Oleksiy düşüncelerini Sihir Tarihinden kurtarıp kendini göl kenarına attığında, günlerdir yağan yağmurun dinmiş olduğunu farketti. Güneş zorlu bir zaferi kazanmışcasına bulutların arasından gülümsüyordu etrafa. Buruk bir gülümsemeyle, etrafa ışıklarını saçıyordu. Ancak ısıtmıyordu. Oleksiy hep sahte arkadaşlarına benzetirdi kış güneşini. Seni aydınlatırlar ama ısıtmazlar... derdi hep.
Temiz havayı ciğerlerine çekip gölün kenarından yürümeye koyuldu. Çoğu öğrenci ya Ortak Salon'larında ya da derslerindeydiler. Ödevlerini iyice aksatmıştı. Ophelia'nın ne dediğinide araştırmış ve en sonunda o Norveçce cümlenin ne anlama geldiğini öğrenmişti. Ancak bunu kendine bile söylemeye korkuyordu çoğu zaman. Ophelia'yla tanıştıkları kıyıdan sessizce ilerledi Oleksiy. Etrafına bakındı. Yaşlı ağaçlar güneşle beraber rüzgarda ahenkle dans ediyorlardı. Çıkardıkları fısıltı sanki herkese bir şeyler anlatmak içinmiş gibi geldi bir an için Oleksiy'e. Gaby'le tanıştığı o gece korudaki fısıltılar gelmişti aklına, cüppesinin içinde asasını sıkıca kavradı, sonrada gülümsedi kendi kendine...
Kafasını kaldırıp etrafına baktığında büyük meşe ağacının dibindeki kayalarda oturan bir Slytherin gördü. Kız düşünceli görünüyordu. Zaten genelde dertli insanlar buralara gelip zaman geçirirlerdi. Sadece oradan geçiyormuş gibi yapmak biraz abes kaçabilirdi. Yavaş yavaş otların çıkardığı çıtırtılar eşliğinde kıza doğru yaklaştı. Kız belli ki derin derin bir şeyler düşünüyordu. En azından selam vermek için biraz duraksayıp,
Merhaba! dedi canlı bir sesle. Sesinin etkisiyle gölün üzerine konmuş kuşlar havalandı ve havada geniş daireler çizerek göl üzerinde artık Oleksiy'nin gereksiz merhabasının sonuçlarını duyamayacakları bir yere kondular...