Sinirden seğiren suratını saklamaya çalışsa da insanların şaşkın bakışları yeterince iyi beceremediğini gösteriyordu. Uğraşıyordu, dikkat çekmemek için elinden geleni yapıyordu. Ne zannediyorlardı ki? O ilgi çekmek için deliren, kızların gözdesi olmak için çırpınan bir avuç salaktan biri olduğunu mu? Asla, Dimitri istese de öyle olamazdı. Saçlarını taramaktan nefret eden bir çocuk kendine bakmaktan da aciz olacaktı elbet. Sabahları tek lüksü uykusunu açmak için yüzünü yıkıyor olmasıydı. Kahvaltıya inmiyor, dersliklerde en arka sırayı kendine mesken ediyordu. Tüm bu uğraşlarına rağmen insanlar her yaptığında bir sebep arıyor, her hareketine bir kulp takıyorlardı. Çoğu zaman dalga konusu oluyor ama muhattap olmamayı seçiyordu. İstese korkutmayı iyi becerirdi. Suratının biçimsiz hatları gerilirken büyük ellerini iki yanında yumruk yapmış, tırnaklarını etine geçirmek istercesine sıkıyordu. Dudakları incelmiş, gerilmekten çatlamış hatta yer yer kanamıştı. Bal rengi gözleri etrafa edepsiz bakışlar atıyor, çoğu zaman kimi süzdüğünü algılamıyordu bile. Bir ara, bahçe kapısına hayli yaklaşmışken, duraksadı. Gövdesini hayranlık dolu bakışlar atan kızıl saçlı kıza doğru çevirdi. Dişlerini gıcırdatmaya ara verip hafifçe araladığı dudakları arasından kendine bakıp kıkırdayan kıza adeta tısladı :
- Hoşuna mı gitti Chérly? Bildiklerimi anlattırma bana...
Kızın değişen yüz şeklinin verdiği hazla kıvrılan dudaklarının yarattığı gülümsemeyi görmelerine izin vermeden kapıya doğru yürümeye devam etti. Yumruklarını yavaşça kaldırıp açtı. Avuçları kızarmış, yer yer çizilip kanamıştı. Gözlerini yuvarlarında döndürdü ve ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirdi. Vesla görse insanı boğan sorularına başlardı. Sahio neredeydi sabahtan beri? Dimitri siniriyle boğuşurken Hogan denilen ucube yine sarkıyor muydu sevgilisine? Yatışan sinirlerinin tekrar harekete geçmesini istemediğinden Vesla'nın o manyağı durdurabileceğini düşündü. Yine de gözünün önünde olsa daha iyiydi. Biraz sakinleşip göl kenarında dedikodu yapan Ravenclaw'lardan onu bulmalarını rica edebilirdi. Gittikçe hızını arttırdığının farkına vardığından düşüncelerinden de sıyrıldı. Tam yanında durduğu ağaç ona öyle davetkâr bakıyordu ki sabahtan beri ayakta durduğunu hatırlayarak kendini kuru toprağa attı. Sırtını ağacın sert gövdesine yasladı, bir bacağını yavaşça kendine doğru çekti. Sonbahardan nefret ederdi. Hele iki de bir tepesine düşen yapraklar iyice çileden çıkarıcı oluyordu. Üstelik korunun çıkardığı kulak tırmalayıcı ses de hoş denilebilecek gibi değildi. Tüm bu nefret ettiği şeylerden uzaklaşmak için kapattı gözlerini.