|
| Tatlı Çelişki | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Tatlı Çelişki Salı 03 Şub. 2009, 01:21 | |
| Yıl : 1951 Zaman: Sabah, saat 10-12 arası Hava: Aralık ayı için fazlasıyla güneşli ve sıcak Rp dekiler: William Julian O'Neil, Sylvia Lucretia Worthing | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Tatlı Çelişki Salı 03 Şub. 2009, 01:27 | |
| Sıcak... Normalde Aralık ayında böyle sıcak bir havada herkes gibi bahçeye çıkardı. Kesinlikle Hogwarts öğrencilerinin çoğu için güzel bir cumartesiydi. Derslerle dolu, sıkıcı bir haftanın sonunda kim göl kenarında veya fısıldayan ağaç korusunda yürümek istemezdi ki? William için bir çok şey son bir haftada değişmişti. Onun için sıkıcı geçtiği söylenemezdi zamanın. Ama yavaş geçmişti. Çok yavaş. Hastane Kanadı’ndan nefret etmeye başlamıştı. Sinir olduğu şifacı kadın onu bir türlü bırakmamıştı. İyi hoş bıraksa bile ne yapacağını bilmiyordu. Haberin okula yayıldığını tahmin edebiliyordu. Bir kurtadama nasıl davranırdı acaba şimdiye kadar yine arkadaş olarak gördüğü insanlar. Hep ters düştüğü Slytherin gurubunun iyice diline düşecekti büyük ihtimalle. Ayrıca Sylvia... Ne ummuş olduğunu kendi de bilmiyordu ama artık her konu gibi bu konuda da umud etmeyi kendine yasaklamıştı. Hastane Kanadı’nın bembeyaz tavanına ve yatağını çevreleyen koyu kırmızı perdelere bakarken saatlerce düşündüğü bir çok önemli şey vardı ve düşünceleri neredeyse annesi hakkında olduğu kadar onun hakkındaydı. Okulda kalmıştı ama yine de mutlu olamayacaktı. Hayal ettiği geleceğin önce tamamı ondan alınmış sonra da küçük bir kısmı geri verilmişti. Ne olduğunu biliyorken okulda kalıp kalmamayı eskisi kadar umursamadığını fark etmişti. Cennetin içinde cehennemi yaşıyordu. Bir çok öğrenci bir haftaya yakın bir süre boyunca Hastane Kanad’nda kalmayı, derslere girmeyip tembellik etmeyi böyle görürdü. Bir kaç iyi kitapla onun da hiçbir zaman hayır demediği bir tabloydu bu. Bir şey hariç. Bunları insan olarak yapmak isterdi. Artık değildi, olmadığını biliyordu. Onu birşeyler yemeye zorlayan şifacının otoriter bakışları üzerinde, kahvaltı olarak bir balkabağı poğaçası yerken –daha doğrusu kemirirken aşağı yukarı bunları düşünüyordu. Acımasız kadın o gün bile Hastane Kanadı’ndan çıkmasına izin vermeye niyetli değildi ama izinle ya da izinsiz artık kurtulması gerekiyordu yatağa hapsolmaktan yoksa kafayı yemesi yakındı. Aynı şeyleri düşüne düşüne, kafasında tekrar ede ede kendi kendine konuşur hale gelmişti. Yanlızca kendiyle çelişkiye düşmüyordu, resmen kendi kendine konuştuğunu fark ettiği olmuştu. “Delirmek böyle bir şey olsa gerek.” Yine sesli düşündüğünü fark edince acı bir gülümseme belirdi yüzünde. Acı ifadesi gülümsedikten sonra artmıştı çünkü gülümsemek yarası yüzünden canını yakıyordu. Alışması gereken değişiklikler arasında bu yine çok önemli değildi. Zaten çok sık gülen veya konuşan biri değildi. Korkuyla beklediği zaman gelecek dolunaydı. İşte o zaman, hayatta kalmanın bedelini öğrenecekti. Ağır bir biçimde... Sam’den nefret ediyorum. Küçüklüğünde yegane oyun arkadaşı olan çocuk neredeyse katili oluyordu. Ölüden beter etmişti işte sonunda onu. Neden?
Elinde un ufak ettiği kahvaltısını keyifsiz bir şekilde komedinine koydu. Gitmesi gerekiyordu, bir an önce. Biraz atmosfer değişimi işine yarardı, belki temiz hava iyi hissetmesine neden olurdu. Aslında Quidditch oynamaya ihtiyacı vardı fena halde. Bludger’ların Slytherin oyuncularını süpürgelerinden düşürmelerini sağlayabilse keyfi biraz yerine gelir gibiydi. Hiç bir şey olmasa bile süpürgeye bindiğinde ne olduğunu, kim olduğunu, ne hale geldiğini... Her şeyi unutacaktı çünkü uçmak sadece o anı yaşatıyordu ona. Geçmişi veya geleceği düşünmesi gerekmezdi, ihtiyacı olan bu olabilirdi. Kesinlikle, rahatsız da edilmeyeceği bir şeydi bu. Kimsenin sataşmasına katlanması gerekmezdi. Biraz uğraşırsa soyunma odasındaki top sandığında olması gereken Bludger’lardan biriyle veya bir Quaffle ile antreman da yapabilirdi. Hogwarts’ta istediği mesafeye kadar durmadan uçması zordu. Gerçi okul arazisi çok genişti ama yine de mesafenin onu kesmeyeceğini farkındaydı. İstese antreman yapmak için birini bulabilirdi ama uçmayı seçmesinin nedeni buydu, insanlarla olması gerekmiyordu. Bu planının şifacının hoşuna gitmeyeceğini fark ettiğinden dikkatli mavi gözlerine bakmaktan kaçındı (sanki kafasının içindekileri okuyormuş gibiydi göz göze geldiklerinde) ve perdeleri kapatıp dikkatli bakışlarından daha kalıcı şekilde uzaklaştı. Yatağının ayakucunda büyük ihtimalle bir ev ciniyle getirilmiş temiz kıyafetler vardı. Kanla kaplı Quidditch cüppesi ise görünürde yoktu. Şifacı o gün Hastane Kanadı’ndan çıkmaya kararlı olduğunu anlamış olsa gerekti sandığında olması gereken kıyafetler buraya geldiğine göre. Hastane Kanadı kadar sinir bozucu gelmeye başlayan beyaz renkli pijamalarını çıkartıp kot pantolona ve gömleğe kavuşmak güzeldi. Her sabah homurdanarak giydiği gömleği bu kadar özleyeceğini söyleseler hayatta inanmazdı. Isırıldığı gün de ne olduğunu anlamasını sağlayan aynayı alıp kaşlarını çatarak yansımasına baktı. Siyah gömlek ruh halini yansıtıyordu, koyu renk saçları yüzünü büyük ölçüde kapasa da yara izini gizlemeye yetmiyordu, bununla yaşamayı öğrenmek zorundaydı. Sihrin o kadar dalı varken hiçbirinin kurtadamın yaptığı bir yarayı iyileştirememesi garipti, bu dişleriyle yapılmış bir yara da değildi, boynundaki 5,6 çiziğin aksine. Elini beyazımsı pembe kesiğe koyduğunda homurdandı. “Beyazdan nefret ediyorum.” Kesik vücudunun genel ısısından daha soğuktu. Komodinindeki asa parçalarını aldı. Yüzleşmesi gereken başka bir gerçek, artık bir asası yoktu. İki yarım asası olduğu söylenebilirdi. Asası görevini mükemmel yerine getirmiş ve hayatını kurtarmıştı, Elizabeth Black ile birlikte ama asanın hayatının sonu olmuştu bu. Tamir edilememişti, içinde kurumadan nasıl kaldığı bir sır olan anka kuşu gözyaşı damlası kayıplara karışmış, kuzgun tüyü de asanın sapının olduğu tarafta içinden, çıktı çıkacaktı. Yeni bir asası olacağını öğrenmişti, kısa süre içinde olacaktı tabi ki. Sonuçta başka türlü derslere nasıl girebilirdi. Asanın iki parçasını da cebine atıp koyu kırmızı perdeler ve beyaz bir tavandan oluşan kişisel cehenneminden çıktı. Sadece o boğucu, kapalı yerden çıkmak bile işe yaramıştı aslında daha iyi hissetmesi konusunda. Şifacıya zorlukla iyi günler dedikten sonra Hastane Kanadı’ndan çımakla karşılaştırmak, mümkün değildi elbette.
Hogwarts Koridorları arasında en ıssız olanları seçiyordu Ravenclaw Kulesine çıkmak için. Mümkün olduğunca az insanla karşılaşmak istiyordu. Hatta hiç karşılaşmaması gerekenler vardı, özellikle de... “Sylvia?” Köşeyi dönmesiyle neredeyse üzerine çıktığı kıza şaşkın bir şekilde baktı. Şaka filan olmalı bu. Ne zaman birini görmek istemese, uzak durmak istese o kişiyle karşılaşırdı. Sadece William’a değil birçok kişiye olabilecek bir şeydi bu gerçi ama kendisi bunun farkında değildi. Bunu da başına gelen bir çok şey kadar kendi talihsizliğine bağlıyordu. Ama mümkünse okulda geçirmeyi umduğu üç, üç buçuk senede onu hiç görmemesi gerektiğini düşündüğü kişiye Hastane Kanadı’ndan çıkar çıkmaz -hani öyle hemen unutulacak şekilde de değil- rastlaması kötü şanstan da daha beter bir şey olmalıydı. Ne beklersin ki? Lanetlisin işte. | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Tatlı Çelişki Salı 03 Şub. 2009, 02:45 | |
| Pencereden giren ışığa umursamaksızın oturduğu yatakta, gözlerini sabit bir noktaya dikmiş, o ahmak çocuğun dün söylediklerini kafasından atmaya çalışıyordu. Bacaklarını bükmüş karnına yakın bir yerde toplamıştı. Annesi ölmeseydi gerçekten çok güzel olurdu her şey. Ya da olmaz mıydı? Eskisi gibi Muggle yaşamına devam ederlerdi. O zaman Hogwarts’a dönme şansı olmazdı. Will’i bulamazdı. Diğer arkadaşları olmazdı ve babası… Babası Sylvia’yı severdi, yani… Başını iki yana salladı düşünceleri silkelemek istercesine. Tekrar tavana baktığında dolan gözleri akmak için yer arıyordu adeta. Annesini istiyordu. Evet, kesinlikle annesini istiyordu… Gözlerini sımsıkı yumduğunda süzülen yaşlara aldırmadan o ölüm anını getiriyordu aklına. Babası bağırıyordu, annesi duymamıştı bile. Sonra öten sirenler, yaklaşan beyaz araç, koşuşturan doktorlar… Bacaklarını salıp kendini yatağa serdiğinde süzülen gözyaşlarını temizledi eliyle. Her şey üst üste geliyordu. Will’in ısırıldığını duymuştu ama Hastane Kanadı’na gitmeye cesareti yoktu. Ayrıca ne diyecekti ki? “Şey Will aslında ben senden feci halde hoşlanıyorum, çok korktum duyanca” mı? Evet, korkmuştu ama… O pek hoşlanmadığı cadı oradaysa sinirleri bozulabilirdi. Zaten Will’in onla çıktığını duyunca epey üzülmüştü, şimdi de onu orada görürse dayanamayabilirdi. Gerçi bir ara ayrıldıkları dedikodusu yayılmıştı ama…
“Haydi Lu, kendini bu kadar hırpalama.”
Kendini hırpaladığı doğruydu ama gerçekten kötü durumdaydı. Annesi hakkında edilen en küçük lafa bile tahammülü yoktu. Arkadaşının bileğine sarılarak doğruldu yataktan. Sersem gibiydi ama diğer kız onu düzene sokacaktı. Bavuluna yönelip içinden giyeceği birkaç parça eşya aldıktan sonra, büyük aynanın önüne geçip üstündeki pijamaları çıkarttı. Vücuduna yapışan açık mavi gömleği üzerine giyip düğmelerini kapadıktan sonra ayağına bir kot geçirip, aynadan kendine yansıyan dağılmış saçlarına baktı. Sevmiyordu onları. Doğru düzgün şekil veremiyordu da zaten. Arkadaşının yardımıyla çeki düzen verdiği saçlarına son kez bakıp ayakkabılarını giydikten sonra yüzüne eğreti bir gülümseme koyup yatakhaneden dışarı çıktı. Cıvıldayan Ravenclaw öğrencilerinden bazılarına selam verirken Hastane Kanadı’na ilerlemenin verdiği endişe ile dudaklarını kemirmeye başladı. Neşeli kahkahalar atan öğrencileri duydukça daha çok gerileceğinden köhne bir koridoru seçerek ilerlemeye başladı. Buralardan pek geçen olmazdı zaten. Bir tek Peeves ve o iğrenç şakaları dolaşırdı bu koridorda. Köşeyi döndüğünde neredeyse üzerine çıkacak olan büyücüye bakamadan yüzünü ekşitti. Biraz daha dikkatli olması gerekirdi. Dikkatli olması gerektiğiyle ilgili bir şeyler homurdanmaya başladı. Fakat gözlerini açıp karşısında duran gence baktığında az önce düşündüklerini bir kenara bırakıp yüzündeki garipliğe baktı. Sanki farklı bir Will’di o. Yüzünde her zamankinden farklı bir ifade vardı. Endişeliydi. Az önce söylediklerini boğazına tıkabilmek için her şeyi yapabilirdi. Onu ikinci sınıftan beri seviyordu ama söyleyemiyordu, hem o Irina denen kız olmasaydı… Zaten bu düşüncelerini kimseye açmamıştı, kendi kalbine gömebilmek adına ondan uzun bir süre uzak ta durmuştu ama çözüm değildi. Ona gittikçe bağlanıyordu. Kurtadam saldırısını öğrendiğinde ve yaralananlardan birinin Will olduğunu duyduğunda neredeyse oturup ağlayacaktı. Lanetli olduğuna inanıyordu sürekli. Sevdiklerini birer birer elinden alınma tehlikesi yer etmişti bu düşünceyi aklına. Yüzünde büyük bir kesik vardı. Ne olursa olsun her haliyle severdi Sylvia onu. Boğazındaki çizikleri görünce donup kalmıştı. Can vermemek adına boğuşmuş muydu o yaratıkla? Biraz daha bakmaya devam ederse Will yanlış anlayabilirdi. Bu yüzden gözlerini yüzündeki büyük kesikten uzaklaştırıp dev camlara götürdü. Yanlış anlaşılmak istemezdi. Zaten gözlerinin içine baksa Will onun bütün duygularını anlar gibi geliyordu. Bakmamak için biraz daha diretirken sonunda eli mahkûm mavi gözlerini William’ınkilere odakladı.
“Ben… Duyunca çok üzüldüm William, bunu sormak aptallık ama tam olarak nasıl oldu?”
Çocuk anlatırken kendini iyice kaptırmıştı Lu. Belki de sormaması gereken bir soruydu ama o anlatırken dinlemek… Ne kadar aşka inanmam dese de sırılsıklam aşıktı işte. Gözlerini yerden çekip onun gözlerine götürdüğünde yanaklarında hissettiği sıcaklığa ve terleme hissine lanet okumaya başladı. Birazdan da gözleri yanmaya başlardı kesin. Fakat o anda farkında olmadan götürdü eli titreyerek çocuğun yanağına deyiyordu. Sımsıcak avuçlarını bir buz dağını andıran tene değdirdiğinde irkilmişti ilk önce Will’in canını yakma korkusuyla. Sonra o el git gide okşar hale gelirken kendini kaybetmeyi bırakıp yavaşça çekti elini. Yanakları biraz daha kızarırken yaptığı aptallıkları telafi etmek adına bir şeyler gevelemeye başladı. Rezil olmuş gibiydi, üstelik sonrasında ne yapacağı bilmiyordu. Çünkü bu kez gerçekten saçmalamıştı… | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Tatlı Çelişki Salı 03 Şub. 2009, 15:06 | |
| “Ben… Duyunca çok üzüldüm William, bunu sormak aptallık ama tam olarak nasıl oldu?”
Başka biri ona böyle bir şey sorsa cevaplamaz ve büyük ihtimalle tersleyip giderdi. Ama ne cevap vermemek ne de terslemek mümkündü onun için Sylvia bir şey sorduğunda. Asla cevap almaması gereken bir şey bile olsa. Mümkün olduğunca kısa kesti yanıtını. Herhangi bir detaya girmeden de yeterince ürkütücü bir şeyi hoşlandığı birine anlatmak pek alışkanlığı değildi. Ama bu karşılaşmalarını biraz daha uzatacaksa neden olmasın. Sessizliği her zaman tercih ederdi ama madem gereken buydu. Sesi gittikçe kısılarak konuşmayı bıraktı. Hatırlamak bile istemiyordu aslında… Neyse ki Sylvia’da ayrıntılı bir hikâye duymak ister gibi görünmüyordu. William’da sustuğunda eski sessizliğine dönmüştü koridor. Kendi kendini boğmak istiyordu çünkü bir şeyler söylemek istese de konuşmaya çalıştığında ağzından mantıklı bir şeyler çıkmayacağını, hatta konuşabilirse bunun bile iyi olacağını düşünüyordu.
Kızın eli yanağına değdiğinde önce refleks denebilecek kadar hızla başını geri kaçırmış, sonraysa her nasıl oluyorsa kesiğin acımadığını fark edip durmuştu. Karşısındakinin amacı hakkında en ufak bir fikri bile olmasa da sıcacık elinin varlığından oldukça hoşnuttu. Bir yandan anlamsız bir panik duygusuyla kaplı bir William diğer yandan halinden oldukça memnun bir tane. Evet, karakterinin ikiye bölündüğü söylenebilirdi bu konuda. Bir şekilde canını yakmaması artık ona o kadar şaşırtıcı gelmiyordu. Eli sıcak, hafif ve yumuşaktı. Nasıl canını yakabilirdi ki? Hep soğuk hissettiği kesik ilk defa vücut ısısına uygun gibi gelmişti ona, her ne kadar bu ısı birden bire artmış olsa da. Normal birinin kıpkırmızı kesileceğini farkındaydı, ondaysa sadece yüzündeki o aşırı beyazlık yerini daha normal bir renge bırakmıştı. Sylvia’nın bunu fark etmemiş olmasını umdu. Gerçi kız birden elini çekmiş bir şeyler söylemeye başlamıştı. Her ne söylüyorsa pek anlaşılır olduğu söylenemezdi ya, belki o dinleyemiyordu. O bir anlık sıcaklık yerini iki katı daha kötü gelen bir soğuğa bırakmıştı. Oldukça rahatsız etmişti onu, düşünmeden indirdiği elini tuttu. Hâlâ bir şeyleri açıklamaya çalışıyor gibi görünüyordu. Kızın işaret parmağını dudağına bastırdı. Sus… Anlamış görünüyordu sustuğuna göre. Kendi de aynı sıcaklığı tekrar hissetmenin şokundaydı. Bağımlılık yapan bazı şeyler vardır, tehlikeli de olsa. William’ın düşüncesine göre bu da öyle bir şeydi. Her ne kadar Sylvia tehlikeli olmasa da. En azından görünürde. Kızın elini bıraktığını fark etmemişti. Dört senedir ilk defa bu kadar yakındı ona. Hatta sanki… Fazla yakın. Öyle ki direk karşısına bakınca değil biraz başını eğince görebiliyordu aralarındaki boy farkı yüzünden. Eğilince… Kesinlikle fazla yakındı. Nefes almak bile gereksiz göründü birden. Fazlasıyla gereksiz.
Kendini oldukça zorlayarak geri çekmese muhtemelen birkaç dakika sonrasında kızdan güzel bir tokat yiyecekti. Endişeli bir şekilde yüzüne baktı, evet kendini yeterince rezil etmiş, karşılaşmaması gereken tek kişiyle de karşılaşmış olduğuna göre o günün işkenceleri bitmiş olsa gerekti. Artık daha ne kadar batabilirdi ki? “Ben… Benim gitmem gerekiyor. A- acil bir iş…” Bir şeyler gevelemiş, kızın bir şey söylemesine fırsat vermeden neredeyse koşarak uzaklaşmıştı. Nitekim çok yürümeden düşünceleri onu öldürmek isteyen bir hızla kafasında dolaşmaya başlamıştı. Orada kalsa ne olurdu sanki? Korkağın tekisin sen Will, korkağın teki. Ne olabilirdi ki en kötü ihtimalle? Bana bir tane çakar. Ne çıkar ki, sonsuza kadar böyle beklemeye mi niyetlisin? Hayır, ama… Biraz cesaret yahu! Yürümeyi bıraktı. Sinir bozucu ‘gerçekler’ onu ikna etmeye çalışıyordu hâlâ. Kaybedeceğin hiçbir şey yok, bir arkadaş bile kaybetmiş olmazsın arkadaşın bile değil. Peki… Geri döndüğünde bazı tereddütleri olsa da yürüyerek yetişemeyeceğini anlayıp koşmaya başladığında hemen hemen her şüphesini yok etmişti. Doğruydu. Ne çıkardı ki?
Karşılaştıkları koridorda değildi Sylvia. Yakınlarda da görünmüyordu. Karşısına iki ayrı seçenek çıktığında gittiği yönü şansa bırakıyordu. O her zaman kötü olan şeye. İlk defa ‘şanslıydı.’ Sylvia Mızmız Myrtle’ın her zaman oraya gidenlerin başını ağrıtacak kadar konuştuğu kızlar tuvaletinin kapısındaydı. Şansına Will oranın kızlar tuvaleti olduğunu da, Mızmız’ın varlığını da unutmuştu yoksa direk içeri dalmak konusunda bu kadar kararlı olmayabilirdi. “Sylvia!” Koridorun başından seslendi ama Sylvia duymadı. Merlin… İttirdiğinde açılan kapının önüne geldiğinde hızını alamamıştı, durmaya çalışsa da kapının açılmasıyla tuvalete nazik(!) bir giriş yapmıştı. Aynı gün ikinci kez Sylvia’yı az kalsın eziyordu tabi. Çevresine baktığında girmemesi gereken bir yerde olduğunu anımsadı. Merlin’in Sakalı! Kızlar tuvaletine de daldım. Söylemeye pek kararlı olduğu şeylerin hiçbirini söyleyebilecek gibi hissetmiyordu şimdi, kızı karşısında gördüğünde. Tedirgin bir şekilde etrafına baktı yeniden, gözlerini ondan ayırmasının faydası olmuştu. “Ben, uhm…” Ona şaşkın bir şekilde baktığını farkındaydı, kızgın da olabilirdi ki hak etmediği de söylenemezdi. “Ben… Ben sanırım…” Tuvaletlerin olduğu tarafta belirmiş hayaleti fark etmemişti kızın yüzüne bakma gafletinde bulunduğundan. Yine tüm cesareti uçsa da toparlanma yönünde son bir adım attı. Ne olacaksa olsun be! “Ben… Sanırım sende hoşla-”“Onun burada ne işi var?” Mızmız Myrtle… Okulun huysuz, sinir bozucu hayaleti söylediklerinin son kısmını bastırmıştı. “-nıyorum.” | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Tatlı Çelişki Salı 03 Şub. 2009, 18:34 | |
| Ahh, salağın önde gidenisin Sylvia… Çocuğu ürkütmeyi bırak şimdi kaçıracaktı yanından. Böylesine saçma davranışları nasıl oluyor da beceriyor çok merak ediyordu. Zaten birkaç tane arkadaşı vardı, onları da bu saçma sapan hareketleri nedeniyle kaçıracaktı. Onu bunu bırak Will arkadaşı bile değildi. Sadece… Sadece binadan tanışıyorlardı ve… Sylvia ona deli gibi aşıktı. Biraz daha ahmaklık ederse Will gerçekten gidecekti. İndirmeye çalıştığı elinin işaret parmağını Will’in dudaklarında hissedince biraz daha artmaya başladı utancı. Belli ki kapa çeneni diyordu çocuk. Gevelemeyi kesti. Evet, evet Will elini tutuyordu… Ona hiç olmadığı kadar yakındı, bir daha göremeyebileceği kadar… Nefesini hissedebiliyordu ve o an çıldırmamak için kendini zor tutuyordu. Ne kadar istese de Will onun değildi, olmayacak gibiydi de… Bir sevgiliyi bırak arkadaş olmak bile büyük bir şanstı Sylvia’ya göre… O anda geri çekilip hızla uzaklaşması ve bir işinin olduğunu söylemesi oldukça da kırıcıydı. Zaten oldukça gergin görünüyordu. Her zamankinde farklı biri gibiydi. Ama yine de ona kızamazdı, ölse yapamazdı herhalde… Başını iki yana sallayarak gerisin geriye döndü ve bulduğu ilk kapıdan içeri girdi. O saçma gözleri yine dolmuştu işte. Hiç beceremiyordu şu aşk işlerini. Bugüne dek sevgilisi olmamasından kaynaklanan bir sorun da vardı işin ötesinde. Ne yapacağını bilmeyen biriydi. Will’i düşündü de… O an çılgınca bir şey yapmayı düşünse de bazen ortaya çıkan cins mantığı ona engel olmuştu. Zaten biraz daha üstelerse iyiden iyiye kaybedecekti onu. Aptalsın Lu, bunu kabullenmen gerek… Belki bir dosta, bir arkadaşa ihtiyacı vardı her şeyden önce. Az önceki aptallığını hatırladığında ise neredeyse kendini öldürecekti. Onu bu kadar seviyor olmasını kendi bile anlamıyordu. Nasıl olurdu, nasıl yaşardı ki… Yine saçmalıyordu işte. Saçmalamak Sylvia’nın göbek adıydı zaten. Canı sıkkın bir biçimde girmişti tuvalete. Ardından kapı tekrar açıldı. Biri neredeyse üstüne çıkıyordu kızın. Aynı gün iki kere ezilme tehlikesi atlatmıştı. Başını çevirip çıkışmaya hazırlanırken içeri girenin Will olduğunu gördü. Şaşkın bir şekilde ona baktı. Kızlar tuvaletinde ne işi vardı ki? Az önceki gibi de görünmüyordu hani. Nefes nefeseydi, saçları dağılmıştı ve oldukça garip bir yüz ifadesi vardı. Gözlerini ondan kaçırıyordu, bırak yüzüne bakmayı Sylvia’ya bakmamaya kararlı görünüyordu. Ne işi vardı burada? Bir şeyler söylemeye çalıştığını anlamıştı, bir ‘ben’ sözcüğüne takılıp kalmıştı çocuk. Yarı şaşkın yarı hayran bakışları William’a sabitlendiğinden yanlarına gelen Mızmız Myrtle’ı fark etmemişti.
“Ben… Sanırım sende hoşla-” “Onun burada ne işi var?” “-nıyorum.”
Ne? Tek düşünebildiği şey büyük bir soru işareti olmuştu. Yanlış duymuş olmalıydı. Ondan hoşlandığını söylememişti herhalde. Araya giren hayalet yüzünden yanlış duymuş olmalıydı evet. Ağzını açtı ama sesi çıkmamıştı. Dudakları ‘Ne?’ dermiş gibi kıpırdamıştı sadece. Bu sırada Myrtle söylenmeye devam ediyordu. “Erkeklerin buraya girmesi yasak. Dışarı çık, dışarııı!” Will’in elini tutup kendini çektiğini hayal meyal fark etti. Ona uymuş yürümeye başlamıştı ama nerede olduğunu bile fark ettiği söylenemezdi. Hayalet hâlâ yanlarında süzülüyor, konuştukça konuşuyordu. O kadar hızlı çıkmışlardı ki tuvaletten başının döndüğünü hissedebiliyordu. Düşüyor hissine kapılmıştı, düşüyordu da… Tabi William onu tutmasaydı… Koridorun sonlarına yaklaştıklarında yanlarından uzaklaşan Myrtle, bütün işlere burnunu sokmakla kalmıştı. Will’in gözlerinin içine bakamazken elinin hala onun elinde olduğunun farkında değildi. Merdivenlerin basamaklarını dahi saymaya başlamıştı. Will’in ‘Ee?’ gibisinden sorusuna ilk başlarda anlam veremese de az önceki itiraf aklına gelince kulaklarına dek kızardı. Utangaçtı, kıskançtı, şapşalın tekiydi ama delicesine aşıktı. Ne yapmalıyım diye düşünürken en başta aklına gelen delice fikir yine yer edinmişti beyninin kıvrımlarından birinde. Biraz daha kurcalarsa her şeyi mahvedebilirdi. Az önce sımsıcak olan elleri şimdi bir buz torbasına dönmüştü sanki. Gözlerini kapatıp yanağına, yarasının hemen altında bir yerlere, minik bir öpücük kondurdu. Gözlerini açmak istemiyordu, çünkü gözlerini açtığında o muhteşem büyünün bozulacağından feci halde korkuyordu… | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Tatlı Çelişki Salı 03 Şub. 2009, 22:37 | |
| Mızmız Myrtle tarafından kovulmak. Eğer hayaletin ona vurmaya çalışıp buz gibi suya dalmış gibi hissetmesine neden olmayacağını bilse gitmeyi düşünmezdi bile. Bir de hayalet-kız bu kadar gürültücü olmasa. Tüm okul başlarına toplamaya niyetli gibi bağırıyordu şimdi de. Hareket etmeye niyetli görünmeyen Sylvia’yı çekiştirerek kendini tekrar koridora attı. Bir şeyler bağırarak ağlayan hayalet peşlerini koridorda yürürken de bırakmamıştı. Ne dediğini anlamıyor, anlamaya da çalışmıyordu... Bir yandan hayaletin gelmeyeceği kadar uzaklaşmak istiyor bir yandan da söylediklerini düşünüyordu. Sanırım… Hoşlanmak… Yetersiz ve çocukça davranmıştı. Çocukça… Belki de öyle olduğundandır? Myrtle onları ne kadar kovalardı acaba? Sylvia ile yalnız kalmayı hem istiyor hem de korkuyordu şimdi. Tepkisinden… Myrtle koridorun sonuna kadar azimle peşlerinden gelip söylenmeye devam etmiş sonraysa sesi hâlâ koridorda yankılanarak tuvaletine dönmüştü. Onun gidişiyle sadece düşündüğü ikinci konuya önem vermeye başlayan Will endişeli bir ifadeyle Sylvia’ya baktı. “Eee…” Devamını getirememişti, sesi de oldukça titremişti konuşurken. Ama o anlamış görünüyordu. Beklediği bir sürü tepki vardı ama kızın verdiği tepki hiç beklemediğiydi. Dudaklarını yanağında hissettiğinde vücudunda ne kadar kan kalmışsa o da yüzünde toplanmaya karar vermiş gibiydi. Şaşkın şaşkın ona baktı. “Benim… Gitmem gerekiyor.”
Sylvia’nın söylediklerini başıyla onayladığını farkına varmamıştı. Hala sersem gibiydi. Ö… Öpmüştü. Vay be. Kızın adımlarının fazla hızlı olduğunu veya kendisininkini andıran bir ifadesi olduğunu bile fark etmemişti. Koridorda yalnız kaldığını anlayıp da gürültücü bir gurubun geldiğini belirten sesi duyunca yürümeye başladı. Ravenclaw Kulesine doğru gidiyordu. Gidiyordu yani, değil mi? Yüzünde beliren şapşal gülümseme görmeye değerdi doğrusu. Gün kesinlikle başladığı gibi devam etmiyordu. | |
| | | | Tatlı Çelişki | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |