İkişer üçer atlayarak çıkıyordu tozlu basamakları. Bu şekilde bir heyecanı hayatı boyunca hiç tatmadığını söyleyebilirdi kolaylıkla. Dışarda hava kararmaya başlıyordu, gün boyunca yeryüzüne ışık saçmış olan güneş pembe-turuncu bulutların arasında kaybolmaya başlamıştı bile. Yüzünü yalayıp geçen soğuk rüzgara aldırış etmeden, hızla koşmaya başladı. Beline kadar uzanan gece siyahı saçları arkasında savruluyor, ipek bir örtü izlenimi veriyordu. Sabah, daha önce hiç görülmemiş güzellikte bir baykuşun Baykuşhane'ye geldiği söylentileri yankılanıyordu Slytherin Ortak Salonunda. Kimeydi peki? Sorduğu ilk kişi cevabı vermişti; ona. Kimden olduğunu bilmemesine rağmen, 4 yıllık okul hayatında ilk defa mektup alıyordu. Teyzesi ya da dedesi ona hiç mektup göndermediklerine göre, şimdi bir mektup beklemek aptallık olabilirdi. Yaşayan tek akrabaları onlardı Joss için. Annesi artık bambaşka birisiydi, onu aileden saymak mümkün olamazdı. Fransa gittiğinden beri ne bir haber, ne bir mektup geçmişti eline Slytherin'li kızın. Hoş, eksikliğini de pek duymamıştı. Başına buyruk yaşama olan tutkusu bir ailenin eksikliğini kapatıyordu, en azından o bunu öyle sanıyordu.
Çeşitli düşünceler eşliğinde Baykuşhane'ye ulaşmıştı bile, içeri girip, bugüne kadar gördüğü baykuşların en değerlisi diyebileceği güzellikte bir baykuşa çevirdi buz mavisi gözlerini. Kabarık, siyah-beyaz tüylerine bakılırsa normal bir baykuş da değildi bu. Heyecanla baykuşa ilerleyip, ayağına bağlı olan sararmış parşömen rulosunu çözdü. Hayvan huşu içinde başını sallayıp, güneşin son ışıkları arasında uçup gözden kayboldu.
" Josephinã, ilk olarak bu mektubu almayı hiç beklemediğini bildiğimi söyleyeceğim. Aslına bakarsan ben de bunu göndermeye pek meraklı değilim, fakat bilmen gereken bazı şeyler var. Bazı şeyleri de zaten biliyorsun, mesela doğduğun o gün. Baban öldü, değil mi? Hem de senin yüzünden. Öyle bir lanetle dünyaya geldin ki sen, seni en çok seven kişileri öldürmekle başladın işe. Ben de bu yüzden gittim, senin gibi lanetli bir kıza bağlanmamak için. Benden nefret etmen, inan hiç umrumda değil. Yeter ki benden uzak dur ve sakın, ama sakın dedene benim hakkımda sorular sorma. Kim olduğum önemli değil, zaten hayatın boyunca yüzümü görmeyeceksin. Ayrıca, hatırlatmak isterim ki babaannen de senin yüzünden öldü. Hiç suçluluk duymuyor musun? Ah, ama hayır... Senin gibi bir ruhsuz nasıl üzülür, nasıl sever? Şanlı ailemin adına düşmüş bir gölgeden, bir karaltıdan başka birşey değilsin sen. Bu yüzden de ne adımı, ne ailemi bileceksin. Dedenin de pek ömrü kalmadı, yakında ölüp gidecek. O zaman başının çaresine bakarsın. Seni seven, seni koruyup kollayacak bir ailen yok, bunu bilmeni istiyorum. "
Mektubu yaklaşık 20 saniye içerisinde okumuştu. Ne söze gerek vardı artık, ne de bir düşünceye. Bedenini tümüyle işgal etmeye başlamış olan öfkesi, kontrolünü her an kaybetme ihtimaline yol veriyordu. Titreyen ellerini saçlarından geçirirken, gözbebekleri kinle büyümüştü. Bembeyaz olan teni, gözle görülür bir şekilde daha da beyazlaşmış, dudakları daha canlı bir kırmızı rengini almıştı. Yavaş bir hareketle asasını çıkarttı pelerininin iç cebinden ve masanın üstüne bıraktığı parşömene doğrulttu. Hangi cüretle? Hangi cüretle 'anne' sıfatıyla çağırmayı aklından bile geçirmediği bir kadın, ona böyle bir mektup yazabiliyordu? Lanetli, ha? Sadece örümcek beyinlinin tekine yaraşır bir biçimde, tüm ölümlerden onu suçlu buluyordu kadın. Saçmalık.
" Incendio. "
Asasının ucundan çıkan, kırmızı bir ışık demeti sarı parşömene isabet ettiği anda, parşömen alev aldı. Masa çeliktendi, bu nedenle de alevlerin alanı sadece kağıtla sınırlı kalabildi. Öfkesini çıkartmak için böyle bir yolu neden tercih etmişti ki? Kağıdı fırlatıp atsa, parçalara bölse de siniri geçerdi. Aşağılık kişileri hakettiklerinden fazla takmak, ona bir fayda getirmezdi, böylece de siniri ne olursa olsun bir yerden sonra geçerdi. Gözleri vahşice bir zevkle alevlerin arasında kaybolmuştu adeta. Masanın yanındaki eski bir sandalyeye çöküp, ateşi izlemeye başladı. Sönmüyordu, kolaylıkla sönmeyecekti de. İçinde yanan ateşi bilseydiniz, bu sadece bir hiçti.
PS: İsteyen gelsin. Sıkıldım. -_-"