|
| Ahududu Tadında | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Ahududu Tadında Çarş. 18 Şub. 2009, 21:47 | |
| Tarih: 1952 Mevsim: İlkbahar Hava Durumu: Hafif rüzgârlı ve güneşli Başlık Sahipleri: Sylvia Lucretia Worthing, William Julian O'Neil | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında Çarş. 18 Şub. 2009, 21:48 | |
| Aynadan kendisine isyan eden dehşet verici maviliğe kaptırmıştı kendini. Ne kadar mutlu görünmeye çalışsa da başaramıyordu ve içinde bir yerlerde bu istek patlak vermek üzereydi. Hayalleri vardı her şeyden önce, düşünmesi gereken bir geleceği vardı. İnce yüz hatlarına hüznün nahoş burukluğu yer etmişken, buz gibi ellerini değdirdi karı anımsatan beyaz tenine. Gözleri daha önce tadılmamış bir hüzünden parçalar taşıyordu sanki. Her çocuğa ağır gelebilecek şeyleri yaşadığı doğruydu ama daha kötüleri de vardı. En azından kendisini sevmediğini zannettiği bir babası vardı. O da olmasaydı kendini kaderin yalnızlığa terk ettiği çocuklar gibi hissedecekti. En sonunda yalnızlık beynini hükme geçecek ve lanetlenmiş bir yaratık gibi yavaş yavaş yok olacaktı. Düşünceleriyle hayatını biraz daha mahvederken, önündeki üç seneyi düşündü. Will ile daha fazla zaman geçirememek yeterince üzücüydü, üstüne bir de her sene tekrar eden ölüm tarihi onu iyiden iyiye yıpratıyordu. Yüzüne son bir kez baktı. Bir genç kızdan farksız olarak ağır bir yük vardı sanki üzerinde ve bundan kurtulmak zorundaydı. Öğleden sonra bütün zamanını yatakhanede geçirmişti, bahçeye çıkmaya, temiz havada solumaya ihtiyacı vardı. Biraz daha içeri tıkalı kalırsa kafayı yiyeceğinden adı gibi emindi. Son zamanlarda bir hayli kısalmış olan okul kıyafetleri hala üzerindeydi. Onlara bakıp lanet okumamak elde değildi. Bunlar yüzünden babasıyla görüşmesi gerekecekti ve Matthew’un ifadesiz suratı onu daha da üzecekti. Dağılmış saçlarını bir iki fırça darbesiyle düzene soktuktan sonra bütün hissettiklerini odada bırakmaya gayret göstererek dışarı fırladı. Hayatının en fırtınalı dönemleriydi. Bütün gençlik sancılarının, ilk aşkların, ilk kavgaların, ilk kırgınlıkların yaşandığı dönem… Hayatına biraz renk katmak zorundaydı, çünkü günden güne yok oluyordu.
Kendini Hogwarts’ın eşsiz bahçesinde bulduğunda, güneşin çekimser ışıkları gözlerini almaya başlamış, açmaya yüz tutmuş çiçek polenlerinin kokusu etrafı buram buram sarmıştı. Göl kenarından gelen esinti patikayı aşıp ihtişamlı binanın duvarlarını okşarken, açmaya yüz tutmuş çiçeklerin polenleri oradan oraya uçuşup duruyordu. Yukarıda bırakmış olduğu pelerinine ihtiyacı olmadığını düşünüyordu ama yine de o ince gömlek ve etekle üşümemesi olanaksızdı. Kollarını birbirine dolayıp hafif nemli toprağa saldı kendini. Kuş cıvıltılarına eşlik ederek ne kadar gittiğini bilmeden yürümüştü. Ardından beline dolanan bir el ve neşeli bir kahkaha onu yeryüzüne indirmişti. Gezindiği hayal âlemi imkânsızdan da ötedeydi. Will ve o, annesi ve Lu, mutlu bir aile tablosu… Arkasını hafifçe döndüğünde kendisine gülümseyen Simon’ı fark etmesi pek zamanını almadı. Zaten son zamanlarda tek işi buymuş gibi davranıyordu. Sylvia’da onu tatmin etmek adına dudaklarının kenarına eğreti bir gülümseme koyuyordu. Böyle arkadaşlara ihtiyacı vardı. Will’e ihtiyacı vardı, annesine ihtiyacı vardı… Ne konuştuğunu bilmeden başını sallamakla yetiniyordu sadece. Belki de ağzından çıkan kelimeler konuşmayla son derece alakasızdı. Tek yaptığı aptalca gülmek ve birbirinden alakasız cümleler sarf etmekti. Korunun oraya vardıklarının farkında değildi. Fısıldayan ağaçlar ve kıpırdayan çalıların sesine farkına varmıştı çevresinde olan bitenleri. Yavaşça ilerlerken kollarını birbirine sarmış, bir yandan yanındaki neşeli çocuğa bakıyor bir diğer yandan da nefes seslerini dinliyordu. Sırf mutlu olduğunu görsün diye kahkaha bile atmıştı fakat o kahkaha başına bela olabilirdi. Ya da her neyse… Başını yerdeki çalılardan kaldırmasıyla birlikte Will’in gözleriyle çarpışan gözleri garip bir şekilde yanıyordu. Siyah gözlerin mavilerden ayrılıp aşağılara doğru inmesiyle fark ettiği Simon’a bakıp kendi belindeki elini gördü ve hafifçe yerinde sıçrayarak ondan ayrıldı. Açıkçası fazla samimi görünüyorlardı. Yani kim olsa başka bir şey anlayabilirdi. Özellikle karşısındaki insanın Will olduğunu düşünürsek… İşte kendini bu kadar soyutlarsan olacağı budur, iyi halt ettin Lu… Kulaklarına dek kızarmıştı, hayatta asla onun olmayan ve belki de olamayacak olanı da kaybetmek üzereydi. Hüngür hüngür ağlamak, onu sevdiğini haykırmak istiyordu ama lanet olası gururu bunu durduruyordu sürekli. Eteğin sınırları dışındaki bacaklarına eğdi gözlerini. Titriyorlardı, belki de yerinde duramayacak haldeydi. Biraz daha kendini sıkarsa ağlayacaktı. Gözlerini onunkilerle çarpıştırmamaya özen göstererek bir şeyler zırvaladı. Yine saçmalıyordu, her zamanki gibi…
Yavaş adımlarla William’a doğru yürümeye başladı. Simon arada toz olmuştu. Ayaklarının altındaki dalların bastıkça çıkardığı çıtırtıları dinliyordu kendini sakinleştirmek adına. Zaten dördüncü yılda zor tanışmışlardı, tabi ona tanışmak denirse… Sylvia direk atlayıp çocuğu öpmüştü. Tabi yanağından, ama yine de kendini ahmak gibi hissediyordu. Gerçi bir ihtimal Will’de ona karşı bir şeyler hissediyordu ama Myrtle’ın o cırtlak sesi yüzünden tam net duyamamıştı. Etraf fazla sessizdi, oldukça fazla… Sırf bir şeyler söylemiş olmak adına elinin birini boynuna götürdü ve yavaşça sordu:
“Nasılsın?” | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında Çarş. 18 Şub. 2009, 21:55 | |
| Kendini tuhaf bir şekilde yorgun hissediyordu. Günler çok hızlı geçiyor gibi gelmeye başlamıştı artık Will’e. Özellikle diğer tüm sorunları yavaş yavaş önemsizleşip de bir kurtadam olmanın ne demek olduğunu tam olarak anladığında. Dolunay. Dolunay’da Sam gibi bir canavara dönüşecekti. Günler bu yüzden hızlılaşmıştı onun için, korkuyla beklediği gün yaklaşıyordu. Bu arada Sam’in ısrarla ona yazdığı mektuplar vardı. Çocuğun beş, altı sayfalık mektubu onu görünce öldürmek isteğini biraz azaltmıştı, bir kez cevap yazdığında da işine yarayacak bilgiler almıştı. Eğer hala onu öldürmeye niyetli değilse kendisine ve Elizabeth’e yardım etmeye hevesliydi dönüşüm sırasında. Hastane Kanadındaki surat ifadesini düşününce isteksiz de olsa kabul etmişti Will, Elizabeth’e sorma gereği duymadan. Bir Slytherin öğrencisiyle konuşmak zorunda kalmak istemiyordu, onlara karşı oldukça önyargılıydı. Korkuyordu, hayatında hep zaman geri almak istemişti, ilk defa durdurmayı da bir o kadar istiyordu. Sam’in uğradığı değişim daha da korkutuyordu onu, beş-altı yıl önce arkadaşı olan çocukla aynı kişi olduğuna inanmak neredeyse imkânsızdı. Kısa ve komik bir kesimi olan siyah saçları, ondan büyük olsa da daha çocuksu olan yüzü, annesinin seçimi olduğunu bildiği komik giysileri… Hatırladığı kadarıyla saç kesimi diye bir şey duymamış gibi görünüyordu şimdi, yüzü sertleşmişti ve ifadesi bir yetişkini anımsatıyordu sözcükleri gibi, onu gördüğünde kıyafetleri bir Muggle sokak çocuğunu andırıyordu. Tabi bir de isim vardı. Kronos diye imzalanmıştı ona gelen mektuplardan biri, nedenini sorduğunda yeni adı olduğunu söylemişti. Kronos… Muggle kitaplarına olan merakı yüzünden yunan mitolojisinden biliyordu bu adı. Kaos’un oğlu, zaman tanrısı Kronos… Bu ismi garipsese de şu anda Zaman tanrısının kurtadamdan daha çok görmek isteyeceği kişi olduğunu düşünüyordu açıkçası. Zaman sinir bozucu bir şeydi, hızlı geçmesi gerektiğinde saniyeler dakikaya dönüşür ama biraz yavaşlaması gerektiğinde, örneğin bir sınavda dakikalar saniyeler kadar hızlanırdı, daha bile hızlı gelirdiler. Evet, şimdi de biraz yavaşlama istiyordu, vaktini neredeyse sıkıntısız geçiren insanlar sinirini bozuyordu fena halde. Tek düşüncesi sınavlar ve sınıf geçmek olanlara imreniyordu. Sadece son haftalarda değil hayatı boyunca sorunları olmuştu, ama bu kadar yabancılaşmamıştı çevresine daha önce. Zaten yabancı olmakla tanıdıklarından da uzaklaşmak arasında fark vardı. İlki kötü hissetmesini sağlardı küçüklüğünde, bir gün özleyeceğini hayal bile edemezdi.
Göl Kenarı’ndan nefret ediyordu o yüzden son zamanlarda yalnız kalmak istedikçe Fısıldayan Ağaç Korusu’na gidiyordu. Çevrede başka öğrenciler olduğundaysa Kütüphane’nin sessizliğini tercih ediyordu. Bu iki yer gerçekten zamanın durduğunu hissettiriyordu ona. Ama özellikle Fısıldayan Ağaç Korusu’nu seviyordu, ona bakan insanların olmadığı bir yerdi. Kütüphanenin sessizliğinin getirdiği kasvetli hava da yoktu üstelik. Ama ne kadar yürürse yürüsün düşüncelerinden kaçmanın bir yolu yoktu işte. Keyifsiz bir şekilde önündeki taşı tekmeledi. Her şey bir yana bir önemli sorunu daha vardı zaten. Sylvia ile konuşmaktan hem kaçıyordu hem de aslında konuşmak istiyordu. Ama ne diyecekti ki? Aynı binada olduklarından karşılaşmamaya çalışmak zordu, aslında onunla konuşmayı hemen hemen her şeyden çok istemesi gibi bir şey de vardı tabi kafasını karıştıran. Düşünceleri bütün kurtadam ve dolunay meselelerinden uzaklaştığı ender zamanlarda onun üzerinde toplanıyordu. Sylvia… Tam adını düşünürken köşeyi dönmesiyle büyük bir ağacın arkasında kızı görmesi bir olmuştu. Ne? Bir şeyi kırk kere söylediğinde olması gibi çatlak muggle uydurması şeyleri bilirdi ama düşünerek de birini karşına getiremezdin herhalde. Geri dönmeyi bir an için düşündü ama o Sylvia’yı gördüğünde kızda başını kaldırmıştı. Göz göze gelmeleri ürkütücüydü, mavi gözleri onu delip geçiyor gibi gelmişti. Gözlerini kaçırdığında Sylvia’nın yanındaki çocuğu da gördü. Çocuk demek pek doğru olmazdı kesinlikle 6. veya 7. sınıfa gidiyor gibi görünüyordu. Ama ister çocuk olsun ister Sihir Bakanı William için kesinlikle pisliğin teki konumundaydı. Kaşlarını çatarak Sylvia’nın beline sarılmış koluna baktı. Merlin... Muhtemelen bakışlarını takip etmişti kız çünkü yere diktiği bakışlarını tekrar kaldırdığında aralarında normal bir uzaklık vardı. Sarışın çocuğun yanından geçişini izlerken Merlin’e lanetler yağdırıyordu içinden. Bir de ne umduğunu düşünüyordu da…
“Nasılsın?” Harika... Sesinin soğuk çıkmaması için büyük bir çaba gösterdi, yine de çok başarılı olduğunu sanmıyordu. Üstelik hem soğuk hem de kırılmış çıkmıştı sesi. Sen fazla hayal kuruyorsan kızın suçu ne? Kütüphanede kalmış olmayı diliyordu şimdi gerçekten. “B-ben… İyi sayılırım.” Aslında sen nasılsın diye devam etmesi gerekiyordu ama nezaket kurallarına uyma gününde değildi. Aksine soğuk, kırılmış, aksi… Planladığının tam tersi davranması şart mıydı kızı görünce sanki? Sesini düz tutmaya çalışarak –ki yine başarısız oldu- sordu. Sesindeki titremeyi fark etmese de kızın yüzüne bakması bile düşüncelerini anlamasına yeterdi muhtemelen. “Erkek arkadaşın mı?” Soğuk… Hava mı soğumuştu birden? Kendini salak gibi hissediyordu. Evet Will, gerçekten salaksın. | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında Perş. 19 Şub. 2009, 00:06 | |
| Will’in sorusuyla kendini kaybeder gibi olmuştu. Gerçekten öyle bir görünüm verdikleri doğru muydu? Yani Simon… O, sadece… Arkadaşıydı. Eğlenceli biriydi ve Sylvia’yı güldürmeyi başarıyordu. Will ise apayrıydı. Yani yaklaşık olarak üç yıldır ondan hoşlanıyordu, seviyordu, âşıktı? Her neyse işte, ama ona karşı bir şeyler hissettiği apaçık ortadaydı. Hem, Will birkaç hafta önce hoşlandığını söylememiş miydi? Evet gibi… Gibi nasıl? O salak hayalet yüzünden tam net duyamamıştı işte, bir de anormal anormal çocuğu öpmüştü. Kendinden nefret ediyordu, belki de karşısındaki çocuk ta ondan nefret ediyordu ama Sylvia bunu bir türlü anlamıyordu. Çünkü o her zaman içine kapanık ve inek kız olmuştu. Hiç kimseyi hak etmediğine inanıyordu. Belki de bu düşündüğü onu gün geçtikçe paranoyak yapıyordu. Düşünceleri gittikçe derinleşiyor William'ın sorusu kulağında çınlayarak büyüyordu sanki. Her defasında biraz daha derin ve içten... Onu yıkan bu sözcükler sonucunda kekeleyerek de olsa bir şeyler söylemek zorundaydı; fakat ne diyecekti, bilemiyordu. Böyle karışık bir durumun içinde olması onun için bir ilkti ve o an için Simon'ın yanında olmasından ve bu durumda sanki sevgilisine yakalanmış gibi hissetmesinden nefret etti bir an, ama bu kıskançlık ya da herhangi bir düşünce bütünü ne kadar doğruydu bunu da anlamıyordu. Sonuçta William onu en iyi bilenlerden biri olarak görüyordu ve yaşadıkları her şeyin yaptığı saçmalıkların bir kanıtıydı. Düpedüz ondan hoşlanıp gittikçe bağlanıyordu. Bunu söylemek kendine bile zor geldiğinden olsa gerek birçok soru işaretiyle kafasını iyice karıştırıyordu. Yalnızlık her zaman çekip sonunu bulamadığı bir histi onun için, bunun nedeni annesini yanında göremeyip ona sevgi aşılamamasından olsa gerekti. Zordu bu sorun, kendini ne kadar sosyal hissetse bile içinde bir yerlerde yalnız kaldığı her anda o büyük his doğuyordu. Bu hissin gerçekleşmesine sebep olan iki çift göz vardı o da William'ın o anlam veremediği her anda farklı bir manaya gelen gözleriydi… Bir pamuğu andıran ellerinin arasına aldığı Will’in sağ eline ve kendisininkilere bakıyordu. Gözlerini Will’in gözlerine götürüp konuşmaya başladı, yalan söylemiyordu. Yalan söylemeyi sevmezdi ve Will umarım ona inanırdı.
“ Bunu düşünebildiğine inanamıyorum Will, yani o… Simon, sadece arkadaşım. Yani biz… Çıkmıyoruz, o sadece… Beni eğlenmiş görmeyi seviyormuş…”
Hala avucunda tutuyordu Will’in ellerini. Ona ilk kez lakabıyla hitap etmişti, belki de bu aralarındaki resmiyeti kaldırdığını, biraz olsun ona yakın olmak istediğini göstermek için yaptığı bir şeydi. Tabi bilinçsizce… Dolan gözleri kendini zor tutmasına sebep oluyordu. Onun gözlerinin içine bakarken görüşünü buğulamış, neredeyse süzülecek olan yaşlar kenarlardan süzülmeye başlamıştı. Belki de yalan söylemediğinin en iyi kanıtıydı bunlar. Gerçi kendini niye ispatlamaya çalışıyorsa? Erkek arkadaşı değildi, bir şeyi değildi. Belki de Will’e göre sadece bir kızdı Sylvia. Acaba kızın kendisine karşı hissettiklerini bilse ne yapardı? Güler geçer miydi? Artık elini bırakmalıydı çünkü Will böyle olmasından rahatsız olabilirdi. Gerçi geçen seferkini hatırlarsak elini bırakmasını istememişti. Yanağından süzülen yaşlardan biri çocuğun elinin üzerine düşerken, o sadece gözlerine bakıyordu. Gözlerine… Yine fazlasıyla yakındı ona, yine imkânsız gibi görünen bir andaydı ama hayat onu bir kez daha yüzüstü bırakırsa isyan edebilirdi. Hiç olmadığı gibi, yapmayacağı gibi… | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında Perş. 19 Şub. 2009, 00:54 | |
| “ Bunu düşünebildiğine inanamıyorum Will, yani o… Simon, sadece arkadaşım. Yani biz… Çıkmıyoruz, o sadece… Beni eğlenmiş görmeyi seviyormuş…”
Gerçekten arkadaş gibi duruyordunuz. Sözcükler dilinin ucuna kadar gelse de sessiz kalmayı yeğelemişti. Zaten hesap sorar gibi sorması saçmaydı bunu, sana ne dese ne diyebilirdi ki? Nesi oluyorsun da kızın hesap soruyorsun? Hastane Kanadından çıktığı günkü karşılaşmalarını düşündü. Evet, bir hata yapmıştı ve anlaşılan şimdi düzeltmesi gerekiyordu. En azından Simon dediği çocuk veya başka birini yanında gördüğünde bu kadar soğuk davranmasını açıklayabilirdi, açıklaması gerekmezdi her seferinde belki. Kızın tepkisini de tahmin edemiyordu ya. Bir tane patlatırmıydı? Yüzüne bakmaya cesaret ettiğinde şaşkın ve biraz da ürkmüş bir şekilde ona bakakaldı. A... Ağlıyor muydu? Yok artık. Sıcak bir gözyaşı damlası eline düştüğünde kendisiyle çelişmesi gereksizleşmişti, evet ağlıyordu. Ve senin yüzünden, gerizekalı. Gerçekten onun yüzünden miydi? Başka bir şeyden dolayı üzgün olduğunu umuyordu, o kadar da sinirlendirecek veya üzecek bir şey de söylememişti ki. Söylemiş miydi? Evet, kesinlikle kafası karışmıştı ve kesinlikle kütüphanede kalmalıydı. Bir iki kez konuşmaya çalıştı ama ağzını açtığında bir ‘ben’ sözcüğünü bile söyelmeyi başaramıyordu. Öfkeyle yerdeki bir taşa tekme attı. Bakışlarını mümkün olduğunca ondan kaçırıyordu ama kendisine baktığını farkındaydı. Ağzını açmayı bile beceremiyordu sanki beyniylew aradaki bağlantı kopmuştu. Bir şeyler söyle sersem. Hayır, kelimeler onu terk etmişti.
“B-ben...” Tebrikler, konuşmayı başardınız. “Ben... bir şey söylemek istiyordum.” Kime? “S-sana daha önce söylediğim bir şeyle ilgili bir...” Konuşmayı öğrendin de... Devamı? “... düzeltme.” Düzeltme mi? Yani doğruydu ama uygun bir devam getirmesi zordu, hem ayrıca kızın baştan yanlış anlayıp dinlemeden gitmesi de mümkündü. O zaman William, hızlı konuş. “Hatırlarsın –umarım sana söylediğimi... Senden hoşlandığımı?” Bir tepki bekleyerek ona baktı ama hiç bir şey söylemediği yetmiyormuş gibi ne düşündüğü de anlaşılmıyordu. “Ve ‘sanırım’ kullanmıştım, hatırlarsın belki. Ben... Öncelikle ‘sanırım’ kesinlikle uygun bir sözcük değildi ve hoşlanıyorum demenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ben...” Evet, tekrar konuşamayacak gibi olması için en kötü andı kesinlikle. Kızın yüzündeki ifade kendini çok kötü hissetmesine neden olmuştu. Yani, birine önce senden hoşlanıyorum de sonra da hoşlanmıyorum de. Bir konuşabilseydi adam gibi! Muggle film ve kitapalrındaki kadar kolay değildi ama. “Hoşlanıyorum demenin yanlış olduğunu düşünüyorum çünkü ben... Seni seviyorum Sylvia. Ilk... ilk kez gördüğümden beri.” | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında Perş. 19 Şub. 2009, 22:33 | |
| Yine zayıflığına dur diyememesi yüzünden süzülmüştü gözünden bir damla yaş. Tamam, duygusal biri olduğu apaçık ortadaydı ama bunu bu kadar belli etmesini kendisi de garipsemişti. Belki de henüz farkına varamadığı bir düşünce egemendi beynine. Ondan hoşlandığının farkındaydı ama içten içe bağlandığını fark edemiyordu. Bu gözyaşı da o yüzden düşmüştü belli ki. Tek elini Will’in elinden çekip gözlerinin yanlarından yanağına akan gözyaşlarını sildi. Ooff… Ağlamayı keser misin? Yüzü kesinlikle kıpkırmızı kesilmişti o an, biri görse kaçabilirdi ondan. Belki de kendisine bugüne dek nadir rastlayan cesaret bugün onunla birlikteydi, çünkü gözlerini ayırmaksızın bakıyordu Will’e. Biraz geri çekildi. Epey yakın duruyordu ve bu çocuğu rahatsız edebilirdi. Seyahate çıkmış olan beynin geri geldi demek… Hayatı saçmalıklardan oluşuyordu, ağlaması da bir saçmalık değil miydi sonuçta? Zayıf olduğunu külliyen kabul ediyordu. Zaten etmese büyük yalan olurdu. Ne olduğu apaçık ortadaydı işte.
“Ben... Bir şey söylemek istiyordum.” Başını evet dercesine salladı. Devamını gerçekten merak ediyordu. “S-sana daha önce söylediğim bir şeyle ilgili bir...” Ne yapıyor bu, kızı kalpten götürmeye mi çalışıyor? Çabuk konuşsana Will… Kendi içinde debelenirken, kulaklarının uğultusuna duyamıyordu söylediği birçok şeyi. Bazılarını anlıyordu ama yarım yamalak anlıyordu. Düzeltme, hata… Ne hatasıydı şimdi bu? “Ve ‘sanırım’ kullanmıştım, hatırlarsın belki. Ben... Öncelikle ‘sanırım’ kesinlikle uygun bir sözcük değildi ve hoşlanıyorum demenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ben...” Suratının aldığı ifade görülmeye değerdi. O kadar bozulmuştu ki anlatılamaz… O çocuğa delicesine şeyler hissederken karşısındakinin ona kendisinden hoşlanmadığı söylemesi… Dudakları titremeye, gözleri yanmaya başlamıştı. Bu kadar saçma olmayı nasıl beceriyordu her defasında. Parmaklarının uçlarından tuttuğu çocuğun elini bıraktı bir anda. Hiç olmadığı kadar kötü hissediyordu. Gözlerindeki mavilik sanki bu söylenenlerden duyduğu acıyı yansıtmak istercesine derindi. Zaten kim olsa böyle olurdu, yani kolay değildi… Hem de hiç… Gerisin geriye dönüp oradan uzaklaşmayı geçirdi aklından. Ama o zaman içinde hep bir ukde kalacaktı söyleyeceklerinin devamını dinleyemeyeceği için. Gözlerini ilerideki bir yeşilliği sabitlemiş, oraya boş gözlerle bakıyordu. Ta ki Will’in söylediklerini işitinceye kadar…
“Hoşlanıyorum demenin yanlış olduğunu düşünüyorum çünkü ben... Seni seviyorum Sylvia. İlk... ilk kez gördüğümden beri.”
Az önceki donukluğun yerini şiddetli bir kahkaha almıştı. Tahtaların yerinde mi Lu? Evet, sinirleri tamamen bozulmuştu. Ne zaman güleceğini, ne zaman ağlayacağını bilmiyordu. Ve biraz daha şiddetli gülerse bütün milleti üstlerine toplayabilirdi. Bazen kendinden nefret ediyordu. Gülerken gözlerinden damlayan yaşları kontrol edemiyordu ya da gülüşünü… Bu tamamen onun zayıflığından kaynaklanıyordu. Gerçi o ruh halinde ne kadarını anlayabilmişti, bilmiyordu. “Özür dilerim Will, benim… Sadece sinirlerim bozuldu da…” Biraz duraksadı. Will dahi itiraf ettiğine göre kendisi de bir şeyler söyleyebilirdi. Tabi bunun adi bir şaka olduğunu düşünmezsek. Ya gerçekten kandırılıyorsa? Yok, yok o Will’e güvenirdi. Hatta kendine güvenmediği için bütün güven duygusunu ona nakletmiş gibiydi. Duraksadı, kendiyle adeta bir savaş veriyordu. Birkaç dakika önce olsa anında söyleyebileceği şeylerin hepsi boğazında düğümlenmişti sanki. Birkaç hafta önceki cesaretine kavuşmak istiyordu. Hafifçe ağzını araladı. “İlk günden beri…” Dedi. Anında kıpkırmızı kesildi. Devamını getirecek cesareti bulamıyordu kendinde. Sadece yere bakıyordu. “Seviyorum…” Hayrola, cesaret tohumları yerlerde mi dolanıyor Lu? | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında Cuma 20 Şub. 2009, 01:07 | |
| Kafası karışmaya başlamıştı ama. Ne oluyor ya bir ağlıyor bir gülüyor. Aslında ikisini aynı anda yapıyor gibi görünüyordu şu anda. Komik… Komik olan neydi? Üzücü olanın da ne olduğunu bulamamıştı gerçi biraz önce. Gerçekten komik bir şey mi söylemişti ya? Off... Bir an az önce Sylvia’nın yanında olan şu çocuğu, - Simon mıydı?- düşündü. Arkadaşım demişti ama... Saçmalama Will. Ona yalan söylemesine gerek yoktu çünkü böyle bir konuda yalan söylemesini gerektirecek konumda değildi. Nereden çıkmıştı bu yürüyüş işi ya? Söylemişti de ne olmuştu sanki? Yine aynı miktarda sıkıntı vardı üstünde işte. En azından diğer türlü biraz daha umutluydu. Gerçi hala anlamıyordu neden ağladığını. Belki de onunla alakası yoktu, iyi hoş onunla konuşmadan önce gayet neşeli duruyordu Simon denen çocuğun yanındayken. Geldin ve kızın keyfinin içine ettin sanki William. bilmiyordu. “Özür dilerim Will, benim… Sadece sinirlerim bozuldu da…” Kızgın filan değildi yani? Değil miydi? Sinirleri bozulmuş. Tamam da neden? Gerçekten hani bir tane çakması bile daha beklendik bir tepki olurdu. Ürkütüyordu bu hali Sylvia’nın. Ne yapacağını iyice şaşırmıştı. Ve ne söyleyeceğini. Veya söylememesi gerektiğini. Gözlerine bakmak neredeyse öldürücü bir şeydi zaten. Yanındayken düşünmek yeterince zordu, ama gözlerine baktığında neredeyse imkansız hale geliyordu. Balyoz etkisi yapıyordu Sylvia’nın bakışları. Eh bu hatayı da yapmıştı hiç bir şey söyleyemiyordu. Biraz kendine gelmiş görünen kız konuşana kadar sessiz kaldı. “İlk günden beri… Seviyorum…”
Duyduğu şeyin gerçek olması imkansızdı orası kesin. Muhtemelen duymak istediği şeyi duymuştu kız söylememiş olsa da. Nasıl becermişti bilmiyordu ama öyle olmalıydı. Yani... Fazla iyiydi onun başına gelmek için söyledikleri, yüz ifadesi duyduklarını doğrulasa da. N... Nasıl? Bir şey söylemeye çalıştı ama yine başarısız oldu. Neden önemli anlarda kelimeler onu terk etme kararı alıyordu ki sesiyle beraber. Saçmalamak bile böyle kazık gib idurmaktan daha mantıklıydı. Mantık mı? İyi değilsin sen Will. En azından konuşmuş olurdu, böyle içi doldurulmuş bir oyuncak bebek gibi durmazdı. Konuşmak doğru bir seçenek olmasa da hareket edebiliyordu. Tabi, işaret diliyle bir şeyler anlat kıza, başka?
Bir anda verilen kararlar nadiren doğru ve olumlu çıkar, William’ın yaptığı kesinlikle olumlu çıkacaklar arasında değildi. Kıza gözlerini dikmişken ve biri ona ‘Silencio’ yapmış kadar sessizken birden ona iyice yaklaşıp eğilmesi kesinlikle onun kadar herşeyi batırma yeteneği olan birinin yapacağı bir şey olsa da, doğru değildi. Doğru ve yanlış olmasından ziyade zamanlaması kötüydü aslında. O kadar garip bir ruh hali içindeydi ki doğru ve yanlışı ayırt edebilecek gibi görünmüyordu. Sylvia başını kaldırdığında yüzünde bütün gün belirmemiş bir gülümseme belirdi, belli belirsiz bir gülümsemeydi gerçi. Nefesinin sıcaklığını hissedecek kadar yakındı ona şimdi. Birkaç kaymak birası içmiş gibiydi peş peşe. Öyle bir sersemlemişlik vardı üstünde. Kıza zaten oldukça yakındı. Şimdi de sanki fazlasıyla yakındı...
Dudakları onunkilere değdiği anda arkasındaki doğal olmayan bir hışırtı düşünmeyi bile unuttuğu o anı bıçak gibi kesmişti. Merlin... Biraz da refleks olarak arkasını döndüğünde gördüğü kişinin görme ihtimali olan kişiler arasında son sıralarda yer alması adil değildi. Sözde az önce gitmiş olan Simon’un geniş bir ağaca dayanmış yüzünde tam kestiremediği garip bir ifadeyle onlara bakıyor olması da. Merlin aşkına ne işi vardı ki burada. Bakışları Simon’dan gözlerini diktiği Sylvia’ya çevrildi. Harika. Gerçekten harika... Ya çocukta bir ruh emici geni vardı yada hava birden serinleşmişti. Hafif hafif esen rüzgarın sertleşmesi de olabilirdi ürpermesinin nedeni, çocuğunu varlığı da. Sinir bozucu ve bir hayli gereksiz biri diye düşünüyordu rüzgar yüzünden gözlerinin önüne düşen saçlarını eliyle geri atarken. Sinir bozucu... | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Ahududu Tadında C.tesi 21 Şub. 2009, 21:51 | |
| Söyledikleri karşısında Will’den hiçbir tepki gelmemesini garipsemişti açıkçası. Gerçi kendisininki gibi garip bir şey yapmaması da bir yönde iyiydi Sylvia için. Ama bu suskun hali de iyi değil gibiydi. Belki de söylediğine söyleyeceğine bin pişman olmuştu. Ne denebilir ki? Başını yere eğdi. Zemine yaklaştıkça burnuna gelen nemli toprak kokusunu çekti içine. Kollarını birbirine doladı, epey üşümüştü. Kuytu bir yerde olmaları bir kenara, nemle karışmış rüzgâr iyice çarpıyordu yüzüne. Sessizlik o dakikada ölüm gibi geliyordu. Her şey bir yana Muggle’ların fırtına öncesi sessizlik dediği anlardan birinde olma ihtimalleri de epey yüksekti. Sessizliğe diz boyu batmışlarken başını kaldırmasıyla Will’i kendine oldukça yakın buldu. Fazla, çok fazla… Yüzünden bir anda geçen belli belirsiz gülümseme ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gözlerinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Sanki kendinden geçmiş gibiydi. Çok kısa bir süre sonra onun nefesini hissetmeye başladı. Oldukça yakınlardı, oldukça yakın… Yavaşça gözlerini kapattığında dudaklarında hissettiği, anlatılamazdı. Çünkü bu gerçek olmayacak kadar güzeldi…
Tepkisizlik ve ani durağanlık sonrası küçük ama içten gelen bir hareketti bu belki de, çok içten ve utançla yapılmış olduğu apaçık ortadaydı. Böyle bir şeyin olabileceğini tahmin edemeyen Lu gittikçe heyecanlanıyordu. Hayatında ki ilk öpücüğüydü; fakat ona hep düşlediği gibi mükemmelliği değil hayatında ki garipliği getirmişti. Bunun nedeni de uzun zamandır yalnız olup hiç bir şeyi doğru düzgün düşünemeyişi olsa gerekti. Zor bir geçmişe sahipti, bu olayları yaşaması da hayatına renk katarak garip bir tat bırakmıştı damağında… Ama onu korkutan bir şey vardı. Bu mutluluk nereye kadar sürecekti. Şu ana kadar hiçbir şeyi sonuna kadar yaşayamamıştı. Bu olanlardan sonra her şey olduğu gibi mi olacaktı, yoksa Sylvia artık çok isteyip de kavuşamadığı o sevgiye William'da mı sahip olacaktı? Bilinmezlik ve geleceğe yönelen alışılagelmişin dışında gelişen olaylardan sonra böyle düşünmesi doğaldı; fakat bunu şu an gözlerinin içine bakarak duran William'a sezdirmemeliydi. Yoksa bu anı rezil eder ve hep hayatında olduğu gibi büyük kargaşa yaratarak, bir çuval inciri mahvederdi. Asıl mahvolma sebebi Simon’ın ilerideki ağaçta durmuş, kendilerine garip bir ifadeyle bakmasıydı. Nereden çıktı o? Hani gitmişti?
Will çocuğa öldürecek gibi bakıyordu. Belki de içinden gerçekten öldürmek geçiyordur Lu, olamaz mı? Az önceki olayı hatırlayıp elmacık kemiklerinin üstü biraz olsun kızarmıştı. Elleriyle kollarını ovalamaya başladı. Epey üşümüştü. Kollarındaki, hatta vücudundaki bütün kan yanaklarında toplanmış gibiydi. Belki üşüdüğünden belki de korktuğundan, neden korkuyorsa artık, Will’in elini tutma gereği duydu. Bugün saçmalama günündesin Lu, evet… Her şey bir yana o anın yok olmasına epey bozulmuştu hani. Yani insan görse bile geri çekilir değil mi? Derin bir nefes alıp Will’i çekiştirmeye başladı. Garip şeyler olabilirdi. Zaten epey üşümüştü. Biraz ilerledikten sonra, kulenin ihtişamını izledi bir süre. Hala buz kesmiş eli çocuğun elindeydi. Gözlerini eğip parmaklarına baktı, böyle durmalarından son derece memnundu, tabi babasına bir kurtadama aşık olduğunu söylediğinde vereceği tepkiye kadar. Delisin sen Lu… | |
| | | | Ahududu Tadında | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |