|
| IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ | |
|
+6Nicole Marissa Magdalene Eurydice Black Christopher Alex Peterson William Julian O'Neil Laryssa Irina Archibald Julie Annwyl Lovett 10 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Julie Annwyl Lovett Biçim Değiştirme Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 900 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12570 Ekspresso Puanı : 63 Kayıt tarihi : 13/02/08
| Konu: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Çarş. 10 Ara. 2008, 20:25 | |
| Dersin İşlenişi: Online/Çevrimiçi ________________
Zarif bileğini hafifçe yüzüne yaklaştırdı ve saatine baktı. Dersine bir saat vardı. Zaman geçirmek için odasında yapabileceği nerdeyse hiçbir şey olmadığının farkına varınca, kapının koluna uzandı ve kendini Hogwarts koridorlarına attı. Diğer üç sınıfa dün ders vermişti. Sabahın köründe ve haftanın ilk günü. Günün en nefret edilen saati. Fakat bu ders onun için çok daha önemliydi. Günü ve saati de en azından diğeri gibi itici değildi. Okulun ikinci günüydü. Öğrenciler Hogwarts’ta olma fikrine nispeten alışmıştı. Dersinin öğleden sonra olmasıyla Ann’e göre en büyük avantajıydı. Dökülmüş yapraklarla örtülmüş olmasına rağmen tüm görkemini koruyan Hogwarts bahçesine doğru ilerlerken dersinde değineceği konuları bir kez daha zihninin bir köşesinde tekrarladı. Öğrencilerin çoğu öğle yemeğindeydi. Ann ise birkaç saat önce atıştırdığı bisküvilerle yetinme kararı almıştı. Günün bu saatinde her zaman olduğu gibi boştu Göl Kenarı yine de hali hazırda bulunan birkaç öğrenciden uzaklaşmak adına kendini kuytu bir köşeye çekti. Esen rüzgar her zaman olduğu gibi özgürce salınmış saçlarını savuruyordu. Üzerinde bir profesör olduğunu bas bas bağıran bir cüppe olmasaydı onu öğrencilerden birisi zannetmek çok da olağan dışı olmazdı. Gözleri, onlarla aynı oranda bir ışıltıyla parlayan göle kaydı. Burada çok zaman geçirmişti. Öğrencilik hayatı boyunca en büyük zevki burada oturup arkadaşlarıyla sohbet etmek olmuştu. Bir an için gözleri gölün öbür tarafındaki ağaç kümesine takıldı. Bunu daha önce hiç düşünmemişti. Birden merakla irkildi. Acaba en son 5 sene önce ziyaret ettiği o yer hala sağlam mıydı? Muzip bir merak tüm ruhunu sarmalarken Ann usulca doğruldu ve gölün etrafında yürümeye başladı. Ne yaptığının bilincinde değildi. Birkaç saniye içinde az önce uzaktan süzdüğü ağaç kümesine dalıvermişti. Sanki saha önce defalarca gelmişçesine en ufak bir değişiklik göstermemiş yolda ilerledi, ilerledi ve ilerledi. Birkaç dakika sonra ağaçların arasına saklanmış neredeyse görünmez olmuş kulübeyi gördü. Hala oradaydı. Aynı beş sene önce bıraktığı gibi. Dudakları hasret dolu bir hüzünle kıvrıldı. Ardından genç kadın düşlerden ve anılardan sıyrılıp saatine döndü. Yarım saati kalmıştı. Arkasını döndü ve ofisine gitmek üzere yola koyuldu. Tüm geçen zaman çok komik geliyordu. Sanki daha dün kendisi o sıralarda oturup profesörlerin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Şimdiyse öğrenciler onun peşinden koşmak zorundaydı. Ofisine geldiğinde rutin tavrını takındı ve masasının üzerinden oldukça ince bir kitabın yanı sıra rahatlıkla iki kitabı çıkarabilecek sayıdaki notlarını yüklendi ve dersliğine doğru yollandı. Kapının önünde kimse yoktu. Ann bunun verdiği rahatlıkla asasını tahtaya salladı. Beliren kelimeler geçen seferkinden biraz daha farklıydı.
IV, V, VI, VII. Sınıflar İçin Eski Yazılar Dersi Profesör Lovett “Kelondrant Dili”
Arkasını döndü ve cüppesini değiştirmek üzere masasının yanındaki askılığa döndü. Bu defa geçen derste olduğundan çok daha farklı bir imaj çizmek istiyordu. Sert, affetmez, korkutucu ama anlaşılabilir. O yüzden kıyafetiyle bu imajın bir kısmını yansıtmak istiyordu. Düz cüppesini çıkarıp astıktan sonra, içindeki dizinin üzerinde biten haki renkteki uzun kollu yün elbisesinin üzerine, elbiseden biraz uzun yine ipek bir cüppe giydi. Dikkatli bakıldığında cüppenin bileklerindeki gümüş işlemeler dikkati çekiyordu. Çalan zille irkildi ve kapıya doğru yürüdü. Kendisinden beklenmeyecek bir şekilde asasını kullanmadan eliyle açtı kapıyı. Arkasını döndü ve tekrar masasına döndü. Öğrenciler bir akın halinde sınıfa girerken, Ann’in bacaklarına gözlerini dikmiş birkaç genç büyücü bir asa hareketiyle kafalarını başka bir yöne çevirdi. Ann kendinden memnun gülümsedi. Tüm bu yerleşme işi zaten beş dakikaya yakın bir süreyi almıştı. Genç profesör asasını kapıya salladı ve kapı kilitlendi. Ayağa kalktı ve tüm öğrencileri teker teker gözden geçirdi.
“Ben Eski Yazılar Profesörü Julie Annwyl Lovett ya da sizi alakadar eden kısmıyla Profesör Lovett. Kısaca açıklamak gerekirse; ‘hiçbir şeyden memnun olmayan, sinir bozucu, sürekli insanları aşağılayan ve her zaman en mükemmeli isteyen, o lanet olası tahammülsüz kadın’. Çoğunuz bu dersin ardından benden bahsederken bu sıfatları kullanacaksınız. Açıkçası bu yüzden kendimle gurur duyuyorum.”
Öğrencilerin espri yaptığını düşünen neşeli bakışlarını kesen bir kapı tıklatılmasıyla irkildi. Dersliğinin kilitli kapısını çalmaya cesaret edecek kadar gözü kara bir öğrenci. Ann kapının kilidini açtı ve genç kalan her kim olursa olsun onu derse giremeyeceğini ve dersten sonra da cezaya kalacağını söylemeye hazırlandı. Fakat kapıyı araladığında biraz mahcup olmuş gibi görünen bir Slytherinli cadıyla karşılaşınca gözlerini devirdi ve sert bir dilli oturmasını söyledi.
“Bir daha geç kalmanız durumunda Miss… Miss Archibald, dersimden atılacaksınız.”
Hafif yanakları kızarmışa benzeyen kıza bir bakış attı. İsterse geri kalan tüm derslere geç kalabilirdi. Yine de onu dersten atmazdı. Ama genç cadının bunu bilmesine gerek yoktu.
En son Julie Annwyl Lovett tarafından Çarş. 10 Ara. 2008, 23:38 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Laryssa Irina Archibald Slytherin 6. Sınıf Öğrencisi & Sınıf Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 120 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11693 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 25/11/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Çarş. 10 Ara. 2008, 23:38 | |
| Sonbaharın soğuğu, içeride diğerleriyle birlikte yemek yiyor olması gereken genç kızın içine işliyordu adeta. Rüzgarın savurduğu, en az altında oturmuş olduğu ağacın sararmış yaprakları kadar sarı olan saçları birbirine karışmıştı. Tabii önemsediği de yoktu artık saçlarını, veya nasıl göründüğünü. Masmavi gökleri anımsatan gözlerinde herhangi bir parıltı yoktu, bomboş, yeryüzündeki bütün duygulardan yoksun bir şekilde izliyordu gölü. Bakışları gölde sabitlendiyse de o ne gölün maviliğini, ne de etrafında olup bitenleri görebiliyordu. Dönem başından beri zihnini meşgul eden tek konu yine rahat bırakmamıştı onu. Lanet olası çocuk! Geçen yıl hayatının aşkı olarak gördüğü William, şimdi belki de hem nefret ettiği hem de karşı koyamadığı bir tutkuyla geri istediği tek kişiydi. Yine de olmayacağını biliyordu, sadece istiyordu o kadar. Geçmiş günler belirdi tek tek zihninde. Neden bilmiyordu, ama her anımsadığında nefretten çok tatlı bir tebessüm oluşuyordu dudaklarında. Onunla yaşadıkları her ne kadar şimdi iğrenç gelse de en ufak bir pişmanlık taşımıyordu onu sevdiği için. Bazen kendinde arıyordu suçu, bazense yıllar boyunca yaptığı gibi başkalarına atıyordu. Sözde başka kızlar çelmişti sevgilisinin aklını. Onun gereksiz kaprisleri ve bitmek bilmeyen kıskançlıkları değildi sonlarını hazırlayan yoksa...
Gözkapakları yorgun düşmüşçesine kapanırken yanaklarından aşağıya süzülen bir damla göz yaşını elinin tersiyle yok etti. Ağlamak onu zayıf göstermekten başka hiçbir şeye yaramazdı. Ağlamayacaktı… Yıllardır saklamaya çalıştığı zayıflığını şimdi açığa vermeye hiç niyeti yoktu. Gözlerini yeniden açtığında on dördüncü yaş gününde büyükannesinin armağanı olan zümrütten saate kaydı buğulu bakışları. ‘Harika!’ Eski Yazılar dersine geç kalmıştı şimdi de. Ve Profesör Lovett’in geç kalanlara karşı bir anlayış göstereceğini sanmıyordu. Hızlıca oturduğu çimlerden kalktı ve eliyle cübbesine yapışan birkaç tutam kurumuş yaprağı silkeledi. Hızlı adımlarla, neredeyse koşarak bahçeyi terk ederken geç kaldığı için profesöre ne diyeceğini düşünüyordu.
Nefes nefese kalmış olmasına rağmen derslikten içeriye girmeden önce incecik parmaklarını dağılmış saçlarının arasında gezdirdi ve mırıldandığı birkaç kelime ile saçları biraz olsun düzelmiş, düzleşmişti. Hemen ardından kilitli olan kapıya çekingen bir şekilde vurdu. Dersin profesörünün ne kadar sert olduğunu, eskiden burada okuduğunu ve Irina’nın gizliden gizliye bir hayranlık beslediği LS grubunun kurucularından biri olduğunu biliyordu ve sırf bu yüzden de içinden atamadığı bir korku tüm bedenini sarmıştı. Kapı aniden açılınca her ne kadar içinden korkup kaçmak geldiyse de olgun bir cadı gibi davranıp profesörün kendisinden beklemediği kadar anlayışlı bir şekilde yerine oturmasını söylediğini fark etti. ' Özür dilerim Profesör Lovett, bir daha olmayacak efendim.' Beklediği tepkinin tam tersiydi ama olsun, zaten bir daha derse geç kalmak gibi bir düşüncesi yoktu. Bütün meraklı bakışların kendisi üzerinde toplanmış olduğunu görünce en az bir porselen kadar beyaz teninde kızaran yanakları dikkat çekici bir hal almıştı. Sınıfın bu kadar dolu olacağını tahmin ettiği söylenemezdi, tek bir boş sıra görünürdeydi ve o da…‘Lanet olsun!’ İçinden mırıldandığı bu kelimelerin ardından hala kendisine bakan profesörün daha da fazla dikkatini çekmemek adına hiç istemese bile William’ın yanındaki sıraya oturdu. Oğlanın kendisine alay dolu bir şekilde baktığını hissedebiliyordu, ama onun bakmaya niyeti yoktu.'Buzlar prensesi döndü demek?' Will'in sözlerinin ardından sertçe çantasını sıraya bırakan Irina oğlanın yanındaki yere oturdu. Sinirlendiğini hiç de göstermeyen bir ses tonuyla konuşurken diğer yandan da sessizliğe önem veriyordu, geç kalışının ardından gürültü yaparak profesörün gözünde düşmek ve üstelik dersten atılmak gibi bir şey istemiyordu. ' Kapa çeneni William. Sana büyüklerinle nasıl konuşacağını öğretmediler mi?' Sözlerinin ardından hala profesörün kendisine baktığını fark eden Irina, William'dan önce sesini kesmişti bile... | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Perş. 11 Ara. 2008, 01:06 | |
| Çalan zille kalkmaya çalışsa da nedense çuvala dolmuş Galleon’lar kadar ağırlaşmış bedenini kaldıramadı William. Hafif doğrulur poza geçmeye çabalasa da pes ederek kendini gerisin geriye yatağına bıraktı. Gerçekten boş bir çuvalı andırıyordu. Kendini hayatında hiç olmadığı kadar yorgun hissediyordu o sabah, nedenini anlayamasa da… Homurdanarak üzerindeki mavi battaniyeyi yere attı ve soğuğun etkisiyle birkaç saniyede kalktı. Soğuk bir sabahtı, ince pijamasının içinde neredeyse titriyordu. Uykulu gözlerini koyu mavi perdelerle çevrilmiş yatağının ayakucundaki sandığa dikti. Hazırlanması gerekiyordu. Sandığının üzerinden biraz buruşuk duran formasını ve çantasını alıp yatağına bırakırken tek isteği sıcak yatğına dönmekti. Gözleri yavaş yavaş tekrar kapanmaya doğru gidiyordu kitaplarını yerleştirirken. Hava sabahın erken bir saati olmasının da etkisiyle biraz kapalıydı. Tam uyku havası… Formasını giymiş, öğrencilere işkence olsun diye yapılmış kravatla uğraşırken hala söyleniyordu. En sonunda hazırlanma eziyeti bitti ve yatakhanedeki bir aynada görüntüsünü profesörleri kızdırmayacak kadar düzeltebilmiş olup olmadığını kontrol edip sırt çantasını kaptı ve odadan çıktı…
Kahvaltı her zamanki gibi kasvetli bir havadaydı onun için. Uykulu gözlerle çevresine bakınırken buz gibi sütün içine boşaltılmış bir kase mısır gevreğinin veya yulaf lapasının ona yardımcı olduğu söylenemezdi. Günün diğer öğünlerini aksine kahvaltısı hafif geçerdi. Yine iştahsız bir şekilde önündeki yiyeceğe bakıyordu. Burada sersem gibi dikilmek yerine uyuyabilirdim! Yanında heyecanla bir Quidditch maçından bahseden iki çocuğu ve Gelecek Postası’na gömülmüş bir kızı şaşkın bir şekilde izledi. Sabahın köründe bu enerjiyi nereden buluyorlar? Belki de farklı malzemelerden yapılıyorlardı. Onlarda insan değil mi yahu? Zilin çalmasıyla ilk dersine gitmek üzere tembel bir şekilde yürümeye başladı. Karakterinin genel özelliği değildi bu derecede tembellik ama üzerinde bir ağırlık vardı. Sabah yataktan hiç kalkmamış olmayı diliyordu…
İlk dört dersin nasıl geçtiğini anlamamıştı çünkü genellikle uyuklamıştı. Gözü açık uyumayı başaran ilk kişi olduğuna inanıyordu. Aynı sinir bozucu tembel hava geçmemişti, öğle yemeğinde de iştahı yoktu o yüzden kütüphaneye gitmeyi tercih etti. Ne yapacağını bilmemekle beraber kalabalığı çekesi yoktu ve çıt çıkarttırmayan kütüphane görevlisinin varlığı kütüphaneyi onun için uygun kılıyordu. Ne var ki yapacak bir ödevi veya benzer bir şey yoktu, o yüzden sadece gözüne gelen ilk kitabı aldı ve köşe masalardan birine geçti. Kütüphaneci buraya çok uğramazdı. Öğle yemeğinin büyük bölümünde yarı uyur durumda muggle’larla ilgili bir kitabı okumuştu. Derse gitmeden bir beş dakika kadar önce de çantasından bir balkabağı poğaçası almış, kütüphane görevlisinin hışmına uğramayı göze alarak yemiş, ama ucu ucuna kurtulmuştu kadının bir şahini andıran gözlerinden.
En sonunda Son ders olan Eski Yazılara biraz erken gittiğinde doğru yaptığı anladı. Profesör sert birine benziyordu ve Slytherin binasında okumuş olduğunu duymuştu, geç gelse veya benzer bir şey olsa pek anlayışlı profesör olmayacağını düşünmekteydi. En arka, cam kenarındaki sıraya yöneldi. Yanına kimsenin oturmasını istemediğinden – her zamanki gibi- sırt çantasını koydu ve kitabını, parşömen ve tüy kalemlini çıkarıp özensiz bir şekilde tahta sıraya koydu. Neredeyse atmıştı ve tahta sıraya oldukça yayılmıştı. Sınıf neredeyse ağzına kadar dolup, Will dışında herkes iki kişi oturduğunda profesör derse başladı. İzlenimlerinde yanılmadığını anladı William. “Ben Eski Yazılar Profesörü Julie Annwyl Lovett ya da sizi alakadar eden kısmıyla Profesör Lovett. Kısaca açıklamak gerekirse; ‘hiçbir şeyden memnun olmayan, sinir bozucu, sürekli insanları aşağılayan ve her zaman en mükemmeli isteyen, o lanet olası tahammülsüz kadın’. Çoğunuz bu dersin ardından benden bahsederken bu sıfatları kullanacaksınız. Açıkçası bu yüzden kendimle gurur duyuyorum.” Gurur mu? Kendinden fazla emindi veya öyleymiş gibi yapıyordu. Hangisi olursa olsun William etkilenmişti. Bunu düşünürken gözü tahtadaki yazıya çarptı. “Kelondrant Dili” Kelodrant mı? O da neyin nesi yahu? O tahtadaki kelimeye şaşkın bir şekilde bakarken kapı açılmış ve sanki kuzey kutbunun soğuğunu getirmişti. İçeri giren kızla kuzey kutbu arasında çok az fark vardı, bunlardan biri de kutupların ona bir zararı olmamasıydı. Irina geç kaldı…. İlginç. Profesörün sadece basit bir uyarmayla ona oturmasını söylemesi kendisini şaşırtmakla beraber umursamıyordu. Sınıftaki tek boş yerin kendi yanı olduğunu hatırlamıştı ve iki ders buzullardan çıkmış kızla uğraşamazdı. Dönem başından beri onunla uğraşıyor ve laf atıyordu, bu da William’ı aşırı derecede sıkmaya başlamıştı. Onun için kendisinin yanına oturmanın büyük bir eziyet olduğunu bildiğinden biraz zorlamayla o gelirken alaycı bir şekilde sırıttı. “Buzlar Prensesi döndü demek?” Çantasını çekip gönülsüzce ona yer açtı. “Kapa çeneni William. Sana büyüklerinle nasıl konuşacağını öğretmediler mi?” Her ne kadar sakin ve sessiz olsa da onu öfkelendirdiğini anlamıştı. “Öğrettiler tabi, ama uygulayıp uygulamamak öğrenciye kalır haksız mıyım? Ve ben şımarık Slytherin öğrencileriyle istediğim gibi konuşurum.” Son cümlesinde sesini alçaltmıştı çünkü hem profesörün duymaması gerekiyordu hem de fazla saldırgan olmuştu kendisi için. Irina’nın tepkisini bekleyerek ona baktığında profesörün delici bakışlarını üzerinde hissetti. Sanki çok ilgileniyormuş gibi kitabının sayfalarından birine eğilse de yüzündeki gülümsemeyi saklamakta başarılı olmadığını biliyordu… | |
| | | Christopher Alex Peterson Fontjoncouse Otel ~ Genel Müdür
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 212 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11946 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 25/08/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Perş. 11 Ara. 2008, 15:08 | |
| Dışarıdaki bulutlu havanın kasveti içeriye de yayılmışa benziyordu. Loş koridorlar dersliklerine doğru ilerleme çabası içindeki birkaç öğrenci dışında neredeyse boştu. Kapısı örtülen birkaç derslik de koridorları daha da karanlığa boğuyordu. Chris pencerelerden birinin yanına geldi ve kitaplarının birinin arasına iliştirdiği ders programına baktı. Saatinin arızalanması gerçekten büyük aksilikti. Eğer saati olsaydı hangi derse ne kadar zamanı olduğunu kolaylıkla anlayabilirdi. Zaten bugün kuzeni gibi kendi hayatında da işler istediği gibi gitmiyor gibi gitmiyordu. Zihninde beliren acı gerçekleri yine zihninin derinliklerine attı ve bir süredir boş boş bakmakta olduğu ders programına yoğunlaştı. Parmağı gördüğü dersleri atladı. Şimdiye kadar programı her şeye rağmen oldukça rahattı. Eğlenebileceği, rahat ve kolay olan derslere girmişti. Ancak sıradaki derse bakınca yüzünü buruşturdu. Bu dersi durup dururken niye seçtiğini bile bilmiyordu. Ancak rahmetli dedesi gibi kaçıklar bu dersi isteyebilirdi. Kendi dilinde bulunmuş sihirlerle yetinmeyip yeni sihir arayışlarında eski kaynakları karıştıran insanların uğraşacağı türden bir dersti. Ama yine de bunlar Chris’e gizemli gelmeye başlamıştı. Özellikle de dedesinin taşıdığı birkaç eşyadaki kargacık burgacık işaretleri çözmeye çalışırken. O an bir inatla seçmeli derslerde tercihini bu dersten yana kullanmıştı ve şimdi ilk derse gidecekti.
-O kadar da kötü değildir umarım. Kötü olsa bile o kadar şeyden sonra rahat katlanırım. Gerçekten de Hogwarts’a geldiğinden beri kara bulutlar sarmıştı hep üstünü Chris’in ve o bulurların neden olduğu acılar yanında bu ders; Slytherin mezunu profesör her nasıl davranırsa davransın, pek bir şey sayılmazdı. Bu düşünceyle onu rahatlatmış olmalıydı ki adımlarındaki isteksizliğin yerini derse yetişme telaşı almıştı. Hızla yanından geçtiği her meşale Chris’in suratını yalayan bir hava akımı göndermeye başladığında onlardan uzakta durmayı tercih etti. Koridorun sonuna varmış tam adımını atıyordu ki o an için gülümseyen İndis’i gördü. Bir iki gün önceki o olaydan önce ilişkilerinin ne kadar güzel olduğunu hatırladı bir an. Kendisini en iyi anlayan kişi kuşkusuz İndis’di ve fısıldayan ağaç korusundaki ilk karşılaşmalarından o güne dek aşkları büyüyerek devam etmişti. Baloda onu kollarına alıp dans ederken, birlikte gezerlerken, cadının pembe güzel dudaklarını ilk kez öperken kalbinde hep büyük bir aşk hissetmişti. Ancak ilişkilerinde büyük bir pürüz vardı. Yaşamları, kan statüleri ve zenginlikleri birbirlerinden farklıydı. Bu yüzden Chris gelecekte ona isteyeceği rahatlığı veremeyeceğinden endişelenmişti. Bunu da dile getirmeye neredeyse karar vermişti ki sonuç hiç de istediği gibi olmamıştı. İndis ayrılmaları için sunduğu nedene hiç de inanmamış gibiydi ve aniden ortaya çıkan Frances de bunu destekliyordu.
Bir an ne yapacağını bilmeyen Chris normal şekilde yürümeye karar verdi. Aniden kendisini görmesiyle yüzüne soğukluk oturtan İndis’in bakışları üzerinde gezinmeye başladı. Chris kendisine o gözlere bir kez daha bakmak için engel olamadı. Bakışlarının birleşmesi anında ona ilk aşık olduğundan beri içinden geçen duyguların geçmesine neden olmuştu. Bir an titredi ve ağlayacağı zaman buna korkusundan mıdır yoksa nedendir bilinmez oluşan ürpertiyle titredi. Ancak yüzünü ifadesiz tuttu ve cadı yanından bir an evvel uzaklaşmak istercesine hızla geçip gitti. Chris aynı yere gideceklerini bildiğinden tekrar karşılaşmalarını geciktirmek için kısa bir süre duraksadı. Arkasından da yukarıya çıkıp dersliğe doğru ilerledi. İndis’e bakmamaya çalışarak ilerledi. Yine de görüş açısına girdiğinden gözleri ister istemez bir an ona kaydı. Neyse ki elindeki kitabı karıştırmakta olan İndis onu görmemişti. Orta sıraların tam ortasında kendisine bir yer bulup oturdu. Tahtaya baktığında bir an kaşları çatıldı. Görecekleri yine garip bir dil adıydı. Hakkında pek bir şey duymamıştı ama dedesinin yanında taşıdığı kitaplardan biri bu dildeydi tabi eğer hafızası Chris’i yanıltmıyorsa. Bir sürü kargacık burgacık yazı ve çevirileri, diller hakkında çeşitli bilgilerle dolu kitabı sıkıntıyla karıştırarak dersin başlamasını beklemeye koyuldu. Çok geçmemişti ki önce delici bakışlarıyla sınıfı süzen profesör konuşmaya başlamıştı. Kitaptan ilgili sayfayı buldu ve arkasından dikkatini profesöre yöneltti.
Profesör konuşmaya başladığında söyledikleri kulağa fazlasıyla garip geçmişti. Chris oldukça sert ve acımasız bir çok öğretmen görmüştü. Ancak onlardan hiçbirinin derste kalkıp da “Ben gerçekten de sert ve acımasızım. Dikkatli olun yakarım. “ gibisinden konuştuğunu hiç görmemişti. Genelde komik bir şekilde bunu reddederlerdi. Üstelik bununla gurur duyduğunu da dile getirmişti. Bir an aslında sıcakkanlı olan profesörün kendince bir şakası olduğunu düşündü. Muhtemelen düşüncesine katılan birkaç kişi de suratlarına hafif bir sırıtma yerleştirmişti. Chris diğerleri kadar bu konuda emin olmadığı için yüzünü ifadesiz tutmayı sürdürdü. Zira hem profesör oldukça ciddiymiş gibi duruyordu, hem de son günlerde gülebileceğini pek sanmıyordu. Bunu düşünmesiyle zihnindeki anılar ona işkence vermek istercesine doluşmaya başladı bir an. Buluşmalarından ayrılmalarına her an aklından geçerken istemsiz olarak yumrukları sıkıldı işkenceye dayanabilmek için. Ama bu yetmiyordu. Dikkatini onlardan dağıtacak bir şey arıyordu ki aniden kapı çalındı. Chris’in dikkati o anda profesöre yöneltti. Vereceği tepki onun karakterini de belirleyecekti kuşkusuz. Profesör sanki kovacakmış yada cezaya bırakacakmış gibi kapıya bakarak az önceki kilidini açtı. Ama sonra ani bir karar değişikliği ile onu derse almıştı. Chris sebebini öğrencinin cüppesindeki Slytherin armasından anladı. Öğrenciye bir daha geç kalırsa dersten atacağını söylerken Chris muhtemelen kendinden başka kimsenin duymayacağı bir sesle mırıldandı.
-Bundan o kadar da emin değilim… | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Cuma 12 Ara. 2008, 15:46 | |
| Güneşten yansıyan ışınların göle çarpmasıyla oluşan pırıltıları gözlerini kırpmaksızın izliyordu. Hafif esen rüzgâr salık bıraktığı kısa saçlarını hafif hafif havalandırıyordu. Pelerin ve süveterini giymemeyi tercih ettiğinden gömlekle oracıkta donuyordu. Öğle yemeğinden önce boş olan bir saatlik vaktini de o gece oturdukları kayanın üstünde geçiriyordu. Zaten yaz tatili de dahil olmak üzere bütün gözlerini kapayışında aklına o gece yaşananlar geliyordu. Sanki biri zihnini kontrol altına almıştı. Göz göze gelişler, saçında Felipe’in ellerini hissedişi, kenetlenmiş iki beden ve birbiriyle buluşmuş titreyen dudaklar… Korku filmlerindeki gerilim arttırılmak istendiğinde yapılan hızlı ve ani çekim gibi tekrar tekrar hatırlıyordu yaşananları. En sonunda kırptığı gözleri sulanmıştı uzun süre açık kalmaktan. Kendileri gibi yeşil olan çimlere diktiği gözleri dalıp gidiyordu sürekli. Anılarında denizin içinde boğulurcasına sürüklenip gidiyordu. Defalarca aklına gelen o gecenin inanılmazlığı bir tablo gibi görünen iki siluetin birbirini tanımasıyla açığa çıkmıştı. Belki de bu olay Liz'in kendi içinde defalarca düşlediği ama olmasını kabullenemeyeceği bir andan ibaretti. Bu yüzden yerli yersiz olanları bir daha yaşamaya ihtiyaç duyduğundan yaşananların olduğu yere gidiyor tekrar tekrar kendine hatırlatmak istercesine bir daha yaşıyordu. Bir bakıma ölümsüz kılıyordu kafasında olan imkânsız aşkı. Gerçekten bir aşkın tohumlarını serpebilirler miydi? Felipe'in ya da kendisinin buna hazır olduğunu hissetmiyordu. Belki de Liz geçmişte yaşadığı ölümle birleşen aşkını Felipe'te bir ışık gibi görmüş ve bir anda ona delicesine tutulmuştu. Sevdiğini tam olarak bilemese de ona karşı derin bir bağ ve çekim hissediyordu. Felipe de bunu az da olsa duyumsuyordu. Çünkü eskisi gibi değildi. Olmayacaktı da… Tüm bunları düşünürken sırtına dürtülen parmaklarla kendine geldi. Arkasını döndüğünde gördüğü kendinden küçük bir Slytherin’i boğazlamak istercesine ellerini tutunduğu taştan çekti. Fakat uzun, siyah saçları rüzgârda dalgalanan kız ne pahasına olursa olsun Liz ile konuşmak ister gibiydi. Öt bakalım dercesine yaptığı işareti kaçırmayan kız nefes nefese ve seri bir şekilde;
“Elizabeth… Birinci sınıflardan bir kız sürekli ağlıyordu Ortak Salonda. Ona ne olduğunu sorduğumuzda cevap vermedi. Bir süre bekledik. Arkadaşları ile ilgili bir şeyler mırıldandı. Bunun üzerine bütün Ortak Salon’u, kuleleri, baykuşhaneyi, Büyük Salon’u, banyo ve tuvaletleri kısacası akla gelebilecek her yeri aradık. Görünüşe göre o üç çocuk kayıp…”dedi.
Bir anda açılan gözleri ne olduğunu anlamak istercesine kapanmıştı. Ne demek istiyordu kız, algılamaya çalışıyordu hâlâ. Olayın ciddiyetinin farkına vardığında ise uzun bir zaman geçmişti. Oturduğu yerden bir hışım kalkıp eliyle yanında dikilen kızı itekledi. Cebinden çıkardığı asasını ince parmaklarının arasında sımsıkı tutuyordu. Sinirlenmek bir yana dursun oldukça endişelenmişti kayıp lafını duyunca. İçinden lanetler okuyordu kendine. Onlarla ilgilenmeliydi. Bir saat boyunca kabaran aşk duygularını anımsayacağına küçüklere göz kulak olsa şimdi başına bunlar gelmeyecekti. Kendine haber getiren kızı arkada bırakarak koşmaya başladı patikada. Bastığı yerlerden çıkan çıtırtıları hiçe sayarak koşuyordu. Kardeşini kaybetmiş biri gibi endişelenmişti kaybolan çocuklar için. Holün taşlarına adımı attığında bir anda etrafını saran sıcak hava dalgasından hemen kurtulmak istermişçesine son sürat koşmaya başladı. O koşuşu gören onu bir kız çocuğu sanmayabilirdi. Kan ter içinde kalmıştı. Ama kimin umurundaydı. O küçük çocukları bulmak zorundaydı. Çünkü onların kaybolduğunu duyan kimse ya ona ya da Nicole’e büyük bir ceza verebilirdi. Bütün kurallar söylenmişti, ama küçük çocuklar da Liz’in küçüklüğünde oldukları gibi biraz haylazdı belli ki. Büyük Salon’un kapısından içeri savaş habercisi gibi girdi. Bir yandan nefesini düzenlemeye çalışıyor diğer bir yandan da Nicole’ü arıyordu. Onu, önünde bir tabak yemek yerken bulmasına bir hayli sevinmişti. Koşturarak yanına gidip onu oturduğu yerden kaldırdı. Kolundan çekiştire çekiştire dışarı çıkardı. Bunu gören Slytherin öğrencileri neler olup bittiğini anlayabilmek için dedikoduya başlamışlardı bile. Koridora çıkıp biraz uzaklaştıktan sonra Liz eski hızıyla koşmaya başladı. Onunla aynı çabayı sarf eden Nicole ne olduğunu anlamışa benzemiyordu. Telaşına yenik düşen Liz endişeli bir sesle
“Birinci sınıflardan üç kişi kayıp Nicole. Yaklaşık iki saattir ortalıkta yoklar. Diğer öğrenciler gidilebilecek birçok yeri aramışlar. Kızın biri sürekli ağlıyormuş. Şimdi onu sakinleştirme çabalarına girişemeyeceğim. Ama o üç fareyi bulmamız gerek. Ne diyeceğini tahmin edebiliyorum. Onları kontrol etmeliydim. Ama son zamanlarda kabaran aşk duygularım sayesinde onları ihmal ettiğimin farkındayım. Ne ceza verirlerse de kabulüm ama şuan onları bulmak zorundayız. En azından girilmesine on dakika kalmış derse kadar…”dedi.
Hem koşup hem konuşmak yormuştu Liz’i. Heykellerin arkaları, girebilecekleri bütün alanları aramışlardı. Yasak olan üçüncü kat koridoruna adımını bile atmamıştı Liz. Ama görünüşe göre o haylaz fareler oradaydılar…
Birbirine karışan çan sesleri dersliklere gidilmesi gerektiğini bas bas bağırıyordu sanki. Bütün bu kayıpların üzerine dersin Slytherin Bina Sorumlusu Julie Annwyl Lovett’ın dersi olması Liz ve Nicole’ün ölüm anıydı. Hele hele Liz’in… Bütün koşturmacaların üzerine ders kitaplarını da Ortak Salonda bırakmıştı. Şimdi onları alacak ne hali ne de vakti vardı. Dersliğin kapısına geldiklerinde orada toplu halde bulunan kişilerin hemen ardına geçtiler. Dersin sonunda azarı yiyeceklerini ve hatta Yasak Orman’la cezalandırılabileceklerinin farkındaydı. Kapının açılmasıyla içeri akın eden topluluğun sakinleşmesini bekleyip seri adımlarla girdi sınıfa. Bina sorumlularının gözüne gözükmeden arka sıralardan birine attılar kendilerini. Hani aradan sıvışmak denir ya, Liz’in yaptığı da oydu şu durumda. Konuşmaya başlayan profesörü dinleyemiyordu. Dinlese bile aklı sürekli kayıplara gidip geliyordu. Çalan kapı ile bir an irkildi. İşte gelmişlerdi. Müdire Derwent olanları öğrenmiş ve Profesör Lovett’e iletmeye gelmişti işte. Ne yapacaklardı şimdi?
Oturduğu sıraya iyice sinmişti. İçeri giren Slytherin öğrencisini görünce tuttuğu nefesini bıraktı hemen. Şimdilik kurtulmuşlardı ama bundan sonrası için söylenecek pek bir şey yoktu. Ders çıkışı o bücürleri aramalıydı. Gerekirse Yasak Bölüm’e bile girebilirdi... | |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12679 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Cuma 12 Ara. 2008, 18:17 | |
| Kızılımsı bir sıcak içinde geçen öğlen vakitleri, öğleden önce bir dersin de boş olmasının avantajıyla Nicole tek başına kalmanın tadını çıkaracaktı. Belki sabah kahvaltısını iyi yapmadığından öğlen yemeğini dilediği kadar uzun bir zaman dilimi içinde yiyebilirdi ve onun arta kalan zamanında Mark’a bir mektup yazabilirdi. Şu ana kadar hep ondan beklemişti, ama belki ki derslerinden ve ayrıca yaptığı sporundan dolayı zaman kalmıyordu. Çok sorun etmiyordu kendini Nicole bunu çünkü onunla rüyalarda hep buluşacaklarına söz vermişlerdi ve bu her gün oluyordu. Birbirlerine gerçek olmasa da rüyalarında bir hayal dünyası kurmuşlardı. Bu ikisine de yetiyordu. Ne binbir ne yazacağım derdiyle yazılmış mektuplara gerek vardı. Ne de içten gelmeden özledim sözlerine… Beklememek ve o anı yaşadığını hissetmek ama sadece rüyalarda yaşamak sonsuza eriştirmek vardı. Çünkü bir rüya gibi başlamışlardı aşkları ve rüyanın içinde geçerse zedelenmez ve yıpranmazdı. Hiçbir şekilde hızlı yaşamayacaklardı birbirlerini özleseler bile yazdan yaza görüşeceklerdi. Zedelenmek yaralanmak boş yere kıskançlıklar yaratmak istemiyordu ikisi de derinden bilinmeyen bir zincirle bağlanmışlardı zaten bu her şeye bedel ve yeterdi. Nicole Hogwarts’ın eskiden tozlu ve anlamsız gelen duvarlarının içinde şimdi mutluluk ve kendi güveniyle yeniden alevlenen kibri vardı. Eskiden kendini göstermeyen Nicole gitmiş, her şeyin arkasından iyi veya kötü çıkmaya başlamıştı.
Yemek salonunun çok dolu olmadığını görünce rahatça yemenin tadını çıkarmak üzere Slytherin’e ait masaya oturdu. Tenha olması hem kafasını dinleyip hayal ederek de olsa Mark’ı düşünmesine hem de ilk derslerden sonra olan stresini atmasına neden olacaktı. Zaten ilk derste ona kendinden boyca küçük biri laf atmıştı. Sınıf başkanı olmasa ona bir avada atardı. Ama ceza almak istemediğinden ve ne kadar içinde ki öfke ve nefret dursa da bunu belli etmemeliydi. Derin bir yerlerde hissedilen kötülüğünü büyüyünce ortaya koyup gösterecekti. Belki de Karanlık Tarafa kendini adar onun yolunda görevler alırdı. Şu an bilmiyordu. Düşünmek içinde çok erken olmasa da yapacak başka işleri olduğundan çok erkendi. Kendi içinde düşler diyarına dalmıştı. Eskiden hayal aleminden çıkmak için bahaneler üretir kimseye belli etmek istemezdi. Ama şimdi onlarla beraber yaşamayı öğrenmişti ve onlarla yaşamak yanına kendi içinde oyuncaklar götürmek gibiydi. Ayrı ayrı hisler içine girerek bin karaktere bürünerek yaşayıp hayattın gerçeğinden uzaklaşıp bir anlığına düşleyip var olduğunu varsaymaktı. Ulaşılamayacak diye bir şey yoktu bundan sonra bunu Mark’la tanıştıktan sonra anlamıştı. O onun hayallerinde ki şövalyeydi belki de beyaz atlı gizemli gözlere sahip bir kara prens… Gittikçe bir havuzun içinde boğulurcasına boğuluyordu. Bu yüzden karnından çalkantıları bile duymaz olmuştu. En sonunda yeşil ve inanılması bir ışıkla hayallerinin içinde ki bitmez tükenmezlik bilmeyen bir uzay boşluğu kadar derinliğin içinden uyanmıştı. Tam yemeğinin tadını çıkarmaya başlayacağında alel acele olduğu anlaşılan koşuşturma ve Kanter içinde kalmanın verdiği nefes sesleri… Neler oluyordu. Biri geliyordu, sadece çatalına sardığı bir kaşık makarnayı yiyebilen Nicole gelen belli belirsiz gölgenin ona doğru telaşla koştuğunu anlayınca başı bela da bir Slytherinlinin gelip ona gene saçma sapan sorular soracağını sanmıştı. Ama yaklaşan gölge gittikçe çok tanıdığı bir kıza dönüşmeye başlayınca merakla üstünde ki peçetesini ağzına götürüp temizledi. Ne olduğunu çok merak ettiğinden kızın ona doğru geldiğinde hemen ayağa kalkarak ne olduğunu sorarcasına bir bakış fırlattı. Kız bu bakışla derin bir nefes aldı ve olanları seri bir şekilde anlatmaya koyuldu
“Birinci sınıflardan üç kişi kayıp Nicole. Yaklaşık iki saattir ortalıkta yoklar. Diğer öğrenciler gidilebilecek birçok yeri aramışlar. Kızın biri sürekli ağlıyormuş. Şimdi onu sakinleştirme çabalarına girişemeyeceğim. Ama o üç fareyi bulmamız gerek. Ne diyeceğini tahmin edebiliyorum. Onları kontrol etmeliydim. Ama son zamanlarda kabaran aşk duygularım sayesinde onları ihmal ettiğimin farkındayım. Ne ceza verirlerse de kabulüm ama şuan onları bulmak zorundayız. En azından girilmesine on dakika kalmış derse kadar…”dedi.
Böyle bir şeyi beklemeyen Nicole dudaklarını hiç olmayan bir şekilde büzüştürmeye başlamıştı. Ne yapmalılardı. Bu küçük bücürler hangi lanet olası yere kaybolmuştu. Onları bulmaları lazımdı. Yoksa başları büyük bir belaya girerdi. Ceza almak istemiyorken bunların başına gelmesi de yarasına bir güzel tuz basmıştı.
“Tamam Liz. Sakin olalım. Şimdi planlı bir şekilde her yere bakmalıyız. Gerekirse yasak yere bile bakalım; fakat oraya beraber bakmamız lazım. Elbet bir yerlerden bulacağız onları ve çıkacaklar karşımıza… Sen telaş yapma telaş şu an bizim düşmanımız.” Diyerek destek verici ama kendinin bile inanamadığı bir cevap vermişti. Yalandı, fakat şu ana kadar kimse bu küçücük umut verici yalandan yara almayacaktı. O yüzden bu küçücük söylediği beyaz yalanı dert etmiyordu.
Önemli olan o üç küçük veledin şu an nerede olduğuydu. Liz’le kararlaştırdıktan hemen sonra ayrı ayrı yerlere ayrılıp her köşe bucağı atlatmaksızın bakmaya karar verdiler. Liz heykellerin karanlık taraflarına bakarken Nicole de koridorların görünmez kapılarının ardından ses olup olmadığına bakmak üzere etrafını kolaçan ediyordu. Yasak olan kapılara baksa bile o katlara bakamamışlardı hem zaman açısında hem de günün aydınlık olmasından oraya çıkarken büyük bir ceza yiyebilirlerdi.
Nicole ve Liz karış karış o üç küçük yaramaz çocuğu ararken bir de zil ödlerini koparırcasına çalmış sanki iki kızla dalga geçiyordu. Bir şansları daha vardı ders Slytherin Bina sorumlusuna aitti. Bunu anlayan Nicole lanetler savurarak Liz’i takip etmeye başladı. Ne yapacaklardı. Sanki büyük bir kapana sıkışmışlardı. Elinde sonunda o minikler ortaya çıkacak ve iki yorgun kız bütün hınçları ondan birer birer çıkaracaklardı. Ama zaman geçtikçe hınçları diniyor. Büyük bir korku kaplıyorlardı. Bulunmaları karşında farklı bir tepki verebilirdi belki Nicole ama şimdi dersleri vardı. İsteseler de istemeseler de girip onların bu saatte bulunup bulunmayacaklarını bekleyeceklerdi. Liz sınıfa girip hemen Profesör’e görünmeden bir kuytuya geçmişti. Nicole de aynı onun gibi sanki kapı açılmışcasına bir gölge gibi onun yakında diğer kuytuya geçmişti. Dersi meraktan ve korkudan dinlemek akıllarına bile gelmiyordu. Düşündükleri tek şey o üç küçük yerden bitme şeytanlardı. Başlarına bir bela gelse direk Nicole ve Liz’den sorulurdu bu sorumsuzluğu nasıl yapmışlardı anlayamıyorlardı. | |
| | | Andromeda Beata Neaux Hufflepuff 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 171 Yaş : 30 Kan statüsü : Bilmiyor ancak Melez olduğunu düşünüyor. Galleon : 11703 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 03/12/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ C.tesi 13 Ara. 2008, 17:08 | |
| Ayna karşısında cüppesi ve saçlarıyla uğraşmayı bırakalı çok fazla olmamıştı. Masanın üzerinde duran kitapları kavradıktan sonra hızlı ve kendinden emin adımlarla yatakhaneden çıktı. Ortak salonda büyük ihtimalle alt sınıflardan olan birkaç kız kıkırdayarak konuşuyorlardı. Calvino yanlarından geçerken onlara göz ucuyla bakmakla yetindi. Ortak salonu terk edip merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Bugün kendini garip bir şekilde mutlu hissediyordu ve sevgilisi Reneé’yi her zaman kinden daha çok görmek istiyordu. Dersten sonra ilk işi onu bulmak olacaktı. Tabi lanet olası ödevlerden vakit bulabilirse. Ödev yapmaktan ve huysuz kütüphane bekçisinin gözetiminde saatlerce oraya tıkalı kalmaktan nefret ediyordu.
“ Hey Calvino! ” Neredeyse koridoru yarılamışken gelen ses ile irkilip arkasına döndü. Kalabalığın içinde ona seslenenin kim olduğunu ayırt etmek pek zor değildi. En yakın arkadaşı Leopold hızlı adımlarını ona doğru çevirmişti bile. Hafif yorulmuşa benzeyen arkadaşı yanına gelince sabırsız bir şekilde ona döndü Calvino. “ Ne oldu Leo? Biraz acele etmelisin çünkü derse geç kalacağım. ” Ders 5 dakika içinde başlayacaktı ve bu derse geç kalması söz konusu bile olamazdı. Leopold sakin bir tavırla lafa girdi. “ Ders notlarımı bulamıyorum. En son senin masanda görmüştüm. Sen nerede olduğunu biliyor musun?” Calvino duraksadı. O aptal ders notları için mi onu durdurmuştu yani. Küçük bir parça parşömene yazılmış bir iki cümlenin ne önemi olabilirdi ki? Bazen kendini derslerden nefret eden tek kişi olarak görüyordu. Ama buna rağmen hiçbir dersten kalmamıştı. Hepsini vermeyi başarmıştı. Beklide bu yüzden ders çalışmayı gereksiz buluyordu. “Hayır, notların nerede bilmiyorum.” dedi geçiştirmeye çalışarak ve tekrar yoluna döndü. O sırada Leopold’ın kolunu çekmesi geri dönmesine sebep olmuştu. “Calvino o notların benim için önemli olduğunu biliyorsun. Onları Josephinã’ya verecektim ders çalışması için.” Calvino gözlerini devirerek Leopold’a baktı. “Yerini bilsem sana söylerdim biliyorsun. Pekâlâ… Bak dersten sonra yanıma gel ve notlarını yatakhanede birlikte arayalım. Tamam mı?” Leopold onaylarcasına kafasını sallamakla yetinmişti. Calvino omzuna yavaşça vurduktan sonra hızlı adımlarıyla tekrar yola koyuldu…
Derslik neredeyse dolmuştu ancak içerde çıt çıkmıyordu. Bunun sebebinin genç profesörün derslikte olması olduğunu anlamak pek zor olmamıştı Calvino için. Sessizce profesörü başıyla selamladı ve boş bir sıraya yerleşti. Bu sırada tahtada yazanlar gözünden kaçmamıştı. Dersin konusu açık bir şekilde belirtilmişti. Birkaç dakika sonra hemen herkes derslikte yerini almıştı ve profesörün asasıyla bir hareketi sonucu kapılar kilitlenmişti. Hemen ardından profesör kendiyle ilgili kısa ve açıklayıcı bilgiler vermeye başlamıştı. Calvino bunları az çok biliyordu. Çünkü Profesör aynı zamanda Slytherin’in bina sorumlusuydu. Calvino’da onun hakkında diğer öğrencilerden az çok fikir edinmişti. Profesörün sözleri sonrasında oluşan sessizlik anını kısa bir kapı tıklatması bölmüştü. Profesörün zaten sert olan bakışları iyice sinirli bir hal almıştı. Kapının aralanmasıyla içeri giren kız mahçup bir şekilde profesöre dikmişti gözlerini. Calvino bakışlarını kızdan ayırmadan profesörün sözlerini dinledi. Profesör aynı olayın tekrarlanması durumunda dersten atılacağından bahsediyordu. Kız bu sözlerden sonra biraz daha utanmış bir şekilde profesörden özür diledi ve yerine geçti. Calvino tekrar bakışlarını profesöre çevirdi. Biran önce derse geçseler ne iyi olurdu… | |
| | | Stuart Rousseau Rousseau's Bar Sahibi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 354 Yaş : 32 Kan statüsü : Pureblood Galleon : 11716 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/12/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Paz 14 Ara. 2008, 14:36 | |
| Karanlık mıydı hava? Yoksa alnındaki güneş kadar parlak mıydı ruhundaki kasvet? Bilmiyordu... Tüm yaşamını olumsuzluklar doldurmuş 14 yaşındaki bedeni, daha ne kadar eğitebilirdi zihnini? Daha ne kadar katlanabilirdi yaşayacağı şeylere? Artık kendine verdiği sözleri tutma zamanıydı belki de. Her adımında, her geçen günün sabahında, farklı bir sorun ile karşılaşmamak için kendince verdiği savaşlardan canlı ve mutlu ayrılacaktı bundan sonra. İşte bu yüzdendir ki, daha bir umutla selamladı yatakhane camından yansıyıp gözlerine vuran güneşi... Okulun ikinci günü olduğundan, oldukça zor oluyordu erken kalkıp derslerine yetişmesi. Ama bugün derslerinin hepsi öğleden sonra olduğundan mutluydu biraz olsun. Yatağının başucunda duran saatine baktı. Daha ders için oldukça zamanı olduğunu anlayıp parmakları arasında 'tik tak' diye ses çıkartan saatini, sol koluna özenle götürüp kayışını bağladı. Oldukça rahat ve sıcak yatağını bırakmak istemiyordu. Biraz şekerleme yapmaya vakti olduğunu bildiğinden, gece mutfaktan aşırdığı bir bardak kahveye hemen asasını doğrultup sıcaklaşmasını sağladı.
-Aire Fenris!
Bu büyüyü babasından öğrenmişti. Aslına bakılırsa üçüncü sınıfa giden kardeşi Desmond'a babası, Desmond'da abisi Stuart'a öğretmişti. Büyüyü kullandıktan sonra aklına takılmıştı ailesi. İkiz kardeşleri, Hogwarts'taki üçüncü dönemlerinde oldukça rahat olmalıydılar. Ayrılalı iki gün olan anne ve babası ile de daha hiç mektuplaşamamıştı Stuart. Bu konuda biraz buruk hissediyordu ki, dudaklarını kıvırdı. Özlemişti onları. Her birini... Yazın kıran kırana yaptıkları Quidditch maçlarını, babasının büyüyü hayatının her alanında kullanmaması gerektiğini açıklayan, öğüt dolu konuşmalarını, sırf bunu kavrayabilmesi için, kas gücü ile, malikanelerindeki en görkemli ağacın tepesine, tahta bir klübe yapışlarını -Babasına göre, el emeği ile yaptığı bir iş büyüden daha çok manevî haz sağlardı.-, herşeyi öyle özlemişti ki... Bunu zihninde fazla büyütmemesi gerektiğinin farkına vararak, ilk önceliği olan derslerine yoğunlaşmalıydı. Programına baktığında öğleden sonra bakşlayan ilk ders, Eski Yazıtlar dersiydi. Profesör Lovett'ın en çok Slytherin'li öğrencileri sevdiği bilinse de, Stuart'a göre huysuz aksi kadının tekiydi. Duygularını belli etmeyen, sadece bağırmaktan anlayan biri.,, Zaten bunları profesörün yüzüne de söyleseler mutluluk duyacak gibiydi. Ya da en azından Stuart öyle düşünüyordu. Kahvesinden aldığı bir yudum ile ıslattı boğazını. Oldukça rahat hissediyordu ve yavaş yavaş uykusu açılmış gibiydi. Sıcak güneşin vurduğu mavi-gri nevresimleri, anlamsızca bir süre inceledi. Ardından yatağından kalkıp pencereye doğru yürüdü. Oldukça hoş bir hava vardı. Dışarıya baktığında göl kenarındaki birkaç öğrenciyi, ve Quidditch sahasında antreman yapan Slytherin takımını gördü. Biraz da olsa güneşin ışığı sayesinde buruşmuş yüzü, ihtişamlı Hogwarts gölüne, ve bahçenin ev sahipliği yaptığı ormana çevrildiğinde ise, eski hatlarına çoktan dönmüştü. Kol saatinden gelen sesler, ona zamanı hatırlatmış olacaktı ki, kolunu gözlerine yaklaştırdı. Dersin başlamasına 45 dakika kalmıştı. Yavaş yavaş hazırlanmak istercesine, daha yarısına gelmediği kahvesini başucundaki masaya bıraktı. Kahvesi ile daha sonra ilgilenecekti. Anlaşılmaz bir hisle onu bitirmek istiyordu. Bunun nedeninin çok sonraları farkına vardığında, kaynağının yatakhaneyi temizleyen ev cinleri olduğunu anlamıştı. Yemek artıklarından ve yatağı düzensiz bırakışından rahatsız olan ev cinleri, Stuart'ı ne zaman görseler söyleniyorlardı. Bu konuda sadece gülümsemekle yetinen genç büyücü, şimdi üzerini giyinmeye koyulmuştu bile. Giydiği sıradan Hogwarts üniformasının cüppesine elini götürdü. Asası ve gerekli eşyalarının orada olmadığını görünce, hepsini seyehat pelerininde unuttuğunu fark edip dolaba yürüdü tekrar. Babasının sözleri sanki odanın içinde yankılanır gibi olmuştu.
-Büyüyü gerekmedikçe kullanmasan da, sağ kolun olan asanı, hiç yanından ayırma.
Bu söz üzerine Stuart'ın biraz kulakları kızarmış ve utanmıştı. Kardeşlerine bir anlam ifade etmeyen ve sanki kafiyeliymiş gibi gelen bu söz, malikanelerinde sarf edildiği akşamdan itibaren, Desmond tarafından şarkı haline geltirilmişti bile. Aradan 15 dakika kadar geçince, cüppesinin cebine asasını yerleştirmiş, ve bir eksik varmı diye kontrol etmek için aynanın karşısına geçmişti. Uzun olan saçlarına muggle icadı olan jole adındaki kıvamlı bir marmelat sürmüştü ardından. Biraz garip görünüyordu, ama çok zaman geçmeden katılaşan ve tane tane omuzuna dökülen saçları, Stuart'a ayrı bir hava katmıştı. Sonunda yatakhanenin ortak salona inen merdivenlerini aştığında, salonda bulunanlara selam verip, çıkışa doğru giden merdivenleri tırmandı. Ravenclaw Ortak Salonu'ndan çıktığında, aklında bir yerlere, kısa zamanda kardeşlerini de görmesi gerektiğini not etti. Büyük meşalelerin aydınlattığı taş duvarlara sanki mutluluğu çarpıyor, sekiyor ve geri dönüyordu çoğalarak. Bugün hiçbirşey onun sinirlerini bozamazdı. Kendine bir söz vermişti çünkü. Sözlerini tutması, ailesinin O'na öğrettiği en önemli erdemlerden biriydi kuşkusuz. Aklında bu düşüncelerle vardığı Eski Yazıtlar Dersliğinin önünde durdu. Büyük bir kalabalık kısa süre sonra O'na eşlik etmişti. Öğrencilerden biri, -Stuart'ın tahminine göre 5. sınıftı.- Kapıyı çaldığında, profesör haki renkte, yün bir cüppe ile onları karşılamıştı. 6. Sınıflardan birkaç kişi, profesörün bacaklarına bakacak olmuşlarsa da, eski yazıtlar konusunda uzman olan cadının, asa tutan bileğinin hareketleri, öğrencilere hadlerini bilmeleri gerektiğini gösterimiş gibiydi. Gözleri ile sınıfı taradığında, beğendiği bir sıraya oturdu. Ortalarda bir yerdeydi burası. Ne çok önde, ne de arkada. Çok zaman geçmeden yanına tanımadığı bir Hufflepuff oturmuştu. Tam da tanışma amaçlı bir sohbet için dudaklarını aralayan Stuart, profesörün sesi ile irkilmişti. Bu sırada gözleri, tahtada yazılı kelimelere gitti. Dersin profesörünün üzerinde, hangi sınıflarla işleneceği yazılıyordu. Zaten bunları daha önceden tahmin etmiş olan Stuart, en altta yazılı olan ve okumakta zorlandığından, başını biraz olsun ileriye atarak hecelediği kelimeleri çözme çabalarındaydı şimdi.
-Kelonda-Kelon-Ka...
Artık okumayamadığının farkına varıp pes ettiği anda, yanında oturan çocuk, profesörün ilginç el yazısını çözmüş olacaktı ki, bir çırpıda yazılı olanları mırıldanmıştı Stuart'a.
+Kelondrant Dili... -Ah.. Teşekkürler.
Çocuğa bir an gülümsemeyle bakmış ve simasının hiç de yabancı olmadığını fark etmişti. Belki çocukla aynı dönemden bile olabilirlerdi ama fiziksel yapısı Stuart'a, O'nun 7. sınıf olduğunu düşündürüyordu. Aradan zaman geçmeden konuşmaya başlayan profesörün sözleri ile, yaklaşık bir buçuk saat önce, yatağında düşündüğü şeyleri karşılaştırdığında, haklı çıkmanın mutluluğu sayesinde gülümsedi. Bu sırada tam profesörle göz göze gelmeleri, mutluluğunun kursağında kalmasını ve hemen suratının eski hatlarına dönmesini sağlamıştı. Profesör Lovett'in giriş konuşması bittiğinde kendinle gurur duyması, Stuart'a çelişkili gelmişti. Ayrıca aradan pek zaman geçmeden, sınıfın kapısının çalınışı, geç gelen bir öğrenciyi haber veriyor gibiydi. Bütün sınıf kapının haberi ile gözlerini aynı yöne çevirmişti. gelenin kim olursa olsun derse alınmayacağını bilen öğrenciler, yüzlerinde ciddi ve merak dolu ifadelerle kapıya baktıklarında, karşılarında Slytherin'li olan ve derse kabul edilen kızın görüntüsünü görünce hayalkırıklığı yaşamışlardı. Geçen zamanda, Eski Yazıtlar Dersliği, şahit olunabilecek başka bir eylem barındırmazken, bu zor saatin nasıl geçeceğini Stuart merak ediyordu.
-Sanırım ders hiç bitmeyecek.
Çelişkilerinin yanında, Eski Yazıtlar'a karşı bir ilgisi vardı, aynı Sihir Tarihi'ne olduğu gibi. Bugün kendine verdiği sözün şartlarında, ne olursa olsun pes etmemekte olduğu için, profesörün gözüne girmeli, ve derse katılımı ile kendini sevdirmeli, hemde dersi sevmeliydi...Bu konuyu doğrular biçimde eline aldığı tüy kalemi, sırada duran kağıda dersin tüm ayrıntılarını yazmak için hazır bekliyordu. | |
| | | Julie Annwyl Lovett Biçim Değiştirme Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 900 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12570 Ekspresso Puanı : 63 Kayıt tarihi : 13/02/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Ptsi 15 Ara. 2008, 22:43 | |
| Ann her şeye rağmen sinirli bir ifade takındı. Sınıftaki çoğu kişi geri zekalı değildi. Yaptığı ayrımcılığın farkında olduklarını biliyorlardı ama kimse bir Lovett’ın dersteki otoritesini sorgulamaya kalkamazdı. Bu onun dersliğiydi ve kurallar onundu. Derse başlamak üzere masasına döndü ve önündeki kitabın ilk sayfasını araladı. Daha dün uğraşmak zorunda kaldığı en büyüğü üçüncü sınıf olan bücürlerden sonra şimdi karşısında duranlar çok daha bilinçli geliyordu. Söylediği her kelime onun hakkında bir fikir edinmelerini sağlayacaktı. Çoğu çoktan tarafların mücadelesi hakkında fikir sahibiydi. Ve hepsi de ailelerinin tarafsızlıklarından ya da seçtikleri taraftan haberdardılar. Genel bakış açısını değerlendirmek gerekirse Eski Yazılar dersinin bu amansız mücadele ile hiçbir ilgisi olmadığını sonucuna varılacağını biliyordu Ann. Fakat bildiği bir başka şey daha vardı o; Julie Annwyl Lovett’ı ve amuda kalkmış bir vaziyette, yemekler hakkında sohbet ederken bile Karanlık Taraf’a dair birçok aşılama yapabilirdi. Işıltıyla parıldayan gözlerinin ateşi bir anda söndü ve kaşlarını kaldırıp uğultunun geldiği yöne doğru çevirdi kafasını. Adını kendi binasında olduğu için bildiği, az önce sınıfa geç kaldığı için azarladığı Archibald ve daha önce hiç görmediği bir Ravenclaw’lunun tartışmasına neredeyse tüm sınıf tanık oluyordu. Gözleri kızgınlık ateşiyle yanıp sönerken, gözlerini bir süre onlara dikti. Fakat iki genç bunun farkına bile varmamıştı. Hala ateşli tartışmaları devam ediyordu.
“Siz, ikiniz, derhal dışarı!”
Şaşkınlıkla kafalarını çeviren iki çocuk önce bunun kendilerine söylendiğinin ayırtına varamadılar. Fakat Ann’in bu defa gerçekten sinirlenmiş bir şekilde bakan gözlerini görünce rahatsızca kıpırdandılar ve ikisi aynı anda itiraz etmek için ağzını açtı. Fakat Ann elini hiddetli bir şekilde savurdu ve uzun tırnaklarıyla kapıyı gösterdi. Ön sıralarda oturmuş bir Ravenclaw’luya oğlanın adını sordu ve bir kağıda not aldı. Sonra da kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslandık ve ahmak bir Ravenclaw’la, kendisine bu davranışı hiç yakıştıramadığı bir Slytherin’in kapıdan ürkekçe çıkmalarını keyifle izledi. Kapının kapatılma sesiyle aynı anda ayağa kalktı ve gözleri sınıfta gezdirip konuşmaya başladı.
“Eveeet, gelelim fasulyenin faydalarına… Ehm, neyse. Kelondrant Dili diğer adıyla Kelondrantca’yı duyduğunuzu zannetmiyorum. Çünkü, Kelondrant soyunun bulunması en fazla bir yıl, dilinin incelenmeye başlanmasıysa en fazla sekiz ay öncesine dayanıyor. Ben de bu alanda çalışmalar yapan filoloji derneklerine üyeyim ve büyücüler arasındaki projelerde yer alıyorum. Ben kendim bir yandan araştırırken bir yandan da sizin bu dili keşfetmenizi istiyorum. Yani birlikte yeni bir dil keşfedeceğiz. Öncelikle tahtadaki tabloyu incelemenizi istiyorum. İşte şimdilik eserlerde bulunan harfler ve bu harflerin sınıflandırılması:
- Spoiler:
Asasının tek bir hareketiyle tahtada beliren kelimeleri yazmaları için öğrencilerine zaman vermek üzere masasına döndü. Onlara kelimenin çevirisini defterlerine yapmalarını az sonra gelip kontrol edeceğini söyledi. Biraz zeki biri bile kelimenin ne olduğunu tahmin edebilirdi. Yine de öğrencilerin işlerini sağlamak alıp almayacaklarını merak ediyordu. Masanın üzerindeki kitaba uzandı ve okumaya başladı. Fakat saniyede bir gözlerini kitaptan ayırıp öğrencilere bakıyordu. En sonunda pes etti ve kitabı bir kenara koydu.Ellerini göğsünde bağladı ve yazmalarını bekledi.RP Out: Kelime "Kelondrant"tır. | |
| | | Stuart Rousseau Rousseau's Bar Sahibi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 354 Yaş : 32 Kan statüsü : Pureblood Galleon : 11716 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/12/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Çarş. 17 Ara. 2008, 16:44 | |
| Ders oldukça sıkıcıydı... Şimdi gidip kehanet ödevi yapmayı bile burada bulunmaya tercih eder gibiydi. Gözleri sadece, tahtanın biraz solunda asılı duran büyük, ahşap saate takılmışken, profesörün sustuğuna şahitlik ediyordu kulakları. Bekledi... Saate bakmayı bırakıp, yüzü profesörün yüzüne çevrildiğinde, bir takım istemsiz mimikler sezdi. Birşey düşünebileceğini anladığından, oldukça sakin bir şekilde başını sıraya koyup öylece bekledi genç büyücü. Hala derse tam olarak girmemişlerdi ve ne zaman biteceğini çok merak ediyordu. Sırasında, başı yanında oturan çocuğun aksi yönüne bakarken bir hareketlilik hissetti. Aynı binada oldukları, ve Stuart'a çok tanıdık gelen biri, biraz önce derse geç kalmış, Slytherin'li kızla kavga ediyordu. Aslında kavgadan çok bir tartışma gibiydi bu. Söz dalaşı... Çünkü Hogwarts'ta bulunduğu 4 dönem boyunca şahit olduğu kavgaların yanında, bunun hiçbirşey olduğunu düşünüyordu. Öyle ki, bu kavgalar sırasında seken bir uğursuzluk büyüsü Stuart'a isabet etmiş, dört hafta, ruh haline göre saçlarının renk değiştirmesine engel olma yollarını araştırmıştı. En sonunda hastane kanadına gitmeyi kabul etmiş, ve sadece yarım saatte görevli şifacı onu iyileştirmişti. Bu biraz ironik ve anlaşılmaz gelse de, o zamandan beri genç büyücü, iyi bir şifacı olamayacağını düşünmeye başlamıştı. Geçmişteki yaşadıkları, hayalleri içerisinde sürükleniyordu... Kendini bulduğunda ne diyebilirdi ki? Sınıfı kaplayan kulak tırmalayıcı uğultuda, ne söylenebilirdi ki? Ya da söylenmeyi bekleyen birşeyler varsa da, Stuart bunlar için yeterince cesur muydu? Aklını kurcalayan bu mantık dışı ve sadece bekleyişten doğmuş saçma soruları cevaplandırmaya çabalarken, profesöre doğru istemsiz, ani bir şekilde kaydı gözleri. Cadının kaşları ve yüzü farklı hatlara bürünmüştü adeta. Sonunda sınıftaki o bakî uğultuyu fark etmiş ve gerekeni yapmaya koyulmuştu. Cadının siniri sayesinde, kendisinden beklenmeyecek bir tonda çıkarttığı ses, inletmişti neredeyse tüm öğrencilerin kulaklarını. Herkes ellerini kulaklarına örterken, biraz önce tartışan ikili, herşeyin çok sonra farkına varmıştı. Tam açıklama yapmak için ağızlarını açacakken, Stuart neredeyse aynı mimik ve çekingenliğin ikisine de hakim olduğunu fark etmişti. Bunu biraz garipsese de aldırış etmedi. Tedirginliği şimdi yüzüne vurmuş bir şekilde profesöre baktığında, cadının konumu değişmiş, uzun tırnaklı işaret parmağı, iki öğrenciye de kapıyı gösterir olmuştu. Stuart yüzündeki değişen korkunç ifadeyi saymıyordu bile. Biraz kendine gelmek için çoktan sırasından kalkmış başını iki yana sallayıp, saçlarını geriye attığında, çocuklar sınıftan çıkmıştı. Surat hatları eskiye dönen profesör ise, dersi oldukça rahat, hatta espri yaparak geçirmeye çalışıyor ve bunda da başarılı oluyordu. Diğerlerini bilmemekle beraber, profesöre karşı şimdiye kadar nötr duygular hisseden Stuart, bu olay hakkında tam yapılması gerekeni yaptığını ve herşey normalmiş gibi derse devam etmesini takdir ediyordu. Buna haddi olduğunu düşünmese de, sadece bir süre yaşananları inelediğinde, dudakları sinir bozucu bir şekilde mutlu olduğuna haber vermeye çalıştı. Bunlar olurken, profesörün dediklerini az biraz kaçırmıştı. Tahtada birkaç figürün belirdiğini görerek dikkatini topladı. Bunun özellikleri ile beraber daha yeni keşfedilmiş Kelondrant Alfabesinden, birkaç figür diye düşünmüştü. Bu düşüncesinde yanılmadığını belirten cümleler, yanında oturan çocuğun notlarına çaktırmadan baktığında gözleri ile buluşmuştu. Şimdi profesörün onlardan istediği, Kelondrant Alfabesi ile, "Kelondrant" yazmalarıydı. Genç büyücü ilk olarak bulunmuş harflere baktı. Evet... Yanlarında latin harfleri ile belirtilenleri takip ettiğinde, ellerinde olan harflerden profesörün istediği sözcük çıkıyordu. Yazılması gereken şekillere baktığında ise, biraz karmaşık olduğunu görüp, istenilen işlemi sonraya bırakmıştı. Onun yerine, profesöre çaktırmadan cüppesinden çıkarttığı asasını tahtaya doğrulttu. Birkaç bilek kıvrımı ve fısıldanan sözcükler ile, tahtada ne yazılıysa, önündeki parşomende belirmişti. Dilin yazısal özelliklerini başka bir zaman incelemek için kullanacaktı bu parşomeni... Hızlı bir şekilde üfleyip kurumasını sağladığı mürekkep, sıranın gözünde dururken, yanında oturan çocuk, onaylamaz bir biçimde baktı genç büyücüye. Bunu umursamayan Stuart ise, şimdi büyük bir çaba ile yazmaya koyulmuştu istenilen kelimeyi önüne aldığı başka bir parşomene... Uzun uğraşlar sonunda yapamadığını fark etmişti. Biraz daha gayret ve kopya ile yazdıklarının, sonunda anlaşılabilir olduğu fikrine vardığında, içini kaplayan hoş zafer duygusu, kelimeyi düzgünce yazabildiğini herekse ilan eder gibiydi. Geriye kalan pürüzlerle hiç uğraşmaya yeltenmeden profesörü yanına çağırdı. -Profesör... Sanırım bitirdim efendim.- Spoiler:
| |
| | | Norwen Jonathen Soulthen Baş Şifacı ~ Yaratıkların Yol Açtığı Yaralanmalar
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1001 Yaş : 34 Kan statüsü : P.B. Galleon : 11850 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 02/10/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Çarş. 07 Ocak 2009, 20:48 | |
| "Yeterince geç kaldık zaten Nylwen ve senin daha fazla şimşeklerin taşıdıkları lanetler hakkında hikayeler anlatmanı istemiyorum!"
Norwen kız kardeşini çakılıp kaldığı koltuktan kaldırmaya çalışırken bir yandan da gözü ortak salonun girişinde asılı duran saati kontrol ediyordu. Eski yazılar dersliğinden ders çoktan başlamış olmalıydı ve ilk kez dersine gireceği bir Profesör'ün dersi olması durumu olduğundan daha iyi kılmıyordu. Neyseki ortak salon boşboştu ve Norwen ile Nylwen'in bu ilginç konuşmasına oradaki portreler dışında başka kimse tanık olmuyordu. Durumu kendine bile itiraf edemeyen Norwen'in başkasına açıklama çalışmaları oldukça komik görünebilirdi. Kardeşi her yağmurlu günün başında çakan şimşeklere karşı fazlasıyla duyarlıydı ve böyle günlerde -derslere girmek de dahil- herhangi bir iş için ayağa kalkarsa Norwen'in bir türlü anlayamadığı bir güç tarafından lanetlenmekten korkuyordu. Norwen, artık Nylwen'in bu tür takıntılarını ve daha doğrusu batıl inançlarına alışmıştı ve alışmasına rağmen bunlara hergün bir yenisini ekleyen kız kardeşiyle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Norwen'in yerinde başka birisi olsa Nylwen'in tüm bunları derse gitmemek için yaptığını düşünebilirdi; ama Norwen'in kardeşinin fazlasıyla obsesif bir insan olabiliyordu ve dahası büyük ihtimalle kızın kendi uyduruğu şeylere bile nasıl inandığını, onun gözlerinde okuyabiliyordu. Belki de bu yüzden şu an kardeşini yargılamak yerine onu aslında hiçbir şey olmadığına inandırmaya çalışıyordu; fakat ne kadar çalışırsa çalışsın kız kardeşinin bir kez daha inat dolu isyanını işitti:
“Sana kaç kez açıklamalıyım. Olduğumuz yerden ayrılırsak başımıza çok kötü şeyler gelecek, bunu biliyorum. Lütfen Norwen, şimşekler kesilene kadar hiçbir yere gitmeyelim."
Norwen derin bir iç çekişin ardından kendisini Nylwen'in yanına, koltuğa bıraktı. İlk derse yetişmek için hala bir fırsatlarının olduğunu farkındaydı Ravenclawlu genç ama kardeşini, neredeyse gömüldüğü koltuktan nasıl ayıracağını bilemiyordu. Başını ortak salonun camına doğru çeviren Norwen, gölün üzerinde yükselen gri yağmur bulutlarının nispet yaparcasına daha da fazlalaştığını fark etti ve içerisinde beliren, yağmurun yakın zamanda durmasını uman o küçük umut kırıntıları da hızlıca belirdikleri gibi kayboldular. Norwen'e, kız kardeşinin kendi kurduğu ya da başkasından işittiği hurafelere takılması fazlasıyla saçma geliyordu ve giderek sıklaşan bu duruma artık bir son vermenin zamanının geldiğini de farkındaydı. Sadece en iyi zamanı seçmek kalmıştı geriye. Oturduğu yerden bir hışımla kalkan Norwen ortak salonun çıkışına doğru yürüdü ve Nylwen'in oturduğu yere bakmayarak:
"Tamam, Nylwen! Sen bilirsin. Ben derse gidiyorum ve sen de uzun bir süre bana gözükmezsin olur."
dedi. Ravenclawlu genç aslında gösterdiği kadar sinirli değildi ama şu an kardeşinin, kendisini sinirli zannetmesini istiyordu; çünkü başka türlü Nylwen ikna edemeyeceğini dahası, Nylwen ile şimşekler dinene kadar orada öylece oturabileceğini biliyordu ve tek sorun ettiği şey girmediği dersler yüzünden notu düşen kız kardeşinin hesabını sömestr tatilinde ailesine vermek zorunda olmasıydı. Şimdiden söylemesi gerekenleri hazırlamalıydı belki de çünkü görünen o ki kardeşi orada tüm gün oturacaktı; fakat Norwen'in beklemediği bir şey oldu ve Nylwen'in sesinin ortak salondaki tınılarını işitti
“Hey! Beni de bekle Norw. Ölürsek beraber ölelim.”
Norwen, bu sözlerin ardından Nylwen'in hızlı bir şekilde yanında belidiğini fark etti ve ister istemez yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Ortak salonun bulunduğu kuleden hızlıca inip dersliğe doğru yöneldiler. Geç kaldıklarının bilincinde oldukları derse koşarcasına ilerliyorlardı, hatta o kadar hızlı adımlarla gidiyorlardı ki bu tablolarda kendi halinde olanların dikkatlerini darma dağın ediyordu. Norwen, dersliğe giden yol boyunca hız kesmemek adına Nylwen ile herhangi bir dialoga girmedi. Aslında söylemek istediği çok şey vardı kardeşine, özellikle bu tür kriz anlarında ortaya çıkan takıntılarıyla ilgili konularda fakat bunu her zaman olduğu gibi şimdi de erteliyordu ve derse geç kalmış olmaları arayıp da bulamadığı mazeretlerdendi. Norwen, insanlarla konuşması gereken konuları erteleyen biri değildi, hatta bir an önce konuşmak için fırsat kollardı çoğu zaman ama mesele kız kardeşi, Nylwen olunca tam tersi bir kişiliğe bürünüveriyordu. Ona söyleyeceklerini hep erteliyor ve durumun kendi kendine düzelmesini umuyordu; fakat nedense hiçbir şey kendi kendine yoluna girmiyordu. Tüm bu düşündüklerinin dersliğin bulunduğu koridora girdiklerini fark ettiğinde aklından çıkardı Ravencawlu genç. Göz ucuyla peşi sıra yürüyen kardeşini kontrol etti. Biraz tedirgin duruyordu ama ortak salonda kendisini ölümü beklemeye adamış kızdan eser yoktu. Bunun üzerine tek sorunun derse geç kalmaları olduğunu fark eden Norwen, dersliğin kapalı kapısı önüne gelince durakladı ve Nylwen'e dönüp onunda kendini hazırladığını gördükten karşısında duran ahşap kapıyı çalıp açarak sınıfı adımladı. Karşısında ilk defa gördüğü bir Profesör durmasının da etkisiyle derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başlayabildi, Norwen:
"Özür dileriz, Profesör. Geç kaldık."
dedi ve daha fazla bir şey söyleyemeyeceğine karar vererek sustu. Çünkü kardeşinin obsesif olduğunu açıklamak, bu yüzden geç kaldıklarını anlatmak hem yersiz hem de fazlasıyla zaman alacak bir uğraş olurdu.
| |
| | | Nylwen Jinelle Soulthen Şifacı ~ Yaratıkların Yol Açtığı Yaralanmalar
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 137 Galleon : 11716 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 04/12/08
| Konu: Geri: IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ Çarş. 07 Ocak 2009, 20:49 | |
| Ayaklarını, tek kişilik siyah koltuktan aşağı sallandırırken, bacaklarının ağırlığını taşıyamayacağından çekindiği için yavaş hareket ediyordu. Tabanlarının altındaki zemin soğuk ve pürüzsüzdü. Hatta etkileyici olduğu bile söylenebilirdi. Soğuk, pürüzsüz, tepkisiz, kendi halinde, sessiz, hiçbir takıntısı, hiçbir sorunu olmayan, hiçbir şeyi umursamayan… Nylwen’in kendisinde bulunmasını istediği özelliklerin cisimleşmiş hali gibiydi taşlar. Takıntılarından, korkularından kurtulmak için taş mı olmalıydı yani? Bu çok saçma değil miydi? Kafasını iki yana salladı, bu düşüncelerden kurtulmak istercesine. Aslında bunların saçma sapan olduğunu düşünebilirdi. Ama bunlar takıntı ve yersiz korkular değildi. Bunların hayal olduğunu düşünenler ve ona da kabul ettirmeye çalışanlar gerçekten saçmalayanlardı. Evet, bunlar gerçekti.
Bu düşünceler eşliğinde yağmakta olan yağmuru ve ardı arkası kesilmeyen şimşekleri izliyordu camın ardından. Önce parlak mavi bir ışık görünüyordu, adeta gökyüzünü yaran. Ardından kulak tırmalayıcı bir gümbürtü... Bu kahrolası şimşeklerin boşuna belirmediği gayet açıktı. Bu şimşekler bir lanetin, bir belanın habercisiydi. Nylwen bunu anlayabiliyordu, hissediyordu, her şeyden önemlisi biliyordu. Bunların bulutların kutuplarıyla, bilmem ne alışverişi ile alakası olmadığını biliyordu, hayal de değildi taşıdıkları anlam. Hayal olduğunu düşünen ve ona da kabul ettirmeye çalışanlar her zaman etraftaydı tabii.
“Yeterince geç kaldık zaten Nylwen ve senin daha fazla şimşeklerin taşıdıkları lanetler hakkında hikayeler anlatmanı istemiyorum!”
Ah, Norwen… Nylwen’in gördüklerini göremiyor, bildiklerini bilmiyor, hissedemiyordu. Ravenclaw Ortak Salon’u iki kardeş arasında bir süredir devam eden bu tartışmaya ev sahipliği yapıyordu. Nylwen, inatla bir yere gitmeyeceğini, gitmeyeceklerini söyledikçe Norwen’in ikna çabaları şiddetleniyordu. Nylwen’in ikna olmaya hiç niyeti yok gibi görünüyordu. Kendisinden bir yaş büyük olan erkek kardeşinin onu ikna etme çabalarını duyuyordu ama işe yaramıyordu bu sözler. Nylwen, hiçbir yere gitmiyordu ve Norwen de gitmemeliydi. Bu yağmur durana kadar, bu şimşekler kesilene kadar herkes olduğu yerde kalmalıydı.
“Sana kaç kez açıklamalıyım? Olduğumuz yerden ayrılırsak başımıza çok kötü şeyler gelecek, bunu biliyorum. Lütfen Norwen, şimşekler kesilene kadar hiçbir yere gitmeyelim.”
Ona, niçin gidemeyeceklerini açıklamıştı zaten. Ne diye inanmamakta bu kadar ısrarlıydı? İnandırmaya çalıştıkça Norwen’in sinirlenmemek için kendini tuttuğunu, soğukkanlılığını kaybetmemeye çalıştığını fark eder olmuştu Nylwen. Madem erkek kardeşini ikna edemiyordu, o zaman diğer plana geçmeliydi. Olacakları engelleyemezdi belki de ama kendini ve abisini koruyabilirdi. İkinci plan, oyalama ve böylece zaman kaybettirerek birazdan yapılacak olan hatta büyük ihtimalle başlamış olan Eski Yazılar dersine geç kalmalarını sağlamaktı. Ne kadar geç kalırlarsa derse girme ihtimalleri de o kadar azalıyordu.
Nylwen, abisinin gözlerinin içine masum bir kedi yavrusu gibi, yalvarırcasına bakarken Norwen derin bir nefes aldı. Yaşamsal bir faaliyetten çok kabullenmeye benzer bir iç çekişti bu. Genç kızın oturduğu koltuğun yanındaki siyah derili koltuğa bıraktı kendini Norwen ve Ortak Salon’un camından dışarı göz attı. Anlaşılan Eski Yazılar dersi bitene kadar Ortak Salon’da takılacaklardı. Şimşeklerin anlamlarını kabul etmese bile yağmur dinene kadar hiçbir yere gidemeyeceklerini kabullenmiş gibi görünüyordu. İçten içe sevinen Nylwen, canları sıkılmasın diye Büyücü Satrancı oynayabileceklerini düşündü. Satrancı almak için yerinden kalktığında Norwen de yerinden kalktı ve Ortak Salon’un çıkışına doğru ilerledi. Kapıdan çıkmak üzereyken de sakin ve kısık olmasına, böylece Nylwen’in ilgisini çekmesine özen gösterdiği bir sesle konuştu.
“Tamam, Nylwen! Sen bilirsin. Ben derse gidiyorum ve sen de uzun bir süre bana gözükmezsin, olur.”
Kız kardeşine bakmamıştı bile bu sözleri söylerken. Nylwen olayların bu boyuta varacağını tahmin etmemişti. Ne yapacağını bilemedi birkaç saniye. Çabuk karar vermesi gerektiğini biliyordu. Eğer abisi ile gitmezse, ona bir şey olabilirdi ve eğer ona bir şey olursa… Ayrıca aralarında bir gerginlik söz konusuyken birbirlerinden koparlarsa, bu çok rahatsız edici olurdu. İkisi de hiçbir yere gitmezse bir şey olmayacağı ne malumdu? En iyisi Norwen’i daha fazla kızdırmadan onunla gitmekti. Başlarına bir şey gelse de birbirlerinin yanında olurlardı, böylesi daha iyiydi. Kapıdan çıkmak üzere olan abisine baktı.
“Hey! Beni de bekle Norw. Ölürsek beraber ölelim.” dedi ve Norwen’in yanına koştu. Abisinin yüzünde oluşan belli belirsiz gülümsemeye cevap niteliğinde o da gülümsedi.
Ortak salonun bulunduğu kuleden hızlıca inip dersliğe doğru yöneldiler. Daha fazla geç kalmamak için koşarcasına ilerliyorlardı. Daha doğrusu Norwen'in bir adımına karşılık, Nylwen koşuyordu abisinin gerisinde kalmamak için. Zaten yeterince geç kalmışlardı. Büyük bir ihtimalle de Eski Yazılar Profesörü onları derse almayacaktı. Bu telaş, bu koşuşturmaca boşunaydı belki de. Belki de şimdi, hemen geri dönmeliydiler. Nylwen, bunun o an için imkansız olduğunu biliyordu. Bu yüzden, bu düşüncelerle yüzünde garip bir ifade belirdiğini farketmeden koşarcasına yürümeye devam etti. Yol boyunca ne Norwen tek kelime etti, ne de genç kız. İkisinin de kulaklarında yankılanan kendi ayak sesleri ve yanlarından çok hızlı geçtikleri için huysuzlanan portre sakinlerinin sesleriydi.
Kısa bir süre sonra dersliğe vardıklarını farketti Nylwen. Cüppesini düzeltirken, abisinin kendisini süzdüğünden habersizdi. Tek istediği lanet olasıca dersin hemen sonlanması ve hiç kimseye, hiçbir şey olmamasıydı. Bu düşüncelerle dersi dinleyebileceğini de hiç sanmıyordu. Ayrıca kimin umurundaydı ki, dersi umursamıyordu bile o anda. Norwen'in kapıyı çalıp içeri bir adım girdiğini gördü ve abisinin sesi kulaklarına geldi.
"Özür dileriz, Profesör. Geç kaldık." | |
| | | | IV, V, VI ve VII. Sınıflar için İlk Ders ~ | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |