Hafif bir esinti kendini ağaç dallarından kurtarıp Charles'ın saçlarını okşuyordu, büyük bir huzur vererek. Karanlığın timsali olan bulutlar tepeye istiflenmişlerdi ve her an o soğuk kurşunlarını dökmek için hazırlanıyorlardı sanki. Aslında durum korkutucuydu. Çünkü pek dost canlısı olmayan soğuk gücü eline alıyordu artık ve bu duruma kimse dur demeye cesaret edemiyordu. Sadece... sadece mırıldanma olarak sayılabilecek, gölün dalgalanması söz konusuydu. Herkes, canlısıylı ve cansızıyla inlerine çekilmiş ve bu durgun zamanların bitmesini beklemeye başlamıştı. O alışagelmiş ulumalar bie ormandan yollayamıyordu haberlerini artık. İnsan bir yaprağın kıpırdanmasını görünce heveslenir gibi oluyor ama daha bu duygu boğazına kadar gelemiyordu. Çünkü o haşin, o acımasız rüzgar tölerans tanımadan öldürüyor, yuvasından koparıyordu her bir yaprağı.
Gölün hemen önünde dikiliyordu Charles. İç karartıcı olarak görülen bu manzara ihtiyacı olan ilaçtı o sıralarda. Sadece ellerini rüzgarın acımasızlığından korumak istercesine cebine sokmuştu ve uçsuz bucaksız sayılacak gölü izliyordu. Dalgındı... Gözleri derinleşmiş ve nereye odaklandığını belirtmeden ileriye bakıyordu. Çevresi o sıralar için ona soyut geliyordu doğrusu. Ne bir ses ne bir kıpraşma umrumda sayılırdı. Hatta en basitinden gölün dalgasından nasibini almak bile umrunda olmamıştı. Evet, beklediği biri vardı aslında. Onu anlayabileceğine inandığı tek bir kişi olmuştu şu ömrüne kadar ve gene o kişi onu anlar ve ona yardım edebilirdi. Arada sırada birbirlerini bulamadıklarında burada buluşurlardı, gizli bir söz vermiş gibi. İşte bundan dolayı kulakları herhangi bir sese tepki vermiyor ya da umursamıyordu. Sadece ama sadece o kişinin, kardeşi olarak bildiği Aaron'un tanıdık tınısı dikkatini çekebilir o dalgınlığını dapıtabilirdi.
"Hey, Charles nasıl olduysa burada olduğunu tahmin ettim."
İşte o ses, o tını ve o neşe... Beklediği kişi gelmişti. Kirpiklerinden, yürüyüşüne kadar her yönünyle kopyası olan bu genç büyücü havanın karamsarlığını umursamadan ve hatta bu karamsarlığı dağıtarak yanına gelmişti. Onun sesini duyduğunda ne şaşırdı ne de korktu. Yüzünde belli belirsiz bir tebessümle ona bakmaya başladı sadece. Belli oluyordu ki sıradan, neşeli bir gün geçiriyordu ama bu demek değildi ki Charles'ın bu sakinliğinden şüphe etmesin. Bakışları çabucak değişirken ne olduğunu sormadı. Tam tersine sessizliği korudu ve kardeşinin kendi isteğiyle anlatmasını bekledi.
"Eh, buna şaşırdığımı söyleyemem. Ayrıca biliyorum ki burada olduğumu tahmin etmekle biraz sıkıldığımı da anladın."
Diğerine göre daha durgun olana ama aynı tınıyla oluşan bir ses ağzından çıkmıştı. Gözlerindeki o dalgınlık biraz dağılmış yerini samimiyete bırakmıştı. Bu bakış sadece çok yakınlarına özel olan istemsiz bir hareketti. Aslında oturabileceklerini farkındaydı Charles o sözleri söylerken ama buna gerek duymadı tam tersine hemen yanında bulunan büyük bir ağaca sırtını dayayarak bakışlarını gölden uzaklaştırdı.