İsim: Avience Laci Despair
Cinsiyet: Bayan
Sihirsel Soy: Melez
Asa:
Fiziksel betimleme: Avience yaşıtlarına göre normal sayılabilecek bir boya ve kiloya sahiptir. Açık tonlarda yeşil gözlere sahip kızın yanaklarında her zaman sevimli bir kırmızılık vardır. Dudakları gülümseme hareketini pek yapmasa da sevimli yüz hatları hiçbir zaman soğuk göstermez Avience’i.
Kişiliği: Avience meraklı bir kız olmasının yanı sıra zekidir de bu iki özellik birleşince genellikle başını belaya sokar fakat gezmek ve öğrenmek onun için en önemli şeydir. Zaten merakı da buradan gelir. Arkadaş çevresi çok geniş olmasına rağmen arkadaşlarını seçerken seçici davranır. Düzgün tipler ile arkadaşlık kurar. Şımarık değildir, şımarıklardan nefret eder bunun çok çocukça ve yapmacık olduğunu düşünür. Sürekli kendini düşünen insanlardan değildir fakat kendi haklarını göz ardı edecek şekilde insanlara olanak tanımaz.
Kocaman ve sevgi dolu bir kalbe sahip olduğunu söylersek yalan söylemiş olmayız. Eğer onu çok fazla kızdıracak bir şey yapmaz iseniz kötü yüzünü asla göremezsiniz. Etrafına gülücükler saçan biridir. Her zaman neşeli ve atılgandır. Yerinde duramayan bir kız olmasına rağmen bazen kendini dizginlemeyi başarır. Çok heyecanlıdır bu yüzden sakarlıkları çoktur. Toplum içinde konuşmayı çok sevmez. Korktuğunda ise çenesi açılır susturmak bir fili iğne deliğinden geçirmekten zor hale gelir.
Basit RP örneği: “Neden bunlar son dakikaya bırakılmışlar, anlamıyorum! Acele edin, yoksa korkarım ki yetişemeyeceksiniz.” Upuzun siyah saçları ve parlayan yeşil gözleri olan bir kadının sinirli sesiydi evin her odasında yankılanan. Aslında kızmakta, sinirlenmekte haklıydı. Bir saat içinde istasyonda olmaları gerekiyordu ve ikizler hazır değillerdi hala bavullarına bir şey yerleştirme derdinde neredeyse evin camlarını kıracak kadar yüksek sesle bağıran annelerini duymuyorlardı bile, ya da cevap vermek için uğraşmıyorlardı. Bavulunun en üstüne trende giyeceği cübbesini yerleştirdikten sonra fermuarını çekti ikizlerden kıvırcık ve kızıl saçlı olanı annesinin ateş saçan gözleriyle aynı renkteki gözlerini ona dikerek “ Bitti işte, emin ol yetişeceğiz.” Eşyalarını tek bir bavula sığdıramadığı için fazladan taşımaları gereken bir bavul daha çıkmıştı başlarına. Kitaplar, kıyafetler, ufak tefek özel eşyalar; annesi kendisinin ilk yıl dört tane bavulla gittiğini söylediğinde rahatlamıştı kız ancak. Bayan Philippe’ye göre bu gün Issa’nın elindekilerden çok bavul çekiştiren öğrenciler olacaktı istasyonda. Bavullarının ikisini de çekerek odadan çıktı. Her şey hazırdı, artık yıllardır gitmek istedikleri yere gitmelerine yalnızca saatler kalmıştı. Uzun boylu çıkık elmacık kemikli siyah saçlara sahip uzun boylu bir adam hafif tebessüm ile aldı Issa’nın bavullarını ve arabaya yerleştirdi; Bu adam Issa’nın canından çok sevdiği babasıydı. Babası Lisbeth’in eşyalarını yerleştirirken Issa’da kabarmış saçlarının arkadan saçları ile aynı renk bir tokanın içini hapsediyordu. Sonunda herkes hazır olduğunda siyah saçlı kadın zafer kazanmışçasına gülümserken kapıyı gürültüyle kapattı. Bavulları arabaya yerleştirmiş olan babaları arabayı çalıştırırken Issa son bir defa etrafına göz gezdiriyordu. Neredeyse bütün çocukluğunu geçirdiği bu bahçeden hiç bu kadar ayrı kalmamıştı; ama burayı özleyeceğini hiç sanmıyordu. Motorun sesi duyuldu ve araba ağır ağır sokağın başındaki evden uzaklaşırken gözden de kayboluyordu.
İstasyon her zamanki gibi dikkatsiz ve kaba insanlar ile doluydu. Takım elbiseli dışarıdan bakıldığında bir şey zannedilen bir adam telefon ile konuşurken hızlıca Issa’ya çarpmış ve özür dilemeyi bırak dönüp bakmadan yoluna devam etmişti. Acıyla yüzünü buruşturan Issa birkaç dakika adım atmayınca onu acele etmesi için arkasından iten annesi “ Lanet mugglelar işte.” Diye mırıldandı. Aslında muggleların bu dikkatsizlikleri cadıların ve büyücülerin kimliklerini saklama konusunda epey işlerine yarıyordu. Etraflarından olan bitenleri hiç fark edemediklerinden onların birden bire ortaya çıkması ya da kaybolmalarını çoğu zaman göremiyorlardı. Aynen şimdi olacağı gibi. 9. ve 10. peronun duvarından geçip kendilerini Hogwarts’a götürecek olan trene 9¾ peronuna gideceklerdi. Babası küçükken oradan geçmeyi hiç istemediğini annesinin onu zorla oradan nasıl ittiğini anlattığında herkes gözlerinden yaşlar gelene kadar gülmüştü, birde seçmen şapka bunu bütün öğrencilerin içinde söyleyince babaları ilk günden dalga konusu haline gelmişti tabi anneleri ile tanışmaları bu sayede olmuştu o ayrı… O günden beri Issa şeçmen şapkanın kendisi hakkında ne gibi şeyler söyleyeceğini düşünerek geçirmişti günlerini. Hangi binaya gideceğinden çok bunu merak ediyordu çünkü ailesinin asırlardır ailesinin gittiği o soylu binaya gideceğine emindi; Slytherin. Duvardan geçtikten sonra neşeli bir kalabalık ile karşılaştılar. Bu insanların hepsi kendileri gibi sihir yapabilen özel bir toplumdu. Issa’ya göre seçilmiş toplum. Şimdi okullarında matematik, edebiyat gibi dersler gören böyle bir dünyadan haberi olmayan muggle veletlerine daha çok acıyordu şimdi. Bazı muggleların Hogwarts’a kabul edildiğini söylemişti annesi, bu ona göre son derece saçmaydı. Toplumlarını kendi elleri ile kirletiyorlardı, sihir safkan cadı/büyücülerde kalmalıydı kesinlikle. Fakat safkan büyücüler artık son derece azdı. Trenin hareket saati yaklaşınca veda zamanı da gelmişti. Annesinin yine öğütler sayacağına adı gibi emindi Issa ki öyle de olmuştu. “… Çok fazla belaya bulaşmayın okuldan atılmanızı istemiyorum. Dikkatli olun ve bulanıklardan uzak durun…” annesi hala konuşurken yanağına bir öpücük kondurdu ardından babasına sarılarak kurtulmak istercesine Isis’i çekiştirerek trene bindi; annesi öğütlerini bağırarak söylüyordu artık sanki dinleyeceklermiş gibi. Girdikleri kompartımanın penceresinden başını çıkararak annesine seslendi. “ Tamam anne! Yeterince anladık.” kırmızı tren yavaş yavaş istasyondan ayrılırken annesini sessi de gittikçe uzaklaşıyor, görüntüleri ise küçülüyordu. Tam anlamı ile yok olduklarından kafasını pencereden çekip koltuğa attı kendini “ Ben biraz etrafı görmek istiyorum.” Dışarı çıkmak için ayağa kalkan kardeşine kafa sallamakla yetindi ve kompartımanın penceresinden akıp giden görüntüleri izlemeye daldı. Bu sırada ikinci defa açılan kompartıman kapısını önemsemedi; kızın yüzünü görene kadar. Bu mavi gözlü sarışın kızı unutması imkânsızdı. Küçükken belki de Lisbeth’den bile fazla karşısında oturan bu kızla geçirirdi zamanını. Aralarına giren bir kavga yüzünden beş yaşından beri konuşmuyor olsalar da Issa her zaman Josette’nin nerede olduğunu neler yaptığını merak etmişti. Fakat elinde onların ne yeni adresi ne de bir telefon numarası vardı. Beş yaşında bir çocuğun birilerine ulaşmak için düşünebileceği iki yoldu Issa’nın elinde olmayan bu şeyler. Zaten zaman geçtikçe pek aklına gelmemişti kız. Her şey gibi unutulmuş, eski bir anı olarak yerleşmişti Issa’nın beynine. Kızın bakışlarını aynen iade etse de konuşmuyordu, daha doğrusu konuşacak bir şeyler bulamıyordu. Ne diyebilirdi ki? ‘ AA sen bana küstükten sonra tek bir kelime etmeden taşınan eski arkadaşımsın. Nasılsın?’ Kızdı ona hem de tahmin edilemeyecek kadar. Gözlerini tekrar pencereye çevirdiğinde bir an önce Lisbeth’in gelmesini ve bu talihsiz sayılabilecek karşılaşmanın bitmesini istiyordu. Aslında belki de aynı okulda olmaları aralarında ki buzları eritmelerini sağlardı kim bilir? Issa bunları düşünürken tren düdüğünü çalarak durdu. Issa’da hızla kendini kompartımandan dışarı attı ve kalabalığın içine karıştı. Gözleri Isis’i arıyordu. Kalabalığın içinde gördüğü direk kardeşinin saçları olmuştu omzuna dokunarak sinirle bağırdı “ Merlin adına! Neredesin sen?” cevabını beklemeden yürümeye başladı ve birinci sınıfların bindiği kayıklara oturdu ve yol boyunca konuşmadan şatoyu inceledi. Gerçektende söylendiği gibi muhteşemdi. İçini görmek için sabırsızlanıyordu.
O küçük ve kırmızı trenden ineli çok olmamıştı. Şimdi bir profesör olduğunu düşündüğü bayanın arkasından büyük ve öğrenci dolu bir salona adım atmışlardı. Kendilerine bakan üst sınıf öğrencileri ile göz göze gelmemeye çalışarak salonu inceliyordu. Ne kadar da büyük ve ilginç bir yerdi. Başlayan seçme töreni ile dikkatini salondan alıp karşılarındaki sandalyenin üstünde duran eski püskü konuşan şapkaya çevirdi. İsminin okunmasını beklerken heyecanı artıyordu fakat bunu etrafındakilere göstermemek için çaba harcıyordu bu arada okunan isim -çocukluk arkadaşının- hangi binaya gideceğini öğrenmek için seçmen şapkayı dinlemeye başladı. “Evet, tabi ki Slytherin!” bu sözlerden sonra alkışlayanlara katıldı, çok geçmeden kendi adını duyması ile en arkadan ağır ağır yürümeye başladı. Heyecanlı veletler gibi koşmak ona göre değildi çıkan birkaç kişinin aksine. “ Philippe, Issa” isminin ikinci telaffuzundan sonra biraz hızlandırdı adımlarını. Tabureye oturdu ve kafasına geçirilen seçmen şapkayı dinlemeye başladı. “ Ah küçüğüm ne kadar da karamsarsın öyle! Parlak ama çok parlak bir zeka görüyorum, tüm ailende olduğu gibi. Ama yavrum kalbindeki başka duygular zekanı bastırmaya yetiyor. Şimdiden bu kadar nefretle nasıl doldurdun kalbini. Evet, bu Philippe’yi nereye yerleştireceğimi biliyorum. Slytherin!” yükselen alkışlar ile tabureden inerken sonunda şu aptal şapkanın susup onu bir binaya yerleştirmesine hem de Slytherin’e yerleştirmesine gülümseyerek masaya doğru ilerledi. Nedendir bilinmez ama eski arkadaşını özellikle bularak yanına oturdu.