Karanlığın çökmesinin ardından bir deniz meltemi gibi vurdu yüzüne rüzgar. İçi ürperdi, başta üşüdü. Ama sonra kendini hırçın dalgalara bıraktı, soğuk ve acımasız bir şekilde.. Kayalığın arasına sıkışmış bir inci gibi parıldıyor, bazen de uçurumun kenarında ki en son ağaç gibi eğik yapraklarını döküyordu. Bazen de gök yüzünde ki en büyük yıldız, bulutların arasında yok olup gidiyordu. Gölge gibiydi, karanlıkta ortaya çıkan. Aydınlıkta yok olan.. Hayatında en sevdiği yerlerden biri olan, hogwarts’a tekrar gelmenin sevinciyle yüzünde sinsi bir sırıtış belirdi. Belli belirsiz sırıtış azalıp çoğalıyordu.. Öldüğünü bildiği çoğu kişinin anıları buradaydı.. Yüzünde ki sinsi ifade birkaç saniyeliğine değişse de yine eskisi gibi sırıtmaya başladı. Yaralı kalbinin kapısını çalıyordu, aşk. Ölümün ne olduğu o zaman anlayacaktı, sevdiği zaman. Göz yaşları sel olup aktı günlerce, aylarca.. Soğukkanlılığını koruyamadığı tek şey; aşk.. Kimine göre aşk, hayattır Kimine göre insanın başına gelen en kötü şey, kimine göre de bütün hepsini kapsıyor.. İşte Stefan’ın başına gelen de sonuncusu yani bunların hepsini kapsıyor. Daha küçük yaşındayken aşık olmuştu birine, bütün hayatını bırakmıştı onun için.. Ama ona ne olduğunu bile öğrenemeden ortadan kaybolmuştu. Ona çok ulaşmak istedi ama hepsi boşuna, onu bir gün geri kazanabilmek umuduyla yaşamaktansa ya yaşamayacaktı, ya da onu unutacaktı.. O, unutmayı tercih etti..
Sevgiden yoksun bir adam için böylesine delice sevmek, biraz garip.. Ama sol tarafında duran yaralı organına söz geçiremiyordu işte, sevdikçe seviyordu. Gün geçtikçe, ondan uzaklaşsa bile kalbi bir adım daha yakınına gidiyordu. Bambaşka bir dünya’ya gitmişti şimdi, bütün istediklerinin olduğu bir yere. Hayal dünya’sına.. Hayatında en çok istediği bir yere gelmek; iyi bir iş, saygın bir ölüm yiyen ve aşk.. Belki de yakın zaman da gerçekleşecek bu isteklerinin altında yatan gerçeğe yakınlığın ne kadar olduğunu bilmese de tahmin etmek zor değildi..
Karanlık gökyüzünden inen birkaç damla yağmurun verdiği serinlik kokusunun hissettirdiği ferahlık hissine hasta oluyordu. Sessizlik etrafa hakimken sadece yürürken ayağının altında ezilen çalıların sesi geliyordu kulağına. Çocukluğu tutsak bakışlar arasında. tahta kaplı, siyah beyaz bir kutu; içinde gözlerinin aktığı... yorgan altı korkuları olan, reklam izlerini taşımıyordu. Ama öyle olmasını isterdi, geçmişinin sırlarını kendine bile açmamışken başkasına açmayı düşünmemişti hiç. Belki de böyle içinde tutmak en iyisiydi, kimsenin onun hakkında bir şey bilmemesi en iyisiydi, evet.. Ama kendisi hakkında bir şey bilmeyen biri için fazla emin konuşmuştu.
Yüzleşti gerçeğin kendisiyle... Dile geldi bir demirin sıcaklığında; köpürdü geceye ve gündüze inat! Çekildi kanından, doğradı ihaneti, kuruttu gözlerindeki seli hayat! Yine de içi kan ağlıyordu. Onsuz geçen her saniyesi için üzülüyordu. Ama onu bulduğunda ne yapacağını düşünmek için istemediği kadar zaman kalıyordu, bu yönde ki şansını düşünüp biraz olsun kendini teselli ediyordu. Ortak salona çıktığında eşyalarını bırakmıştı, güneşin ışınlarının altında gözlerini kımıldatıyordu. Unutmanın vakti gelmişti artık, ne olduysa oldu artık unutacaktı.
Gözlerini yumdu ve unutmak için saymaya başladı, birkaç saniye içinde bunun aptalca bir şey olduğunu fark edip hemen derin bir nefes aldı ve daha sonra da üzerine Quidditch cüppesini geçirip ortak salonu terk etti. Birkaç saat içinde antrenmanlarının başlayacağını biliyordu. Ama önceden gidip biraz çalışmak istedi boş boş. Belki de böylesi daha iyi olurdu onun için. Biraz eğlence.. Hızla süpürgesini omzuna alarak sahaya indi. Güneş dağların arkasından batmaya hazırlanıyordu. Bir kısmı girmişti bile korkak gibi dağların arkasına… Ama buna aldırmıyor gibi bir hali vardı. Soyunma odasında ki sandığı sahaya çıkarttığında Güneşin hemen hemen her yeri batmak üzereydi. Bu manzarayı normal bir zaman olsa kaçırmamak için elinden geleni yapardı ama şuanda kafası öyle dalgındı ki kimseye anlatamazdı derdini. Aslında ne olduğunu kendisi bile bilmiyordu ama.. Sandığı yavaşça açtı ve kalın, kahverengi, ahşap sopayı eline alıp sıkıca kavradı. Bludger’ın tutulduğu demirli bölmeyi işaret parmağı ile açtı ve topun serbest kalmasını izledi. Derin bir nefes alarak bir yandan havada ki topu görmeye çalışıyordu, bir yandan da aşağı doğru hızla gelmesini engellemek için ne yapması gerektiğini düşünüyordu ki o sırada elinde sopanın olduğunu unutmuş hızla sahanın ortasına koşmuştu. Sahanın tam ortasında durduğunda gözlerini Bludger’a dikti ona doğru hızla geliyordu. Sağ elinde ki sopayı tam zamanında topa geçirdi. Top yön değiştirerek çemberlere doğru gitti. Aslında sağ taraftan gidiyordu ama topun yön değiştirmesini sağladı, rüzgarın yönünü ve sopanın tutuş ile vuruş şeklini ayarlamıştı. Öğrendikten sonra insana fazla basit geliyordu.
Bludger, hızla çemberlerin ortasındakine girmişti. Hafiften tebessüm ederek sopayı bıraktı yere, topun sahanın etrafında döndüğünü arada yasak ormana doğru gittiğini fark etmişti. Biraz güvende hissetti kendini. Aslında bırakmamak geldi aklına ama fazla umursamayarak Altın topun olduğu yere baktı. Gerçekten harika görünüyordu. Yapımı.. Rengi.. Ve hızı.. Bir insanı etkilemek için gereken her şey vardı. Herkes gibi oda etkileniyordu bundan, kalbinin bir yerinde Arayıcılık gizliydi, herkesin olduğu gibi..
Derin bir nefesin ardından kafasını arkasına çevirdi. Bu sırada sahanın girişinden biri seslenmişti ona; tatlı, yumuşak ve kulağı okşayan türden bir ses. Kimden geldiğine bakmak için gözlerini kıstı ve karşıda ki kişiye biraz yaklaştı. Quidditch cüppesi üzerindeydi ve kızdı. Gözlerini biraz daha kısarak baktığında Hufflepuff’lı biri olduğunu gördü. Ve hafiften tebessüm etti kıza. Hala bir şeyler söylüyordu. Konuşmak için, cümlesini tamamlamasını bekliyordu kızın…
Out:Dalmayınız ^^