|
| Doğrular ve Yanlışlar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Doğrular ve Yanlışlar Perş. 26 Şub. 2009, 00:40 | |
| Tarih: 1952 Mevsim: Kış Hava Durumu: Dondurucu bir soğuk bütün Hogwarts'a hakim. Başlık Sahipleri: Elizabeth Black, William Julian O'Neil, Kronos | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: Doğrular ve Yanlışlar Perş. 26 Şub. 2009, 00:41 | |
| Bitiş, yok oluş… Korkunun etrafında bir pervane olup, benliğini ele geçirdiği o dakikada kendini bir paçavra gibi yok etmek istedi. Gözlerini yumduğunda belirginleşen vahşet örneği, ardından yaralarının bir anda sızlaması ve aniden açtığı gözbebeklerindeki büyüme… Korkuyordu, çünkü kendine saldırıldığı gece o pisliğin halini görmüştü. Şimdi kendisi de onun gibi olacaktı… Başucunda bulunan aynayı yüzüne götürdüğünde acı gerçekle bir kez daha karşılaştı… Elmacık kemiklerinden çenesine değin uzanan yarık kabuklarından kurtulmuş ama pembe bir iz bırakmıştı yerinde. Kusursuz yüzündeki o acı geceden kalma, dehşet verici izin yaşamı boyunca ona yoldaş olacağını bilmiyordu tabi… Son zamanlarda pek bir değişime uğramamış bedenini kaldırdı yataktan. Kilo alıp vermediğinden olsa gerek sene başında aldıkları eşofman vardı altında. Çıkardığı hışırtı sinirini bozsa da, allanıp pullanıp gitmeyecekti oraya. Üzerindeki askılı tişörtün kendisini üşüteceğinin farkındaydı. Aynı eşofmanın ceketini üzerine geçirip, ayağındaki bez ayakkabıları bağladı. Hiç bu kadar gergin olmamıştı. Eh, bu durumda rahat olması beklenemezdi zaten…
Bahçeye adımını atar atmaz içine işleyen soğuğa aldırmaksızın yürümeye başladı, çimenlerin çıkardığı hışırtıyı dinleyerek ilerliyordu. Soğuğa alışkındı, açıkçası havanın soğuk oluşu pek etkilemiyordu Liz’i. Sonuçta yedi yılını Slytherin zindanlarında geçirmişti. Hem o ne soğuklar biliyordu… Tepeden sıkıca topladığı sarı saçları uçuşuyordu rüzgârda. Bu gecenin de diğerinden pek farkı yoktu işte. Hava kararınca göldeki nem rüzgârla ortak olup yine bıçak gibi kesecekti her bir yanını. İşin kötü yanı ailesine söylememişti olanları. Dayrnt’ın bilmesini özellikle istemiyordu. Gerçi küçük kız kardeşi her şeyi ispiyonlamış olsa, kesinlikle abisi ve annesi damlardı okula. Bütün bu düşünceleri bir kenara bırakıp o gece hakkında yoğunlaştı. Beyninin hükmünü kaybederse mahvolurdu ki zaten o durumda onu hükmedebilen pek yoktu. Sadece birilerine zarar vermekten ve o lanet olası pis kanı dudaklarına değdireceğinden endişeleniyordu.
Ağaçlık bölgeye yaklaştıkça çarpmaya başlayan kalbine lanet okuyordu içinden. Sessizce, kimsenin duyamayacağı şekilde… Tıpkı o aptal çocuğun kendilerine saldırdığı gibi… Adının Sam olduğunu öğrendiği çocuğu gördü ilk önce, ardında William’ı. Birbirlerine yokmuş gibi davranıyorlardı. Eh Will pek haksız sayılmazdı aslında… Aheste aheste yanlarına yaklaştı. Oraya gitmeyi hiç istemiyordu ama ayakları zorla götürüyordu sanki. Çatık kaşları onu bir hayli sinirli gösteriyordu, zaten oldukça ürkütücü bir görünümü vardı Liz’in. Will’in gözlerinin içine bakıyordu, sanki kurtuluş oradaymış gibi… Salaklaştın iyice… Birden arkasındakini hatırlayıp ani bir şekilde döndü. Garip bir şekilde kendisine bakıyordu. Bu bakış sanki daha da çılgına çevirmişti Liz’i. Belki de aklını kaybediyordu. Yarı açık belini fark etmeksizin çocuğun üstüne gidiyordu. Onu öldürmek istiyordu, evet bunu gerçekten istiyordu…
“ Hala neden bizimlesin? Hayatımızı elimizden aldın, daha ne istiyorsun? Canımızı mı? ”
Bağırarak ilerlerken bütün duyguları karışmıştı birbirine. Acı, sevinç, aşk, korku… Artık ne yaptığını bilmiyordu. Ona oldukça yakındı, evet boğmak için yeterince yakın… Sevdiğini sandığı insan uzun zamandır ortalıkta değildi, başında bir sürü sorumluluk vardı, herkes ondan bir şeyler bekliyordu ve en kötüsü pek parlak olmayan hayatı da balon gibi sönüvermişti. Çocuğun üstüne gittikçe şaşkın gözlerini hissetti üzerinde. Şaşırmalıydı, çünkü Liz’i hiç kimse daha önce böylesine delirmiş görmemişti. Bir anda aralarına giren William’ı itelemeye çalıştı, sanki ondan kuvvetliymiş gibi… Tabi ki de başarısızdı… Sonuna dek açtığı ellerine çocuğun gözüne sokmak istercesine uzattı, bütün vücudu kaskatı kesilmişti. Sanki bütün Hogwarts susmuş Liz’in acı yakarışlarını dinliyordu. Dal dahi kıpırdamıyordu yerinden. Sesini son noktasına çıkartarak bağırdı:
“ Bize ne yaptığını görmüyor musun? Artık onun gibiyiz… Hep böyle kalacağız! ” | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Doğrular ve Yanlışlar Perş. 26 Şub. 2009, 21:47 | |
| Şatodan çıkarken gergindi. Şimdiye kadar başındaki belayı ciddiye bile almadığını düşünmeye başlamıştı. Korkuyordu, bunun farkındaydı ve bundan nefret ediyordu. En zoru ortak salondan çıkmak olmuştu. Merlin’e şükür Sylvia bu konuyu hiç açmamıştı ama birkaç gündür fazlasıyla gergindi. Saldırmaya hazır vahşi bir hayvan gibi. Göl kenarında gördüğü iri yarı yaratık aklında geldi. Sam… O da gelecekti. Belirtmeseler de onları nerede bekleyeceğini biliyordu Will. Okulda tek bildiği yer onlara saldırdığı yerdi. Yasak Ormana da yakındı zaten. Yasak Orman’a girme fikri bile ürpermesine neden oluyordu. Daha kötüsü oradaki yaratıklardan korkmuyordu. Onlardan biriydi. Okula çok yakın değil miydi? Elizabeth’te vardı, Sam bırak onları sakinleştirmek kendini kontrol edemeyen biriydi işte ne derse desin. Homurdanarak yerdeki taşlardan birini tekmeledi. Alışkanlık olmuştu sanki son zamanlarda bu. Sinirini yerdeki taşlardan çıkarmaya başlamıştı. En azından Slytherin öğrencilerine bulaşmayı kesmişti. Daha az büyü yiyordu, iyi bir şeydi bu. Hava buz gibi ve rüzgârlıydı, Sylvia ile birlikte ortak salonda olmak için neler vermezdi ki. Rüzgar yüzünden dağılmış saçlarını düzeltmeye çalışırken yine homurdandı. Merlin…
Bir ağaca yaslanmış onları bekleyen Sam’i görmek daha iyi hissetmesini sağlamamıştı. Elizabeth daha gelmemişti, ona söylemişti gelmesi gereken yeri. Her ne kadar hakkında düşünceleri o kadar olumsuz olmasa da –artık- mümkün olduğunca az karşılaşmayı tercih ediyordu onunla. Her şeyi daha çok hatırlatıyordu. Sanki unutabiliyormuş gibi Will. “Merhaba.” Sesini mümkün olduğunca soğuk tutmuştu, hala kızgındı Sam’e. Ona ihtiyaçları olma ihtimali olmasa çocuğu boğazlama isteği de baskın gelebilirdi. Amma değişmişti hani. Tam hatırlamıyordu ama kesinlikle saçlarında bir kısalma vardı, onun saçlarından biraz daha uzundu beki şimdi. Ayrıca yüzü bembeyazdı, kendi yüzünden beyaz. Temizlenme fark etmiş olsa gerekti. Ama hala aynı siyah palto vardı üzerinde. Elini istemeden yüzündeki yaraya götürünce gözlerini kaçırdı Sam. Gözleri elindeki sırt çantasına kaydı. Kampa mı gidiyoruz ya?
Elizabeth gelene kadar sessiz kaldılar. O gelince de zorla soğuk sayılabilecek bir selam verdi Will. “ Hala neden bizimlesin? Hayatımızı elimizden aldın, daha ne istiyorsun? Canımızı mı? ” Elizabeth onu ilk gördüğünden beri ilk defa bu kadar korkunç görünmüştü gözüne. O gece bile o kadar ürkütücü değildi –biraz da o zaman tam kendinde olmadığı için. Kızın önüne geçti ama bir faydası yoktu, kesinlikle delilerin normal insanlardan güçlü olduğu doğruydu. Veya kurtadamların... Evet, Sam muhtemelen parçalarına ayrılacaktı. “ Bize ne yaptığını görmüyor musun? Artık onun gibiyiz… Hep böyle kalacağız! ” Tamam ama onu öldürsen ne olacak? Bunu söylemek zordu kendisi de Sam’den hala hoşlanmıyorken. “Evet ama bence onu parçalarsan bize bir faydası dokunmaz. İhtiyacımız olacak.” Sam’in de pek yardımı olduğu söylenemezdi hani. Özellikle söylediklerinin üstüne yorumu sinir bozucuydu. “Bütün şatoyu başımıza toplamanın beni parçalamada veya başka şekilde öldürmede işine yarayacağını sanmıyorum. Ama burada kalırsak gerçekten birini öldüreceksiniz. Gelin…” Homurdanarak onu ormanın içine izleyen Liz’in peşinden gitmeden önce beklerken tekmeleyip durduğu taşlardan birini eline aldı. Bu da anlamsızdı, onu göle doğru atması da. Sonuçta sinirini taşlardan çıkarması insanlardan çıkarmasından iyiydi. Onu da yapıyordu ya gerçi. “Hadi Will” Evet Sam, seninle işim bittiğinde Elizabeth’in parçalarına ayırması ihtimali hoşuna gidecek. İkisinin peşinden ormana girerken tereddütlüydü. Canavarlar vardı orada, veya.. Yaratıklar. Sende bunlardan birisin William, kabul et. Evet, Sam’i öldürecekti şu lanet ormandan kurtulur kurtulmaz. | |
| | | Samuel Bright Ravenclaw Bina Sorumlusu, Uçuş Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 903 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11805 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 03/11/08
| Konu: Geri: Doğrular ve Yanlışlar Cuma 06 Mart 2009, 15:24 | |
| “Bütün şatoyu başımıza toplamanın beni parçalamada veya başka şekilde öldürmede işine yarayacağını sanmıyorum. Ama burada kalırsak gerçekten birini öldüreceksiniz. Gelin…” Derdi neydi bu kızın ya? Sen… Söylenmeye hakkı olmadığını farkındaydı. Ölüden betere çevirmişti onları işte, eğer bu gece onu öldürseler ikisini de suçlayamazdı kimse. Babası da bu ihtimal yüzünden siniri geçtiğinde Hogwarts’a tekrar gitmesine şiddetle karşı çıkmıştı. Sorun şuydu, Sam yapmak istediğini yapmaya alışmıştı. Kontrol edilebilir biri olduğu söylenemezdi bu yüzden. Bir şey söyleyen çıkmayınca ormana dönüp yürümeye başladı. Lanet olası yer. Karanlıkta gözleri aldanmadıysa kan vardı hala çimlerin üstünde. Veya bir an için bir yaprak ona koyu kırmızı görünmüştü. Geride kalan çocuğa bakarken kaşlarını çattı. “Hadi Will” Aralarındaki toplam konuşma bu kadardı üçünün de konuşkan olmadığı bir geceydi özellikle.
Yasak Orman, nefret ettiği ve edeceği yer. Öğrencilerin girmesine izin verilmediğini biliyordu. Nedeni büyük ölçüde ‘kurtadamlar’ olsa gerekirdi ama orada geçirdiği sürede Dolunay’da da korkabileceği şeyler görmüştü. Vampir’e rastlamamıştı gerçi şansına ama kendi türünü görmek de neredeyse aynı derecede tiksindiriciydi. Bunları düşündükçe hızlanıyor, önceki dolunayda kurt bedeninde koştuğu yolun tam tersi tarafa yürüyordu. Parça parça hatırlıyordu gözü dönmüş bir şekilde okula koşuşunu. Hatırladığı kadarı da yeterince korkunçtu. Niye yanlarına gelmişti ki? Kendine engel olamazken iki kişiyi nasıl Yasak Ormanda tutabilecekti? Hayır, bu işten pek umutlu sayılmazdı.
Ormanın yeterince derinlerinde olduklarından emin olunca durdu. Konuşmamış olabilirlerdi ama arkasındakilerin homurdanmalarını duymuştu yer yer. Nitekim durunca da hiçbirşey söylememişlerdi. Elindeki çantadan küçük bir kıyafet yığını çıkarıp ikisine verdi. ‘Fırlattı’ daha uygun olur tabi. “Sabaha ihtiyacınız olur.” Soğuk çimenlerin üzerine oturup sanki soğuk bir havada dönüşüm geçirmeyi beklemiyormuş ta evinde uzanmış dinleniyormuş gibi rahat bir şekilde arkasındaki geniş ağaca yaslandı. “Bir şey daha. Eğer olur da içinizden gidip de bir insanı parçalamak gelirse… Mümkün olduğu kadar… Bunu yapmayın.” 'Beni parçalamak gelirse de' diye ekledi içinden... | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: Doğrular ve Yanlışlar Cuma 06 Mart 2009, 19:37 | |
| “Bütün şatoyu başımıza toplamanın beni parçalamada veya başka şekilde öldürmede işine yarayacağını sanmıyorum. Ama burada kalırsak gerçekten birini öldüreceksiniz. Gelin…”
Bütün şatoyu üstüne toplayacakmış… Orada onu boğmadığı için kendini şanslı saymalıydı Liz’e göre. Eğer biraz daha küstahlığa devam ederse zaten boğacaktı. O an beslediği nefret duygusu anlatılmazdı. Evet, ilk geldiğinde ondan hoşlanmıyor değildi ama kendilerini bu denli hırpalamış ve iflah olmaz bir yaratığa çevirmiş birine âşık olmak kesinlikle yanlıştı ve Liz şuan ondan gerçekten nefret ediyordu. İlerledikleri yere normal koşullarda girmeleri yasaktı. Ayrıca müdire nasıl izin vermişti ki? Okuldaki öğrencileri önemliydi ama sonuçta Liz ve Will de bir öğrenciydi ve bu akşam o ormandan sağ çıkamayabilirlerdi. Sinir bozucu çocuğun arkasından yürümek kendini kötü hissetmesine neden oluyordu zaten. Onlara bir ırgat görünümü veriyordu.
Önüne bakmadan yürümeye devam ediyordu Liz. Zaten önündeki siyahımsı varlığı fark etmemiş olsa kesinlikle ona çarpmıştı. Bulundukları yer gerçekten tüyler ürperticiydi. Zaten öğrencilere girişin yasak olması bu yüzden olabilirdi. Yerdeki yaprakların hışırdamaları sinirlerini bozuyordu Liz’in. Eğer biraz daha devam ederse her şeyi bir kenara bırakıp oradan uzaklaşacaktı. Bir anda kucağına fırlatılan kumaş yığınına baktı. Başını kaldırdığında o lanet olası çocuğun gözleriyle karşılaşması epey sinirini bozmuştu zaten. Sen kim oluyorsun da bana işe yaramaz bir kumaş yığını yolluyorsun? Sinirleri epey bozuktu. Ve hırsını Kronos’tan alıyordu. Onu öldürse o paçavraları asla giymezdi. Aldığı gibi yere fırlattı ve bağdaş kurarak oturdu.
“Bir şey daha. Eğer olur da içinizden gidip de bir insanı parçalamak gelirse… Mümkün olduğu kadar… Bunu yapmayın.”
“Oldu efendim başka derdiniz? Sen bize saldırırken kendini tutabildin mi? Emin ol ilk sana saldıracağım.”
Yine lanet olası sivri dilini tutamamıştı. İyi oluyordu aslında, biraz üstüne gitmek iyi olacaktı. Haksız değildi zaten Liz. O gece yaşadıklarını hala unutamıyordu. Yüzündeki iz ise tamamen onun suçuydu. O, kendisi gibi aptal tırnaklarını kızın yüzüne geçirirken hiç düşünmemişti. Kaşları son derece çatıktı, çocuğa öldürecekmiş gibi bakıyordu Liz. Zaten öldürmek istiyordu. Gözlerinin içine baktıkça ayağında bir sızlama hissetti. Sisten yanan ciğerleri derin nefesler almasını sağlıyordu. O gece Will’in asasına uzanmaya çalışırken toprakta sürünüşünü hatırladı, ağzına giren tozlar aynı şimdiki gibi ciğerlerini yakıyordu. Üstündeki eşofmanın ceketini çıkardı. Hava adeta buz gibiydi ama bundan pek etkilendiği söylenemezdi. Başını iki elinin arasına alıp çimlere baktı. Belki de bu gece Hogwarts’taki son gecesiydi. Belki de bu yaratık Liz’i ölüme sürüklemişti.
Beyninin uyuşmaya başladığı hissediyordu. Acı dayanılmazdı. Epey uzun olan tırnaklarını toprağa batırdı bir anda. Elleri titriyordu. Ağzının yavaşça açıldığını hissetti. Bilinçle yaptığı bir şey değildi elbette ki. Başının kontrolünü sağlayamadığının farkındaydı. İçinden gelen bir dürtü ise öldürmek istiyordu. Sadece öldürmek… O çocuğun lanetli kanından sadece bir damla bile olsa istiyordu. Ve evet, sanırım zaman gelmişti. Yavaş yavaş dönüşüm geçiriyordu. Başını arkaya çevirdiğinde Will’in garip bir şekilde kendisine baktığını fark etti. Gözleri, göz bebekleri oldukça büyümüştü. Dolunay’ın ışığının üzerinde olduğunun farkındaydı. Ve bu onları mahvediyordu.
Kronos Liz’e bakıyordu ya da Liz öyle hissediyordu. Belki de istediği şeyleri görmeye başlamıştı. Yavaşça ayağa kalktı. Hiç sahip olmadığı kadar enerjik hissediyordu kendini. Belki de kanında dolanan Adrenalin beyninde toplanmıştı… Hala beyninin uyuştuğunu hissedebiliyordu. Koluna bir jilet misali giren tırnağını oradan çekerek artık iyice yakınındaki çocuğa baktı. Kendini onun güçlü kollarına bırakırken beyniyle bütün iletişiminin koptuğunun farkında değildi. Ölmüş olabileceğini düşündü. Saçmalık… Kim dönüşüm geçirirken ölebilir ki? | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Doğrular ve Yanlışlar C.tesi 07 Mart 2009, 19:17 | |
| Sinir bozucu durumları söz konusu olmasa Elizabeth ve Sam’in tartışmaları onu oldukça eğlendirebilirdi. Sam’in ona nasıl baktığını da görmüştü eğer durumları daha farklı olsa bu ‘Kronos’un ondan çekeceği olurdu. Hoş, yine vardı ondan çekeceği orası ayrıydı da… Farklı şekilde. Ayağa kalkıp onları getirdiği garip açıklıkta ileri geri yürümeye başladı. Ne olacaksa bir an önce olmalıydı. Ve bitsin! O kadar… İsteği ilk defa çabuk kabul edildi. Aya tekrar meraklı bir şekilde gözlerini diktiğinde vücudundaki korkunç değişim başadı. İnsan değil kut gibi görünmesine neden olan değişim. Siyah saçlarının kısalıp tüm vücuduna dağılması hissi de vücudu ve kafasının uzuyor olması hissi de garipti ama yine de omzunun kamburlaşıyor olması hepsinden garipti. Düz durmaya çalışırken üzerindeki kıyafetlerin yarısının parçalandığını gördü. Harika… Sam’in ne demeye çalıştığını şimdi anlamıştı işte. Gözü kapanır gibi oldu ve bir an yalpaladı. Tuhaf hissetmeye başlamıştı, kesinlikle olduğundan da daha tuhaf.
Değişimin sadece bedensel olmadığını da farkına varmıştı. Düşünceleri de bulanıklaşıyor ve değişiyordu yavaş yavaş. İnsani düşünceler yerini gerçekten bir hayvanın, bir kurdun yerine bırakıyor gibiydi. Ayakta kalmak için uzun bir çaba verse de en sonunda sert ve soğuk toprağı hissetti. Kurtadamlar uyuyabilir miydi acaba? Kolayca atlatırdı dolunayı. Ama acıkmıştı ya. Tuhaf bir açlık sarmıştı etrafını kızarmış et kokusu, kan koksu ve çiğ et kokusu karışımı bir kokuya duyduğu bir açlık. Ne olduğunu bilmiyordu ama bunu durdurması gerekiyordu. Kendini zorlayarak kalktı. Farkında olmasa da ‘dönüşümü’ tamamlanmıştı işte. Nereye gittiğini bilmeden yemek bulmak için koşmaya başlayacaktı ki ağır ve sert kocaman bir şey ona çarpıp yere devirdi. Daha önce gördüğünde onu neredeyse öldüren ‘canavar.’ Kronos’ta oradaydı işte Sam değil Kronos olarak. Ne yaptığını anlamadı anlamaya da çalışmadan direk saldırdı. Çocuğun o sırada derdi neydi bilmiyordu ama ona saldırmaya hakkı yoktu hem de bu kadar açken. Ağzını açtı ama sadece boğuk bir hırıltı duyuldu. Nasıl oluyorsa şimdi son derece normal gelmişti ona. Kronos’un geçmesine izin vereceği yoksa geçmesini engelleyemeyecek hale gelmesi gerekiyordu. Sinirli bir şekilde saldırdı, ki nedenini bilmeden saldırıyordu aslında. Merlin’e şükür Kronos daha güçlüydü de William bir zarar vermeden biraz durmasını sağladı. Kafasını soğuk toprağa vurmanın şoku olsa gerek birazcık olsun düşünebilmesini sağlamıştı. Sadece biraz çünkü oldukça güçlü bir kurdumsu yanı vardı, aç bir yan. Sylvia…
Konuşamasa da içinden bildiği tüm küfürleri sıralarken Kronos olmanın ne demek olduğunu öğrenmişti. Bunu öğrenmekle kalmamış bir an engellenmese kendi de bir kurtadam yaratabileceğini veya birini öldürebileceğini anlamıştı –ki hangisinin daha kötü olduğunu söylemek imkansızdı. Öldürmek ve… Gerçekten bir insan kurtadam halindeyken bir insanı… yiyebilir miydi? Normalde şiddetle karşı çıkacağı fikir bile çekici geliyordu şimdi ona. Will… William değildi, başka bir şeye dönüşmüştü tamamen. İçindeki yine saldırma dürtüsünü bastırmak için pençelerini yüzüne bastırdı. Akan kanların yüzünden gözyaşı gibi akışını hissedebiliyordu. Ne kadar tutabilirdi ki kendini? Bir saniye? Bir dakika? Bir saat? Bir gece? İnledi. Sylvia… | |
| | | | Doğrular ve Yanlışlar | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |