|
| Yağmur | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Yağmur Perş. 11 Ara. 2008, 16:18 | |
| Tarih: 1951 Mevsim: Sonbahar Hava Durumu: Yağmur, Rüzgar. | |
| | | Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Perş. 11 Ara. 2008, 17:04 | |
| " Sen kim olduğunu sanıyorsun, seni sersem! "
Asasını ışık hızında çekmiş, aynı hızda çocuğa doğrultmuş ve çocuğu asasız bırakmıştı. Yere doğru eğildi ve hareket yetisini kaybetmiş gibi duran çocuğun yüzüne bakarak normalde gördüklerinden biraz daha uzun olan ama çelimsiz kıvrımlara sahip asayı yerden aldı. Çocuk faltaşı gibi açık mavi gözlerle ona bakıyordu. Gaby deminki çevikliğinden eser kalmamış halde, hatta tembelce gözlerini devirdi. Kahrolasıca, kendini beğenmiş, aptal çocuk onu alt edebileceğini mi sanmıştı yani? Dudakları gerildi ve zalimce denebilecek bir tebessüm oluştu şekilli hatlara sahip yüzünde. Loş koridorun iki ucunu da inceledi göz ucu ile. Çocuğa bir beden kilitleme laneti ve görünmezlik büyüsü yapıp orada bırakmalı mıydı? Biri onu bulana kadar düşünecek epey bir vakti olurdu, ve belki o zaman bir daha Gab'e kafa tutmaması gerektiğini anlayabilirdi. Cazip görünen bu fikri uygulamaya koyulmak için asasını çekti ama aynı anda vazgeçti. Bu işin sonunda yıl sonuna kadar Hogsmeade'e gitmemek ya da bütün bir haftasınunu hademenin odasında geçirmek olabilirdi. *Gerzeğin tekine değmez.* diye düşündü ve çocuğun haddinden ince ve uzun asasını parmaklarının arasında çevirerek çocuğa doğru yürüdü. Çocuk iyice ürkmüştü, bir ya da ikinci sınıftı. Gaby çocuk ile arasında en fazla yirmi santimerte kalana kadar yaklaştı. Çocuğun kalp atışlarını duyabiliyordu. Sonunda çocuğun elini tuttu ve uzun tırnaklarını batırmaya özen göstererek açtı. Asayı eline bıraktıktan sonra dişlerinin arasından tıslar gibi bir sesle ;
" Bir daha bunu denersen, sonun aynı olmayacaktır. "
dedi. Çocuk dehşete kapılmış bir halde kafasını salladı ve elinden geldiğince hızlı yürümeye, belli bir mesafeden sonra koşmaya başladı.
Gaby saçmasapan bir atraksyon sebebiyle kaybedilmiş on dakikasına acıyarak koridoru terk etti ve Hogwarts arazisine çıktı. Hava yağmurlu ve rüzgarlıydı. Rüzgarın savurduğu yağmur damlaları yüzünü korumaya çalışan ellerine ve ellerinin kapatamadığı yerlere çarpıyordu. Lacivert- gümüş rengi atkısına iyice sarınarak ve artık yavaş yavaş kahverengiye dönen sarı saçlarını kapüşonu ile iyice kapatarak yürümeye koyuldu. Yağmuru çok seviyordu. Hüzün ve aşkı temsil ediyordu yağmur. Gab'in hassas olduğu çok küçük bir kaç noktadan ikisi; hüzün ve aşk. Hava soğuktu, feci şekilde rüzgar vardı, evet. Ama hissetmiyordu Gaby. Kapüşonunu kafasından sıyırdı ve yüzünü bulutlara dönerek gözlerini kapattı. Her bir yağmur damlası yüzüne çarptığında farklı şeyler hissediyordu. Dünyanın en güzel duygusu olmalıydı; hüzün ve aşktan sonra.
Sonunda, uzun bir süre sonunda, sarışın-kumral kız ayaklarını tekrar yerde hissettiğinde, üşüme duygusunu yeniden kazandı. Soğuk iliklerine işlerken telaş içinde tekrar kapüşonu ve atkısına sarındı. Etrafında kimsecikler yoktu, şatoya kadar yürümesi de imkansızdı. Yağmura arkasını dönerek yürümeye koyuldu, böylesi daha iyiydi, sırılsıklam olmuş olsa da en azından yüzü üşümüyordu. Dimdik karşıya baktığında uzun, upuzun ağaçlar kümesi gördü. Fısıldayan Ağaç Korosu. Ürkütücü, aynı zamanda hüzünlü bir yerdi burası. Hüzünlü. Hüzün. 4 yıllık geçmişinde Hogwarts'ta hüzünlü diyebileceği tek yer olduğunu düşünürdü hep; Aynalı Oda. Ama gözden kaçırdığı bir yer varmış işte. Hüzün hep çekmiştir Gab'i. Şiddetli yağmura ve rüzgara aldırmadan çoğu öğrencinin gitmeye çekindiği Fısıldayan Ağaçlar Korosu'na doğru çamurlu zeminde bata çıka yürüdü. Kirlenmeye aldırmıyordu artık, kirlenebileceği kadar kirlenmişti zaten.
Ağaçlığın başladığı yerde durup içerilere doğru baktı. Korkmuyordu, ama orada her türlü yaratık olabilirdi, hazırlıklı olmak istiyordu. Elini cebine sokup parmaklarında asasını hissettiğinde cesareti yerine geldi ve içeri doğru bir adım attı. Yeşilimsi bir atmosfere sahip ormanımsı bir bölgeydi burası. Gerçekten her ağaçtan, her yapraktan, her şeyden hüzün damlıyordu sızan yağmur damlaları ile birlikte. Ağaçlar çok sık olduğundan yağmuru kesiyorlardı. Gaby bacaklarının yorgunluktan ve biraz da soğuktan titrediğini farketti. Devasa gövdesi ile görkemli bir ağacın dışarı fırlamış köklerinden birine oturdu, ve yağmurun dinmesini bekleyerek hüznü hissetmeye koyuldu. Halinden son derece memnundu, bacaklarına kadar çamur içinde ve iliklerine kadar ıslanmış olsa da. Burada ondan başka birinin olabileceğini düşünmüyordu bile. | |
| | | Pavel Oleksiy Bazarov
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 34 Kan statüsü : Hem PureBlood Hem de A Rh + Galleon : 11662 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Perş. 11 Ara. 2008, 20:24 | |
| Hava yağmurluydu. Dört gündür aralıksız yağıyordu. Zaman zaman çiseleyerek, zaman zaman ise bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Oleksiy dışarıdaydı, yağmurdan nefret ederdi. Ancak içeride yalnız başına kalmaktan daha çok nefret ediyordu. Tam olarak nerede olduğunu da kestiremiyordu, bacakları nereye götürüyorsa oraya gidiyordu. Aklında Ophelia vardı. KSKS' dersinde onun kendisine bakışlarını hatırladı. Kötü hissediyordu kendisini bir gündür. Keşke, keşke Ophelia'yla eşleşseydim. diyip duruyordu kendine. Sanki ne kadar çok derse bunu, o kadar kendini suçsuz hissediyordu. Ancak hiç bir şey içindeki soğukluğu telafi edemiyordu Oleksiy'nin. Keşke değiştirebilseydi bir şeyleri. Özür dileyecekti kesinlikle Ophelia'dan. Bunu yapmak için cesaret toplaması gerekecekti sadece. Bu da günler sürebilirdi...
Çamurlu yerlere basmadan gitmeye özen gösteriyordu bir yandan da. Kafasını kaldırdı bir an için, şakaklarından ve alnından yağmur damlaları aşağıya doğru süzüldü. Hava ne kadar soğuk olursa olsun, kendi kalbinden daha soğuk olamazdı şu anda... Fısıldayan Ağaç Korosunun önündeydi şimdi. Sanki ağaçlardan bir dağ vardı önünde ve içi gözükmeyen karanlık bir tünel gibiydi önündeki çamurlu patika. Ancak Oleksiy gerçekten ıslanmak istemiyordu artık. Karanlıktan nefret ederdi ancak hasta da olmak istemiyordu. Önünde yapması gereken tonlarca iş vardı ve hastalık onun için olabilecek en kötü şeydi şu anda. Kestane ağacından asasını çıkarıp ''Lumos'' diye fısıldadı Oleksiy. Asasından dalgalar halinde yayılan ışığa odakladı gözlerini ve hafifçe ileriye uzatarak patikanın derinliklerini görmeye çalıştı.
Yavaşça ilerlemeye başladı Oleksiy. Nedense buranın Hogwarts'la hiç alakalı bir yer olmadığını düşünüyordu. Her nefes verişine sanki çok narin bir antikayı kırmamak için taşıyormuşcasına dikkat ediyordu. Başka yaratıkların davetsiz misafirliğini şu an için kaldırabileceğini düşünmüyordu.
Üstelik fısıltılar vardı. Sanki rüzgarın yaprakları yalayıp geçmesiyle oluşan o dinlendirici sesle beraber, ağaçlar birbirleriyle fısıldaşıyorlardı. Bu Oleksiy'i ürküttü. Soğuğu bedeninde daha çok hissetti. Adrenalin salgılamasının arttığını hissediyordu. Yerinde durdu, etrafında 180 derece dönerek, ortalığı kontrol etti. Gözleri alışmıştı yarı karanlığa. Işığı biraz daha açma cesaretini aradı kendinde, ancak bulamadı. Burada bırak öğrenciyi, okuldaki bir çok profesörün tek başına girmeye cesaret edemeyeceklerini düşündü Oleksiy. Yalnız olduğunu umarak uzun bir çınar ağacının yanındaki kayaya oturdu. Fısıltılar hala devam ediyordu ama Oleksiy umursamıyordu. Asasını ışıklı, hazır halde bekletiyordu yalnızca. Yağmur sık ağaç yaprakları yüzünden yer yer toprağa ulaşamıyor, yer yer su birikintileri oluşturuyordu. Oleksiy bunları gözlemlerken burada kendisinden başka birinin olup olmadığını merak etti. Gözleriyle etrafı kolaçan etti. Ancak kimseyi göremedi. Sonra da çınar ağacının gövdesine yaslanıp, kendini düşünceleriyle - daha doğrusu Ophelia'yla - baş başa bıraktı, Ophelia aklına geldiğinde yine hissizleşmiş, kendini oturduğu kayayla bütünleştirmek istiyormuşcasına hareketsizce kaldı. Bir süre sonra gözlerini kapatıp, düşüncelere dalacaktı Oleksiy. Herşeyi düzeltmesi için, her şeyi düşünmesi gerekiyordu... | |
| | | Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Perş. 11 Ara. 2008, 21:13 | |
| Gözleri kapalı, ağaçların fısıltısı ile süslenmiş yağmur sesini dinliyordu Gaby. Hüzünlü bir huzur... Hayatının her anını görüyordu adeta, hatırlayabildiği ilk anısından bugüne kadar yaşadığı her şey geçiyordu gözünün önünden. Norwen'a duyduğu ilgi, annesinin ölümü, ağabeyinin evi terkedişi... Islak saçlarından süzülen yağmur damlaları mantosunun önünden altındaki yarı kuru kazağa damlıyordu belli bir ritimde. Her şey düzenliydi o an Gab'in gözünde. Kuşların ötüşünün, garip fısıltıların, yağmur seslerinin, hatta kazağına damlayan suyun bile belli bir ritmi vardı. Doğa kendi müziğini yaratıyordu. Gitarının yanında olmayı ilk kez bu kadar istedi Gab. Bu ilahi müziğin bir parçası olmak. Gözlerini açtı ve daha önce dikkat etmediği mekanı incelemeye koyuldu. Ağaçlar sadece yeşili yansıtıyordu sanki. Öyle ki; gövdeleri bile yeşil görünüyordu. Bu puslu yeşil hava Gab'in biraz ürkmesine sebep oldu. Yine asasına davrandı, cebinde kavrayıp çıkardı onu bu sefer. Yaslandığı geniş gövdeli ağaçtan geriye baktığında ileride hareket eden bir ışık gördü ve hızla nefesini içine çekti. Bundan neden bu kadar ürktüğünü bilmiyordu ama kalbinin hızla çarptığını hissediyordu. Sanki biri onun mahremiyetini gözetliyormuş gibi hissediyordu. Kimsenin orada olmadığını düşünerek kimbilir kaç zamandır gözleri kapalı halde duruyordu, salak gibi. Bir kaç ikinci sınıfın ağaçların arkasına gizlenip onu gözetleyerek eğlendiğini düşünmek bile iğrençti.
Bu sırada karanlığın içinden gelen titrek ışık iyice yaklaşmıştı. Gab bunun asa ışığı olduğundan emin gibiydi. Işık git gide daha da yaklaştı ve ardında bir siluet belirdi. Gaby görünmemek için ağacın kalın gövdesinin arkasına saklandı. Gelen seslere bakılırsa ışığın sahibi Gab'in oturduğu yerin tam arkasına oturmuştu. Çift kişiliğe sahip biriydi Gab. Sinirlenince gözü hiç bir şey görmez olurdu ama yalnız kaldığı zamanlarda melankolik bir bağımlı gibiydi. Ve gözünün önüne kendiyle dalga geçen ikinci sınıflar gelince kan beynine sıçradı. Elinde asası ile ayağı fırladı ve ağacın öbür tarafına geçip aklına gelen ilk büyüyü savurdu ;
" Expelliarmus! "
Işık saçan asa anında söndü ve havaya savruldu. Gaby geriye hamle edip asayı yakaladı. Etraf karanlığa bürünmüştü tekrar. Sinirle asasını çocuğa doğrulttu. Yüzünü görmeyi, sesini duymayı istemiyordu. Ağzına gelen ilk laneti yollayıp, onu oracıkta bırakmak istiyordu. Yine de -ormanın hüzünlü havasından belki de- anlık bir merhamet dalgası sonrasında asasını indirdi ve tekrar kaldırdı. * Lumos * diye düşündü. Sessiz büyüler üzerinde uzun zamandır çalışıyordu ve öyle anlaşılıyordu ki çalışmaları işe yaramaya başlamıştı; asasının ucu ışıklanmıştı. Asanın loş ışığındaki çocuğun yüzünü görünce şaşkınlıkla ağzının yarı açıldığını farketti. Bu Ravenclaw'dan, hatta Gaby'nin döneminden Oleksiy'di. Kendini zorlayarak ;
" Ben - sen - seni başkası sanmıştım. Üzgünüm. Burada ne işin var? Ne zamandır buradasın? "
dedi bir kere başlayıp, kendini durduramayan birinin konuşması ile. | |
| | | Pavel Oleksiy Bazarov
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 34 Kan statüsü : Hem PureBlood Hem de A Rh + Galleon : 11662 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Perş. 11 Ara. 2008, 21:36 | |
| Oleksiy asasının elinden hızla uçtuğunu hissettiğinde herşeyin çok geç olduğunu anladı. Gözlerini açmaya bile cesaret edemedi bi an için hatta. Öleceğini düşündü. Neden gelmişti ki bu izbe yere? Ne vardı biraz daha ıslanmayı göze alıp kule'ye çıksa. Gözlerini açtığında karşısında ince bir silüet gördü. Aklından vampirleri geçirdi. Geçen seneki Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde anlatılmıştı Vampirlerin vücut şekilleri. Onlarda genelde ince ve uzun boylu olurlardı. Oleksiy büyük ihtimalle Expelliarmus ile silahsızlandırılmıştı ve vampirler 4ncü sınıf bir Ravenclaw'dan ne isteyebilirlerdi ki...
Silüetin asa tutan eli tedirgince yüzüne doğru yaklaştı ve asası ışıklandı. Gözleri kamaştı Oleksiy' nin, eliyle ister istemez gözlerine siper etti ışığın parlaklığından korunmak için. Daha sonra elini çekti ve karşısındakinin Gabriella olduğunu gördü. Burada ne yapıyordu ki böyle. Berbat görünüyordu. Elleri ve ayakları çamura batmıştı. Gözlerinin altındaki mor halkalar belli ki günlerdir fazla uyuyamadığına işaretti. Gaby'e hiç bu kadar yakından bakmamıştı Oleksiy. Kızın Oleksiy'i gördükten sonra tanıdığına emindi. Ağzı yarım açılmış ifadesiz ve tedirgin baktı Oleksiy'nin yüzüne.
" Ben - sen - seni başkası sanmıştım. Üzgünüm. Burada ne işin var? Ne zamandır buradasın? "
Oleksiy içinden yayılan sinir dalgasıyla ayağa kalktı aniden. Asasını yerden aldı ve o da ışıklandırdı. Tehditkar bakmaya başladı Oleksiy kıza. Kavga etmek amacı değildi ama kendine de dur diyemiyordu. Sinirlendiğinde kendini kontrol etmeyi, çoğu zaman soğukkanlı kalmayı başarırdı ancak içinde bulunduğu duygusal çöküntü, Oleksiy'nin bunu gerçekleştirmesine olanak tanımıyordu şu anlık. Derin derin nefes alıp vererek cevapladı Oleksiy; Ne zamandır burada olduğumu bilmiyorum. Yağmurdan korunmak ve biraz düşünmek için buraya gelmiştim sadece. Asıl sana sormalı burada ne yaptığını? sinirle nefesini düzenlemeye çalışarak; Bana lanet yolladın! Son cümleyi tıslayarak söylemişti nerdeyse Oleksiy. Kızın cevabını umursamıyordu. Tek ilgilendiği neden rahatsız edildiği ve ona lanet yollandığıydı... | |
| | | Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Cuma 12 Ara. 2008, 16:48 | |
| Oleksiy'nin gerçeğin farkına vardıkça sinirlendiği oldukça belliydi. Esmer çocuk kaşları artık tik derecesinde çatılıp gevşeyerek Gab'in yere bıraktığı asasını aldı. Kanın yanaklarına hücum ettiğini hisseden Gaby çocuğun asasını ışıklandırdığını görünce tedirgenlikle karanlığın içine gizlenmeye çalıştı. Utanmıştı, evet, ama utandığının anlaşılması en nefret ettiği şeydi. Sinirlerini kontrol etmeyi ne zaman öğrenecekti? Çocuğa lanet yollamadığına şükretti. Sadece silahsız bırakmıştı. Eh, Gab'in standartlarının altında bir büyüydü bu; genelde sinirlendiğinde en az bir yarasa-umacı-büyüsü kullanırdı.
Gaby günlerce doğru düzgün dinlendirilmemiş yorgun gözlerle çocuğu izlemeye koyuldu. O sırada Gab'e doğru kaldırdı başını Oleksiy, oldukça sinirli ve hatta düşmanca bir bakıştı bu. Gaby tekrar sinirlenmemek için kendini zorladı, kendi döneminden ve kendi binasından biriyle ters düşmek istemiyordu. Oysa Oleksiy'nin öyle bir derdi yokmuş gibi görünüyordu. Sinirle ve derin derin nefes alarak cevapladı Gab'i;
" Ne zamandır burada olduğumu bilmiyorum. Yağmurdan korunmak ve biraz düşünmek için buraya gelmiştim sadece. Asıl sana sormalı burada ne yaptığını? " sözünün burasında -belki de korkudan- kesikleşmiş nefesini düzenlemek için bir kaç saniye durdu. Ve ardından neredeyse Gab'inki kadar yılan tıslamasını andıran bir sesle ekledi; " Bana lanet yolladın! "
Gab omuz silkti ve tekrar görkemli ağacın dışarı fırlamış köklerinden birine oturdu. Ne diyordu bu çocuk böyle? Sadece silahsız bırakmıştı onu. Çocukla daha önce karşılaşmadığı ve atışmadığı bu kadar belli olabilirdi ancak. Çünkü Gab okulda lanetleri ile tanınıyordu artık. Asil olanların dışındakilerden bahsedersek; kendini beğenmiş ve sadece sahip olduğuyla övünmekten hoşlanan bir kaç Slytherin'i babasının not defterindeki bir büyü ile yarım saat baş aşağı tavanda sallandırması sağlamıştı bunu. Eğer Oleksiy Gab'i tanıyor olsaydı durumuna şükredebilirdi. Şaşkınlığını geride bırakan Gaby yine acımasız, umursamaz, ikinci plandaki kişiliğine bürünmüştü işte. Umarsızca, kirlenmiş elleriyle botuna yapışmış kuru çamurları sökerken çocuğu cevapladı ;
" Hey, sakin ol! Sana lanet yolladığım falan yok. Tamam, düşünmedim değil, ama yapmadım sonuçta. Sadece silahsız bıraktım, burası tekin bir yer değil, takdir edersin. Her şey olabilirdin. Sadece kendimi koruma amaçlı. Sana kastım falan yok yani. "
Şimdi botlarıyla ilgilenmeyi bırakmış, sırılsıklam atkısı ile ilgileniyordu. Bir ucundan başlayıp parça para sıkıyordu onu. Çocuğun diğer sorusu üzerinde düşünüyordu ayrıca. Ne işi vardı burada? Göz ucu ile Oleksiy'ye baktı; çocuk sakinleşmiş görünüyordu, o da oturmuştu. Atkısını alıp boynuna sardı, soğuktu, evet, ama aklı orada değildi Gaby'nin, umursamadı. Tekrar kafasını kaldırıp yeşil gözlerini dimdik çocuğa doğrulttu. Çocuk bu bakıştan sıkılmışçasına gözlerini ağaçların tepelerine dikti. Gaby tekrar açıklama ihtiyacı hissetti;
" Burada ne işim olduğuna gelince; yağmurda kaldım ve buraya çok yakındım. Ben de ağaçların yağmuru keseceğini düşünerek buraya geldim. Ağacın altında oturmuş yağmurun dinmesini bekliyordum. Sen öyle sinsi sinsi gelince kendimi koruma güdüsü hissettim tabii. Eh, şanslısın. "
Biraz kendini beğenmiş konuştuğunu farkederek sustu. Kendini beğenmişlerden nefret ederdi. O aptal Slytherin'lere de haddini bildirmesinin sebebi buydu; kendilerini haddinden fazla beğenmeleri. Sanki bir b*ka yarayabiliyorlarmış gibi. Genel olarak Slytherin'leri severdi, hatta Şapka onu Slytherin'e koymayı ciddi ciddi düşünmüştü. Ama bazı istisnalar vardı ki; Gab'in tepesinin tasını attırabiliyorlardı. Bunları düşününce içinden bir kaç saat önce kendine meydan okuyan çocuk geldi aklına. * Gerizekalı * diye düşündü * Ağabeyi beni alt edemedi, bücür boyu ile o mu başaracak bunu? * Gözlerini kirlenmiş açık asker yeşili botlarından kaldırdı ve tekrar Oleksiy'nin yüzüne baktı. | |
| | | Pavel Oleksiy Bazarov
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 34 Kan statüsü : Hem PureBlood Hem de A Rh + Galleon : 11662 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur C.tesi 13 Ara. 2008, 14:55 | |
| - Hey, sakin ol! Sana lanet yolladığım falan yok. Tamam, düşünmedim değil, ama yapmadım sonuçta. Sadece silahsız bıraktım, burası tekin bir yer değil, takdir edersin. Her şey olabilirdin. Sadece kendimi koruma amaçlı. Sana kastım falan yok yani.
Bu cümleleri herhangi bir Slytherin söyleseydi, Oleksiy onu oracıkta asasıyla parçalara ayırabilirdi. Ancak biraz sakinleyince kızında kendine göre haklı olduğuna inandı. Kendisi olsa ne yapardı kim bilir... Soğuk gitgide artıyordu sanki. Rüzgar içine içine işliyor, adeta kanını donduruyordu. Sonbaharın etkisiyle yapraklarını yavaş yavaş döken ağaçlar ise zaten garip olan bu koruyu daha da garip hale getiriyordu. Ortalığa genelde yeşil ve sarı renkler hakimdi. Bu da Oleksiy'nin sinirini bozuyordu. Galiba aklına Slytherin geliyordu. Nefret ediyordu o kendini beğenmişlerden... Tekrar Gaby'e döndüğünde kızında Slytherinlerden pek bir farkı olmadığı hissine kapıldı. Peşin hüküm vermek istemiyordu ama kız onun gözünde burnu bir karış havada, umursamaz biri olarak göründü, kız cümlelerine devam ettiğinde ise haklılık payının baya yüksek olduğunun farkına vardı;
" Burada ne işim olduğuna gelince; yağmurda kaldım ve buraya çok yakındım. Ben de ağaçların yağmuru keseceğini düşünerek buraya geldim. Ağacın altında oturmuş yağmurun dinmesini bekliyordum. Sen öyle sinsi sinsi gelince kendimi koruma güdüsü hissettim tabii. Eh, şanslısın." Oleksiy hiç beklemeden ve onu kızdırmak için umursamaz davranmaya çalışarak; Heh, sadece olduğun binana şükretmelisin. Eğer bir Slytherin olsaydın seni bir dağ keçisine çevirip bir kafese hapsederdim. Sırıttı Oleksiy. Ancak Slytherin dediğinde kızın gözlerinden geçen bulutları görmüştü. Oleksiy eğer bu kızla tek bir ortak yönleri varsa , onun da Slytherin'lerden nefret etmek olduğu kanısına kapıldı. Olduğu yerden kalkıp Gaby'e dönerek; Hadi kalk. Etraf kararıyor. Vampirler ve kurtadamlarla boğuşmak istemiyorsan bir an önce okula dönmeliyiz.
Havaya baktı Oleksiy. Yer yer kara bulutları görebiliyordu. Yağmur sanki daha da arttırmıştı şiddetini. Ne olurdu bir gün için güneş açsa. Bu kasvetli hava ruh halini çok etkiliyordu Oleksiy'nin. İçinde sürekli bilinmezliklerle yaşamaktan sıkılmıştı artık. Kendisine güç arıyordu ya da sadece kendisini kandırıyordu. Hogwarts'a geleli daha bir hafta bile olmamıştı ve bu süre içinde hayatında köklü değişiklikler gerçekleştirebilecek insanlarla tanışmıştı Oleksiy... Arkasını sırılsıklam olmuş kıza dönerek, asasını tekrar ışıklandırdı Oleksiy. Bir an önce bu soğuktan ve yeşil olan herşeyden kurtulmak istiyordu. Kendisini silahsızlandıran bu kızdan da kurtulmak istediğinin farkına vardı Oleksiy ama onu burada yalnız başına bırakamayacağını biliyordu. Kısa bir iç çatışma geçirdikten sonra kıza tekrar döndü ve ne karar vereceğini beklemeye başladı... | |
| | | Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Paz 14 Ara. 2008, 23:10 | |
| " Heh, sadece olduğun binana şükretmelisin. Eğer bir Slytherin olsaydın seni bir dağ keçisine çevirip bir kafese hapsederdim. "
dedi oldukça kendini beğenmiş bir sırıtışla Oleksiy. Gaby iş üzerinde yakalanmış bir yaramazın kendini yakalayana hissettiği türden bir sinirle ve kanı tekrar yanaklarına hücum etmiş halde baktı Oleksiy'ye. Eli asasına davrandı karanlıkta, o anda, aynı anda ve hayatında ilk defa öfkesine hakim olmayı başardı. Büyü gücüne güveniyordu, hatta olası ve eşit koşullu bir düelloda Oleksiy'yi yenebileceğini bile düşündü o vazgeçiş nanosaniyesinde. Ama oldukça yorgundu, Oleksiy daha avantajlıydı. Ayrıca bu kadar tekinsiz bir yerde birbirlerini koruyacaklarına çatışmaya başlarlarsa, bu iş gereğinden tehlikeli hale gelmeye başlayacaktı. Kendi için düşünmeyi bıraktığında sadece iğneleyiciliği batan bu sözlerin anlamını düşünme zahmetine girdi Gaby. Çocuk Slytherin'lerden nefret ediyor gibiydi, Gaby genel olarak severdi Slytherin'leri, -Ravenclaw kadar olmasa da- asil olduklarını düşünürdü. Ama tipik Slytherinleri değil. Kendini beğenmiş, safkanlık ve bulanıklığı tek sınıflandırma niteliği olarak benimseyen, burnu havada ama beyni bir doksi kadar olmayan Slytherin'leri değil. Zaten insanları özellikle binasına göre değerlendirmezdi- genelde. Şimdiye kadar bir Hufflepuff'la arkadaşlık etmişliği yoktu ama bunu sadece o binadakilerle kafa yapısının uyuşmamasına bağlıyordu. Ve neden sonra, cevap vermediğinin ayrımına vardı Gaby. Hayatında ilk defa, en azından altta kalmamak adına bile olsa cevap vermedi. Bıraktı kendine oldukça benzeyen çocuk istediğini hissetsin. Bu Gab'den üstün olduğu hissi olsa bile. Öyle olmadıktan sonra ne değişecekti ki. Hem üstüne basa basa kendine hatırlattığı gibi, böylesi bir yerde tartışmak, Noel'de tartışmaktan bile daha uğursuzmuş gibi geliyordu ona. Oleksiy de öyle düşünüyor olmalıydı ki az önceki kendini beğenmiş tavrından eser kalmamış halde ve Gab'in oldukça hoşuna giden bir tavırla ;
" Hadi kalk. Etraf kararıyor. Vampirler ve kurtadamlarla boğuşmak istemiyorsan bir an önce okula dönmeliyiz. "
dedi. Gaby bir an için inanmıyormuş gibi yüzüne baktı, kendisi gibi çift kişilikli biri daha? Belki de. Ama o an için önemi yoktu bunların, çocuk haklıydı. Etraf iyiden iyiye kararmaya başlamış, yeşil gittikçe koyulaşıyordu. Gaby gözünün önüne düşen saçlarının artık neredeyse tamamen kahverengiye döndüğünü farketti. Daha önce hiç bu kadar ani bir değişim geçirmemişti. Evet, kışın kahverengi yazın ise altın sarısına dönüşen saçlara sahip bir çeşit kısıtlı-animagus'tu. Ama kesinlikle bu kadar ani bir değişimi daha önce görmemişti Gaby. Şaşkınlıkla ağzı yarı açık saçlarına bakıyordu. Bu sırada esmer çocuk başka şeylerle uğraşıyor gibiydi, Gaby'ye sırtını dönmüş ve asasını ışıklandırmıştı, belli ki bu kahrolasıca yerden nasıl çıkacaklarını planlıyordu. Yağmur oldukça şiddetlenmişti, beklemeleri daha mantıklı bir yol olabilirdi ama Gaby karanlık çöktükçe uğursuz bir şeylerin olacağı hissine kapılmıştı aniden, kokusunu almıştı adeta. Bu yerden çıkmaları gerekiyordu, o kadar da zor olmayacaktı, en fazla ıslanacaklardı. Tek başına olursa burada korkudan kafayı yiyeceğini de biliyordu, karanlıktan falan korktuğundan değil, sadece o uğursuzluk kokusundan. Bir an için bir minnet duygusuyla doldu içi Oleksiy'ye karşı. Yavaşça ayağı kalktı, sırılsıklam vücuduna çarpan rüzgarın soğuğu kat kat içine işledi. Çocuğun soğuktan hafifçe morarmış yüzüne kararlılıkla baktı;
" Haklısın, sanırım buradan olabildiğince uzaklaşmalı ve bir daha da elimizden geldiğince buranın yakınından geçmemeliyiz. Yani, kendim adına, öyle yapacağım "
dedi öncekilerden çok daha sıcak bir ses tonuyla. O da asasını kaldırdı ve ışıklandırdı. İki asa ışığı ile oldukça geniş bir görüş alanına sahiplerdi artık. Bir süre taş patikayı takip ettiler, Gab de Oleksiy de orayı izleyerek geldiklerinde hemfikirdi. Arada bir garip bir baykuş sesi gelebiliyor ya da bir yarasa sürüsü başlarının bir ya da iki parmak üzerinden geçip gidebiliyordu. Gaby'yi korkutan bu değildi. O öyle karanlıktan ya da örümcekten korkan biri değildi. Soyut şeylerden korkardı -hatta korkunun kendisinden. Ama yanında Oleksiy varken tuhaf bir şekilde güvende hissediyordu, bazen çocuk ileriyi kontrol etmek üzere Gab'in biraz ilerisinde durduğunda garip bir korku çörekleniyordu Gab'in göğsünde. Belki de yalnızlıktı korktuğu şey; yıllardır sevdiği sandığı bir şey. Artık ağaçlar seyrelmeye başlamıştı. Tekrar kapüşonlarına sarıldı garip çift şiddetli ve artık acıtan yağmurun altında. Gaby ileride ormanlık alanının bitişini, patikanın başlayışını görebiliyordu. Hava iyiden iyiye kararmıştı bu yüzden hala asalarına ihtiyaçları vardı. Gaby hala yanan asasını içgüdüsel olarak kaldırdı ve *Lumos Maxima* diye düşündü. Asasından çıkan ışık daha da güçlendi. Aynı şeyi Oleksiy de yaptı.
Aynı anda arkalarından bir ses geldi ve Gab arkasını döndü; karanık bir siluet hızla, adeta kayarak onlara doğru geliyordu. Gaby kalbi ağzında asasının ışığını ona çevirdi. Işık siluetin çevresinde görünmez bir engel varmışçasına küre şeklinde yalayıp geçiyordu yaratığı ve hiç ama hiç aydınlatmıyordu. Vücudu yarı-felç halinde yaklaşan silueti izliyordu, ama çok kısa bir süre içinde biri ona dondurma büyüsü yapmış ve de bozmuş gibi tekrar hareket ve konuşma yetisini kazandı. Siluet çok az, belki on metre uzaklıkta olduğu halde ne olduğu ya da şekli hakkında hiç bir fikir yürütemiyordu Gaby, zaten o an onunla ilgilendiği yoktu. Oleksiy'ye doğru sadece tek, bir, ama o anda söylenebilecek en mantıklı kelimeyi haykırdı;
" Koş! "
Patikanın bitişine doğru ellerinden geldiği kadar süratle koştular, yağmur feciydi, rüzgara doğru koşuyorlardı ve dolayısıyla yağmur hızla suratlarına çarpıyordu. Arada bir arkalarına bakıyor, karanlık yaratığın ne kadar uzaklıkta olduğuna bakıyorlardı; yaratık oldukça hızlıydı ama önlerinde çok da fazla bir mesafe yoktu. Gaby daha önce hissetmediği türden bir korkuyla ve o korkunun verdiği güçle koşuyordu ki-;
" S*ktir! "
Oleksiy çıkık ağaç köklerinden birine takılıp düşmüştü, hala yanmakta olan asası ondan bir kaç metre öteye fırlamıştı. Işıklı ucu yaratığa doğru dönmüştü. Yaratık ışıktan kaçıyordu besbelli, her ne kadar ışığı geçirmeyen bir kalkanı olsa da. Kimbilir kalkan tamamen geçilmez değildi belki, belki başka bir açıklaması vardı bunun, o an önemli değildi. Ama yavaşlamıştı kahrolasıca, önemli olan buydu. Koştuğu hızla geri dönüp Oleksiy'nin kolundan tuttu, zorlayarak kaldırdı onu Gaby. Ve yine koşmaya başladılar. O kadar hızlı koşuyorlardı ki, Oleksiy'nin yanında mırıldandığı şeyleri duymuyordu, önemsemiyordu. Yaratığı kontrol etmek için tekrar arkaya baktığında neredeyse açıklığa varmışlardı. Araksında gördüğü şey, Oleksiy'nin ne mırıldandığını açıklığa kavuşturmuştu -parıldayan bir ışık! Oleksiy'nin asası! Onu almak için geri dönemezlerdi, bu düpedüz intihar olurdu. Yaratık asanın -ışığın- gerisinde tıkanıp kalmıştı, bir çağırma büyüsü kullanacaklarsa bu yaratıktan hızlı olmayacaktı ve asayla birlikte yaratığı da çağırmış olacaklardı. Gaby bunları düşünürken çoktan Fısıldayan Ağaç Korsu'nu geride bırakmışlardı. Kendilerini güvende hissedebileceği kadar ileriye koştular, yağmur durmuştu. Oleksiy'ye;
" Özür dilerim, asan için. Benim hatam, ama orada ölebilirdik, elimden geleni yaptım. "
dedi ve ağaçlığın içerisine baktı tekrar. Parlayan ışığı görebiliyordu hala. Korkunç bir suçluluk duygusu hissetti. Önemli olan asanın maliyeti ya da Oleksiy'nin asasız kalması değildi; bunlar giderilebilirdi. Asıl Gaby'ye suçluluk hissettiren şey; asanın iğrenç bir yaratığın eline geçmesi ihtimaliydi; bu, okul için felaket olabilirdi. Derhal müdüre bildirilmeliydi. Kafası hızla çalışıyordu. Tanrı aşkına, iki tane Ravenclaw vardı orada! Yapacak mutlaka bir şeyleri olmalıydı! Oleksiy'ye baktı göz ucu ile, o da düşünüyor gibiydi. Ve o an istediği tek şeyin asası güvenli bir şekilde yanındayken sıcacık yatağında yatabilmek olduğu yüzünden ancak bu kadar anlaşılabilirdi. Aniden kafasında bir ampul yandı Gaby'nin adeta. Nasıl uğursuzluğun kokusunu aldıysa, aynen o şekilde çözümün kokusunu almıştı sanki. Oleksiy'ye döndü ve;
" Bilemiyorum, çok tehlikeli bir plan, ama senin daha iyi bir planın varsa onu uygulayalım. Yine de anlatmama izin ver. O garip şey Ağaçlığın dışına çıkmaktan kokuyor olabilir, ama etraf karanlık, ve bence iyi bir ziyafet için ağaçlığın dışına çıkma riskini göze alacaktır. Ben bir çağırma büyüsü uygulayacağım ve dolayısı ile yaratık da onu izleyecek. Işıktan korkuyor gördüğün kadarıyla, ama asa ilerledikçe o da gidecektir. Fakat asa ondan önce gelecek, takdir edebileceğin gibi. Asa yeteri kadar yaklaştığında koşup onu yakalayacaksın ve ikimiz aynı anda ' Lumos Maxima ' büyüsünü yapacağız o şeye karşı. Muhtemelen yavaşlayacak hatta gerileyecektir. Şatoya kadar peşimizden gelemez ya?! Eğer durmazsa -var gücümüzle koşacağız. Ne diyorsun? "
dedi soğukkanlılığına inanamayarak. Başlarına her türlü şey gelebilirdi. Hatta asa şimdiden bir yaratığın eline geçmiş olabilirdi. Hemen dönüp ağaçlığın içerilerine doğru baktı; titreyen bir ışık yanıyordu hala. Hafif, ama çok hafif, ama suçluluk duygusunu hiç ama hiç hafifletmeyen bir rahatlama yayıldı bedenine. Oleksiy'nin yüzüne baktı; çok geç olmadan Gab'e yardım edip etmeyeceğini söylemeliydi -Gaby cevabı biliyor olsa da. | |
| | | Pavel Oleksiy Bazarov
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 34 Kan statüsü : Hem PureBlood Hem de A Rh + Galleon : 11662 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Ptsi 15 Ara. 2008, 17:54 | |
| Oleksiy kıza gitmeleri gerektiğini söyler söylemez ona arkasını dönüp, asasını ışıklandırmıştı. Çamurlu toprağa baktı. Yağmur damlaları sanki toprağı dövmüş sonra da olduğu yerde terkedip gitmiş gibiydi. Soğuktan korunmak için toprağı var güçleriyle eşeleyen bir kaç solucan gördü. Kendiside onlar gibi bu yerden bir an önce kurtulup, yorganı içine saklanmak istiyordu çocukça. İçinde tuhaf bir his vardı. Sanki bir şey etraflarını gizlice sarmalıyordu. Asasını yukarı kaldırdı etrafı biraz daha aydınlatmak için. Gaby' nin orada olduğunu unutmuştu çoktan. Sonra sanki ona gizli bir güç bunu yaptırıyormuş gibi asasını çamurlu toprağa doğrultup Rusça , *Senden korkmuyorum.* yazdı. O sırada orada olduğunu çoktan unuttuğu Gaby gelip, gitmeleri gerektiği konusunda bir şeyler söylediyse de Oleksiy bunu anlamadı. Sadece kızın soğuktan mosmor kesilmiş yüzü ve değişik görünen saçlarına baktı. Kız ileriye doğru bakıp asasını ışıklandırdı. Etraf sanki Azkaban'ın en karanlık zindanındaymışlar gibi karanlıktı.
Ürperdi Oleksiy, arkasından sert bir rüzgar esti, kız onun bir kaç adım önünde duruyordu ve o da farketmiş olmalıydı ki karanlığa doğru bakıyordu. Karanlık ama farklı bir karanlık, Oleksiy'nin dünyada gördüğü en karanlık şey geliyordu üstlerine doğru kararlı bir şekilde. Garip bir şekilde içine en büyük korkuları doldu. Hayatında yaşadığı en kötü olaylar sanki kendi hayatını izliyormuşcasına gözlerinden geçiyordu. Nöbet o kadar etkiliydi ki yaşadıkları anılardan gerçek dünyayı göremiyordu bile. Hayal meyal kızın çatlayan sesini duydu.
Koş!
Oleksiy sanki çimdiklenmiş gibi birden bire bulunduğu ortama döndü. Karanlık yarı cismani yaratıkla aralarında 10 metre bile yoktu. Gaby'ye dönüp olağanca hızıyla koşmaya başladı. Sanki maraton bittiğinde onun için dünyanın en büyük, en güzel hediyesini hakedecekmiş gibi bitişe doğru koşuyordu. Birden bire ayağı bir dal parçasına takıldı. Sendeleyip yere düştüğünde, başı sanki çatlayacakmış gibi ağrımaya başladı. Asası ise bir kaç metre ötesine savrulmuş, zayıf ışığıyla sanki Oleksiy'e veda ediyordu. O an orada bütün karanlığın içine dolup Oleksiy'i dünyada en korktuğu şeye dönüştüreceğini düşündü. Ancak bir yardım eli imdada yetişmişti. Kızın beyaz elini kolunda gördü, onu kaldırmaya çalışıyordu belli ki. Aklını yitiriyormuş gibi hissetti. Bu yoksunluk duygusundan başka hiç bir his hissetmiyor, hiçbir şey duymuyordu. Sadece boğulacağını anlayan birisi gibi çırpınmayı kesip orada öylece yatıyordu. Kız kolundan onu zorla da olsa kaldırıp kolundan çekiştirerek koşturmaya devam etti. Oleksiy Asa'm, asam orada kaldı. Geri dönmeliyim. dediyse de kız bunu duymadı. Arkasına son bir defa baktığında asasının yanında o süzülen karanlığı gördü, o anda anladı 4 yıldır yanında olan tek şeyi, asasını kaybettiğini. Belki de onu bir daha hiç göremeyecekti. Kabul etmedi bunu, ettiremedi kendine. Kızdan kurtulmaya çalışsada gücü tükenmişti. Asasıyla beraber o da yitip gitmişti sanki karanlığın içinde.
Korudan dışarıya çıkmışlardı. Yağmur sanki saçları olmasa Oleksiy' nin başını kurşun gibi delecekti. Kabul ettiremedi kendine, oraya dönüp asasını almak için yitip gitmeye razıydı bile çoktan. Bu kız olmasaydı, çoktan asasının peşine düşmüş, belkide şimdi o karaltının içinde yok olup gitmişti. Asasına çok üzülüyordu Oleksiy. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Kız ona bir şeyler anlattı. Üzgün görünüyordu. Oleksiy duymadı bile ne dediğini kızın, bir plan hakkında bir şeyler anlatıyordu. Sinirlerine hakim olamayıp kızın yakasına yapıştı. -Bana asamı getir, nasıl yapıcaksan yap, eğer yardım etmeyeceksen oraya gidip kendim alacağım onu! господь!* dedi. Son kelimeyi kıza bağırmıştı. Kız korkmuş görünüyordu. Korudan çıktıkları yere odakladı gözlerini, Asanı kullanarak asamı çağır. O karanlık geldiğinde ondan daha karanlık şeylerle yüzleşmiş olacak! dedi. Sinirlerine hakim olamıyordu, titriyordu. Asası onun herşeyiydi. Ölmeyi bile umursamıyordu. Kızın hayatını umursuyordu sadece, eğer ölecekse sadece kendisi yem olmalıydı. Eğer bir av kurban edeceklerse kıza zaman kazandırmak için kendini karaltının içine atacaktı. Kız da zaman kazanmış olup kaçacaktı nasıl olsa. Kıza baktığında kız ne yapacağını bilemez halde bakıyordu Oleksiy'e, fazla zamanları yoktu. Bağırarak; Hadi! dedi. Kız asasını doğrulttuğunda karanlığa ait hissetti kendini hayatında ilk defa, kötülük böyle bir şey olmalıydı. Ait olduğun şey içinde kaybolmak gibi...
господь : Tanrı'm! | |
| | | Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Ptsi 15 Ara. 2008, 21:47 | |
| Ani bir baş dönmesi, aptalca sayılabilecek bir düşünceyle yaratığın onu omuzlarından sıkıca, hatta canını acıtacak kadar sıkıca kavradığını düşünmek-
" Bana asamı getir, nasıl yapıcaksan yap, eğer yardım etmeyeceksen oraya gidip kendim alacağım onu! господь! "
Bu Oleksi'ydi. Gaby saç diplerinden başlayan koyulaşmayı hissediyordu adeta; işi çözmüştü, güçlü duygu değişimleri saç renginin değişmesini hızlandırıyordu. O anda bile bunları düşünebildiğine şaşırarak çocuğun yağlı izlenimi veren ıslak siyah saçlarla çevrili ve kendine en fazla 20 santimetre uzaklıkta yüzüne, gözlerinin içine baktı. Tanrı aşkına, o iğrenç varlığa yakalanıp yem olmak bile olsa ucunda Oleksiy'yi kurtarmak için geri dönmemiş miydi, hırpalanmak mıydı bu aptalca, bir Gryffindor'a bile ağır gelecek cesaretin karşılığı? Kendini küçük düşürüyordu Oleksiy, düşürüyordu Gab'in gözünde. Son kelimeyi -kulağa rusça gibi geleni- anlamasa bile küfür gibi gelmişti ona, çocuk yüzüne yüzüne tükürürcesine söylemişti o kelimeyi çünkü. Sarsılmıştı Gaby. İki saniye önce çocuğa asasını almak için yaptığı planı anlatıyordu oysa, kendini büyük tehlikeye atarak yaptığı planı.
Kumral -artık kumral- kız, gözlerinde her şeye yorulabilecek garip bir ışıltı ile ve de sinirden titreyerek çocuğun omuzlarını kavramış ellerini tuttu ve sert bir hareketle itti. Tek kelime sarfetmeden, en ufak bir ses çıkarmadan yaptı bunu. Sadece garip çiftin soluk alışlarının sesi geliyordu, hızlı ve etraftaki her şeyden gürültülü. Gaby burnundan soluyarak cebindeki asasını kavradı. İkinci kişiliği mi? Evet. Kin dolu ve öfkesini asla, ne olursa olsun kontrol edemeyen, ikinci Gaby. Ya da o öyle sanıyordu. Asasını öylesine sıkmıştı ki tırnakları avuç içlerine batıyor, sıcak bir sıvı akıtıyorlardı sımsıkı kenetli parmaklarına doğru. Hayır, kan olamazdı bu, çünkü Gaby bu ikinci kişiliğinin insan olmadığı kanısındaydı. Ama ani değişim kendini tekrarladı ve asasını sıkıca tutan yumruğu gevşedi. Ve o gün içinde ikinci kez, öfkesini tamamen kontrol altında tutmayı başardı. Hırıltılı, sıcak -ama çoğu kişininkinden soğuk- nefesi soğuk havada buhar oluşturuyordu, bu kendini daha fazla insan gibi -insan gibi?!- hissetmesini sağladı ve kararının doğruluğundan emin oldu. Bütün bu olanların bir kaç saniye içinde gerçekleşmesi ise gerçeküstüydü.
Bu sırada yağlı saçlı esmer çocuk, sinirli olan, ve düşüncesiz, ve de değer-kıymet bilmez olan yağlı saçlı esmer çocuk gözleri asasının hala yerinde duran titrek ışığına çevrilmiş halde devam etti. Evet sinirliydi hala, ama daha kontrollü bir sinirdi bu.
" Asanı kullanarak asamı çağır. O karanlık geldiğinde ondan daha karanlık şeylerle yüzleşmiş olacak! "
*Hey Tanrım!* Bu çocuk gerçekten iyi miydi?! Sabahtan beri anlatmıyor muydu bunu yapmaya çalıştığını? İkinci bir öfke nöbetinin etkisinde titredi tekrar, saç köklerinde bir hareketlilik hissetti yine. Ama bu seferki daha önceden beklenen bir öfke dalgası olduğu için kendini kontrol etmekte zorlanmadı. Elleri uzun, siyah, kalın cüppesinin içinde asasına sıkıca sarılmış parmakları ile öylece durmuş çocuğun gözlerinin içine bakıyordu. Açıklama yapmaya çalışsa çocuğun yeniden köpüreceğini ve dolayısı ile Gaby'nin de artık kontrol edilebilecek sinir sınırını aşacak olduğunu biliyordu. Üstelik asası elinde olan Gaby'ydi, ikinci kişiliğinin çocuğa öfke anında ne tür bir büyü yapabileceğini ancak Tanrı bilirdi. O yüzden sustu, gerçek bir zeka örneği göstererek. Fakat çocuğun asasını kurtarmak için kılını kıpırdatmadı, küçük öfkeler bile benliğini kontrol edebiliyordu Gaby'nin. En tehlikeli özelliğiydi bu, hem kendisi hem de başkaları için. Çocuk sabırsızca haykırdı Gaby'nin suratına tekrar;
" Hadi! "
Gaby o anda asanın bütün okulu tehdit ettiğini, büyük felaketlere yol açabileceğini hatırladı. Çocuk onu boyuna hırpalıyordu yardım etmeye çalıştığından beri -gerek sözle gerekse fiziksel olarak. Buna karşı duyduğu öfke yine her şeyden önce kendini düşünmesine sebep olmuştu! Onun suçu değildi işte, her şey o Bzarov'un suçuydu! Sadece yardım etmeye çalışmıştı, onun yaptığı ise -bencillik ve nankörlük! Ama aynı şeyi Gaby yapmamalıydı. O asa değerliydi,, Bazarov'un ona ihtiyacı olduğu için değil, arkasındaki şatoda yaşayan her şeyi, herkesi, ama her birini tehdit ettiği için. Asasını cüppesinin cebinden hızla çıkardı, çevikliği geri gelmişti anlaşılan. Hızla kaldırdı ve hala titrek ışığın görülebildiği açıklığa doğrulttu. Tam büyülü sözleri söyleyeceği anda çocuğa döndü ve son sözünü söyledi;
" Kimse Gabriella O'Brien'a emir veremez! Bunu, ormanda düştüğünde yaptığım gibi senin için yapmıyorum! "
Çocuk şaşkın göründü ama kumral kız kendinden emin bir şekilde ve istediğini yapmış birinin zafer edasıyla tekrar açıklığa döndü, çocuğun söyleyeceği hiç bir şeyi umursamıyordu. Tek umursadığı oradaki parlayan nesneyi eline geçirebilmekti -ama hangi parlak nesneyi? Başından aşağı kaynar sular boşaldı. Artık saçlarında bit varmış gibi bir karıncalanma hissediyordu, elleri kolları uyuşmuştu. O ana kadar üşüdüğünden çok daha fazla, hatta hayatında hiç üşümediği kadar üşüttü onu bir ürperti. Asanın ışığı kaybolmuştu! Bir yaratık ya da başka bir şey, ama mutlaka o asayla tehlikeli şeyler yapabilecek biri almıştı işte asayı. Kulakları uğulduyordu, yüzüne doğru esen rüzgar gözlerini sulandırmıştı; belki de rüzgar esmiyordu, gerçekten ağlıyordu. İyice kızarmış dudakları yarım açılmıştı ve Gaby'nin bedeni -ruhu değil- açıklıktan içeri, ışığın olduğu, daha doğrusu olması gerektiği ama artık orada olmadığı yere bakıyordu. Sonunda iri bir gözyaşı damlası yanağından süzüldü ve dudağının üzerinde tıkandı kaldı. Deli gibi atan kalbinin boğazında tıkanıp kaldığı gibi. Oleksiy'ye dönmek, hatta belki boynuna sarılıp ağlamak istiyordu, ama çocuğa bakabilecek yüzü olduğunu sanmıyordu. Dönmedi, dönemedi. Anlık öfkesi yüzünden herkesi tehlike altında bırakmıştı Gaby. Kendini düşünen aptal bir kızdan başka bir şey değildi. Hiç etmediği kadar nefret etti kendinden, tiksindi. Son ama umutsuz bir çaba içinde haykırdı ağlayarak ağaçlığın içerilerine doğru;
" Accio asa! "
Belki uzun saniyeler, belki dakikalar, belki de bir kaç soğuk, yağmurlu, ıslak gün geçmişti. Zaman kavramını yitirmişti ama hala ağlıyordu, gözyaşları sonu gelmeyen bir hızla süzülüyordu yanaklarından. Dudaklarının üzerinde birikiyor sonra taşan kalbi gibi taşıyordu. Dudaklarından içeri tuzlu damlalar süzülüyor, ağzında acı-tuzlu bir tat bırakıyordu. Neden sonra kulakları kuş sesleri duymaya başladı. Aptalca halüsinasyonlar görüyordu; bir asanın ona doğru süzüldüğü gibi. Bir...asanın...ona doğru...süzülmesi?! Bu Oleksiy'nin asasıydı! Gelmişti, başarmıştı bunu! Kendini kanatlarına yeni kavuşmuş ve kelebek olmanın verdiği neşe ile oradan oraya uçuşan bir tırtıl gibi hissediyordu. Büyük bir hataydı, evet. Ama başarmıştı işte, olmuştu! Kendine doğru yaklaşan ve sönmüş asayı kaptığı gibi ikinci kere aynı şekilde bağırdı Oleksiy'ye;
" Koş! "
Evet, başarmıştı. Ama asa sönmüştü ve o iğrenç yaratığı geri çekecek hiç bir şey yoktu. Asa oldukça yavaş geliyor olmalıydı, yani en azından o mahlukattan yavaş. Yanında Oleksiy'nin de hızla koştuğunu görebiliyordu, asasını ona fırlatmayı düşündü, ama bu çok riskliydi, asa yere düşerse yine kaybedecek zamanları olmayacaktı ve yine asayı bırakmak zorunda kalacaklardı. Onun yerine kendi asasını sıkıca tuttu ve *Lumos Maxima!* diye düşündü yeniden. Asanın ucu güçlü bir ışıkla aydınlandı. Asayı geriye tuttu, Gaby'nin arkasına bakmaya bile cesateri yoktu artık, çünkü yaratığın kendisine doğru hızla geldiğini görürse düşüp bayılabilirdi. Sadece var gücüyle koştu ve arada bir göz ucuyla Oleksiy'yi kontrol etti. Tuhaf bir şekilde bir kaç dakika önceki öfkesinden eser kalmadığını hissetti.
Sonunda avluya çıkan taş basamaklara geldiklerinde durdular, hiç bir karanlık yaratık buraya kadar gelmeye cesaret edemezdi. Gaby bir elinde -feci şekilde kanayan elinde- kendi asasını, diğerinde ise Oleksiy'ninkini tutuyordu. Kendininkini söndürüp güvenli bir şekilde cebine yerleştirdi. Sonra nefes nefese kalmış çocuğa yaklaştı, elinde çocuğun asasını tutuyordu. Birden daha önce yaşamadığı türden bir sinir boşalması yaşayıp ağlamaya başladı -ve kendini esmer, yağlı saçlı çocuğun boynuna sarılmış halde buldu. İlginç bir histi, öfkeli olduğunu sandığın bir kişiyi aslında sevmeye başladığını hissetmek, yeni bir arkadaşlığın, belki ileride dostluğa dönüşebilecek nitelikte bir arkadaşlığın başladığını düşünerek, okişinin boynunda ağlamak... Sonunda -sakinleşebildiğinde- geri çekildi, ilk defa içten gülümsedi çocuğa ve asasını uzattı;
" Sanırım bu sana ait, ve bu günlük başımıza yeterince iş açtı. Onu bir daha asla kaybolmayacak bir yere saklarsan iyi edersin. " | |
| | | Pavel Oleksiy Bazarov
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 34 Kan statüsü : Hem PureBlood Hem de A Rh + Galleon : 11662 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Salı 16 Ara. 2008, 19:33 | |
| Karanlığın içine sabitlenmişti Oleksiy'nin gözleri. Göğsü hızlı hızlı kalkıp iniyor, içinde asasına olan özlemiyle yanıyordu her hücresi. Açık tenine değen yağmur damlaları sanki o özlemle düşer düşmez buharlaşıyorlardı. Zayıf ışık birden bire söndüğünde, içinde çok büyük bir karanlık hissetti Oleksiy, her şey bitmiş miydi? Asası karanlık bir yaratığın eline mi geçmişti en sonunda? İnanmadı buna. Gaby'e ısrar ve yalvarış dolu bakışlarla tekrar baktı. Saçları sürekli renk değiştiriyordu kızın. Yağmurdan ve soğuktan olmadığını bildiği bir titreme sarmıştı Gaby'nin bedenini. En sonunda 5 dakikadır hayatında duymak istediği tek büyüyü duydu Oleksiy kızın titreyen dudaklarının arasından ;
Accio Asa*
Oleksiy, tamamiyle konsantre olmuştu. En ufak yaprak kıpırtısını bile görmek istiyordu. Şimdi karanlıkta olan asası ona dönüyor muydu acaba? Gaby'e güvendiğini hissetti. Eğer asasını ona geri getirirse, onun istediği her şeyi yapacaktı. Öfkesini kontrol edemeyip 2 dakika önce kızı omuzlarından sarsıp asasını geri getirmesini emretmişti neredeyse, kızda alınmış olacak ki bunu sinirli bir şekilde söylemişti zaten asayı çağırmadan önce. Kız onun için hayatını riske atmıştı. Şimdi rahat düşünebildiği için Gaby'e içinde büyük bir minnet ve sevgi duydu. İstese orada onu asasıyla beraber bırakıp, arkasına bakmadan koşmaya devam edebilirdi. Ancak kıza geri dönüp onu kurtarmayı seçmişti. Büyük cesaret isteyen bir şey yapmıştı bu garip kız. Oleksiy onun yerinde kendisi olsa, aynı şeyi yapıp yapamayacağını sordu kendine.
O sırada karanlığın içinden süzülen bir asa gördü. Evet, işte başarmıştı Gaby. Kestane ağacından asası süzülerek Gaby'e doğru geliyordu. Gaby elini uzatıp asayı alır almaz Koş! diye bağırdı Oleksiy'e. Aniden koşmaya başladı, tüm gücünü bacaklarına göndermeye uğraşıyordu. Bu anı daha önce de yaşadığını biliyordu. O yüzden bu sefer sadece koşmaya odakladı kendisini. Bir daha düşmeyecekti.
5 dakika kadar koştuktan sonra avluya çıkan merdivenlere geldiler. İstemsizce arkasına döndüğünde karanlığı geride bıraktıklarını anladı. Gaby'e döndüğünde kızın sarsılarak ağladığını gördü ve Oleksiy'nin boynuna sarıldı birden bire. Oleksiy şaşırdığından bir kaç saniye kıza karşılık veremedi. Öyle çok şeyi öyle kısa sürede yaşamışlardı ki... Bunlar sanki bir rüya gibi geliyordu ona. Sonra tereddütle kızın omzuna sardı kollarını. İkiside sırılsıklam olmuşlardı. Soğuk ve rüzgar iyiden iyiye şiddetini arttırmışlardı. Parmaklarını hissedemiyordu bile. Sanki felç inmiş gibiydi vücudu. Gaby ona baktığında " Sanırım bu sana ait, ve bu günlük başımıza yeterince iş açtı. Onu bir daha asla kaybolmayacak bir yere saklarsan iyi edersin. " dedi titreyen sesiyle. Gülümsedi Oleksiy, asasını alıp cüppesinin içine güvenli bir şekilde yerleştirdi. Onunla bir kaç saat sonra hasret gidermeyi umuyordu, Gaby'nin dediklerini yapacaktı. Onu yanından ayırmayacaktı artık. Bir kaç saniye bekledikten sonra ; Teşekkür ederim, Gaby. Hayatımı kurtardığın yetmiyormuş gibi bir de asamı geri getirdin. Sana borçluyum sanırım. dedi.
Gülüyordu şimdi. Gerçekten bu kıza borçluydu. Ne isterse yapacaktı zaten, ancak kızın titremesini daha fazla kaldıramadı Oleksiy. Çok üşüdün, hadi bir an önce ortak salona dönelim. dedi ve bu anı 1-2 saat önce yaşadığını hatırlayarak istemeyerek arkasındaki karanlığa baktı. Bir daha oraya gitmeyecekti. Gidecek olsa bile yalnız - daha doğrusu Gabriella olmadan - asla gitmeyecekti. | |
| | | Gabriella Adeliné O'Brien
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 150 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11660 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/12/08
| Konu: Geri: Yağmur Perş. 25 Ara. 2008, 17:10 | |
| Bir kaç dakika önce Oleksiy'nin omzunda ağlıyordu Gaby; şimdi ise vücudundaki bütün kan yanaklarına toplanmış gibi hissediyordu. Yeterince tanımadığını düşündüğü bir insanın omzunda ağlamak. Utanç verici. Bir kaç saniye içinde bu düşüncesinde yanıldığını farketti. Oleksiy'yi tanıyordu -artık. Son bir kaç saat boyunca Oleksiy'nin her türlü -mutlu hariç- halini gördüğünü söyleyebilirdi. Korktuğu gibi biri sayılmazdı; hatta tamamen korkmadığı bir insan tipiydi. Asasının bir yaratığın eline geçme ihtimali olmadığı zamanlarda çok daha az korkunç olabileceğini düşündü Gaby ve kendi kendine gülümsedi.
" Teşekkür ederim, Gaby. Hayatımı kurtardığın yetmiyormuş gibi bir de asamı geri getirdin. Sana borçluyum sanırım "
Gülümsemesi hala yüzünde asılı bir şekilde Oleksiy'ye döndü, Oleksiy de gülümsüyordu. Gülerken çok daha tatlı olduğunu düşündü Gaby, daha önce hiç dikkat etmemişti Oleksiy'nin hatlarına. Yakışıklı denebilirdi ama herkesin beğenebileceği kadar da değil. İçini bir rahatlama kapladı Gaby'nin ensesindeki saçlarını bir ürperti kapladı; saçlarının tekrar sarıya dönmeye başladığını anladı. Gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı. Artık açık kahverengi olan saçları ile yüzü aydınlanmıştı adeta. Oleksiy Gaby'nin yaptıklarının farkındaydı demek, tekrar kanı yanakları ve kulaklarında toplandı kumral kızın. Elinde olmadan yere bakmaya başladı. Cevap vermeyi düşünmüyordu; bu cümleye cevap vermek kendini beğenmişliğe girerdi. Ya da öyle düşünüyordu Gaby.
Evet, her şey bitmişti. Ama bu havanın hala buz gibi olmasını ve Gaby'nin deli gibi üşüyerek tir tir titremesini engellemiyordu. Elleri elektrik çarpıyorcasına titriyordu. Boynu ve ensesi ıslak atkısıyla sarılmış olduğundan en rahatsız uzuvlarıydı Gaby'nin. Ama artık ıslak olduklarından atkıyı çıkarırsa soğuk rüzgarın onları üşütmesine sebep olacağını biliyordu. Gitmeleri gerekiyordu, orada durup minnet içinde birbirlerine bakmaya devam edemezlerdi. Ama Gaby hala srıtıyordu. Sonunda Oleksiy Gaby'nin aklından geçenleri okumuşçasına korkunç, son-derece-atraksyonlu-gece'ye noktayı koydu;
" Çok üşüdün, hadi bir an önce ortak salona dönelim. "
" Evet haklısın, sen de üşümüş görünüyorsun. Şu anda sıcacık bir şömineden daha fazla istediğim bir şey olamaz! "
Bu doğruydu, çok üşümüştü Gaby. Ama son derece mutluydu aynı zamanda. Gecesinin çok güzel geçtiğini söyleyemezdi ama sonucu yeni bir arkadaş edinme olduğu için artık çok da fazla şikayetçi değildi- zaten farketmezdi. Oleksiy gülümseyip kafasını 'olur' anlamında salladığında kocaman karanlık bir siluetin üzerinde göz kırpan yıldızlar gibi duran yüzlerce ışıklı pencereye dönüp yüzlerini, evlerine, ikinci evlerine yürüdüler. Bir ara Oleksiy arkasını dönüp karanlığın içine baktı, Gaby de onunla birlikte döndü. Bir daha o lanet olası yere adımını atabileceğini sanmıyordu. * Büyük konuşmamalıyım * diye geçirdi içinden * Ne olacağını Tanrı'dan başka kimse bilemez, değil mi Gaby? Aslında onun bile bildiğinden şüpheliyim. * | |
| | | | Yağmur | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |