|
| Dolunay... | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Dolunay... Çarş. 21 Ocak 2009, 20:45 | |
| Tarih: 1952 Mevsim: Kış, Aralık ayı Hava Durumu: Serin
İçinde nedeni belirsiz bir sıkıntı vardı sabahtan beri. Dersleri iyice sallamıştı, bütün gün bir tek kelimeyi dinlediği söylenemezdi profesörlerin söylediği. Hiç kimseyi dinlememişti aslında, zaten onunla konuşan da olmazdı pek. Annesinden gelen mektuplar kafasını kurcalıyordu. Artık daha az içten geliyordu yazdıkları, sanki aralarındaki o eski güven duygusu kaybolmuştu. Mektuplarında sahte bir neşe vardı bu da aslında ne durumda olduğunu merak etmesini sağlıyordu. Bu döneme kadar annesinin ona tüm düşüncelerini anlattığına inanmıştı ama artık öyle olmadığını biliyordu. Bir an önce mezun olmak istiyordu. Önündeki üç yılı ileriye alması mümkün olsaydı keşke. Ortak Salonun bunaltıcı kalabalığı, yatakhanenin duvarlarının üzerine geliyormuş hissi vermesi, kütüphanenin kasvetli havası… Hepsinden uzaklaşmak istiyordu, bu yüzden göl kenarının en tenha, yasak ormana yakın bölgesindeydi. Bırakın yasak ormana bu kadar yakın olmayı bu saatte dışarıda olmak bile yasaktı herhalde. Zerre kadar umursamıyordu. Sorunları kaybedilen bina puanları ve cezaya kalmaktan daha kötüydü. Zaten göl kenarında yürürken yanından birkaç kişi geçmişti. Oldukça gürültücüydüler, kendinden önce onlar yakalanırdı bir profesör dışarı çıksa. Sıkıntı ona büyük bir umursamazlık veriyordu ve bir umutsuzluk hissi de vardı. Kendi sersemliğinin cezasını gayet pahalıya ödeyeceğinden habersizdi elbette. Bilse şimdiki sorunları dahi önemsiz görünürdü. Yasak Orman ona hep uzak bir kavram olmuştu, düşünse de hiç girmediği bir yerdi ve içinde ne gibi canlılar olduğunu bilmiyordu. Dolunayı hiç fark etmemişti. Bacaklarını toplamış, başını ellerinin arasına almış göle bakıyordu. Ne baktığı yeri görüyor ne de yaklaşan ayak seslerini duyuyordu.
"Gecenin bu vakti, buralarda ne işin var O'Neil, kendin kadar bulanık ayına sarılıp uyuman gerekmiyor mu?"
Tanıdık bir sesle kendine geldi, Slytherin’in sınıf başkanı ve pek hoşlanmadığı biri olan Elizabeth Black’in sesiyle. Asasında bir ışık huzmesiyle yanında belirmişti birden sanki. Black’lerden birkaç istisna dışında hiç hoşlanmazdı, ölüm yiyenlerin pis fikirlerine oldukça ılımlı, kibirli, safkanlık düşkünü bir aile olduklarını biliyordu. Bu kızla karşılaşmak ayrıca bir sorundu. Hem sınıf başkanıydı, hem de Slytherin öğrencisi. Slytherin’lerden pek sempati beklemezdi doğrusu.
“Sen…”
Sözü yarım kalmıştı. Birden bire çok yakınından gelen büyük bir çatırtıyla donup kalmıştı. Ormanla ilgili duyduğu o kadar şey ancak ne kadar yakınında olduğunu anladığında aklına gelmişti ve bakışlarında korku vardı Elizabeth’e döndüğünde. “Sende duydun mu?” Kız saçmalamamasını söyleyerek ağaçlara yaklaşmıştı. Elindeki asadan çıkan ışık garip bir şekli aydınlattı ve birden ağaçların arasından devasa bir kurda benzeyen garip bir şey fırladı.
Neler olduğunu anlama fırsatı olmamıştı. Bir anda garip yaratık Elizabeth’in üstüne atlamıştı. Asasının uçarak yere düştüğünü hayal meyal görmüştü. Daha sonraysa etrafa kanlar sıçramıştı. Kızın çığlık atmasıyla yaratık bir an geri çekilmiş, Will’de dehşet içinde onun sol kolundaki ısırığı görmüştü. Garip siyah yaratık ki kurtadam olduğundan şüpheleniyordu okuduğu bir kitaptaki resme benzediğinden tekrar Black’e saldırınca asasını ona doğrultup cılız bir büyü denemesi yaptı. Böyle bir şeye karşı büyünün işe yarayıp yaramayacağından şüpheliydi. Ama asasından çıkan pembemsi ışık kurtadamı vurmuş, geriye savrulmasına neden olmuştu. Ağzı ve garip yüzünün çevresi kana bulanmış, ağzından kanlar damlayan siyah şeklin kendine dönmesiyle büyük bir hata yaptığını anladı. O kadar hızlı saldırmıştı ve şok o kadar büyüktü ki büyü yapmayı bırak, büyülü sözler bile aklına gelmemişti. Siyah tüyler suratına bir tokat gibi çarpmış, sivri tırnaklar yanağında derin bir kesik açmıştı. Acıyla çığlık atarken boğazına saldıran yaratığın suratını itiyordu tüm gücüyle. Ama onun gücü elinden düşen asası varken bile yetersizdi. Boğazına geçecek dişlerin korkusuyla kendini sola attı. Nasıl olduysa bir şekilde kaymayı becermişti ve boğazını delip geçebilecek dişler sağ omzuna saplandı. Korkunç bir acı, daha önce hiç tatmadığı bir acıyla bağırırken yüzündeki kesikten akan kanlara gözyaşı karışmıştı. Yasak Ormana bu kadar yaklaşmanın bedeli buydu demek ki. Elizabeth Black’e saldıran kurtadama saldırmıştı çünkü kimsenin ölümünü izleyemezdi, ölüm yiyenler hariç kimsenin ölümü hak etmediğine inanırdı. Şimdi de kendi de ölecekti herhalde bu bol tüylü yaratığın elinde.
Out: Erm… Beklenen var =)
| |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: Dolunay... Perş. 22 Ocak 2009, 01:26 | |
| Yine bir devriye, yine sıkıcı dakikalar… Yatakhanesine dönüp gözünden damlayan uyku ihtiyacını acilen karşılayabilmek için elini çabuk tutuyordu. Nicole birkaç gündür hastane kanadındaydı ve Liz bu durumda ondan devriye bekleyemezdi. İçinden de hiç ortalığı kontrol etmek gelmiyordu. Geri dönse Profesör Lovett veya Derwent’in gazabına uğrayacağını bildiğinden eline aldığı asasıyla Slytherin Yatakhaneleri’ni kontrole başladı. Tek tek girip içeridekileri gözden geçirdikten sonra gri merdivenleri üçer beşer atlayarak indi ve şömine başındakileri odalarına gönderdi. Yanından geçen Eleanor’a pis bir bakış attıktan sonra kitaplıkların olduğu yere yöneldi. O kızı ne zaman görse sinirleri tepesine çıkıyordu. Süpürge tellerini andıran saçlarını yolmamak için kendini zor zapt ediyordu. Kassidy’nin kardeşi olmasa ona yapacağını bilirdi ama ne hacet! Sanki kız Liz’i takmıyordu. Her şeyi bir kenara bırakıp kitaplıkların önünde durdu. Geçen sene laf etmeye kıyamayacağı arkadaşlarını dahi ite kaka odalara gönderdikten sonra yavaşça kendini deri koltukların narin ve şefkatli kollarına bıraktı. Sonradan aklına gelen Hogwarts bahçesi onu tekrar ayağa dikmişti. Sinirli bir şekilde kapıyı aralayıp dışarı çıktı. Belki de bu onun son kez Slytherin Ortak Salonu’nu görüşü olabilirdi, çünkü Liz dolunayı henüz fark etmemişti…
“Lumos.”
Kendini Hogwarts’ın devasa büyüklükteki bahçesine attığında tek hissettiği soğuk değildi. Hafiften esen yel dümdüz saçlarını bir o yana bir bu yana savurup duruyordu. Teninde hissettiği soğuk hava ile kısa süreliğine irkildikten sonra kendisine doğru gelen gürültücü grubu incelemeye başladı. İki oğlan ve birkaç kızdan oluşan gruba pis bir bakış attıktan sonra etrafta dolanan haylazlar olup olmadığını kontrol etmek amacıyla asasını daha bir sıkı kavrayarak göl kenarına doğru inmeye başladı epey dik olan patikadan. Artan nem ile rüzgâr daha da can alıcı bir soğuğa bürünürken kulağına gelen nefes alış verişler ve kısık ayak sesleri birilerinin burada olduğunun belirtisiydi. Sinsice yaklaştığı alanda fark ettiği hafif uzun saçlar ve şüpheci mizaç ona epey tanıdık geliyordu. Daha iyi tanımak için yanına yaklaştığında tahminlerinin doğru olduğunu anladı ve iğneleyici bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Kendisiyle laf dalaşına girmeye hazırlanan gencin söyleyeceği yarım kalmıştı. Endişeli yüz ifadesine dalga geçercesine bakıyordu Liz. Fakat gittikçe incelen ses tonundan William’ın epey korktuğu anlaşılıyordu.
“Sende duydun mu?”
“Saçmalamayı keser misin? Etrafta hiçbir şey yok. Gaipten sesler mi duymaya başladın?”
Dalga geçercesine soruyordu soruları. Çocuk epey ürkmüşe benziyordu. Bunun üzerine ağaçlık alana biraz daha yaklaşan Liz asasını gür yapraklara doğru uzattı. Görünürde hiçbir şey yoktu. Fakat bir anda beliren ve şekli tam olarak anlaşılmayan yaratık Liz’e doğru sıçramıştı. O anda attığı çığlığı bütün Hogwarts’ın duymuş olmasını umuyordu. Sanki bir korku filminin içerisindeydi. Üzerine doğru gelen kurtadama boş ifadelerle bakıyordu. Kaşı ve yanağının bir bölümü hızla geçen tırnaklar nedeniyle açılmıştı. O sırada elinden fırlayan asası son umudunu da yok etmişti. Kendini toparlayabilseydi asla bu duruma gelmezdi. Kendini üzerinde delirmiş bir kurtadam ve asası bir iki metre ötede olmak üzere Hogwarts bahçesinin o nemli çimlerinde buldu. İtmeye çalıştığı tüylü gövdesini bir anda daha da sert bir biçimde hissetti üzerinde. O an öleceğini düşündüğü nadir anlardan biriydi. Ve kolları artık epey ağır olan gövdeyi ittiremeyecekti. Kendini bırakmasıyla sol koluna aldığı ısırık bir oldu. Asa tutan koluydu ve dönmeye başlayan başı pek de iyi bir haber sayılmazdı. O sırada dehşet verici yaratığın tekrardan üzerine abandığını görünce sesini doruk noktasına çıkararak bağırmaya başladı.
“William, kaç. Saldırıyor, kaç dedim sana ahmak!”
Belki Ell veya Marv’dan biri duyardı Liz’in sesini. William’ı görmeye çalışıyordu. Bir diğer yapmaya çalıştığı şey ise asasına uzanmaktı. Hareket ettiremediği kolu feci haldeydi. Pelerininin ve gömleğinin sol kolu tamamen parçalanmıştı. Ve hatta kolundan kopan bir parça etin yeri hala sızlıyordu. O sırada pembe bir ışık gördü. Belki kurtulmanın belki de mahvolmanın işaretiydi bu. İğrenç yaratığın dehşet verici bir şekilde ısırması Liz'i ilk şaşırtmıştı. Hatta bu ısırışı ilk hissetmeyerek komik bulmuştu. Akan kanlar artıkça ve kendi içinde bir boğuşma içine girdikçe, acısı ortaya çıkmaya başladığı an yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide olduğunu anlayıp bütün geçmişine ve geleceğine lanetler okumaya başlamıştı. Neden böyle yaptığını bilmiyordu; fakat bu hayatta çok güzel şeyler yaşayamasa da mutlu olduğu anlar vardı ve bunu iyi kötü devam ettirmek istiyordu. Nicole… Onu asla kaybetmek istemezdi. Belki de hayatta en çok güvendiği arkadaşıydı. Ölüm Yiyenler güven duygularını yitirmiş insanlardır ama Liz Nicole’e hiç olmadığı kadar güveniyordu. İlk günlerini hatırlıyordu da… Eciş bücüş bir kızken bugünlere gelebilmesi epey şaşırtıyordu onu. Sonra Felipe vardı… O herkesten farklıydı. Belki çocukluk aşkı belki de… Yine bu mekânda, az ilerideki kayaların üzerinde ilk öpüştükleri anı hala dün gibi hatırlıyordu. O gün ona kızmıştı ama sonradan epey hak vermişti. Zordu, Liz için de zordu. Bir an ailesini düşündü. Herkesten çok değer verdiği sevgili ailesini. Abisi, abisi ne yapardı Liz olmayınca? Felipe’i sevdiğini söylediğinde bile sanki kızını kaybetmişçesine hüzünlenen abisi kız kardeşini gerçekten kaybetse ne yapardı? Ya kız kardeşi? Belki de herkesten çok seviyordu onu. Küçük diye kıskanmadığı olmuyordu ama seviyordu işte onu. Bir anda ısırılmanın verdiği hissizlikle gelen düşünceler bütünü kendini içten içe kaybetmesine neden olmuştu belli ki hâlbuki bu zalim ısırış sayesinde hiç bilmediği yeni bir maceraya kucak açmış olacaktı; fakat gittikçe artan kan kaybı ve ardından gelen kriz ona bu yeni yolun ışığını gösteriyordu. Ya ölecekti, ya da lanetli bir hayata merhaba diyecekti… | |
| | | Samuel Bright Ravenclaw Bina Sorumlusu, Uçuş Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 903 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11805 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 03/11/08
| Konu: Geri: Dolunay... Perş. 22 Ocak 2009, 19:00 | |
| Dönüşmek… Zihninin bir hayvanınkine yaklaşması, tüm insancıl duyguların uzaklaşması. Ve o korkunç duygu, öldürme isteği. Parçalamak, tırmalamak, dişlerini geçirmek. Açlık… Kurtlaşmış zihnini kemiren korkunç bir duygu. 5 yıldır ilk defa bu korkunç duyguya karşı koyamıyordu Sam, yeni adıyla Kronos. Yüzlerce öğrenci olan bir okuldaydı birinin eksikliğinin o kadar önemli olup olmayacağını düşünmeye başlamıştı. Dönüşmeden önce asla düşünmeyeceği hastalıklı bir şeydi bu. Yasak Ormana kadar gelmişti işte. 5 yıldır ormanlardaydı en sonunda hiç sahip olamadığı bir şeyin özlemini çekmesine neden olan yere gelmişti. Hogwarts… Gidememişti ve gidemeyecekti. Çektiği işkenceye son vermeye çalıştı tekrar. Ama kendini öldürmek o kadar kolay değildi. Denemişti, yıllardır. Başkasının hayatına son veremediği gibi kendi hayatını da sonlandıramıyordu. Gereğinden keskin tırnaklarını tekrar yüzüne bastırdı. Kan ve yolunmuş siyah tüyler birikmişti elinde. Gece daha yeni başlamıştı. Sabaha kadar bunu çekmesi gerektiğini düşününce içi büyük bir acı ve öfkeyle doldu. Tırnaklarını tekrar yüzüne bastırdığında amacı Hogsmeade’e gitmemekti. Kendine engel olmanın tek yolu bu acıydı. Dayanılmaz acı… Öfke ve acı dolu bir şekilde uludu. Sesi ormanda yankılanmıştı, benzer sesler de duyuluyordu çevrede. Kendine hâkim olmaya ve ormanın derinliklerine gitmeye çalıştı ama yön duygusu kaybolmuştu. Kendi kanının kokusu hassas burun deliklerinden içeri dolmuş ve iştahlanmasına sebep olmuştu. Düşünemiyordu. Sabah olmasını bekleyemeyecekti bu gece. Bu sefer… Bu sefer avlanması gerekiyordu. Aslında öldürmektense ölmeyi tercih ederdi ama kurtlaşmış zihninde her şey altüst olmuştu. Ağaçların arasından hızla ilerlerken uzakta Hogwarts’ın muhteşem gölü görünmeye başlamıştı.
İki kişi vardı ağaçların çok yakınında. Çok küçük durmuyorlardı ama profesör olamazlardı. Olsalar da ne fark ederdi ki. Açtı. Çalıların arasında sürünmeye başladı. Evet, Sam değildi artık. Gecenin kalanında yeni ismi ve kimliği hâkimdi ona, Kronos. Avını görmüştü ve şimdi de alacaktı. 5 yıl boyunca reddettiği şeyi tek bir açlık krizi mahvediyordu. Eti küçüklüğünden beri yediği pişmiş et gibi sanıyordu içindeki insansı taraf, içten içe olmadığını bilse de. Baskın gelen kurt yönüyse sadece açtı. Başka her şeyden daha önemliydi bu. Kadın ona yaklaşmıştı. Elindeki asayı görünce korktu. Tek seçeneği saldırmaktı artık. Büyüden korkardı Sam, kendi yapamadığı için. Gerilmişti, saldırmaya hazırlanıyordu. Yaydan fırlamış ok gibi hızlıydı. Bir an eğilmiş otların arasında duruyordu birkaç saniye içindeyse hayatı boyunca kendinden nefret etmesine neden olabilecek bir şey yapmıştı işte. Elindeki asa saldırısının gücüyle fırlamıştı zaten. Açlık… O kadar derin bir açlık duyuyordu ki dişlerini kızın sol eline geçirirken zaferdi hissettiği şey. Ama onun elinden fışkıran kanlar, yüzüne sıçrar ve ağzına dolarken sadece midesi bulanmıştı. Kendini umutsuzca geri çekmeye çalıştı ama ısırmıştı bir kere. Bu ona tiksinti verse de, kendinden nefret etse de, açlık hissi yok olsa da duramıyordu. Zihnini kontrol ettiğinden daha fazla kontrol ediyordu bedenini bu kurt tarafı. Parlak bir ışığın onu geri savurması çekilmekle ilgili tüm düşünceleri yok etmişti. Orada olduğunu unuttuğu, şimdi sadece bir çocuk olduğunu anladığı kişi ve elindeki asa… Kükreyerek ileri atılmak üzereyken sahnenin benzerliği şok içinde durmasına neden oldu. Onlara dönmüştü, kendini ısıran piş leş yiyicilere. Çocuk şaşırtıcı biçimde benziyordu kendine yansıyan ay ışığında kıstığı, kanla kaplı gözlerinin görebildiği kadarıyla. Isırıldığı zaman çok farklı bir görüntüsü olsa da şimdiki halinin benzeyişi ne yaptığını anlamasına neden olmuştu. Kafasında o bu işi kesmişti artık. Onun da kendi gibi olduğunu görebiliyordu. Çaresiz, savunmasız, güçsüz. Ama kendi isteği dışında hareket ediyordu. Üzerine atlayıp onu yere yıkışı, asasının elinden düşüşü, keskin tırnaklarının etini çizmesi… Hepsi bir anda olmuştu ne yaptığını bilmiyor, engelleyemiyordu. Dişleri boynundan birkaç santim uzaktaydı sadece. Umutsuzca çabalasa da karşısındakinin kaderi de en iyi ihtimalle kendisininki gibi olacaktı. Öldürmeyi dönüştürmeye tercih ederdi. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Ölüm veya işkencelerin her türlüsünden beter. Kilitlenmişti, boğazını ısırdığında öldüreceğini biliyordu, delip geçecekti etini dişleri. Ama ne olduysa bir an olmuş, çocuk düşündüğünden güçlü çıkmıştı. Başının yana kaymasıyla ağzını kapattı. Dişleri çocuğun yumuşak etine girerken attığı çığlıklar… Her şey aynı gibiydi. Siyah tüyleri ve ağzı kanla kaplıydı. Öldürememişti, bir kere daha. Hayatı boyunca yapamadığı şeyi tek gecede yapmıştı. Öldürme isteği dolmasına neden olanlardan biri olmuştu işte. Nefret ettiklerinden olmuştu, bir canavar olmuştu. Kendinden tüm varlığıyla tiksiniyordu. Çocuğa bakınca kendi ısırılışını neredeyse aynı acıyla yaşadı o birkaç saniyede. Tekrar onun boğazına saldırırken yapabileceği tek bir şey kalmıştı. Eğer olanları geriye alamıyorsa kendi gibi iki canavar daha da yaratamayacaktı. O saçma açlık isteği ağzına dolan kanla yok olmuştu. İkisini de öldürecekti. Bu diğer türlü başlarına gelecekten çok daha iyiydi. Çocuğun umutsuz mücadelesine eskisinden daha zor karşı koyuyordu ama hala belirgin bir üstünlüğü vardı. Arkasındaki kızı tamamen unutmuştu. Öldürmesi gerekiyordu, daha fazla acı çekmesini önleyecekti. Aklından tek bir şey geçiyordu. Ne yaptım ben? | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Dolunay... Perş. 22 Ocak 2009, 21:19 | |
| Acı dayanılmazdı. Ölüm daha iyiydi belki de. Ama elinden geleni yapıyordu kurtadamın karşısında. Ellerini boğazını korumak için kullanıyordu, kan içindeydiler. Yaratığın sivri tırnakları çizmişti hep. Yanağındaki kesik kadar acımıyordu veya omzundaki acı diğerlerini geride bırakıyordu. Sağ elini kıpırdatmak bile ayrı bir acı veriyordu. Üstüne üstlük onun ağırlığını taşıyordu iki eli. Eğer ölümün dibinde olduğunu bu kadar iyi anlamış olmasa şimdiye kadar pes ederdi ama bu korku ona güç veriyor gibiydi. En azından kendini kurtarıyordu, bir ölçüde. Ama yorulmuştu ve ne kadar engelleyebilirdi boynunu koparmaya kararlı bu dişleri bilmiyordu. Yaşadıklarını anlayamaması yüzünden ruhsal olarak değil ama fiziksel olarak yaşadığı en büyük acıydı. Omzundaki yara ve simsiyah kurtadam dışında bir şey göremiyordu ve omzunun durumu onu çok kötü yapmıştı. Dişleri, ağzı, siyah tüyleri kan içindeki yaratık yerine omzuna bakıyordu ve bu da onun kadar kötüydü. Öleyim… Bitsin, lütfen. Birden kurtadamın hareketlerinde bir gevşeklik başladı. Bunu tek fırsatı olarak gören Will bir yandan mücadele etmeye devam ederken bir yandan da ayaklarını sırtını dayadığı ağaca dayamış ve dizlerini kırmıştı, çenesi hizasına geliyordu şimdi. Ağaç ve kurtadamın arasındaydı. Bedeninde biraz bile olsun güç kalmışsa onu da toplayıp siyah şeyden uzaklaşabilirse, eğer asasını alabilirse… Hınçla tüylerine yapıştı ve çekti. Kanlı ve çamurlu bir tüy yumağı kalmıştı elinde. Ama bu karşısındakinin dikkatini dağıtmış gibi görünüyordu. Bayılmamak için büyük bir çaba harcıyor olmasa ve konsantre olmaya çalışmasa büyük bir başarı kazandığını düşünebilirdi. Ama önemli olan sonuçtu ve sonuçtan hiç emin değildi. Belki de sessizce ölmeliydi sadece. Hogwarts’tan fazla uzaktaydı kim duyardı ki sesini? Biri duysa bile bu kana susamış yaratık sadece daha fazla kişiye zarar verirdi.
Ayaklarını ağaca iyice bastırmış kendini itmiş ama bunun sonucu tepe üstü durmakla kalmıştı. Sert toprak canını yakıyordu ama düzelmeye çalışırken kurtadamın kafasına inmişti tekmesi. Böylece şanstan, sadece şanstan Will’in kurtulma ihtimali arttı. Ama sağ tarafına düşmüştü, sağ omzundaki yarada bir batma hissetti. Başı dönüyor ve midesi bulanıyordu. Görüşünü kan kapıyordu ama hangi yarasından aktığını bilmiyordu kanın. Toprakta yuvarlanırken görüntü değişiyordu. Gözleri kapanıyor siyahlık dışında bir şey görmüyor, bir saniye bile geçmemişken sadece kırmızı kanları görüyor, birden aradan uluyan bir kurtadam çıkıyor sonra ortalık yine kararıyordu… Sert bir şeye çarparak durduğunda artık öldüğünü düşünüyordu. Kanla yıkanmıştı yüzü neredeyse. Midesi ona doğru yavaş yavaş gelen kurtadamın yüzünde ve açık ağzındaki kanlarla tekrar kalktı. Önce inledi sonraysa aşağılayıcı ve iğrenç olduğunu düşünse de bir şey yapamadı, kustu. İyi hoş ölmek üzereyken neyin iğrenç neyin güzel olduğunu düşünemeyecekti. Belki de ölümün geldiğini bildiğinden her geçen saniye dakika gibiydi. Muggle’larda çok duymuştu ölmeden önce hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçmesini. Ama ona böyle bir şey olmadı. Bu bile olmuyordu. Artik elini kaldıracak hali yoktu. Son gördüğü şey kurtadamın kanlı yüzü olacaktı anlaşılan. Sivri dişleri aşırı derecede yakındı şimdi, nefesinin sıcaklığını hissedebiliyordu. Tam dişleri boynuna geçecekken birkaç şey birden oldu. Arkadan garip bir ışık kurtadamı vurdu ve yana savurdu. Bunun sonucunda sadece üst dişleri boğazını çizmişti. Normalde can yakardı ama artık sıcak bir şeye dokunduğunda hissettiği acı kadar gibi geliyordu. Kalkıp kaçmaya çalıştı bilinçsizce ve bunun sonucunda omzundaki yanma arttı. Kanlar, kurtadam, karanlık… Sadece sıcak, kasvetli bir karanlık kalmıştı şimdi. Artık kaçamazdı da. Gözleri kapanmış başı yere düşmüştü. | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: Dolunay... Perş. 22 Ocak 2009, 22:21 | |
| Dolunayın yüzlerine vuran ışıkları puslu geceyi sonlandırırcasına, Liz ve William’ı kurtarmak istercesine aydınlatıyordu etrafı. Göl kenarında olmalarından kaynaklanan nem, rüzgâr ile karışmış genç kızın suratında açılmış olan yaralara temas ederek canını acıtıyordu. Kolundaki ısırık nedeniyle sızan kanlar epey artmıştı. Kaşından süzülenler ise göz kapaklarının üzerinde birikmiş, gözlerinin içine dahi girenler görüşünü epey zorlaştırmıştı. Burası onların mezarı olacaktı. Koskoca Hogwarts’da hiç kimse mi duymuyordu yani seslerini? Sanki ruhu çekiliyordu aynı kanının çekildiği gibi. Oradan uzaklaşmayı bırak ayağa kalkamıyordu. Patronus yapamazdı, daha doğrusu yapma gücünü bulamıyordu kendinde. Asası o kadar uzaktı ki… Bir anda aklına gelen LS dövmesi belki de hayatını kurtarabilecek son şeydi. Bir an önce kurtulmak istiyordu bu lanet olası yerden. Döndüğünde, ki dönebilirse, başkanlığı dahi bırakabilirdi. Canı o kadar yanıyordu ki… Ell ve Marv onu duymuyor olabilirlerdi ama dövmenin kendilerinde bıraktığı acıyla kendilerine geleceklerinden emindi Liz. Öyle ki omzundaki acıyı umursamazsızın onlara ulaşmaya çalışıyordu. Bu sırada fark ettiği asa onların kurtuluş yolu olacaktı ama nasıl?
Dehşet verici yaratığa fark ettirmeden o asayı almalıydı. Ayağa kalkacak mecali yoktu. Sürünse yerdeki yapraklardan gelen hışırtılar cin gibi olan yaratığı tetikleyebilirdi. Zaten William’ın ondan kurtuluş çabası içinde olmasını göz ucuyla izleyebiliyordu. Ayağa kalkamadığına göre ve kolu da oraya uzanamadığına göre sürünecekti. Evet, evet buzul prenses yerde sürünecekti. O an ne rütbesi ne de kanı önemliydi Liz için. Ayağıyla vücudunu destekleyerek sürünmeye başladı. Boğazında takılıp kalan öksürük nefes almasını feci halde engelliyordu. Dövmenin verdiği acıdan dolayı ısırmaya devam ettiği dili kana bulanmış, dudaklarının yanından süzülüyordu. Hafifçe öksürmeye çalışarak ittiriyordu kendini. Toprakta sürünürken havaya kalkan toz kütlesinin bir kısmını yutmuştu. Will’in kurtadamla cebelleşmesini izleyemeyecek durumdaydı. Kendine ve ona acıyordu. Sımsıkı kapattığı gözkapakları ve acıyla kıvranan vücudu daha fazla devam edemeyecekti. Oracıkta can verecek olmaları ikisi için de dehşet vericiydi. Daha fazlasına katlanamıyordu zavallı bedeni. Kurtadamın kaslı ve ağır yapısını üstünde taşıdıktan sonra hangi gövde dayanırdı zaten. William’da büyük ihtimalle bu haldeydi. Şakaklarından süzülen ter damlacıkları havanın sıcaklığının değil de, rutubet ve zorlanmanın sonucuydu. Biraz daha direnmeye çalışırsa kurtadama gerçekten yem olacaklardı. Hem de çaba sarf etmeye gerek kalmadan yiyecekti onları. Bütün bunları kafasından uzaklaştırmaya çalışırken elini son kez Will’in asasına uzattı. O da ne? Elinde hissettiği ahşabın soğukluğu içini ısıtıyordu adeta. Sol eliyle olmasa da sağ eliyle kavramış olması bile küçük bir kurtuluş ihtimaliydi. Yavaşça geri atılıp havaya birkaç yeşil ışık huzmesi gönderdikten sonra birinin görmesi umuduyla Hogwarts’ın sağ kanadına doğru büyü yaptı. Son hedefi kurtadamdı. Gözlerinin yarı bulanık olması hedefini görmesini epey engelliyordu. Nereye attığını bilmeden yolladığı büyü kurtadamı vurmuştu işte; ama etki etmiyordu orası başka. Kurtadam kendine savaş açan genç cadıya yönelirken Liz’in gördüğü son şey William’dı. Evet, gözleri kapalıydı…
Kurtadam tekrar Liz’in üstüne abandığında William’ın asasını eline geçirmiş ve ahşabı tek hamlede ikiye ayırmıştı. İşte bu hepsinin sonu olacaktı. İnce bacaklarından biri kurtadamın ağırlığını taşıyamayarak kırıldı. O an hissettiği acı tüm olanlara bedeldi. Benliğini kasıp kavuran bu sızı Liz’i kendinden geçirecek şiddetteydi. Kollarıyla iri gövdeyi ittirirken yaklaşan ayak seslerini duyar gibiydi. Bu sırada beline yediği pençe darbesiyle gömleği yırtılmış ve deride büyük bir kesik meydana gelmişti. Hızla akan kanlar ruhunun bedeninde bulunan son damlacıklarıydı ve Liz bunları hızlı bir şekilde kaybediyordu. Bir anda kurt sersemlemiş ve Liz’in üzerindeki baskınlığını azaltmıştı. Yanlarına geldiğini hissettiği kişiye hayatlarını borçlu olduklarının farkındaydı. Gözleri kapanmak üzeriydi. Kendini kaybediyordu. Boğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“William… O, sanırım öldü. Lütfen-”
Gerisi gelmiyordu. Beyaz bir ışık ve etrafı bir anda kaplayan karanlık son gördükleri olabilirdi. Lanetli yaşama veya ebediyete artık merhaba denmeliydi…
En son Elizabeth Black tarafından Cuma 23 Ocak 2009, 08:11 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Symphonie Iréne Bright Ölüm Yiyen
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 367 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11708 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 29/12/08
| Konu: Geri: Dolunay... Perş. 22 Ocak 2009, 23:58 | |
| Karaladığı parşömenlere bakarken aklına gelen ödevi tekrardan okumak için avuçlarının içine aldı. Sessiz sakin odasında çizmelerinin topuklarından çıkan ritmik sesleri dinleyerek koltuğuna doğru ilerliyordu. Yapan kişinin adını aklında tutmaya çalışıyordu. Yarın sabah o güzel yazılar ve tatmin edici bilgiler puan olarak geri dönecekti yapan kişiye. Düşünüyordu da Slytherin’den umduğu başarıyı Ravenclaw fazlasıyla üstlenmişti. Ve bu sayede Symph Ravenclaw’a ısınıyordu. Tüm bunları düşünürken penceresine yansıyan yeşilimsi mavi ışığa kaydırdı gözlerini. Yanlış görüp görmediğini tartmak istercesine gözlerini açıp kapatarak halen gökyüzünde duran yeşile baktı. Öğrencilerden birine bir şey mi oldu endişesine kapılıp pelerinini aldığı gibi kendini odasından dışarı attı. Biraz sonra görecekleri bir insanın görmek isteyeceği son şeylerden biri olacaktı… Koşarak çıktığı Hogwarts bahçesinde aynı hızla ilerliyordu. Göle yakın yerlerden gelen çığlıklar kulaklarını tırmalıyordu adeta. Bağıran kişinin bir öğrenci olmamasını umarak, nereye koştuğunu bilmeden ilerliyordu dik patikada. Aşağılara inildikçe artan nem rüzgâra karışıp etleri kesecek konuma geliyordu. Yüzüne çarptıkça daha da acıtan lanet olası şey şiddetini epey arttırmıştı. Fakat Symph gölün kenarına geldiğinde karşısındaki manzarayla donup kalmıştı. Her yeri kan revan içinde olan kız bir kurtadamın altında cebelleşiyordu. Olanları kavrayıp asasına sarılması ve kurtadamı kızdan uzaklaştırması epey zaman almıştı. Kurdu kızın üzerinden uzaklaştırdığında gördüğü bir başka manzara ile ağzını açması bir oldu; genç cadının altında bir kan gölü vardı sanki…
“William… O, sanırım öldü. Lütfen-”
Kızın sözleri üzerine gözlerini bahsettiği tarafa çevirdiğinde bir başka hüsranla karşılaştı Symph. Ayrıcalıklılar listesinin başında yer alan William kurtadam tarafından feci halde hırpalanmış ve sanırım ölmüştü. Bu sırada kaçan kurtadama baktı. Ağaçların arasına bir yılan gibi girmiş ve ulumasından belli oluyorsa ormanın derinliklerine karışmıştı. Kızın söyledikleri üzerine William’ın yanına yaklaşıp suratını burnuna ve kan süzülen ağzına doğru yaklaştırdı. Ayazda dahi yüzüne çarpan sıcacık nefes Symph’in ağırlaşmış yüreğine su serpiyordu. Çocuğun yüzünü gördüğünde resmen içi parçalanmıştı. Yanağında yarıklar vardı ve boğazı şiddet uygulandığının göstergesi; kıpkırmızıydı. Saçları çimlerin neminden ve terden ıslanmış ve çamura bulanmıştı. Omzunda derin bir ısırık izi vardı. Yanağının bir kısmı ise tamamen rezaletti. Süründüğü yerlerde epey kan vardı ki bu da çok kan kaybettiği anlamına geliyordu. Başını çarptığından mıdır yoksa kurtadamın saldırısından mıdır bilinmez kanlar oluk oluk akıyordu. Bir parçasını yırttığı pelerinini çocuğunu başına sardıktan sonra altında bir kan gölü oluşmuş kızın yanına koştu. Bu sırada şifacıya gönderdiği patronusa cevap bekliyordu. Genç kız oğlandan da beter haldeydi. Belinden ve kollarından kanlar hala akmaktaydı. Gömleği ve pelerini parçalanmıştı. Yüzüne yapışmış saçlarını eliyle ittirdikten sonra gördüğü ikinci dağılmış harikulade yüze bakıp kurtadama lanet okudu. Bu sırada hızla koşan şifacı yanlarına geldiğinde ilk Symph’in yaptığı gibi donakalmış sonra da önüne taktığı önlük gibi bezden birkaç havlu çıkarıp çocuğun yanına koşmaya başlamıştı. Işıkları veya sesleri duymuş olan Hogwarts Life editörlerinden sarı saçlı olanı hızla yanlarına gelmişti. Sert mizaçlı kız Symph’in vücudundan zor ayırt edebildiği Liz’i gördüğünde gözlerini sonuna kadar açmıştı. Belli ki onu tanıyordu. Yatakhanelerinden fırlamış birkaç yedinci sınıf öğrencisinden kuvvetli gibi görünen bir erkeğe Liz’i dikkatlice teslim ettikten sonra şifacının özel olarak ilgilendiği William’a doğru yöneldi. Şifacıyla birlikte dikkatlice kaldırdığı çocuğu Hastane Kanadı’na doğru götürmeye başladılar. Hayat insana neler yaptırabiliyor. O akşam gördüğü cani yaratık çok da yaşlı sayılmazdı. Ernest’ın Sam’i olma ihtimali epey düşük olmasına karşın bu gece ona haber verecekti. Ama şuan düşündüğü tek şey ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide duran iki genci hayata yöneltmekti. Bu belki de Merlin’den istediği ilk şeydi ve son şey olacaktı… | |
| | | Samuel Bright Ravenclaw Bina Sorumlusu, Uçuş Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 903 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11805 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 03/11/08
| Konu: Geri: Dolunay... Cuma 23 Ocak 2009, 19:48 | |
| Başına yediği tekme tüm pişmanlık duygularına yeni bir şey eklemişti. Sinirlenmişti, içten içe her türlü şeyi hak ettiğini düşünse de zihni bir kutrun ve insanınkinin karışımıydı. Bir mantıklı düşünüyor kendinden nefret ediyor ve kaçmak istiyor bir de öldürmek, yok etmek, parçalamak istiyordu. Düşüncelerinin karmaşıklığı hareketlerine de yansıyor, karşısındaki çocuk biraz da bu yüzden ona karşı bu kadar direnebiliyordu. İçindeki kana susamış canavar hâlâ daha baskın geliyor olmasa muhtemelen yapacağı şey kendini göle atmak filan olurdu. Ama şimdi azimli avı da savunmasız kalmış görünüyordu ve dişlerini boğazına geçirmek üzereydi. Eğer bunu yapsa sonrasında duyacağı nefret, acı ve tiksinti hakkında hiçbir fikri yoktu.
Aynı gece ikinci kez bir büyüyle savrulmuştu. Tam dişlerini boynun geçireceği sırada yana savrulunca dişleri sadece boynunu çizmekle yetinse de kanın tadını almıştı. Kan hoşuna gitmiyordu. Kokusu... Garip hissetmesine neden oluyordu. Tadı da midesini bulandırıyordu. İhtiyacı olan şey kadar midesini bulandırıyordu, et kadar. Bir şeyi hem isteyip hem istememesi çok anormaldi. Dönüştüğünde bu kadar kararsız olması da kurt adamlar arasında alışıldık bir şey değildi. Daha saldırgan olması gerekirdi başta insanlara şimdiye kadar hiç saldırmaması olmak üzere bir sürü garip yönü vardı kurt adamların geneline göre. Nedeni kendisini dönüştüren iki kurtadama duyduğu nefret ve bir canavar olmayı reddetmesiydi. Ama 10 yaşında bile reddedebildiği bir şeyi beş yıl sonra birden bire yapmıştı. İstediği gibi hareket etmiyordu. Sanki bedeni ve zihni birbirinden tamamen bağımsızdı.
Ona büyü yapan kız şimdi de havaya yeşil bir ışık yollamıştı. Birilerini çekecekti bu. Hem daha fazla insanı incitebilirdi hem de zarar görebilirdi. Her şekilde bundan nefret etse de durdurması gerekiyordu. Düşüncesizce üzerine atladı, onu nasıl unutmuştu? Nitekim zarar verip vermeme kararsızlığı yüzünden arada kalan asa ve kızın bacağı ağarığı altında ezilmişti. Kırılmayı belirten ses onu delirtmişti. Kendine duyduğu nefret ona üyü yapana çevrilmişti birden. Kolları ve diğer bacağını da aynı şekilde kırmak, ona yaptığı büyüyü kolundaki gibi bir ısırıkla cezalandırmak isteği uyanmıştı içinde. Bir kurtadamın karşısına çıkmak da uyuyan bir ejderhayı gıdıklamak giydi. Sonunda yanardınız. Tam gözü dönmüş bir şekilde saldıracakken üçünce kere bir büyüyle avından uzaklaştırıldı. Çocuk baygındı, asayı kırmıştı, kıza saldırıyordu zaten. Ne? Ona büyü yapanı çok araması gerekmedi. Diğerlerine göre yaşlı duran bir kadın görmüştü başını kaldırır kaldırmaz. Uzun zaman önce yapması gereken bir şeyi yaptı. Yasak Ormana daldı…
Koşmaya başladı. Hayatı boyunca ne insan ne de kurtadam haliyle koşmadığı kadar hızlı koşuyordu. Kaçmaya çalışıyordu. Umutsuz bir çabaydı. Gerçeği değiştiremezdi. Yaptığı şeyi geri alamazdı. Yanlış kararının, zayıflığının ve kendi suçu olmayan bazı şeylerin cezasını çekmekten kaçamazdı. Kendi vicdanından kaçamayacaktı. Ormanın derinliklerine doğru koşarken, koyu yeşil bulanık görünen ağaçların arasından sıyrılarak geçerken onlara benzediğini biliyordu artık. Kendisini dönüştürenlerden bir farkı kalmamıştı. Tüm benliğiyle nefret ettiği canavarlardan biriydi artık o kadar. Kız ve çocuk… Onlarda kendisi gibi olacaktı herhalde. Öldürememişti bile ki ölüm bile daha iyi olurdu bu lanetten. Henüz acılı dolunay bitmemişti ama şaşırtıcı derecede insani düşünüyordu. Bu da bir cezaydı herhalde. | |
| | | | Dolunay... | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |