|
| Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Indis Oak J. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 586 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11939 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/08/08
| Konu: Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar Salı 09 Ara. 2008, 21:23 | |
| Yıl: 1951 Mevsim: Sonbahar Hava Durumu: Güneşli, hafif esen meltem şeklinde.
| |
| | | Indis Oak J. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 586 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11939 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/08/08
| Konu: Geri: Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar Salı 09 Ara. 2008, 21:40 | |
| Tüm şiddetiyle yağan yağmurun altına sık ağaçların arasında hızla yürüyordu. bedeni ve kalbi Chris'e geri dönmek ona sarılmak ve eskisi gibi devam etmek istese de mantığı ve beyni buna izin vermiyordu. Öfke tüm bedenini esir almıştı, ama öfkesi sadece Chris'e değildi, kendisine de kızıyordu. Chris'in onun için hiçbir şey yapmamış olması ağırına gidiyordu, ne arkasından gelmiş ne de birşey söylemişti. Sadece tek bir kelime bile Indis'in gitmesine engel olabilirdi, tek bir kelime bile; gitme. Ama kalbini kıran büyücü bunu bile söylememişti, Indis'in gözlerine bakacak cesareti bile bulamamıştı kendinde. Acı da olsa Chris'in gözündeki gerçek değerini öğrenmişti sonunda. Göz yaşları inci taneleri gibi, bembeyaz yanaklarından çenesine ve sonra koyu renk cübbesine dökülürken bu düşüncelerle boğuşmaya ve nereye gittiğini bilmeden yürümeye devam etti.
Artık iyiden iyiye soğuyan ve sislere bürünen bu yağmurlu hava da öylece yürüyordu, ne yaptığının bile farkında değildi belki de. Esen şiddetli rüzgar suratını yalayıp geçerken üşüdüğünü hissetti, cübbesinin içine giydiği ince bulüzün kollarını çekiştirdi, yanakları ve burnunun ucu pembeleşmişti, kahverengi gözleri ise hafifçe kızarmıştı, sessizce ağlıyordu, suratında hiçbir ifade dudaklarının arasından çıkan hıçkırıklar olmaksızın. Elinin tersiyle gözlerini sildi, göz yaşlarını durdurmak istiyor lakin başaramıyordu. Koyulu açıklı yeşil tonlarıyla boyanmış ağaçların arasında kendine bir yol bulmaya çabalayarak hızlı bir şekilde yürüyordu, ağaç dalları arada bir suratına hafifçe değiyor, Indis dalları kendisinden uzaklaştırarak yola devam ediyordu. Güçlü olmalıydı, ona değer vermeyen biri için aptal bir kız gibi ağlayamazdı. Yo, hayır bu ona yakışmazdı, şu kahrolası göz yaşlarını durdurmalıydı.Bir yandan yürümeye devam ederken, diğer yandan da başını yukarı kaldırmış doğruce Güneş'ten eser olmayan gökyüzüne bakıyordu, gözlerini havalandırmak ağlamasını durdurmak istiyordu, şu anda tam bir gerizekalı gibi göründüğünün elbette farkındaydı ama umurunda olduğu söylenemezdi, sadece şu göz yaşlarının durmasını istiyordu, sadece bunu istiyordu.
"Argh, seni lanet olası."
Ve kaçınılmaz son; yaşlı ve ihtişamlı ağaçların toğrağın üzerine çıkmış kalın ve büyük köklerinden birine takıldı ve doğruca içi yağmur suyuyla dolmuş ufak bir çukura kapaklandı. Herzaman sakar olduğu doğruydu ama şimdi gerçekten sırası değildi bunun. Cübbesinin diz kapaklarını örten kısmı toprak ve yağmurun karışımı kirli suyla ıslanmıştı, sol eli bir savunma mekanizması olarak ileriye atılmış ve yağmurla yumuşayan toğrağın içine gönülüvermişti. Alçak sesli bir küfür savurdu, zaten acıyan canına şimdi birde fiziksel acı yüklenmişti, bu kadarı da fazlaydı ama nitekim az sonra güç bela dindirdiği göz yaşları ani bir patlama yaşadı ve resmen hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hala temiz olan eliyle suratını kapadı şu anda orada kimse olmasa da hayvanların bile böylesine ağladığını görmesini istemiyordu, Indis herkesin herzaman güçlü olarak tanımladığı bir cadı olmuştu ve bu ünvanını yitirmeye hiç niyeti yoktu. Öylece dizlerinin üzerine çökmüştü cübbesinin içine sızan suyu ya da toğrağın içindeki elini önemsemiyordu. kendisini kontrol edemiyor sürekli ağlıyordu. Şuanda düşündüğü tek şey Chris'in deniz mavisi gözleriydi, ona bunca zaman sevgiyle -ya da Indis'İn sevgi sandığı şeyle- bakamış, ama bundan sonra asla aynı şekilde bakmayacak gözler. Öylece ne kadar kalıp ağladığını bilmiyordu ama sonunda uyuşan dizlerini daha fazla görmezden gelemeyeceğine kanaat getirdi, toprağa saplanan elini birkaç saniyelik uğraşın sonunda toraktan çıkartmayı başarıd, eli çamurla kaplanmıştı iki üç kez sallayarak çamur topluluklarının çoğunun yere düşmesini sağladı, ardından yavaşça ayağa kalktı. Yağmurun dindiğini duymadığı sesinden tahmin etmişti nitekim tahmininde yanılmadığı ortadaydı. Güneş yeniden belirmişti, yağmur durmuştu, rüzgar şiddetini ytirse de esmeye devam ediyordu . Gökyüzünde ki bulutlar dağılmıştı ve pekçok rengin birleştiği büyüleyici bir gök kuşağı almıştı yağmur bulutlarının yerini. Ona göz kırpan Güneşle ısındığını hissetti, suratı hala ifadesizdi ama şişmiş, kızarmış gözleri şiddetli bir şekilde ağladığını ilan eder nitelikteydi. Cübbesinin cebinden meşe asasını çıkarttı ve önce çamurlu eline sonra cübbesine doğrultup "Akla pakla" diye fısıldadı.
Cübbesinin ve elinin temizlenmesinin ardından asasını yeniden cebine koydu. Kurumaya başlayan kahverengi saçları çok hoş buklelere dönüşüyordu, şişmiş gözleri ve ağlamaktan yorulmuş suratı güzelliğinden pek birşey kaybettirmemiş aksine tatlı görünmesini sağlamıştı. Hala nerede olduğunu ve takip ettiği yolun nereye çıkacağını bilmeden yoluna devam etti. Uzun sayılabilecek bir yürüyüşün ardından sonunda ağaçların arasından sıyrılmayı becerebilmişti. Güneşli havanın keyfine varmak isteyen öğrencilerin doluştuğu göl kenarıydı geldiği yer. Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı ama şatoya tıkılmayı da istemiyordu. En sonunda görkemli bir ağacın altında oturmaya karar veri ve kimsenin gelip onu rahatsız etmemesini dilerdi. Sırtını dayadığı yüz yaşından daha büyük ağacın kalın kabuklu kavdesi sanki yumuşak bir koltuğa yayılmış gibi rahatlattı cadıyı,. Ve Indis gözlerini hoş bir yeşile bürünen göle çevirdi, şu anda Chris ne yapıyordu acaba? Kendisi ggibi ağlamış mıydı? ya üzgün müydü? belki de umursamamıştı. Hayatına devam ediyordu. Belki de Sibi ile o .... "Kendine gel seni koca aptal". Düşüncelerin ve şüphenin onu ele geçirmesine izin vermeyecekti, üstelik bunları düşünmesi sadece daha da üzülmesine neden oluyordu. Beynini başka birşeyle meşgul etmeliydi ama ne?
"Az önce ki berbat havadan sonra herkes Güneş'in tadını çıkartmaya niyetli anlaşılan"
Bunları söyleyen tanıdık sesin geldiği yöne çevirdi kafasını, kumral saçları esen rüzgarla sağa doğru uçuşuyordu, kahverengi gözleri etrafı izliyordu, elini -her daim olduğu gibi- siyah pantolonunun cebine sokmuştu, dik ve kendinden emin bir duruşu vardı. Hufflepuff olduğunu beyan eden siyah cübbesini üzerindeki armayı gururla taşıyor gibiydi. Aaron az sonra bakışlarını kumral cadıya çevirdi "Yeniden selam, oturmam da bir sakınca yoktur umarım?" dedi nazikçe. Ona çok uzun gelmesine rağmen aslında sadece birkaç saat önce yine görmüştü Aaron'u, saçını toplarsa rahat edebileceğini söylemişti Indis'e. Bugünün aksine normalde Aaron'la pek konuşmazlardı, bugün uzun zamandır olamadığı kadar çok diyolog kurmuşlardı, söyledikleri sadece iki üç cümleden ibaret olsa da. Tabi ki cadının bundan şikayetçi olduğu söylenemezdi, suratında hiçbir değişme olmaksızın kafasını salladı ve oturabileceğini söyledi.
Kumral büyücü ağır hareketlerle genç cadının yanına oturdu "Gök kuşağı çok güzel görünüyor" dedi, kafasını göğe kaldırmıştı. Indis bu szölerle gözlerini yeşil gönden aldı ve breek gökyüzünde ki gök kuşağına odaklandı, yeniden kafasını indirdiğinde 'evet' anlamında kafasını salladı. Sonra yeniden göle boş boş bakmaya başladı, yaklaşık on-onbeş dakika hiç konuşmadılar ama Indis Aaron'un bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Sonunda sessizliği bozan Aaron oldu "İyi misin?" diye sordu usulca. Indis kızaran gözlerini Aaron'a çevirdi ve renk vermemeye büyük çaba sarf ederek "İyiyim" diye yalan söyledi. Aaron önce gözlerini devirdi ardından kafasını kaldırdı, gözlerini Güneş'ten körumak için hafifçe kızmıştı "Indis!" dedi 'beni daha fazla uğraştırma da dökül bakalım' der gibi. Indis yanmaya başlayan gözlerini bir iki kere kırpıştırarak vgöz yaşlarını geriye itmeye çabaladı. Ağlamamalıydı, hayır, hayır, hayır!
Ama gözünden yeniden süzülmeye başlayan yaşlarına söz geçirememişti işte, hıçkıa hıçkıra ağlamaya başlamıştı "Değilim Aaron, hiç iyi değilim" diye itiraf etti, şuanda yerin dibine geçmek istiyordu yine de kendine söz dinletemiyor ağlamaya devam ediyordu. Aaron cadının birden ağlamasıyla afallamış gibi görünüyordu. Önce elini boşluğa attı sonra hemen geri çekti, kararsızdı ve tereddüt ediyordu bu belliydi. Indis kollarını bağdaştırdı ve bir çocuk gfibi ağlamaya davem etti en sonunda Aaron kararlı bir şekilde genç cadıya biraz daha yaklaştı, kızın kafasını hafifçe tutarak kendi göğsüne yazladı, çenesini kızın kafasına dayadı ve "Tamam, sakin ol canım" diye teselli etmeye başladı kızın güzel kokulu, yumuşak, kahverengi saçlarını okşarken...
~Dip Not: Fısıldayan Ağaç Korosu'nda ki 'İlk Fırtına Ve Yol Ayrımı' isimli rpnin devamı niteliğindedir. | |
| | | Aaron Robert Stenson
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 64 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11974 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar Çarş. 10 Ara. 2008, 23:56 | |
| "Hey Charles, şu gelen baykuş bizimki mi?" demişti ufuğa doğru kısılmış gözlerle bakarak. Aslında bu kadar uzaktan gözleri pek düzgün seçemezdi, zaten baykuş olduğunu da siluetinden çıkarabilmişti. Her ihtimale karşın o uzaklardan gelen baykuşun kendi baykuşları olmasını ümit ediyordu. İki kardeşin böyle bir hevesle tabanı, kararmış fare iskeletleri ve kuş pislikleriyle dolu olan baykuşhanede beklemeleri çok sık rastlanan bir durum değildi. Aaron, Charles'ın aksine pisliklerle dolu olan yerde oturmuyor; ayakta, başının alın kısmını soğuk duvara yaslamış bir şekilde bekliyordu. Charles ise yere çökmüş, kafasını önündeki parşömen parçasından ayırmadan Aaron ile bekledikleri mektubun gelmesini ümit ediyor gibiydi. Fakat bu durumlarını bozan Aaron'un sesi olmuştu. Onun tahminine göre gelen baykuş, iki kardeşin anneleri tarafından Hogwarts'a başlamadan hemen önce hediye niyetine alınmış olan baykuştu. Başını soğuk duvardan ayırıp, kendine has dik duruşuyla gözleri kısılmış bir şekilde hâlâ gelmekte olan baykuşa bakarken yanına pek benzemeselerde ikiz oldukları davranışlarından belli olan kardeşi Charles merakla gelmiş, o da Aaron gibi gözlerini kısıp gelen baykuşa dikmişti.
"Evet, sanırım o gelen baykuş bizimki Aaron." Aaron'un yüzünde, yanılmış olmamanın verdiği kendinden emin bir gülümsemeyle kafasını hafifçe yukarıya kaldırmış, 'Ben ne zaman yanıldım ki' ifadesi yerleşmişti yüzüne. Charles ise çoktan kafasını kaldırmadığı parşömeni unutmuş, gözlerini baykuşa dikmişti. "Evet Aaron, yanılmamışsın. Bu bizim baykuş." Dudaklarının uçları hafifçe yukarıya kıvrıldı, gözlerini kısık halinden normal haline getirmiş baykuşun gelmesini ikizi gibi o da hevesle bekliyordu fakat bunu dışarıya yansıtmamayı tercih ediyordu. Baykuş, baykuşhanenin etrafını şöyle bir dolandıktan sonra pike yaparak Aaron'un koluna konduğunda o, baykuşun ayağındaki mektubu çözmekle uğraşıyor, Charles ise baykuşa ödül olarak kraker veriyordu. "En sonunda... Hadi açalım şunu." Mektubu baykuşun ayağından kurtarıp, hızlı bir şekilde zarfın arkasını çevirdiğinde düzgün bir elyazısıyla yazılmış 'Stenson kardeşlere' yazısını okuduğunda yüzünde isteği dışında bir gülümseme oluşmuştu. Mektup tam da beklenen yerdendi ve zarfı açmayarak her iki kardeşe eziyet edilmiş olunurdu. İkizini de daha fazla bekletmeden zarfı kesti, içindeki mektuba bir altın taşıyormuşçasına muamele ederek kıvrımlarını açtı. İkisininde gözleri hızlıca yazılanlarda gezinirken, okunan her bir satırla yüzlerindeki gülümseme daha da artıyordu. Mektubu bitirdiklerinden her ikisininde aklından aynı şey geçiyordu; 'Şaka zamanı'. Aaron yüzünden silmediği gülümsemesiyle Charles'a dönerek "Sen mektupta yazanları bugün hallet, bende yarın için hazırlayım." Yarın... Yarın gerçekten de Aaron ve Charles'ın şaka ustalığını gösterme günü olacaktı. Mektupta yazanları harfi harfine yarine getirebilirlerse tüm Hogwarts ahalisi -ve belki Hogwarts dışındakiler de- ikisinin bu işlerde usta olduklarını anlayacaktı. Baykuşhanenin merdivenlerini ikişer üçer indikten sonra kapıda ayrıldılar. Aslında Aaron nereye gideceğini bilemiyordu ama şatonun içinde tıkılı kalıp bu güneşli havayı iyi değerlendirmemeyi istemiyordu. Her zamanki uğrak yeri olan göle gidebilirdi, orası her zaman, oturup sakin kafayla düşünmek için ideal bir yerdi. Başıyla kendine onaylayınca göle doğru yürümeye başladı.
Kısa sayılmayacak bir zaman zarfında varmıştı göle. Aslında bu süreyi daha da uzatmak isterdi ama en yavaş yürüyüşünü uyguladığı için daha yavaş nasıl gideceğini bilmiyordu. Yürüyüşü sırasında aklından geçirdiği tek şey biraz önce aldığı mektuptu. *Keşke Charles'a vermeseydim mektubu. En azından oyalanacak bir şeylerim olurdu.* Aslında kendisini oyalaması için o mektuba gerek yoktu, büyücü ve cadıların hareketlerini izleyerek de oyalanabilirdi. Onlara yapacağı şakadan önce mutlu hareketlerini gözlemlemek, onlar hakkında yorumlar yapmak her zaman için Aaron'a keyif veriyor, şaka ustalığı açısından kendisini geliştirdiğini düşünüyordu. Sahi, şaka ustalığı sıfatını kendisine ve ikizine çok yakıştırıyordu ama ya başkaları onlara bu sıfatı yakıştırıyor muydu? Sorusunu kafasında tartmak istemediği için başını iki yana salladı. İkiziyle kendisine bu sıfatı yakıştırıyordu, başkalarının ne önemi vardı ki? Elleri, siyah pantolonunun içinde etrafı inceleyen gözlerle gezerken işte tam da bu düşünceler aklından geçiyordu. Rüzgardan saçları bir sağa bir sola dans edercesine savrulurken gözleri çok iyi tanıdığı bir çehre görmüştü. Yanılıyor muyum diye bir daha baktığında yanılmadığını, bu çehrenin sahibinin Indis olduğunu gördü. Yüzünde sinsi bir ifadeyle yanına yaklaştığında dudaklarından şu sözcükler dökülmüştü.
"Az önce ki berbat havadan sonra herkes güneşin tadını çıkartmaya niyetli anlaşılan." Indis'in yanında ayakta dikiliyor, etrafı kısılmış gözlerle süzmeye devam ediyordu. Başını tekrar Indis'e çevirdiğindeyse kendisinden beklemediği nazik bir tavırla "Yeniden selam, oturmam da bir sakınca yoktur umarım?" demişti. Bugün fazlasıyla karşılaşıyorlardı Indis ile ve bu durumdan Aaron şikâyetçiymiş gibi hissetmiyordu. Indis'ten sorusunu onayladığını belirten kafa sallama hareketi geldiğinde yavaş hareketlerle kalın kabuklu ağacın gölgesine bıraktı kendisini. Oldukça görkemli ve yüz yaşından belki de katlarca büyük olan bu ağaç Indis'e yakışır bir asaletle duruyordu fakat Aaron ağaçla ilgilenmek yerine başını göğe çevirmişti. "Gök kuşağı çok güzel görünüyor." demişti Aaron farkında olmadan fakat Indis gök kuşağıyla pek de ilgilenmedi. Daha çok Indis'in gözleri yeşiliyle insanı, mıknatısın demiri çekmesi gibi kendine çeken ormandaydı.
On-on beş dakika aralarına ölüm sessizliği çökmüş gibiydi. Ne Aaron ağzını açıp ne olduğu hakkında bir şey soruyor ne de Indis olanlar hakkında içindeki zehrini boşaltıyordu. Belli etmek istemese de Indis'in gözlerinin ağlamaktan kıpkırmızı olduğunu çoktan fark etmişti ama onun bu küçük oyununu bölmek istememiş, neden ağladığı konusunda en ufak bir soru bile sormaya yeltenmemişti. Fakat daha fazla dayanmadığını hissetmiş olacak ki dudaklarından isteği dışında "İyi misin?" sözcükleri dökülmüştü. Indis ise küçük oyununu hâlâ sürdürmekte ısrarlıydı ki kızaran gözlerini Aaron'dan saklamak ister gibi sadece kısa bir anlığına kumral genç büyücüye bakmıştı. Indis'ten aldığı cevap karşısında tatmin olmamıştı, genç cadı renk vermemeye çalışsa da o, bunu iyi bir şekilde anlamıştı. Başını tekrar yukarıya kaldırmış, gözlerini yeniden kısmış ve içinden 'Hadi ama Indis beni uğraştırma' dese de dışarıya sadece "Indis!" sözcüğü çıkmıştı iki dudağının arasından.
Indis'in bir anda ağlamaya başlamasıyla birden bire afallamış, ne yapacağını iyice şaşırmıştı. Birkaç kez elini boşa atmış ama hemen sonrasında geri yerine çekmişti. Onun Chris'le çıktığını biliyordu ve ikisinin arasında geçen duygusal ilişkiden haberi olduğundan da emindi ama tüm olanlar eskide kalmasına rağmen Chris'in, ikisini göl kenarında birbirlerine sarılarak görmesi Indis'le aralarındaki bağın zedelenmesine neden olabilirdi. Tüm bu düşüncelerine karşılık Indis'in giderek şiddetlenen ağlaması işleri tersine çevirmeye yetmiş, Aaron'u Indis'e yakınlaştırmıştı. Yakınlaşmakla kalmayıp onun başını kendi göğsüne yaslamış, çenesini de kahverengi saçlarının üstüne koyup teselli etmesine neden oluşturmuştu. "Tamam, sakin ol canım." demesini yeterli bulmamış olacak ki üzerine ek olarak "Bak, olay ne ise eminim işler yoluna girecektir." demesine neden olmuştu. Teselli lafları işe yaramamış olacak ki Indis'in gözlerinden akan yaşlar şiddetini daha da arttırmış, adeta sel olup akmasına yol açmıştı. Bunun üzerine Aaron "Tamam canım, biraz sakin ol ve bana neler olduğunu anlat. Bilirsin seni belki Chris'ten sonra en iyi anlayan kişi benimdir." demişti, eli kızın kahverengi yumuşak saçlarında gezinirken. | |
| | | Indis Oak J. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 586 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11939 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/08/08
| Konu: Geri: Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar Cuma 12 Ara. 2008, 02:10 | |
| Göğsüne kafasını yasladığı çocuğun muhteşem ferahlatıcı parfümünün kokusunu duyumsarken, çocuğun saçlarını okşaması rahatlamasını sağlıyordu. İndis için endişelendiği belli olan çocuk onu teselli etmek için elinden geleni yapıyordu. Yine de söylediği sözler genç cadının canını yakıyordu. Aaron’a sarılırken içine bir suçluluk duygusu çöreklenmişti. Chris’e ihanet diyor gibi hissetmişti kendisini. Ama sonra aklına Sibi geldi onu Chris’e sarılırken canlandırdı kafasında. Neden böyle bir canlandırma yaptığını bilmese de zihninde beliren bu karenin onda yarattığı kıskançlık ve öfke duygusuyla sol kolunu kendisinden uzun büyücünün sırtına koydu, ondan destek almaya çalışır gibi. Aradan geçen dakikalar boyunca Aaron, ağlaması durmak bilmeyen cadıyı teselli etmek için çabaladı. Ancak cadının teskin olmadığını görünce sorununu öğrenmeye yeltenerek kıza “Tamam canım, biraz sakin ol ve bana neler olduğunu anlat. Bilirsin seni belki Chris’ten sonra en iyi anlayan kişi benimdir.” Dedi. İyi niyetli bir girişim olsa da Indis’in, Aaron’u bile şaşırtacak kadar şiddetli hıçkırıklara boğulmasıyla sonuçlandı bu girişim. Kumral büyücü affalamış görünüyordu, bir şeyler söylemek istiyor ancak beceremiyor gibiydi. Eli sürekli kızın kahverengi saçlarında geziniyor ve onu sakinleştirici hareketlerde bulunuyordu.
“Hey onun neyi var?”
“Bir tür kriz geçiriyor olmalı...”
Bir gurup ikinci sınıf Slytherin öğrencisi ikilinin karşısında durmuş Indis hakkında yorumlar yapıyordu ve işin kötüsü bu pekte iç açıcı olmayan yorumları Indis ve Aaron’unda duyabiliyor olmasıydı. Bir süre sessiz kalmayı yeğlediler ancak yorumlar fazlalaşınca kumral büyücü daha fazla dayanamadı ve “Hey işiniz yok mu sizin? Toz olun buradan.” dedi olabildiğince sert olarak. Bir uğultu oluştu çocuklar mırıldanmaya başladılar, kendisinden iki yaş kadar büyük bu çocuğa kafa tutmanın pekte akıllıca olmayacağını düşünmüş olacaklar ki birkaç saniyenin sonunda oradan uzaklaştılar. Aaron yeniden Indis’e dönüp “Sakın aldırma, bir gurup velet işte” dedi gözlerini devirerek. Genç cadı kendisini böyle düşündüğü için çocuğa minnet duydu ve gözyaşlarını bir nebze olsun dindirmeyi başardı. “Biz…” sözcükler boğazında düğümleniyordu adeta, konuşmaya çabalıyor lakin bunu beceremiyordu. Sonunda derin bir nefes alıp meraklıca onun söyleyeceklerini bekleyen çocuğa “Biz, Chris’le ben yani. Ayrıldık” dedi fazla uzatmadan. Son kelimesinde sesi son derece boğuk çıkmıştı, bundan olsa gerek çocuk onun söylediklerini ancak birkaç saniye sonra idrak edip “Nedenini anlatmak ister misin?” dedi çekingen bir tavırlar, onu daha çok üzmekten kaçınıyor gibiydi.
Indis durdu, ayrılıklarının belli bir nedeni olmadığını fark etti o anda sadece bir takım şüpheler ayırmıştı onları Indis’in bir gurup kuruntusuydu tek neden, ah birde şu hak edip etmeme meselesi vardı elbette! Kafasını kaldırdı ve Aaron’a bakarak “Ben, emin değilim yani aslında ben onun Sibi’yle aralarında bir şey olduğundan şüpheleniyorum” dedi ağzından öylece dökülüvermişti kelimeler, kendisine bile itiraf edemediği şüphelerini Aaron’a dökmüştü bir bir. Olanların şokuyla birkaç dakika sessiz kaldı, ardından gözünün önüne yine sarılmış vizyetteki Chris ve Sibi geldi. Gözyaşlarına yeniden hâkim olamayarak zayıf bir kız çocuğu gibi ağlamaya başladı, kafasını Aaron’un göğsüne bastırdı, onun bu zayıflığını görmesini istemiyormuşçasına. Aaron ise uzun süre sessiz kaldı belki Indis kadar o da şaşırmıştı bu duruma, Indis’in ağlamasını ve rahatlamasını bekledi yakışıklı büyücü, bir yandan hala onun saçlarını okşarken. Ardından kızın saçlarına minik bir öpücük kondurdu ve yeniden saçlarını okşamaya devam etti. O öpücük cadının sızaklaşmasına neden oldu, Aaron’a karşı duyduğu zaaf yeniden göstermişti kendini, içinde heyecanla karışık sevgiyi hissederken başını kaldırdı, uzun bir süre o tanıdık simayı inceledi, sürekli rüyasında gördüğü o şeyi yapmaya ramak kalmıştı artık. Islak gözlerini çocuğunkilere yöneltti, uzun bir süre öylece birbirlerine baktılar ardından genç cadı dudaklarını araladı “Teşekkür ederim, her şey için” diye fısıldadı. Ardından kafasını yukarı doğru kaldırdı ve çocuğun dudaklarına sıcak bir öpücük kondurdu, içineki pişmanlık duygusunu bastırmaya çabalarken… | |
| | | Aaron Robert Stenson
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 64 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11974 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar Paz 21 Ara. 2008, 00:55 | |
| Ne söylese ne yapsa Indis'in ağlamasını durduramıyor, aksine kızın ağlamasını daha da şiddetlendiriyordu. Karşısında birinin ağlamasına asla dayanamayan genç büyücü, Indis'in ağlamasına hiç dayanamazdı ki geride kalan senelerde aralarında duygusal bağların bulunması bu durumda oldukça etkiliydi. Gerçi Indis hakkındaki duygularından da pek emin değildi. Bildiği tek şey birbirlerini gördüklerinde sadece selam verip hiçbir şey olmamış gibi çekip gitmekti ama bugün... Bugün diğer günlerden farklı olarak kızla konuşuyordu ve belki de kızın derdini paylaşarak, ona birtakım tavsiyelerde bulunacaktı. Bugünün ne özelliği vardı da böylesine ilgiliydi Indis ile bilmiyordu ama bu durumdan şikayetçi olduğu da söylenemezdi. Eski bir dostuyla oturup sohbet etmenin, dert ortaklığı etmenin hiç kimseye bir zararı olmazdı, herhalde. Gerçi çevredeki ikinci sınıf Slytherinliler biraz izin verseler her şeyi daha rahat anlatabilecekti belki Indis ama buna izin vermedikleri gibi bir de hiç hoş olmayan yorumlarını yüksek sesle dile getiriyorlardı. Sabrının son damlasına kadar bekleyen Aaron, grubun dağılmadığını anlayınca olaya müdahale etmekten kendini alıkoyamadı.
"Hey! İşiniz yok mu sizin? Toz olun buradan. Yoksa toz etmesini gayet iyi bilirim." Yüzünde aşağılayıcı bir ifade, gözlerindeki kin açıkça okunuyordu. Rol yapmayı iyi becerdiğini bilmeyen birisi onun bu halini çok sinirlenmiş olarak bulabilirdi ama Aaron, dış görünüşünün aksine oldukça sakindi. Eh, küçük rolünde de başarılı olduğunu, çocukların iki dakika içinde arkalarına bakmadan doğruca şatoya gittikleri kanıtlıyordu. Tekrar Indis'in yanına döndüğünde "Aldırma, bir grup velet işte. Ne beklersin ki?" demişti. Şaşılacaktır ki bu sözleri Indis'in dinmek bilmeyen göz yaşlarını dindirmiş, biraz olsun rahatlamasını sağlamıştı ve zor da olsa iki-üç kelime söyletmeyi ikna edebilmişti. 'Biz' diye başlamıştı Indis ama sözcüklerin arkası gelmiyordu. Belli ki bir şeylerde hata vardı ve bu durum Indis'i oldukça üzmüştü. Merakla sözcüklerin devamını beklerken Indis toparlanmış, sonunu zar zor duyduğu o cümleyi tamamlamayı başabilmişti. Eh, bir şeylerde hata olduğu doğrulanmış, Chris'le Indis'in araları bozulmuştu. Buna şaşırmamak elde değildi. İkisi kadar iyi anlaşan bir çift daha görmemişti, aralarında nasıl bir şey olmuştu da böyle bir şekilde yolları ayrılmıştı?
"Nedenini anlatmak ister misin?" Fazlaca çekingen tavırları olduğunu Aaron da biliyordu ama bu durum karşısında söylenecek pek de bir şeyin olduğunu sanmıyordu. Sibi ile Chris'in arasında bir şey olduğunu düşünmesini Aaron'un yorum getiremeceği türden bir durumdu. Sibi'yi tanıyordu, en azından tanıdığını sanıyordu ama Chris'in nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilmiyordu. Yorum getiremediği olaylar karşısında da genelde yaptığı gibi bu seferde suskunluğunu korudu ama Indis için aynısını söylemek imkansızlaşmıştı. Biraz önceki haline dönmüş, göz yaşları sel olarak gözlerinden boşanmasını engelleyememişti. Aaron, tekrar göğsünde Indis'in sıcaklığını duyumsadığında, sağ kolu onu sararken sol eli kızın yumuşak kahverengi saçlarını okşamaya başlamıştı. Kızın kendisini perişan etmesi, Aaron'un üzülmesine neden oluyordu. İç geçirerek Indis'in saçlarına küçük bir öpücük kondurdu. Bir yada iki dakika geçmişti ki kız, ıslak gözlerini Aaron'un çehresine yönlendirmiş, yüzünü iyice incelemeye başlamıştı. Aaron, kızın göz yaşlarının ıslattığı yanaklarını silerken kız ona teşekkür etmiş, o ise sadece gülümsemişti.
*O neydi yahu?* Hiç beklemediği bir anda gelen bu öpücük karşısında iyice afallamıştı. Tamam, Indis ile Chris ayrılmış olabilirlerdi ama Aaron'un hayatında Mauritz vardı ve Indis'in bunu bildiğini biliyordu. Biliyordu ama bu belli ki Aaron'u öpmesine engel olmamıştı. Kafası iyice karıştığında yaptığı gibi gözlerini devirdi. Ardından kendisini hemen toparladı. Gözlerini devirmesini Indis yanlış anlayabilirdi. Gerçi yanlış anlasa ne olarak anlayacağını da tam kestiremiyordu ama her neyse... Dudaklarında kendisinin bile şaşırdığı hafif bir gülümsemeyle Indis'e "Bu neydi şimdi?" dedi. İçinde pişmanlık, aldatma, utanma gibi duyguların hiçbiri barınmıyordu. Sadece olabileceğinden daha fazla şaşırmıştı, o kadar. | |
| | | | Gök Kuşağı ve Yeni Umutlar | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |