki şuanda dünyanın en güvenli yeri bu çocuğun yanındaydı, beklide sonsuza dek onunla kalmak istiyordu, evet onunla güvendeydi. Belki de bunu söylemek için biraz fazla erken davranmıştı, çünkü az sonra başka bir ses daha duyuldu. Ormanda ki ağaçların döktüğü kurumuş yapraklara basan birinin ayak sesiydi duydukları ve işin kötüsü ses gittikçe daha da netleşiyordu. Sonra tekrar bir hışırtı ve çalıların arasından elinde, ucunda ışık olan asasıyla çıkagelen bir başka büyücü daha. Indis için bu çocuğu tanımakta oldukça kolaydı, şimdiye dek pek çok şey yaşadığı ve ‘gerçekten’ sevdiğine inandığı, biricik Chris’iydi gelen. Yine bir rahatlama duygusu sardı benliğini tam Chris’e bir şeyler söylemek için ağzını açacaktı ki Aaron ondan evvel davrandı “Christopher Alex Peterson… Sende bu gece macera avına çıkanlardansın sanırım?” dedi alaycılıkla, ince dudakları yana doğru kıvrılmıştı. Chris gözlerini duygusuz bir şekilde önce Indis’in üzerinde gezdirdi ardından da kendisiyle konuşan çocuğun ve sesinde hiçbir duygu olmaksızın “Ne yaptığım seni ilgilendirmez, Indis burada ne yapıyorsun bu zavallıyla?”, genç cadı Chris’in sölediklerine biraz şaşırdı, zira şimdiye dek Chris’in bir başkasını aşağıladığını görmemişti bu bir ilkti. Indis genç büyücüyü yanıtlamak için ağzını açacaktı ki yanında ki diğer büyücü ikinci kez ondan önce davrandı[color=#00a0a0] “Seni ilgilendirmez, toz ol buradan” Chris biraz daha sinirli bir şekilde “Elbette ilgilendirir o ‘benim’ sevgilim” dedi ve ileriye doğru bir hamle yaptı Aaron’da geri kalmadı ve o da Chris’e doğru bir adım attı, şimdi dip dibeydiler, Indis bu durumdan gittikçe daha da hoşnutsuz olmaya başlamıştı.

İkilinin aralarında ki laf düellosu az sonra yerini güce bıraktı, Chris’in kumral büyücünün suratına bir yumruk indirmesi, suratına yumruğu yiyen çocuğun aynı şekilde Chris’e karşılık vermesi ve asaların çekilmesi. Indis bağırmaya ya da onları ayırmaya yeltendi ama ayakları toprağa saplanmışçasına hareket edemiyordu, avazı çıktığınca bağırmak istemesine rağmen boğazı düğümlenmiş gibi hiç ses çıkartamıyordu. Ve her şey birkaç dakika içinde oldu, Chris’le kavga eden kumral büyücü asasını mavi gözleriyle cesurca ona bakan çocuğa çevirdi ve
“Avada Kedavra” diye haykırdı bu ses Indis’in kulağında iki-üç kez çınladı, asadan çıkan yeşil ışık doğruca Chris’in göğsüne isabet etti ve çocuğun güçlü bedeni bir kum çuvalı gibi yere yığıldı. Masmavi gözleri donuk bir şekilde Indis’e sabitlenmişti, genç cadı olanlara inanamıyor, olayların mantıksızlığına şaşıyordu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, gözlerinden süzülen yaşlar dışında duygularını hiçbir şekilde ifade edemiyordu. Sırtı Indis’e dönük olan Aaron büyük bir hızla genç cadıya döndü, suratında ki zafer dolu gülümseme ve davranışlarında ki rahatlık Indis’i bu gece ki bilmem kaçıncı şokuna sokmuştu. Çocuk Indis’e hızlı adımlarla yaklaştı ve kızı boynundan tutup kendine doğru çekti. Birbirlerinin nefeslerini hissedebilecek kadar yakınlarken “Seni seviyorum” diye fısıldadı ve Chris’in ölü bedenindeki gözleri onları izlerken dudakları birleşti.

“SEN NE YAPTIN?”

Öylesine çılgınca atılmış bir çığlıktı ki bu, Hogwarts Şatosunda, Ravenclaw Kulesi, kızlar yatakhanesi bu çığlıkla ‘tam’ anlamıyla inledi. Indis gözlerini açtığında sıcak yatağının içinde, güzel kokulu yorganına sıkı sıkıya sarılmış şekilde yatıyordu. Pencereden gelen güneş suratına vururken gerinerek kalktı. Hemen yanında ki yatakta oturmuş bir şeyler okuyan Lisa dışında yatakhane bomboştu. Karşısında ki mavi gözlü cadı Indis’in attığı çığlığın şokuyla gözlerini cadının üzerinde kilitlenmişti. Indis kızın bir şey demesine fırsat vermeyerek “İyiyim, merak etme” dedi ve başını ellerinin arasına alarak bağdaş kurarak oturdu. Tüm bu olup bitenlerin bir rüyadan ibaret olması onu inanılmaz derece de rahatlatmıştı, zaten başka nasıl böylesine mantıksızca gelişen bir olay yaşayabilirdi ki? Ama her şey öylesine gerçekçiydi ki kendini kaptırmadan edememişti. Chris’in öldüğünü düşünmek bile onu dehşete düşürüyordu. Neyse ki her şey bir rüyaydı, neyse ki!

Ama tuhaf olan, dudaklarına yapışan çocuğun öpücüğünün sıcaklığını hala hissetmesi ve bu öpücüğün hayali nedeniyle bile içinin pır pır olmasıydı. Sonra bir an kendini rüyasında gördükleri arasında sadece o son sahnenin gerçek olmasını dilediğini fark etti. Ve fark ettiği anda kafasını iki yana salladı, bu hayali kafasından kovmak ister gibi… Kolunda ki saate baktı ve Chris’le anlaştıkları buluşma saatine çok az bir zaman kaldığını fark etti. Hemen yataktan kalktı, gerçekte de tıpkı rüyasında ki gibi kan ter içinde kalmıştı. Bu nedenle bir duş alması fena olmayacaktı hemen banyoya yöneldi.

Kısa bir duşun arkasından üzerini değiştirdi, saçlarını yaptı ve artık gitmeye hazırdı. Kahvaltı yapmayı pek istemediği için Büyük Salon’a gitmeye tenezzül etmedi ve aşağı inen merdivenlerden sonra doğruca dışarıya açılan devasa kapıya yöneldi. Gökyüzü grimsi bir renk almıştı, her tarafta açıklı koyulu bulut toplulukları vardı, rüzgâr hafifçe esiyor buna rağmen üşümesine neden oluyordu. Sonbaharın ortasında bile yeşilliğini bir nebze koruyabilen çimlerin üzerinde yapılan bir yürüyüşün ardından nihayet fısıldayan ağaç korosuna varabilmişti. Indis ve Chris’in her zaman ki buluşma noktası olan söğüt ağacının önü boştu bu da demek oluyordu ki Chris henüz gelmemişti. Biraz beklemesinde ve zihnini toparlamasında hiçbir sakınca yoktu. Bu nedenle sırtını ağaca yaslayacak şekilde sararıp dökülen yaprakların oluşturduğu örtünün üzerine oturdu, onu bedeninin ağırlığıyla hışırdayan yaprakların sesi oldukça hoşuna gitmişti. İyice rahat edebildiğine kanaat getirdiği bir konuma geçerek kafasını hafifçe geriye attırdı ve eline aldığı küçük bir yaprağı parmakları arasında çevirmeye başladı.

Yaz tatilinde William’la kalmıştı, birkaç haftalığına Almanya’ya gitmiş orada dolu dolu günler geçirdikten sonra William’ın bakanlıkta ki işleri nedeniyle geri dönmek zorunda kalmışlardı. Temmuz gibi çıktıkları bu tatile Haziran ayında gitselerdi belki de daha fazla ve güzel zaman geçirebilirlerdi ama maskeli baloda ki kavgalarının ardından barışmaları tam bir aylarını almıştı. Neyse ki sonunda barışmayı başarabilmişlerdi ama Indis hala içinde baloda ki sözlerin kırgınlığını taşıyordu bunun üzerine William’ın tatil boyunca Chris’le ilgili laf çarpmaları eklenince kırgınlığı yavaş yavaş kızgınlığa dönüşmeye başlıyordu. Neyse ki tatil bitmişti ve ikinci büyük kavgalarını etmeden birbirlerinden ayrılmışlardı Noel’e dek birbirlerini iyice özlemiş olacaklarından Noel’de birbirleriyle hasret giderecekler ve birbirleriyle uğraşmaya vakitleri kalmayacaktı. Zaten o zamana dek William’da Chris’e alışırdı, yani alışmak zorundaydı. Tabi Chris’in melez olması ve William gibi safkan takıntısı olan birinin de bunu bilmesi işleri epey yokuşa sürüyordu ama Indis sonuçta William’ın yegâne kız kardeşiydi ve William’ın Indis’i kaybetmek istemeyeceğine emindi. Bu nedenle Chris’le aralarını düzeltebileceği konusunda kendine güveniyordu.

Hafif esen rüzgâr şiddetini arttırırken açık kahverengiye dönen saçları rüzgârın azizliğine uğrayarak oradan oraya savrulup duruyordu, sürekli suratının önüne gelen saçlardan siniri bozulmuş bir şekilde iç geçiren Indis o anda duyduğu sesle irkildi
“Toplarsan daha rahat edebilirsin”, sesin geldiği yöne baktığında karşısında gördüğü kişi Aaron’dan başkası değildi. Hala gördüğü rüyanın etkisinde olduğundan mıdır bilinmez onu gördüğünde içinde ılık bir duygunun oluştuğunu hissetti tıpkı daha önceleri Chris’e hissettiği duygunun benzeri bir duyguydu bu ve Indis’i oldukça tedirgin ediyordu, o anda koca bir aptal gibi davranarak “Ah, teşekkürler toplarım” dedi. Söyleyebileceği onca şey varken Indis’in lugatından seçtiği kelimeler bunlar olmuştu. Ne büyük şapşallık! Aaron genç kıza o çekici gülümsemesini armağan etti ve oradan uzaklaştı. Indis çocuk yanından uzaklaşırken hafif, mutlu bir inilti şeklinde iç geçirdiğini fark etti.

Aaron’u hala çok yakışıklı bulduğunu biliyordu ama son günlerde bu beğeninin de ötesine geçmeye başlamıştı ve bu durumun sonunda olabilecekler Indis’i korkutuyordu ne yapıp edip bu düşünceleri unutmalıydı ve bunu en kısa sürede yapmayı tüm kalbiyle diliyordu. İki eliyle saçını sağ tarafa doğru attırdı ve dizlerini karnına doğru çekerek ellerini diz kapaklarında kenetledi. Chris’in biran önce gelmesini diliyordu zira az sonra yağmurun yağacağı aşikârdı
. “Selam”, içini ısıtan bir diğer sesi sonunda duyabilmişti işte. Bu sese sahip olan muazzam bir dış görünüşe sahip çocuk Indis’in kalp atışlarının hızlanmasına neden olurken yavaşça yaklaşıp kızın yanına oturdu. Kızın beyaz yanaklarına kondurduğu hafif bir öpücükle gülümseyen Indis “Hiç gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım” dedi, aklının bir köşesinde ki Aaron’u yok etmeye çabalayarak…


->PS:Beklenen var.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com
Christopher Alex Peterson
Fontjoncouse Otel ~ Genel Müdür
Christopher Alex Peterson


Erkek
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Boupi3
Mesaj Sayısı : 212
Yaş : 32
Kan statüsü : Melez
Galleon : 11944
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 25/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimePaz 30 Kas. 2008, 00:05

Rengarenk çiçeklerle süslenen yemyeşil, uçsuz bucaksız bir bahçedeydi. Gökyüzünde güneşin hiç batmayacakmış gibi gülümseyerek durduğu, çiçeklerin hoş kokularının birbirine karıştırarak oluşturduğu hoş koku her nefeste burun deliklerinden içeri doluyordu. Tüm bunlara yan taraftaki en az yeşil deniz kadar uçsuz bucaksız görünen denizin dalgaları da eklenince her şey daha da mümkün oluyordu. Dalgaların sesleri kulaklarına çiçeklerin kokularıysa burnuna dolarak insanı mest eden bu yere ancak tek bir anlam verilebilirdi. Cennet… Bu kadar büyük bir mükemmellik ancak cennete layık olabilirdi. Ancak yine de bir şey eksikti. Hem de çok önemli bir şey… Bu uçsuz bucaksız güzellikte yalnızdı. Daha da önemlisi onun için hayatı anlamlı kılan, küçük kalbinin acılarını unutturan güzeller güzeli İndis yoktu. Gözleri etrafta dolandı ve zihninde uyanan bu düşünceyle burası mükemmel bir güzellikten çok kendisini ondan uzak tutan bir zindan gibi gelmeye başladı. Aniden rahatlığı huzursuzluğa dönüştü. Yattığı kırlardan doğruldu ve adımlarını hızlandırarak İndis’i aramaya koyuldu. Nereye gittiğini bilmeden adını haykırarak ilerledi. Onu bulamadığı her dakikada rahatsızlığının yerini huzursuzluk almaya başlamıştı.

Aniden kendini o eski Chris gibi hissetti. Güçsüz ve üzgün oldu yeniden. Işığını kaybederek düştüğü karanlıkta güzelliklere gözlerini kapattı ve umutsuzluğun kara bulutlarına bıraktı kendini. Kara bulutları anılar takip etti. Zihni yeniden o kaldıkları dağ evine gitti. Babasının telaşı ve annesinin üzüntüsüne tezatlık oluşturur halde güldüğü o günü. Saklambaç oynama vaadiyle kapatıldığı dolapta gördüğü vahşeti, düştüğü yalnızlığı hatırladı. Yetimhanede farklı olduğu için hep ezildiğini hatırladı. Büyücü aleminde de Slytherinler gibi safkan meraklılarının melez olmasından dolayı onu küçük gördüklerini hatırladı. Bir ağabey gibi çok sevdiği kuzeni olmasa o günler gerçekten çok azap dolu geçecekti. Yine de kuzeni her dakika yanında olamıyordu. Tüm bu ümitsizlikler içinde, tam da anne ve babasının ölümünün yıldönümü olan o nahoş günde karşısına bir ışık gibi çıkıp bulutları dağıtan İndis yokken yine o yalnız ve üzgün Chris mi olacaktı? Gözlerinden akan yaşları durduramayarak koştu… Buranın sonunda onu bulacağını biliyordu. Bulacağı cehennem bile olsa buna razıydı. Bu inançla tüm gücüyle koştu…

Aniden her şey aydınlanıverdiğinde kendini bulduğu yer Gryffindor kulesindeki erkekler yatakhanesiydi. Kendisinin de olduğu Gryffindor Quidditch takımının resimleri ve bina amblemlerinin altından belli belirsiz görünen bir parça solgun altın ve kırmızı renkli duvarlarda dolaştı bir süre gözleri. Bu bina onun için büyük bir aileydi her zaman ve burada olmaktan gerçekten memnundu. Bütün bunların yanında o rüyasındaki yer gerçekten değersizdi. Gerinerek doğrulup, gözlerini ovuştururken yüzüne bir gülümseme yayıldı. Her şeyin rüya olduğunu bilmek rahatlatmıştı. Onsuz olmaya rüyada bile katlanamayacak kadar seviyordu. Seviyor ve onsuz olmaktan korkuyordu. Düşünceler Chris’i yine anılara çekti ve İndis ile baloda dans edişlerini, arkasından dudaklarının birbirine ilk kez değdiği o muhteşem dakikaları hatırladı. Karanlıklarla dolu kalbine ışık saçan meleği ile birlikte geçirdiği kuşkusuz en muhteşem geceydi. Tüm bu güzel düşüncelerle yayılan gülümsemesi kendisinden pek hoşlanmadığını belli etmek istemese de hissettiren İndisin ağabeyini hatırladığında bozuldu. O muhteşem gecedeki karanlıktı Chris için. Güçsüz olduğunu, bir melez olduğunu ve İndis’i hak etmediğini bakışlarının altındaki hoşnutsuzlukla hatırlatmıştı.

Zihnini yeniden sarmaya başlayan kara bulutlarla bakışları yine rüyasına dönmüşçesine donuklaştı. İndis gibi bir meleği gerçekten hak ediyor muydu? Sevmek, onu hak etmesine gerçekten de yeter miydi? Yoksa onun gibi güzel ve asil birinin yanında bir melez, on bir yaşına kadar yetimhane köşelerinde yaşayan sihir dünyasında pek sevilmeyen melez sınıfından biri olarak ondan uzak mıydı? Kendisi onun yanında mutluluğu edinirken, belki de onu hak etmediği mutsuz bir yaşama sürüklüyordu. Onun tarafından düşünürse başkalarıyla çok daha mutlu ve alışık olduğu rahatlıkta bir birliktelik yaşayabilirken kendisiyle sevgili olarak pek çok şeyden vazgeçmiş görünüyordu. Zira çok sevdiği belli olan ağabeyini bile bu uğurda kaybedebilirdi. İndis ağabeyi ile birbirlerini çok geç bulduklarını söylemişti. Buna bir ayrılık daha belki kendisi yüzünden gelebilirdi. Kendisi üzülmeye dayanabilirdi ama tüm bunların İndis’te yaratacağı üzüntüyü görmek ve bunun sorumlusunun kendisi olduğunu bilmek dayanılmazdı.

İnkar etmek istercesine kafasını silkeleyerek düşünceleri zihninden attı. Gözlerini dolduran yaşları sildi ve rahatlamak için pencereyi açtı. Açmasıyla soğuk bir rüzgar uğuldayarak içeri doldu. Gür saçlarını dalgalandırdı. Bina sembolünün işlendiği perde de bir bayrak edasıyla dalgalanmaya başladı. Rüzgar öyle hararetle içeri dalıyor ve öyle kükrüyordu ki camın yakınındaki yatağının ucuna kıvrılmış yorganı bir pat sesiyle yere düştü. Beraberinde gelen soğuksa bedenini üşüttü. Çok geçmeden içeride başka üşüyenler olmalıydı ki art arda birkaç kişi homurtularla karışık kapatmasını istedi. Chris de omuz silkerek pencereyi kapatırken rüzgar daha da şiddetlendi ve kükreyerek adeta engel olmaya çalıştı. Chris camı kapatmak için tüm güzüyle ittirirken gerçekten zorlandı. Kapatmayı başardığında rahat bir nefes koyuverdi. Kapattıktan sonra rüzgar camı dövmeye devam etti. Bu sefer de rüzgarın çıkardığı gürültüye ilişkin homurtular yükseldi ama bu fazla uzun sürmeden kendi uyku seslerine bırakırken rüzgar da uğraşını bıraktı. Arkasından gözlerini saatine kaydırdı.


-Ah hayır çok geç kaldım… dedi saatine bakmasının arkasından telaşla hazırlanmaya koyularak. Bugün sabah erkenden İndis ile buluşacaktı ve neredeyse geç kalıyordu. Telaşla üzerine bir pantolon ve bir gömlek geçirdi. Hızlı olmaya çalışırken kıyafetinin biraz bozuk yaptığını şans eseri gözünün takıldığı aynada fark etti. Olabildiğince hızlı bir şekilde kıyafetlerini de düzeltmesinin arkasından kürklü cüppesini de üzerine geçirerek adımlarını giderek hızlandırarak kapıya yöneldi. Merdivenlerini olabildiğince sessiz –kimseyi uyandırmak istemezdi- ama hızlı bir şekilde birer ikişer atlayarak indi. Büyük adımlarla koridorları aştı. Dışarı çıktığında bir an giydiği kalın giysiye rağmen üşüdüğünü hissetti. Ancak sonra ne soğuğa ne de yüzüne çarpan yağmur damlalarına aldırmadan koşmaya başladı. Koşarken bir an rüyası geldi ve bedenine ona kavuşamama korkusu yayıldı. Ama kafasını sallayarak bu fikri saçlarının arasına sinmiş su damlalarıyla birlikte attı. Birkaç dakika sonra koruluğa yaşlaştığında nefeslenmek için yavaşladı ve buluşma yerleri olan ilk karşılaştıkları noktaya doğru ilerledi. Selamlayıp yanağına her zamankinden sıcak bir öpücük kondurdu. Arkasından sevgilisinin sözlerine gülümsedi.

-Ben de seni bir daha hiç bulamayacağımı sanmıştım dedi daha çok mırıldanmayı andırır bir sesle.


En son Christopher Alex Peterson tarafından Paz 07 Ara. 2008, 19:39 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Indis Oak J. Engelbert

Indis Oak J. Engelbert


Kadın
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı 43772825vu8
Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11937
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 03/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimePaz 07 Ara. 2008, 18:00

"Afedersin, anlayamadım?"

dedi bakışlarını yönelttiği yakışıklı büyücünün kendi kendine birşeyler mırıldanmasının ardından. Chris, genç cadıyı geçiştirmek istercesine birşeyler zırvaladı ve konuyu hemencecik kapattı. Indis, kahverengi uzun saçlarını eliyle geriye attı, ardından yanında oturan çocuğa biraz daha yaklaştı ve "Nasılsın bakalım?" diye sordu neşeyle, çocuğun deniz mavisi gözlerine baktıkça gördüğü rüyayı da tüm düşüncelerini de unutuveriyordu adeta. Chris, durgun bir şekilde genç cadıyı yanıtlayıp aynı soruyu ona da sorunca "İyi sayılırım, seni beklerken biraz sıkılmış olmamı saymazsak tabi" hala gülümsüyordu. Chris, artık Indis'İn alıştığı bir şekilde kafasını hafifiçe aşağı eğdi ve mavi gözlerini yukarı kaldırıp Indis'e baktı, sağ eli ile kahverengi saçlarını karıştırıken, dudakları yana doğru hafifçe kıvrıldı ve "Üzgünüm, geç kalmak istememiştim" dedi. Indis, bu çocuğun masumane ifadesi üzerine güldü ve içinde ona karşı hissettiği duyguların ne denli güçlü olduğunu anladı. o kadar tatlı görünüyordu ki! Şuanda onu öpmemek için kendini zor tutuyordu. Birkaç saniye büyücüyü inceledi ardından "Sadece dalga geçiyordum, hem o kadar beklemedim" dedi.

Henüz çok erken olmasına rağmen hava gitgide kapanmıştı ve yağmur çok hafifiçe çiseleyerek yağmaya devam ediyordu, Indis yanında ki büyücüye biraz daha sokuldu ve üşüme hissini yok etmek için ona sarıldı. Chris'in alışık olduğu, hoş, hafif ve etkileyici parfümünün kokusunu duyumsarken huzur bulduğunu hissetti ve kafasını büyücünün göğsüne yasladı. Sanki Chris'e sığındığında diğer tüm dertlerinden uzaklaşıyor gibiydi. Bu inanılmaz büyücü, Indis için bir liman gibiydi adeta, herşeyden ve herkesten uzak olabildiği tek yerdi Chris'İn yanı. Daha onu gördüğü anda tüm sorunları uçup gidiyor yerini mutluluk ve coşku alıyordu. Bu hissetikleri gerçek bir aşk mıydı? Eğer öyleyse Aaron'u gördüğünde hissettikleri neydi pekİ? Basit bir hoşlantı mı? Ya da daha da ötesi var mıydı bunun? Bilmiyordu, hiçbir şeyden emin değildi, olamazdı da zaten. Tüm bunları yaşamak ve haklarında yorum yapabilmek için çok gençti henüz. Ama elinden gelen birşey yoktu, zaten elinde olsa seçimini Chris'ten yana yapacağını adı gibi biliyordu. Ama Aaron'u gördüğünde ya da düşündüğünde elinde olmadan farklı şeyler hissediyordu, ve bu durum Indis'e kendisini berbat hissettiyordu. Chris'i aldatmaktan farksızdı bu ve bunu en son hak edecek kişiydi Chris...

Tüm bu düşünceleri kafasından atmaya karar vererek tüm dikkatini yeniden Chris'te odakladı, genç büyücü gözlerini boşluğa dikmiş öylece bakıyordu
"Çok durgun görünüyorsun. Neyin var?" diye sordu sakin bir sesle. Chris, düşüncelerine öylesine dalmış olmalıydı ki Indis'i duymadı, "Hey, Chris." biraz daha yüksek sesle hitab ettiği büyücü birden kafasını iki yana salladı ve bir rüyadan uyanmış gibi Indis'e döndü "Birşey mi söyledin?". Genç cadı artık birşeyelr olduğundan neredeyse emindi, yavaşça doğruldu ve tek kaşını kaldırarak doğrudan Chris'İn deniz mavisi gözlerine baktı "Neyin var?" diye sordu. Ve cevap tam da tahmin ettiği gibi 'Bir şeyim yok iyiyim' şeklinde oldu. Chris sorunlarını kolay kolay anlatan biri değildi ve bunca yıllık ilişkilerinden sonra Indis artık bunu çok iyi biliyordu, kollarını göğüs hizasında bağdaştırdı ve duruşunu dikleştirerek "Christopher, neler olduğunu hemen söyleyecek misin? Yoksa akşama dek seni konuşturmak için dil dökmemi ve başını şişirmemi mi yeğlersin?" ciddileştiği Christopher demesinden belli oluyordu, ve Indis bu inatçı büyücüyü konuşturmanın tek yolunun ciddi olmak ve üstüne gidip onu köşeye sıkıştırmak olduğunu biliyordu. Bu nedenle tam da böyle davrandı. Chris'in, Ravenclaw'lı cadının yanındayken dalgın olduğu ve onu tamamen unuttuğu zamanlar sınırlıydı, ve böyle olduğunda genellikle çok büyük bir problemi olurdu. Bu nedenle Indis'İn telaşlanması işten bile değildi!

Nitekim yöntemi işe yaramıştı, Chris o çaresiz ifadesini takındı ve konuşmaya başladı
"Aslında ben-" ama sözleri kulak tırmalayıcı bir uğultuyla bölündü. İki sevgili hemen ayağa fırladılar, Indis'in eli çoktan asasına uzanmıştı bile, uzun, sıkı sıkıya kavradığı asayı sesin geldiği yöne; ileride ki sık ağaçlıklara doğru yöneltti. Hava artık iyiden iyiye kararmıştı, yağmur şiddetini arttırıyordu, rüzgar delicesine esmeye başlamıştı ve tüm bunlar bir anda olmuştu. "Lanet olsun bu da neydi böyle!" dedi genç cadı boşta kalan eliyle kulaklarını ovuşturuken. Kendisi ve Chris'ten başka bu sesi duyan olmamışmıydı? Hoş bu havada kim böyle bir yerde bulunurdu ki? "Merlin aşkına!" yine aynı ses ama daha şiddetlisi, Chris doğruca ilerideki ağaçlara koşturmaya başladı, asasına sıkı sıkıya yapımıştı, dimdik yürüyordu, hiç korkmamış gibiydi, Indis ise onun aksine bembeyaz kesilmişti ama yine de sevdiği bu büyücüyü oraya tek başına gönderemezdi "Hey Chris beni bekle!" dedi yüksek sesle aralarında ki mesafe açılmışken adımlarını hızlandırıp yürümeye başlamışken. Chris kafasını çevirdi ve "Sen burada kal, hemen geleceğim" dedi, Indis sevgilisinin bu takdir edilesi cesaretine hayran kalmıştı, ve onun kadar cesur olamadığından Chris'İn söylediklerini ikiletmedi ve olduğu yerde kaldı, yine de asası hala ağaçlara bakıyordu ve olası bir tehlikeye karşı zihninde büyüler sırlamaya çoktan başlamıştı.

Yaklaşık bir dakika sonra Chris ağaçların arasında yeniden belirdi, baştan aşağı sırılsıklam olmuştu Indis'e doğru gelirken
"Orada birşey yok, muhtemelen canı yanan büyülü bir hayvan filandı, endişelenme" dedi ve Indis derin bir nefes aldı. Chris yanına geldiğinde "İyisin değil mi?" diye sordu büyücüye, çocuk başını sallayarak [/color}[color=#00a0a0]"İyiyim, merak etme. Rahatla artık korkulacak hiçbir şey yok" dedi, cadıyı teskin etmeye çalışarak. Indis onu onaylarcasına kafasını salladı. "Tamam, hadi şatoya gidip ısınalım hem sana William'ın son mektubundan söz ederim, gerçekten çok komik şeyler yazmış" dedi gülümsemeye çabalayarak, sesi duymadan önce konuşulanları unutmuşa benziyordu. Chris suratında bezginlik dolu bir ifadeyle gözlerini devirdi ve "Tabi ya, William" dedi sıkıntılı bir sesle. Indis bu tepkiye şaşırmıştı, "Hey senin neyin var söyler misin? Neden bu şekilde davranıyorsun?" dedi, Gerçekten neler olduğunu merak ediyordu. Indis sadece Chris ve William'ın arasını düzeltmeye çalışıyordu, peki Chrs neden bunu anlamıyordu? Neden böyle davranıyordu ki? Büyücünün aşağı eğdiği suratına bakarak yanıtını beklemeye koyuldu....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com
Christopher Alex Peterson
Fontjoncouse Otel ~ Genel Müdür
Christopher Alex Peterson


Erkek
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Boupi3
Mesaj Sayısı : 212
Yaş : 32
Kan statüsü : Melez
Galleon : 11944
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 25/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimePtsi 08 Ara. 2008, 01:06

-Ee.. Ben mi? Sa... sadece mırıldanıyordum. Önemli bir şey değil. Zihninin içerisinde bir ses ona adeta kahkahalarla gülüyordu bunu söylerken. Önemli değildi ha? Gece gördüğü o rüya belki de hayatını değiştirecek kadar önemliydi aslında. İlk defa kendi kendine ne yaptığını soruştu bugün. Bir ailesi olmayan, amcasının yanında hayatını geçiren biriydi. Büyü toplumunda pek sevilmeyen melez sınıfındandı. Ancak tutup da her zaman rahatına düşkün yaşamış, safkan bir soydan gelen İndis’i seviyordu. Karakter olarak birbirine o kadar benzemelerine rağmen dünyaları öylesine farklıydı ki… Ama onu ilk gördüğünden bu yana seviyordu. Karanlık dünyasını bir ışık gibi aydınlattığı, kalbindeki umutsuzlukları dağıttığı ve sorunlarından uzaklaştırıp yüzünde gülümsemeyi oluşturmayı her defasında başardığı için seviyordu. Bu sevginin doğruluğu yada yanlışlığı üzerine bugüne kadar hiç düşünmemişti. Belki sadece William’ın sert bakışlarıyla gerçekleri yüzüne vurduğu an hariç. O zaman düşünceleri saçma bularak silip atmıştı fakat şimdi öyle değildi. Yine de avcı gerçekleri bakışlarıyla yüzüne vurduğundan bu yana ona kin duyuyordu.Rüzgar saçlarını dalgalandırırken İndis Yeniden konuşmaya başlamıştı. İpeksi sesi duyunca rahatlasa da bu sefer kara bulutlar İndis’in bile dağıtamayacağı kadar büyüktü. Tıpkı şu anda güneşin, büyük bir yağmuru haber verircesine giderek artan ve favayı karartan bulutlara karşı pek bir etkisinin olmadığı gibi..

-Eee… Ah iyiyim sağol Peki ya sen? Zihnindeki düşünceler yine onunla dalga geçti. Bir an düşünceler William’ın sesine, kanı bozuk olduğunu dile getiren alaylı sesine dönüştü. Chris bunları düşünmemeye çalışarak zihninden uzaklaştırdı. Sonra da gözleri İndis’e kayarken yüzünde biraz olsun gülümseme yayıldı. Her zamanki gibi bir melek kadar güzel görünüyordu. Gökyüzünden ara ara düşen yağmur tanelerinden birkaçı saçlarının arasında solgun gün ışığıyla parlıyordu. Soğuktan olsa gerek yüzünde ona çok yakışan bir kızarıklık oluşmuştu. Gözleri Chris’in içini ısıtan bir neşeyle parlıyordu. Aynı şekilde pembe dudaklarında tatlı bir gülümseme yayılmıştı. Bu dünyadan değil, gökten inmiş bir melek gibiydi adeta. Gülümseyen dudakları aralanırken geç kaldığını dile getirmişti. Chris bunu oldukça ender yapmaya çalışsa da hiç yapmıyor değildi. Bu tepki karşısında içinde olan hisler de ötekilerden pek de farklı sayılmazdı. Başını öne eğip gözlerini İndis’ten ayırmadan mahzun bir tavırla özür diledi.İndis bir süre sessizliğin ardından sadece dalga geçtiğini söyleyince hafifçe gülümsedi. Kendisine sarılan sevgilisinin o hoş hissi yüzünü daha da gülümsetti. Yüzündeki gülümseme daha çok rahatlama dile getiriyordu. İndis’i birazcık olsun üzmek hayatında en son istediği şeydi kuşkusuz.

İndis’i üzmeme fikri Chris’i alıp yine karanlık anıların içine götürdü. Eh onu doğrudan hiç üzmemeye gayret ediyordu. Ama onu aslında günden güne zehirlediğinin, karanlıklara çektiğinin farkındaydı. Bazen dünyadaki her kötülüğün sorumlusu olarak görürdü kendisini. Ona dokunanı kendi karanlığına bulayan bir mürekkep, hatta kendisine dokunanı yok oluşa sürükleyen kor bir ateş gibi görüyordu. İndis’i asla üzmek istemezdi ama gerçekten de üzmez miydi emin olamıyordu. Anne ve babası Chris’i korumak için kendilerini feda etmişti, John kim bilir kaç kez Chris yerine acı çekmek zorunda kalmıştı onu korumak için. Şimdi de o kor ateş, o kara mürekkep İndis’i sarmaya kuşatmaya başlamıştı. Onda vaat edebileceği mutlu bir yaşam olacağından emin değildi. Amcasının ve yengesinin korumasından azat olduğunda tamamen kimsesiz, belki de hiçbirşeysiz kalacaktı. Bu kötülüğü onunla paylaşmak onu da kor ateşlerine sürüklemek, yakmak kül etmek olmaz mıydı? Sadece gelecekte zarar verecek değildi ki şimdi bile yavaş yavaş ağabeyiyle arasını bozmasına neden oluyordu. William’ın hiç bir zaman kendisini tasvip etmeyeceğinden emindi. Kendisi de onu pek seviyor sayılmazdı. Hatta zihnine bu zehirli düşüncelerin tohumlarını atanın o olduğunu biliyor ve içten içe nefret ediyordu. Bu nefret en azından biraz olsun kendisini rahatlatıyordu.


-Bir şey mi söyledin? Düşünceler kendisini karanlıklarına bu sefer öyle gömmüştü ki İndis’in sesini yükseltmesine kadar onun sözlerini duymamıştı. Hafifçe irkilip ağzından bunlar döküldüğünde oldukça zeki bir kız olan İndis’in gözlerini endişe kaplamıştı. Alt dudağını hafifçe ısırdı ve bir parça gözlerini devirdi. Chris neler olacağını az çok tahmin edebiliyordu. Kendisini herkesten çok daha iyi tanıyan, anlayan cadı oldukça ciddi tavrıyla konuşmaya başladı. Bu bir an Chris’i ürpertti. Onun hayatında “Chris” iken bir anda “Christopher” olma düşüncesi belirdi zihninde. Bir anlığına kollarındaki güzel melekten sanki millerce uzakmış gibi geldi ve yine o kısa sürede ıslık çalarak esen rüzgar daha fazla soğuk esti. Sonunda bu hisse dayanamayarak konuşmaya başladı. Sözlerine başlarken söyleyip söylememede kararsızdı. Zaten ağzından ilk olarak belli belirsiz kelimeler çıkmıştı. Sonunda tam konuşmaya başlayacaktı ki rüzgarın uğultusuna aniden karışıveren seslerle irkildi ve hızla doğruldu. Yüzüne yansımasa da içinde anlık da olsa bir ürperti oluşmamış değildi. Aslında korkusu kendisinin zarar görmesinden değil İndis’e bir şey olmasınaydı. Ancak korku korkuydu işte. Yanındaki İndis belli ki kendisinden daha da fazla korkmuştu. Bundan hemen harekete geçmesi gerektiğini anladı ve koşmaya başladı.

-Hey Chris beni bekle! Bu sesi duyduğunda bir an yavaşlayıp beklemesini söylemesi dışında giderek hızlanarak ağaçların arasına daldı. Kollarını iki yana açarak hızını artırdı ve ormandaki ağaçların arasında bir o yana bir bu yana doğru koşmaya koyuldu. Yorulana kadar her yeri incelese de tek görebildiği bir yuva bulup saklanmaya çalışan sihirli yada sihirsiz yaratıklardan başka bir şey değildi. Sesi çıkaran onlardan biri olabilirdi ama hayvanları iyi tanıyan Chris o sesi çıkarabilecek türden bir yaratık görmemişti. Sesi çıkaranın tamolarak hangi yaratık yada ne olduğunu bilmese de sebep bu korkmuş yaratıklar değildi. Buna emindi. Bir süre etrafta koşmaya devam etti. Sonra hem yorgunluktan hem de İndis’i daha fazla yalnız bırakmamak için durdu ve geriye doğru koşmaya başladı. Geriye döndüğünde İndis’in başına bir şey gelmiş olması korkusu bir an bedenini sarsa da onu güvende bulması Chris’i rahatlattı. İndis de muhtemelen kendisi için epey endişelenmişe benziyordu. Ona kesin olmasa da basitçe fikrini söyledi ve endişesini gidermeye çalıştı. İyi olduğunu da söylemdikten sonra yatışan İndis az önce tamamlayamadığı cümleyi sormuyordu. Buna sevinecek oldu. Ta ki abisinden bahsedene kadar. Ondan bahsedince bakışları sertleşti ve kalbi yine öfkeyle doldu. Öfkeli düşünceleri istemsizce dudaklarından döküldüğündeyse artık onları geri almak için çok geçti. İndis’in sözleri üzerine derin bir iç geçirdi ve söyledi.

-Çünkü… İndis… Pek sevgili ağabeyinden onu ne kadar sevmeye çalışsam da nefret ediyorum. Onun benden nefret ettiği gibi. İndis’in çatılmış kaşları ve şaşkın ifadesi üzerine bir an duraksadı. Bunları duymayı beklemiyor olmalıydı. Aslında kendisi bile bunları söyleyebileceğini düşünmüyordu. Ama öfke bedenini ele geçirmiş adeta gözlerini kör etmişti. Nadiren de olsa öfke beyin hücrelerini fethettiğinde hep böyle olurdu. Bu onun daha dobra olmasını ve düşüncelerini net bir şekilde dışarı vurmasını sağlıyordu. Ancak aynı zamanda pek çok kalbi de kırmasını bu sağlamıştı. Kalbini kırmayı en son isteyeceği kişi İndis’ti. Ama kendine hakim olmak için fazlasıyla geç kalmıştı. Nedenini soran şaşkın sesine serinkanlı görünmeye çalışarak yanıt verdi

.-Ağabeyinden nefret ediyorum. Çünkü onun haklı olduğunu biliyorum. William’in ne düşündüğünü gayet iyi anlıyorum. Seni hak etmediğimi düşünüyor. Hah belki de haklı. Ben kimim ki?!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Indis Oak J. Engelbert

Indis Oak J. Engelbert


Kadın
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı 43772825vu8
Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 32
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11937
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 03/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimePtsi 08 Ara. 2008, 20:56

"Çünkü… İndis… Pek sevgili ağabeyinden onu ne kadar sevmeye çalışsam da nefret ediyorum. Onun benden nefret ettiği gibi."

Nefret mi? Chris ve William'ın birbirlerinden hoşlanmayacaklarını biliyordu, tahmininde yanılmamıştı ama nefret etmek... Bu çok daha farklı bir kavramdı, gerçekten William'da Chris'ten nefret ediyormuydu acaba? Eğer öyleyse tam bir salak gibi davranmıştı, yaz boyunca William'a Chris'ten söz etmişti, tabi Chris'e de William'dan. Şu anda öylesine afallamıştı ki! Bu, Chris'den asla beklemediği bir tepkiyidi, sinirlenmişti bu fark edilmeyecek gibi değildi. Durumu kavramaya çalışıyordu, şaşkın gözlerle karşısında ki büyücüye bakarken Chris'in yeniden söze başlamasıyla olduğu yerde çakılıp kaldı. Sözlerini bitirdiğinde kurduğu cümlelerden bazıları beyninde yankılanmaya devam ediyordu 'Hah belki de haklı. Ben kimim ki?!, Ağabeyinden nefret ediyorum., Seni hak etmediğimi düşünüyor.'

Bunlarda ne demek oluyordu? Kendisini Indis'e layık görmüyordu ha? Bu ne türden bir zırvaydı böyle, bunca zaman sonra neden şimdi söylüyordu tüm bunları. Ne yapmak istiyordu? Nereye varmak istiyordu? Yağmur tüm şiddetiyle yağmaya devam ederken ıslanan kahverengi saçları iyice beyazlaşan suratına yapmışmıştı, gözleri şaşkınlığından ötürü faltaşı gibi açılmıştı öylece kaskatı kesilmiş bir halde Chris'e baktı, ona yıllar geçmiş gibi gelen bur birkaç dakikalık bakışmanın ardından o alışıldık duruşuna geçti. Biçimli, açık renk kaşlarından birini kaldırdı, gözlerine soğuk bir bakış yerleştirdi., sırtını dikleştirdi, dudaklarını her an bir küfür sallamaya hazırmış gibi görünen hafif büzük bir konuma getirdi. Az önce ki şaşkın bakışlarının aksine olabildiğince katı görünmeye özen göstererek konuşmaya başladı
"Bu da ne demek böyle? Neden şimdi söylüyorsun tüm bunları?" diye sordu. Chris'in verdiği cevap ve onu hak etmediği konusunda ki sözlerini devam ettirmesi ise sinirlerini büsbütün tutmuştu.

Chris'in kendisininkinden daha büyükçe ellerini kavrayan beyaz, narin ellerini hışımla çekti. Ona anlayış göstermeyi düşünmüyordu çünkü bu söylediklerini davranışını açıklamak için çok saçma bir nedendi, belki de başka birşey vardı ve Chris ona söylemiyordu. Belki de Indis'ten ayrılmak istiyordu ama ayrılmak istmesinin nedenini ona açıklayamayacağı için böylesine sudan bir bahane uyduruvermişti kim bilir?
"Beni hak etmediğini düşünüyorsun öyle mi? Belki de haklısındır" dedi olabildiğince skain olmaya çalışarak ama hala son derece sert görünüyor ve konuşuyordu. Chris'le yine uzun bir bakışma yaşandı, çocuğun mavi gözlerine bakıyor ve bu konuda dürüst olup olmadığını anlamak için çabalıyordu.

William'la ettikleri kavganın üzerinden bunca zaman geçtikten sonra neden şimdi söylüyordu bunları, neden o gece söylmemişti, ya da aradan geçen üç ay boyunca? Neden şimdi birdenbire olduğunu merak ediyordu, William'ın Hogwarts'ı basıp Chris'i tehtit etme olanağı olmadığına göre nedeni başka birşey olmalıydı. Bunları düşününce zihninde bir an göl kenarında ki ağaçların birine William tarafından yapıştırılmış sevgilisi canlandı ve William'ın
"Kardeşimi bırakmak için kaç kese galleon istiyorsun seni kanı bozuk" dediğini duyar gibi oldu. Düşüncesi bile o anda kahkahalara boğulmasına neden olabilirdi ama şu an hiçte zamanı değildi, zaten öyle birşey olsa Chris bu cadının kafayı yediğini düşünüp oradan uzaklaşırdı.

Kafasını sertçe iki yana sallayıp kafasında ki düşünceleri kovmaya çabalarken dikkatini yeniden Chris'e ve içinde boğulmak istediği deniz mavisi gözlerine odakladı. Ona sert davranmaya çalışsa da, şu an ona son derece sinirli olsa da bu onu sevdiği ve ona her baktığında yumuşadığı gerçeğini değiştirmiyordu. Bu nedenle gözlerini ona fark ettirmeden kaçırmaya çabaladı bu sırada Chris konuşmaya başlamıştı, Indis'in söylediklerine gücendiği belli oluyordu onu onayladı ve bunun üzerine cadı dişlerinin arasından
"Evet kesinllikle haklısın Chris, beni hak etmiyorsun ve bende senin yüzünden üzülmeyi hiç hak etmiyorum." dedi.

Bunları söylememiş olmak için asasını bile vermeye hazırdı ama ne yazık ki yapılacak bir şey yoktu, artık olan olmuştu. Chris'in ne kadar güçlü olmaya çalışsa da kalbinin kırıldığını hissedebiliyordu ama Indis'in kalbi de kırılmıştı. Üstelik Chris'in tüm söylediklerine hak vermesi de onun kalbini daha da kırmaktan başka hiçbir şeye yaramıyordu. Chris'in bu sözleri söylemesinin altında çok daha farklı şeyler arıyordu, bunun ındis'i hak edip etmemesiyle alakası yoktu bunu hissedebiliyordu ama ne olduğunu kestiremiyor, adını koyamıyordu.

Sibi... Kuzeni olan sarışın, genç cadı düz, taş yolda belirivemişti birden. Suratından hiçbir zaman eksik etmediği çekici gülümseme yine oradaydı işte, her zaman yaptığı gibi altın sarısı saçlarını açık bırakmıştı ama bu kez yağan yağmur nedeniyle saç rengi koyulaşmıştı ve birbirine yapışan saçları o yürüken arkasında Indis'e hep çok havalı gelen bir şekilde dalgalanmıyordu. Bu yağmurun altında burada ne aradığını öğrenmeyi gerçekten çok istersi ama şu anda bilmesi ve yapması gereken daha önemli şeyler vardı. Sonra aklına açılış şöleni ve orada yaşananlar geldi, tabi öncesindekiler. İstasyondakiler, sonrasında Sibi ve Chris'i başbaşa görüşleri geldi. İstasyonda beliren o şüphe hissi şuanda doruk noktasına ulaşmıştı... Buna dişisel bir güdü de denebilirdi, Sibi ve Chris'in ilişkisinde sürekli bir bit yeniği arıyordu, bir şeyler onu husursuz ediyor ama onunda adını tam olarak koyamıyordu. Şimdi puzzle tamamlanmıştı işte herşey ortadaydı, Chris'in böyle davranmasının kaynağı kuzeni Frances'ten başkası değildi.

Merlin aşkına! Neler dsaçmalıyordu yine böyle... Kendi öz kuzeninden ve sevdiği çocuktan şüphe ettiğine inanamıyordu, kendisinden utanması gerekiyordu, bu.. Bu düpe düz sahtekarlıktı ve ne Chris ne de Sibi böyle bir şeye yeltenmezdi.
"Hey! Ne yapıyorsunuz siz burada bu yağmurda" diye sordu, sesi biraz sıkıntılı geliyordu. Indis kalkık kaşlarının altında ki kahverengi, küçük gözleriyle birkaç saniye boyunca önce Sibi'yi ardından da Chris'i tepeden tırnağa süzdü ve "Hiç..." dedi sesi buz kadar soğuktu. Bu yanıtla meraklı kuzenini elbette geçiştirememişti, cadının tatmin olmadığı sorduğu sorularla belli oluyordu ama Indis'in şu anda kimseyle uğraşacak hali ve sabrı yoktu. "Biz..." durdu, Chris'e baktı ama karşısında ki büyücü onun suratına bakmaktan bile acizdi kafasını yere eğmişti, arada bir Sibi'ye bakıyordu ama asla kafasını akldırıp da Indis'e bakmıyordu, kim bilir belki de yüzü yoktu. Indis gözleri dolmuş bir halde "Biz sadece ayrıldık" dedi, sesi buruktu. "Ciddi misin?" Sibi adeta şakımıştı, heyecanlanmış görünüyordu. Indis inanamaz bakışlarla sarışın cadıya baktı, o anda Sibi suçluluk duyar bir ifadeyle "Yani, üzüldüm demek istemiştim" dedi ve anında sustu. Indis bunu umursamadı nasıl olsa artık ayrılmışlardı herşey bitmişti, Chris tenezzül edip kafasını kaldırdı ve Indis'in gözlerine baktı. Cadı, gözünden bir damla yaş süzülürken "En azından biraz dürüst olmanı beklerdim Christopher" dedi ve Sibi'nin orada olduğunu bile unutarak doğruca ileride ki sık ağaç topluluğuna doğru yürüdü...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com
Frances Sibi Chapman
Seherbaz
Frances Sibi Chapman


Kadın
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı 43772825vu8
Mesaj Sayısı : 287
Yaş : 35
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11845
Ekspresso Puanı : -1
Kayıt tarihi : 20/09/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimePtsi 08 Ara. 2008, 22:28

Gece kulak tırmalayıcı bir sessizlikte ağlıyordu adeta, çehresinden süzülen yaşlar gibi ağır ağır yağıyordu yağmur gökyüzünü saran kara bulutlardan. Bir duman çökmüştü gecenin içinde sakladıklarını örtmek istercesine, akıp giden damlaları gizlemek için çok yoğun bir sisti bu. Rüzgar ise öfkesini kusuyordu yeryüzündeki her şeye, ağaçları köklerinden söküp sürüklemek arzusunda olduğu kesindi, öylesine sert esiyordu bu gece. Her zaman Sibi’nin ruhunu okşayan şarkısı bu gece mırıldanmıyordu esen yelin dudaklarından. Aksine şiddetinden korkmuş, kabuğuna çekilmişti. Bütün bu karmaşayı buğulanmış pencerenin ardında bırakıp alev alev yanan şöminenin dibinde diz çökmüştü. Acımasızca bir anda tepesine binen soğuğa karşı koyabildiği tek yer Ortak Salon’daki bu şömineydi, zar zor ısınmış bedeni ondan ayrılmak istemiyordu. Kuşkuyla yaklaşıyordu birden bastıran kötü havaya, ona uğursuzluk getirdiğinden emindi. Elinde ise yeni karalanmaya başlanmış kalın ciltli bir defter vardı, Sibi’nin günlüğüydü bu. Tüy kalemine aktarıyordu içindeki anlamsız kini, nasıl oluyorsa o da en manalı kelimeleri seçiyordu beyaz sayfaya dökülürken. Yazdığı son satırlar ise her şeyi açıklar cinstendi, ıslanmış gözlerini kısarak yeninden okudu son satırları. '' Artık kendimi tanıyamıyorum, nasıl oldu da böylesine kaybettim ben kendimi? Aşk tarifi olmayan, derinliğine inanı boğan bir hismiş, anladım ki açıklaması ya da nedeni yok. Yasak dinlemiyormuş, insanın bildiği her şeyin ötesindeymiş, önüne bakmadan ilerliyor, ezip geçiyormuş gururu. Ne kadar denesem de olmuyor, çıkaramıyorum onu, ne aklımdan ne kalbimden. Her saniye hem kendime, hem sevgime, hem de ona ihanet ediyorum. Hayır, ihanetlerin en büyüğünü Indis’e yapıyorum, nasıl bir insan oldum böyle? '' Göz yaşlarını tutamadı, ellerini yüzüne kapattı, işlediği büyük bir günahmış gibi gizlemek istiyordu ağladığını. Kurumuş boğazından kontrolsüzce çıkıp serbest kalan hıçkırıkları bunu engelliyordu. Çeşitli nedenlerle o anda Ortak Salon’da olan herkes onu duymuş ve yaptıkları her neyse yarıda bırakıp ona kilitlenmişti. O anda öfkesinin esiri olan Sibi sert bir şekilde günlüğünü kapattıktan sonra onu şöminenin alevleri arasına salladı. Hemencecik tutuşmaya başlayan sayfaların yanık kokusu burnuna gelmeye başlamıştı bile. Topuklarını sertçe yere vurarak ayağa kalktı ve pelerinin omuzlarına çekti. Hava almaya ihtiyacı vardı, dışarıdaki havaya rağmen bahçeye çıkmaya oldukça hevesliydi. Şişman Hanım’ın tablosuna doğru ilerlerken hala dikilen yarım düzine insana çıkıştı; '' Neye bakıyorsunuz? ''

Birkaç dakika sonra kendini ona her zaman güven veren dev meşeye sırtını yaslamış, etrafında kopan fırtınalara rağmen tüm durgunluğuyla önünde serilen göle bakarken buldu. Tıpkı göl gibi, öylesine sakindi ki az önce yaşananlara inanmıyordu. Bina arkadaşları önünde kendinden geçmiş ve ondan beklenmeyecek kadar zayıflık göstermişti. Kendini bu kadar salmasına gerek yoktu, Sibi güçlü biriydi, kendini böyle kolay harcayamazdı. Ne olursa olsun, dünyanın sonu değildi, üstelik henüz hiçbir şey kesin de değildi. Bu düşünceler aklından geçerken adeta içine doğmuştu ondan biraz ilerde patlak veren kavga. Birkaç metre ilerisinde Indis ve Chris ilk kavgalarını ediyorlardı, herkesin asla ayrılmazlar dediği çift teker teker köprüleri yakıyordu. İşte bu saniyelerde Sibi’nin içine nerden geldiğini anlayamadığı bir güven gelmişti, sonucu ne olursa olsun duygularını Chris’e söyleyecekti. Çabuk fikir değiştiren yapısına rağmen oldukça kararlıydı bu sefer, kuzeni ile arasının bozulması umrunda bile değildi. Böyle her gün kıskançlık ve öfkeyle ruhunu zehirlemektense kuzeninden vazgeçmeye hazırdı. Sanki Chris’i nerede bulacağını biliyormuş gibi koroluğa doğru yürümeye başladı. Çok geçmeden oldukça tanıdık bir sesin bağırışlarını duydu ağaçları arkasından.

Kendini gösterdiğinde Indis ve Chris’i gördü, tartıştıkları her hallerinden belliydi. İkisinin de yüzleri asılmıştı, hatta kuzeninin gözlerinin dolduğunu görebiliyordu. Kavganın sebebi neydi bilmiyordu, aklına bir tek William geliyordu. O adamı Sibi de hiç sevmiyordu ve sevmediği için Chris’i asla suçlayamazdı. Kuzeni de bunu yapmamalıydı ama anlaşılan abisine toz kondurmuyordu yine, sevdiğinin kalbini kırmak uğruna çıkışmıştı ona. Tam da bunun üzerine gelmişti Sibi, her ne kadar sessizce beklemeyi tercih etse de Indis ile göz göze gelince konuşmak zorunda kaldı. '' Hey! Ne yapıyorsunuz siz burada, bu yağmurda? '' Kelimeler dudaklarından birdenbire dökülüvermişti, kulağa patavatsızca geldiğinden emindi. Ama umursamadı, tıpkı -ıslanmış saçlarına ya da akmış rimellerine aldırmadığı gibi. Indis’in panikle verdiği cevaba inanması mümkün değildi, tek kaşını kaldırarak kuşkuyla baktı. Fazla beklemeden duymak istediği sözcükleri işitmişti ardı sıra. Yine inanamayarak baktı, şaşkınlığını gizlemek bir yana tiz bir sesle ciddi olup olmadığını sormuştu. Kuzeninin yüzündeki değişim görülmeye değerdi, Sibi fazla renk veridiğini hissederek toparlama ihtiyacı duydu. '' Yani üzüldüm demek istemiştim. '' Ardından Indis o andan itibaren eski sevgili olan Christopher’a dönüp son sözlerini söyledi acımasızca ve Sibi’yi teğet geçip ağaçların arasına daldı. Hemen arkasından ayrıldıklarının yeni farkına varmış gibi Chris ayaklanmıştı. Kızın peşinden gidecekti ki ani bir refleksle onun koluna yapıştı. Kendine şaşırarak elini geri çekti hemen ama Chris durmuştu ve ona bakıyordu sanki bir şeyler söyleyeceğini biliyormuş gibi. '' Gitme… ''

Nasıl olduğunu anlayamadan fısıldamıştı, o anda çok anlamlı olan bu kelimeyi. Olayların akışı o andan itibaren tamamıyla değişmişti biliyordu. Bir kere başlamıştı, devamını getirmek zorundaydı. Belki sonrasında olacaklar onu çok üzecekti ama o anda söylemezse sonrasında duyacağı pişmanlık daha da büyük olacaktı. '' Ben sana... Aşığım. Onun sana asla veremeyeceği kadar değer verdim sana, farkında değil misin? Neden onun elinde oyuncak oluyorsun ki? ''
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Christopher Alex Peterson
Fontjoncouse Otel ~ Genel Müdür
Christopher Alex Peterson


Erkek
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Boupi3
Mesaj Sayısı : 212
Yaş : 32
Kan statüsü : Melez
Galleon : 11944
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 25/08/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimeSalı 09 Ara. 2008, 00:44

Sözler dudaklarından döküldüğünde bir an kendisine inanmadan duraksadı. Az önce kem küm ederek başladığı laflar o zaman boğazında düğümleniyor ve dışarı çıkmıyordu. Peki ya şimdi? Her şeyi bu kadar basit nasıl ifade edebiliyordu? Zihnindeki duygu karmaşası öfkesiyle birleşince sonucun bu denli olacağını hiç sanmıyordu. Buna şaşırırken kendi kendine bir gerçeği hatırlattı. Şimdi her şey için çok geçti ve yapabileceği tek şey İndis’in yanıtını beklemekti. Cevap fazla gecikmemişti. Chris ile aynı şoku farklı şekilde geçiren İndis bugüne kadar hiç olmadığı kadar sert bir şekilde bakıyordu ona. Dudakları ona hangi hakareti edeceğini, nasıl sert bir cevap vereceğini planlar gibi büzüşmüştü. Ama Chris’i asıl yaralayan bu değildi. Onu yaralayan şey gözleriydi. Bugüne kadar gözleriyle kalbini fetheden, sorunlarını kendisinden uzaklaştıran cadının gözleri şimdi onun kalbine bir hançer saplar gibiydi. Bir an kalbinde bir acının yükseldi ve kor bir ateş bedenini sardı. Gözyaşlarının süzülmemesi için kendini zor tutuyordu. Zayıflaşmayacaktı hayır şimdi değil. İndis konuştuğunda neden şimdi olduğunu sormuştu ve o günlere götürdü gene Chris’i. Sanki bunu yapmak zorundaymış gibi. Öfke… Katıksız bir öfke yine Chris’i sardı ve yönetmeye başladı.

-O zaman anlamak istememiştim. Uyanmak istememiştim rüyadan… Ama şimdi sarsıldım ve kendime geldim. Ne duyduysan o! Sözler üzerine hala kendisininkileri tutan ipeksi eller hışımla çekildi. Chris büyük bir şaşkınlıkla önce İndis’e baktı. Sonra da boş kalan ellerine… Tüm bedenini bir an ürperti sardı ve tam gözlerinin dibine kadar gelen göz yaşlarını yine zorla durdurdu. İndis birden bire kendisinin haklı olduğunu kabul etmişti. Şaşkınlıkla başını kaldırıp ona bakmayı istedi. Ama bunu yapamadı. Bedenine bile hükmedemeyecek kadar güçsüzleşen iradesi buna izin vermiyor muydu yoksa üzerindeki cüppenin temsil ettiği cesaret bu durumda bedeninde uçup gitmiş miydi bilemiyordu. Bildiği tek şey vardı ve o da kalbine bu kez daha keskin bir hançer saplandığıydı. Bu sefer yara tüm diğerlerinden daha büyüktü. Bedenini sarıyor güçsüzleştiriyor, kelimenin tam anlamıyla Chris’i zayıflatıyordu. Yumrukları sanki bu işkencenin verdiği acıya dayanmasını sağlayacakmış gibi bir an sıkıldı. Dizleri boşalacak gibi oldu ama kendisini tutup tavrını korumayı son anda başardı. Bedenini saran son bir ürpertiyi üzerinden attıktan sonra dudaklarını oynattı.

- Bunu bu kadar çabuk kabul edeceğini sanmıyordum. Ama evet. Be... belki. Bu sefer üzüntüsünü oldukça net bir şekilde dışarı vurmuştu. Zira her an ağlamaya hazır bir çocukmuşçasına çıkmıştı sesi ki gerçekten de o kadar güçsüz hissediyordu kendini. İndisse okuduğu muggle fantastik kitaplarında rakiplerinin zayıfladığını gören düşmanların darbeleri ardı ardına indirmesi gibi iğneleyici sözlerine devam ediyor, kalbindeki yarayı daha da deşiyordu. Son sözleriyle gözleri kısıldı ve bakışları daha fazla yere eğildi. Öyle ki Artık İndis’in sadece ayaklarını görebiliyordu. Gerisi yağmurla ıslanmış en az yaralı kalbi kadar kuru olan yapraklardı. Kafasını kaldıracak cesareti artık bulamıyordu kendisinde. Bunun kendisini daha da fazla güçsüzleştireceğini biliyordu. İnkar etmek istedi birden sanki bir şeyleri değiştirecek gibi ama vazgeçti. Giderek öfkelenen İndis’in dudaklarından çıkan cümleleri aslında bir açıdan duygularına tercüman olmuş bile sayılırdı. İndis, o meleksi kız, Chris yüzünden üzülmeyi hak etmiyordu. Hayır o kesinlikle hiçbir şekilde üzülmemeliydi. Belki de en doğrusuydu bu. Yine de gem vuramadığı yaralı kalbi mantığıyla aynı fikirde değildi. Bir süre duyguları birbiriyle savaştı. Tam kararını vermiş ve dudaklarını oynatıyordu ki beklemediği bir şey oldu.

-Hey! Ne yapıyorsunuz siz burada, bu yağmurda? Chris’in sözlerini boğazında düğümleyen cümleyle şaşkınlıkla başını kaldırdı hafifçe kim olduğuna baktı. Karşılaştığı görüntü şaşırtıcıydı. Gelen İndis’in kuzeni ve Chris’in iyi bir dost olarak bildiği cadı, yani Frances’di. Fırlattığı kısa bakışla Chris, gözlerindeki rimellerin aktığını fark etti. Ama yağmurun buna neden olduğundan pek de emin değildi. İçinden bir ses bugün duygulanan tek kişinin kendisi olmadığını söylüyordu. Sorusuna karşı sessiz kaldı ve İndisin ona önce geçiştirişini, sonra sanki çok basit bir şeymiş gibi ayrıldıklarını dile getirmesini dinledi. Chris’in bakışları hala onunkilerle yüzleşemiyor ve yerde kuru yapraklara bakıyordu. Sessizliğin içinde bu cevabı bu kesin yanıtı hazmetmeye çalıştı. Rüyası zihninde tümüyle canlandı. Cenneti andıran güzelliğin yokluğu ile nasıl da cehenneme dönüştüğünü hatırlarken içinde çoktan alevler tütmeye başlamıştı bile. O an bir damla göz yaşı akan yağmurla birlikte gözünden süzüldü ve yere doğru düştü. Düştüğü yer kurumuş ve kıvrılmış bir yapraktı.

Başını hafifçe kaldırıp ikiliye baktığında bundan Chris’i şaşırtan şekilde sevinmiş gibi görünen Frances ile İndis’in konuşmalarını belli belirsiz dinledi. İşte o an gözleri kısıldı ve neyi yanlış yaptığını anladı. Her şey zihninden film şeridi gibi geçmeye başladı. Önceki yıla kadar son sınıflardan kuzeninin arkadaşı Charlie’ye derin bir hayranlık, belki de sevgi besleyen Frances’in bu yılki tavrıysa hep önceki yıllardan farklı olmuştu. Bunun Charlie’nin yarattığı boşluktan kaynaklandığını düşünüp geçiştirmişti Chris hep ama şimdi gerçek öylesine aşinaydı ki bunu yapmakla ne büyük aptallık ettiğini anladı. Aynı binada, aynı takımda ve aynı sınıftaydılar. Bunun etkisiyle Chris ile ister istemez birlikte oluyorlardı. Chris’in ona tavrı diğer herkesten farksız bir şekildeydi. Ancak bu yıl kendisine gereğinden fazla sıcak olduğunu hissettirmeye başlamıştı. Hatta başta açılış şöleni olmak üzere bunlar İndis’in bile gözüne batmaya başlamıştı. Chris’in bu konudaki fikri sevginin belirtisi kıskançlığa duyduğu memnuniyetti sadece ama şimdi her şey bambaşka bir hal almıştı. Bunları düşündüğü birkaç saniyenin ardından kafasını kaldırıp İndis’e baktı. İndis en az Chris kadar güçsüz görünüyordu; her ne kadar aksi için çabalıyor olsa da. Dudaklarından son sözler döküldü ki bunlar her şeyin tahmin ettiği gibi olduğunu açıkça gösteriyordu. Ayrılmalarına bir derece dayanabilirdi ama İndis’in kendisini bu denli yanlış anlamasına dayanamazdı. Arkasından koşmaya yeltendi ama aniden Frances kolunu tuttu ve gitmemesini söylemesiyle bedenini bir şaşkınlık kapladı. Bu kadarını beklemiyordu ki kuşkusuz aynı şeyler onun için de geçerliydi.


-Ben sana... Aşığım. Onun sana asla veremeyeceği kadar değer verdim sana, farkında değil misin? Neden onun elinde oyuncak oluyorsun ki? Chris’in bedeni bu sefer gözle görülür bir şekilde titredi. Gözleri irileşti ve kaşları şaşkınlıkla baktı. Aşıktı… Aşıktı ha? Peki bu aşkının bedelinin ne olduğunun farkında mıydı? Aşkıyla iki kalbi ne denli yaraladığının farkında mıydı? Zihninde dönen sorular birleşip katıksız bir öfkeye dönüştü bir an. Gözleri parlayarak sanki ona saldıracakmış gibi baktı. Ona tüm öfkesini kusarcasına seert laflar etmeyi düşündü. Neyse ki bir başka yanlış hareket yapmadan mantığı öfkesini yenmişti bu sefer. Yine de içinde kükreyen öfkesi bir şekilde kendisini dışarı vurmakta gecikmemişti. Yumruğunu ani bir şekilde sıkarak yakındaki ağaca vurdu. Ağacın sert yüzeyine değen yumruğunu çektiğinde ağaçtan kanlı parçalar soyularak yere düştü. Yumruk attığı yerden kanlar süzülmeye başlamıştı. Gerçekten ciddi olsalar da kalbindekilerin yanında bir hiçtiler. Frances belki duygularına hakim olamadığı için suçlu sayılmazdı ama yarattığı şüphe bugünkü tartışmanın çok farklı boyutlar almasını sağlamıştı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Zorlukla öfkesine hakim olmaya çalışırken konuştu. Yine de öfke son anda mantığını yenmişti. Elinden kanlar, gözlerinden yaşlar akarken sesi gittikçe yükselerek ve her sözüne vurgu yaparak konuştu. Önceden aklından geçenler kadar sert olmasa da sözleri tümüyle iğneleyiciydi.

-Neler… Neler saçmalıyorsun sen? Oyuncak ha! Kim beni oyuncak gibi kullanıyor sence? İndis mi yoksa bana yaklaşıp onun kalbine şüphe tohumlarını eken sen mi? Ben sevdiğim kızın, İndis’in tek bir göz yaşına bile dayanamazken sen beni şimdi ne hale soktuğunun farkında mısın? Memnun musun bundan? Söylesene!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frances Sibi Chapman
Seherbaz
Frances Sibi Chapman


Kadın
Ruh hali : İlk Fırtına ve Yol Ayrımı 43772825vu8
Mesaj Sayısı : 287
Yaş : 35
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11845
Ekspresso Puanı : -1
Kayıt tarihi : 20/09/08

İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Empty
MesajKonu: Geri: İlk Fırtına ve Yol Ayrımı   İlk Fırtına ve Yol Ayrımı Icon_minitimeSalı 09 Ara. 2008, 01:59

Birbiri ardına gelen itiraflar Sibi’yi beton bir zemine çarpmış gibi hissettirmişti, kendi bile böylesine sarsılırken Chris’i düşünemiyordu. Söylediklerin ağırlığı da, bedeli de çok ağırdı. Kim olsa böyle bir yükün altında bocalardı. Sibi onun vereceği tepkilerin hepsini kafasında şekillendirdiğini düşünüyordu, böylece hazırlıklı olacaktı. Ancak tahmin ettiğinden çok daha kötü bir son bekliyordu onu, bu ilanı aşk ona çok pahalıya patlayacaktı. Bu acımasız gerçekten habersiz karşısındaki çocuktan cevap beklerken onun yüzündeki şaşkınlığı okuyabilmişti. Gerçekten de Chris böyle bir şeyi aklına bile getirmemiş olmalıydı, bir kez olsun düşünmemişti bile. Karşısında resmen titrediğini görünce biraz irkildi, hatta korktu belki de. Bir an için Chris’in ona vuracağını düşündü, elinin havaya kalktığını gördüğünde bunu hak etmediği düşünmüştü hemen, ardından düşüncelerini okumuş gibi sert yumruğunu yanındaki ağaca indirmişti Chris. İçinde biriken tüm öfkesini yumruğuna vermiş olmalıydı, öyle ki ağacın parçalarını bile alıp götürmüştü tek seferde. Kanayan elini görünce içi burkuldu ama onun da kalbi kanıyordu. Islanmış gözlerle Chris’e baktığı zaman onun da ağladığını gördü, tam bir duygu patlamasıydı ve birazdan tüm kinini sözleriyle kusacaktı.

'' Neler… Neler saçmalıyorsun sen? Oyuncak ha! Kim beni oyuncak gibi kullanıyor sence? İndis mi yoksa bana yaklaşıp onun kalbine şüphe tohumlarını eken sen mi? Ben sevdiğim kızın, İndis’in tek bir göz yaşına bile dayanamazken sen beni şimdi ne hale soktuğunun farkında mısın? Memnun musun bundan? Söylesene! ''

Hayatında böyle aşağılandığını hatırlamıyordu, Chris onu aralarını bozmakla itham ediyordu. Sanki hayatın da olumsuz giden her şeyin sorumluluğunu ona yüklemişti. Daha fenası Sibi’nin bu durumdan hoşnut olduğunu sanıyordu, sonuçta Indis onun kuzeniydi, asla onu kaybetmek istemezdi. İşleri bu boyuta getiren dizginleyemediği duyguları ve daha fazla içinde tutamamasıydı. Peki tüm bunlar için pişman mıydı? Hayır! Yaşanması gerekiyordu demek ki, hayat her zaman gülmüyordu inanın yüzüne, hayat adil değildi. Şimdi öfkelenme sırası Sibi’deydi, bedenini saran, gözünü kör eden bir hiddetle konuşmaya, hatta bağırmaya başladı. '' Benim için kolay mı oldu sanıyorsun? Evet, her şeyin suçlusu benim ve bunu büyük bir zevkle yaptım! En azından ben cesaretliyim, hatalarımı sahipleniyorum, başkalarına yüklemiyorum! '' Söyledikleri bütün bunlarla kalsa iyiydi. Açılmıştı bir kere ağzı, içindekileri dökmeden de kapanmayacaktı. Chris’in bu denli kör olması ağırına gidiyordu. İşte bu yüzden daha da sarılıyordu sözlerine, daha da ileri gidiyordu. '' Seni parmağında oynatıyor resmen, muggle düşmanı, burnu havada abisini sevmediğini söylediğin için senden ayrıldı. Aç artık gözlerini, gerçekten de birbirinize ait olduğunuzu düşünüyor musun? ‘’

Chris baştan sona dürüstlüğün simgesi gibiydi, diğer insanları da kendisi gibi sanmasına ve aldanmasına şaşmamak lazımdı. Yine de insan biraz da mı olsa farkına varmazdı? Sibi onu tertemiz duygularla severken, yere göğe koyamazken bir başkasının Chris’i kaybetmeyi göze almasını aklı almıyordu. Üstelik çocuğun saf aşkına sahipken! Bunu yapan birisi asla doğru kişi olamazdı. '' O seni düşündüğün kadar sevmiyor, değer vermiyor. Neden anlamıyor musun? Oysa ben... ''
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İlk Fırtına ve Yol Ayrımı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Mantar Pano :: RPG İçi Sayfalar-
Buraya geçin: