Sabahın saat 5'inde, sessiz adımlarıyla evinin yolunu tutmuştu. Gece boyunca yağmur çamur dinlemeden dolaşmış ve nedensizce kendi düşüncelerini bile dinlememişti. Sadece kafasındaki yükü biraz azaltmak istemişti. Kulaklığını kulağına takmış, son ses müziği başlatmış ve sessiz adımlarla yürümeye başlamıştı. Gece bitip sabaha yaklaştığını hissettğinde de eve dönmesi gerektiğini anlamıştı. Gece boyunca her sokak köşesinde hazırlıkların yapıldığını görmüş ve sahne alamayacaklarını düşünerek kendini hırpalamıştı. Belki de büyük bir yerde sahne alabilirlerdi fakat sasdece izleyici olarak gidecekleri bir kesindi. Grup arkadaşları ile kaldığı eve gitmeyi düşünmedi hiç. Kendi sakin ve az eşyalı ufak evine gidecekti. Orada Adrâs'ı görmeyecekti en azından. Onu gördüğü her an onun içine düşen bir kor parçası gibi acı veriyordu. Karına belli belirsiz giren kramplar gribin belirtisi mi yoksa aşk acısımı hiç anlaşılmıyordu. Evinin merdivenlerini tırmanmış ve kapının önünde anahtarını ararken bunları düşünmek için doğru zamanın fakat yalnış yerin olduğunun farkındaydı. Anahtarı beceriksiz ve ıslak ellerinde gezindirdi. Sonunda doğru anahtar olduğuna karar verdiği bir anahtarı deliğe soktu. Kapının kolundan tutup çekerek açtı. İçeride huzursuzluk yaratacak bir koku vardı. Zaten fazla kalacağını düşünmüyordu. Belki birkaç saat uyurdu, sonrada giyinerek evden çıkardı. Birkaç saat anlayışı elbette normalden biraz daha fazlaydı. Tabanı çamurlu botlarını paspasas sıkıca sürttü ve ses çıkartmaları hoşuna gittiği için sert adımlarla yürümeye başladı. Yatak odasına geldiğinde ilk olarak yatağın tam karşısındaki televizyonu açtı. Mini buzdolabından bir kutu bira kaptı ve kendini yatağa attı. Birayı baş ucundaki komodine koydu ve ayakkabılarını çözmeye başladı. Daha sonra ayaklarını hemen çıkartıp, sıcacık yorganın altına soktu. Dinleyebileceği bir müzik kanalı seçtikten sonra birasını yudumlamaya başladı. Birayı her eline aldığında buz gibi havası onu etkiliyor ve biraz içini ürpertiyordu. Yavaş yavaş gözlerinin kapandığını hissetti ve kendini uykunun tatlı kollarına, yumuşacık yastığında bıraktı.
Uykuya daldığının farkındaydı. Fakat görebildiği tetk şey uçsuz bucaksız bir boşluktu. Karanlıktı, kapkaranlık! Birden bir siluet gördü, bu kendisiydi! Yavaş adımlarla yürüyordu ve korkmuş gibi gözüküyordu. Daha sonra her şey belirginleşmeye başladı. Karşıdan bembeyaz bir ışık huzmesi yayılıyordu. Aklından tek geçen şey ölmüş olduğuydu. Herkes öyle anlatmaz mıydı? Önce beyaz bir ışık, ardından eski tanıdıkları, hayat gözlerinin önünden geçer, sonra... Sonrası yoktu işte? Herkesin hayal gücü bu kısımda tıkanırdı. Raikes biliyordu aslında bunu, sonrasında sonsuzluk vardı. Şimdi de bir sonsuzluğun içindeydi. Ölüm olmamalıydı aslında, uzayda sonsuzluk demek değil miydi? O halde reankarnasyon vardı, yada ölenler uzayın başka bir köşesine gidiyordu. Işığın ne olduğunu fark edebiliyordu şimdi; Adrâsteia! Havada süzülerek o beyaz teniyle Raikes'e doğru geliyordu. Yüzünde ise bir gülümsee vardı, sanki artık vampir değildi. Hemen gözlerini araladı, terlememişti. Üstünde bir nebze olsun korku da yoktu, sadece kendini biraz kötü hissediyordu. Hemen yatağından fırladı ve yatak odasından çıktı. Kıyafetleri için özel olarak kullandığı odaya girdi ve dolapardan birini açtı. Sade fakat çekici bir takım elbise seçti ve giydi. Birkaç aksesuar ile üstünü süsled ve aynada kendine baktı. Havanın fazla soğuk olmayacağını hesap ederek ayağına bir çift, deri All Star giydi. Daha sonra beresini ve eldivenlerini takarak tekrar yatak odasına döndü. Son kontrollerini yaptı ve tekrar giysi odasına döndü. Gitarını'da yanına alacaktı. Belki ufak bir gösteri yapabilirdi, kendine güveniyordu bu konuda. Sırtına altı kiloluk yükü geçirdi ve hızlı adımlarla evden çıktı.
Kendini tek hamlede orya cisimledi ve etrafına bakındı. Çok güzel bir mekan yapmışlardı. Daha hazırlıklar sürüyordu fakat. Birkaç kişi dışında görünün kimse yoktu. Uzaktan samimi gözüken bir inan gördü. Yanına gidip sohbet etme gereği duydu bir an için fakat sonra vaz geçti. Çünkü kim olduğunu anlamıştı; damat! Fakat gelin daha gelmemişti, gelini çok güzel buluyordu Raikes, daha önce görmüştü onu. Damadın yanından geçmeyi istedi yinede ,birkaç kelime söyleyecek ve moralini düzeltecekti. Ağır adımlarla onun masasına doğru yöneldi fakat mesafeyi kısalttığında sağa döndü. Bu arada gitarını emanet edebileceği bir yerrde bulabilirdi belki. Damada yaklaştığında ağzını araladı ve: " Şanslı damadımız biraz heyecanlı sanırım. Merak etme, en fazla bir saate güzel gelinimizde gelir. Sizin şerfinize birkaç bir şey çalmak isterdim ama konser vermiyoruz bu akşam. Yinede ben gitarımı getirdim, bakarsınız size süpriz yaparız. Bu arada mutluluklar dilerim. "dedi ve kıkırdayarak hazırlık yapanlardan birine doğru yaklaştı. O kadar aceleciydi ki Raikes'in yaklaştığını bile fark etmemişti. Raikes omzundan tuttu ve kendisine çevirdi genç çocuğu. Çocuk ona biraz ürkek bakışlarını atınca gülümsedi. Kısa bir sessizlik ardından:" Acaba genç beyefendi, şu gitarı koyabileceğiniz uygun ve ufak bir köşeniz var mı? Fazla ağır ve sırtım ağrımaya başladı da."dedi kıkırdayarak. Çocukta gülümseyerek gitarı aldı ve sağlam bir yere koymaya gitti. Raikes ise sessiz bir masaya geçti, kulaklıklarını taktı ve kendini müziklere bıraktı.