~ Aurora Paige
~ Safkan
~ Asası özel yapımdır, ülkesi Moğolistan`ın batı tarafındaki ormanda yer alan, gümüş ağaçlardan yapılmıştır.
~ Fiziksel.Betimleme
Yüz hatlarını tamamlayan, yerine göre bakışlarını ayarlayan gözleri siyah renklidir, çoğu kişi bunu fark edemez, sıradan olduğunu düşünür, neyse ki büyüleyici derecedeki beyaz teni geldiği ırktan kendisini ayırmaktadır. Bir kadının dolgun ve yuvarlak vücut ölçülerini andıran toy hatları çocuk fiziği adı altında adlandırılabilecek çelimsiz vücut stilinden farklıdır. Kilolu sayılmasa da aşırıya kaçan bir zayıflığı yoktur. Boyu yaşıtlarının çoğundan daha uzundur. Aynı zamanda mimikleri çok belirsizdir. Bir anlık kızgınlığını, ani duygularını yüz ifadesi ile belirtmek yerine karşısındaki insanın anlayabileceği bir biçimde gözleri ile yansıtır. Mimiklerinin her santimine hükmedebilmesi, kızarmaya müsait olsa da kendisini kontrol edebilmesi ikili ilişkilerinde çoğunlukla sert tarafı oynamasını, duygularını belli etmediğinden gereksiz açıklamalardan kaçınmasını sağlar. Dolgun dudakları gülümseme konusunda pek terbiye edilmemiş olsa da somurtmayı da bilmez. Dudağının üstünde bulunan beni fark edilmesi zor olmamakla beraber mimiklerine daha ağır ve kadınsı bir hava vermektedir. Ten rengi süt kadar beyaz olmasına rağmen şaşırtıcı bir şekilde hastalıklı bir yapıdan uzak gayet dinç ve parlaktır.Beyazlığından dolayı narin ve dayanıksız görünmesine rağmen her türlü güneş ışığına ve darbeye dayanıklıdır.Her türlü ortamda yürüyen bir ölü izlenimi veren teni aynı zamanda ona diğerlerinden farklı bir zarefet vermekte, kolayca farkedilmesini sağlamaktadır. Aurora`nın sahip olduğu kıyafet dolabı asla belli bir tarz üzerine yapılandırılmamıştır. Genelde koyu ve açık renkleri birbirine kombine ederek giyinir, eşofman altları onun vazgeçilemezidir. Nitekim renk seçiminde fazla uçuğa kaçmamakla birlikte spor kıyafetlere şık bir hava verebilen, ağır bir zevke sahiptir.
~ Karakter.Portresi
Genel anlamda içine kapanık birisi olmasa da insanlarla iletişim kurmada zorlanan bir yapısı vardır. Bu yüzden ulaşılması zor derin bir maden gibidir. Her konuşması yeni bir cevher, sizi içinde sakladıklarının derinliklerine hapsedebilecek bir keder taşır içinde. Ses tonu kişiliğini ortaya koyan ve belki onu kendi ağzından çıkan kelimelerden daha çok tanımlayabilecek yapıda, kulağa hitap eden, çoğu zaman insanı her yanından yumuşak bir el gibi sarabilecek ve aynı zamanda tüm duyguları içinde bulundurabilecek kadar karışıktır. Genç olmasına rağmen karakteri asla kendisine yüklenmeyen, kendi üstlendiği sorumluluklarla bükülmüş, olgunlaşmış ve bir o kadar da dayanıklı görünse de kırılgandır.
Çevresinde olan bitenleri önemsemez gibi görünse de beyninde her yüze, her yeni şeye yer vardır. Gördüğü bir yüzü asla unutmamak gibi bir huyu vardır. Elinden geldikçe dikkatlidir. İnsanların zaaflarını sezebilir, korkularını hissedebilir, yüzünde oluşan bir seğirmeye bile tonlarca anlam yükleyebilir. Daha doğuştan kendisine bağlanmış bütün olumlu ayrıcalıkları, güzelliği, zekası, çalışkanlığı, soğuk kanlılığı, kendisine en yabancı konuları bile süratle kavrama yetisi, hiçbir makam, servet, ünvan karşısında sarsılmayan güveniyle insanları etkileme gücü onun ruhunun derinliklerinde ancak Olimpos Tanrıçalarında rastlanabilecek bir kendini beğenmişliğe dönmüş, bunu saklamasını sağlayacak bir zekası olmasına rağmen kendine duyduğu hayranlık gizlendiği yerde çocukluğundan beri her gün biraz daha büyüyerek, bütün ruhunu sarmış ve onun en büyük zaafını oluşturmaya başlamıştır.
Olası bir zor durumda bedenine bir başkasının, bir yabancının zihni yerleştirilmiş gibi, o anda düşündükleri kendisini ilgilendirmeyen şeylermiş gibi bütün ihtimalleri şaşırtıcı bir soğukkanlılıkla gözden geçirir. Mucizeyi her zaman zekanın sağladığına inanır. Zeka onda sürekli biçim değiştiren mitolojik bir yaratık gibidir, aşka, sevgiye, öfkeye, düşmanlığa hatta hayranlığa dönüşebilir. Kendi zekasına olan hayranlığı, diğer insanlara karşı duyulan gizli bir küçümsemeyi besler, bazen de konuşmaları birer zeka ayinine döner. İnsanları zekasıyla yaralar, zekasıyla iyileştirir.
Sabır, duygusallık ve duyarlılığın miğfer gibi sardığı sırlarla dolu bir kalbe sahip, Aurora. Sakinliğinin içinde gizemi de barındıran, sonsuz şefkatle dolu bir kalbe. İçinde verdiği ve nihayetine kavuşturamadığı savaşlardan yorgun ve yıpranmıştır bu kalp; zamanla korumayı öğrenmiştir. Aurora benliğine kavuşacağı güne kadar, ördüğü kalın duvarlar arasında, duygularını ve duyularını yok sayarak, ifadesizliğe mahkûm olacaktır; her ne kadar bu kendisini de yok saymak olsa da... Alacakaranlıkta gökyüzünü süsleyen yıldızlar gibi uzaktır ama her baktığında ordadır; bir zamanlar tükettiği umudu saçar. Onu ayakta tutan yegane şeyi annesinin ona bıraktığı ve hafızasında kalan tek çocukluk hatırlarıdır. Geri kalan şeyler hep protokoller, siyaset, babasının ona olan ilgisizliği, hırsı ve kaybedilmiş çocukluğudur. Çok üzülse de merhamet çiçeği, yıkılsa da, haksızlığa da uğrasa gene iyimserlik ve affedicilik yönü filizlenecek bir aralık bulur. Ne vardır ki bu yönünü kendisi için hiç kullanamamış, hiç affedememiştir kendini; hep zayıf, hep aciz görmüştür büyükbabasının karşısında. Bu yüzden zekasını kendisine en tehlikeli silahı bilmiş, insanları yönetmek ve iradesi altına almak için kullanmıştır bu silahı da.
~ Geçmiş
Jacques Paige, en büyük aile bireyidir. Aurora dışında yaşayan tek aile üyesi de denilebilir. Fakat Aurora bu adamın ne meslek yaptığını hiçbir zaman anlayamamıştır. Annesi Aurora`nın doğumu ile can kaybederken aile için tek sarsıcı olan bu değildir. Aurora ile yaşıt olan kuzeni Quientin`in babası da ölmüş ve bunun üzerine o da Paige ailesinin boyunduruğuna girmiştir. Aurora`nın boyunduruk olarak tabir ettiği şey kendine olsa da bu kaybolmuşluk içinde ne babası Aurora`yı fark edebilmiş ne de Quientin bazı şeylerin farkına varabilmiştir. Quientin her zaman babasının gözdesi olmuştur fakat bu onun ne kuzenine ne de babasına olan sevgisini azaltmıştır. Babası ve kuzeninin eğlenmesi, vakit geçirmesi o kendi odasında kitap okurken, bebekleriyle oynarken yüreğini dağlasa da babası gözünde kahramanı, idolü, hayatının ise vazgeçilmeziydi. Babası onu görmezden geldikçe Aurora daha da asılır, zorlama ile aralarında kısa konuşmalar geçerdi. Bu konuşmalarda babasını etkilemek için uğraşır, hiç bilmese de başarırdı...
Babası ve kuzeni şömine karşısındaki koltukta otururken eline aldığı kitapla babasının kucağına sinen bu kız belki babası tarafından hiç reddedilmemiş, belki de hiç güler yüzle karşılanmamıştı. Nitekim bazı şeylerin farkında olan tek kişi Aurora idi. Annesi hakkındaki her şeyden uzak bırakılmıştı, babası ile arasındaki bağın kuvvetini görebilse de göremediği tek şey babasının soğukluğunun nedeniydi. Zaman böyle geçerken kız sekiz yaşına bastı ve yeni yaşı ona bir çok sorumluluk yükledi. Artık biliyordu, annesinin ölümünün kaza olmadığını, babasının gözü her kendi üzerine takıldığında güzel kız Aurora yerine ölmüş karısını gördüğünü... Artık içinde yaşadığı hayat gözlerinin önünde parçalanır olmuştu. Sırtını yaslayabileceği kimsesi yoktu, geçmişi yoktu. Tam Aurora hiçliğin içinde hiç olmayı başarmışken o geldi, Jacques, ilk defa gördü büyükbabasını ve aralarındaki benzerlik kızı büyüledi.
Kısa zaman sonra büyükbabası ve büyükannesinin yanına taşındı. Sıksık geziyor olmalarına rağmen Aurora insan kesimden hep uzakta tutuluyordu ve zaman geçtikçe büyükbabasının etrafına sardığı o surlar kendi varlığını kurduğu darağacına doğru daralıyordu. Daha dokuz bile olmadan sıradan bir büyücünün çok daha üzerinde bir seviye ile eğitilmeye başlamıştı. Büyükbabası kendisini kaybettikçe çalışıyordu Aurora... Sonunda on beş yaşına bastığında sinirlerine hakim olmakta zorlanan bir genç kızdı. Büyükbabasıyla kavga etti, aralarına kurtarıcı olarak girmeye çalışan büyükannesi ikisinin püskürttüğü büyülerin birine kurban gitti. Jacques ile birlikte gömdüler onu ve Aurora bir hafta sonra babasının ve kuzeninin ölüm haberini aldı.
~ Örnek.RP
Bir haftadır elindeki mesajı iletmek için yolculuk ediyordu. Normal yollara başvurarak ilerlese bu kadar uzun sürmezdi fakat güvenliğinden emin olmadığı yolları seçmezdi. Ona göre hiçbir yol güvenli değildi, az güvensiz olan ve fazla güvensiz olan vardı sadece. Mesela buraya gelirken Doğu`dan dolanmıştı. Çok az bilinen bir yoldu, buna rağmen birçok gaspçıyla karşılaşmış, onların kendisini yavaşlatmasına izin vermemek için paltosunun başlığını her zaman kafasına geçirmişti. Potansiyel olarak oldukça tehlikeliydi, kılıcının üzerinde kılıç ustası olduğunu belirten, siyah bir bant bile bulunuyordu. Buna rağmen 'dişi' olduğu için genellikle hafife alınırdı. Zaten hep öyle olmamış mıydı? Her zaman bir dişi olduğu için dikkate alınmamış, buna rağmen çıplak elle dört adam öldürmüştü, üstelik onlar silahlıydı. Yolun kaba hatları karanlığa doğru gittikçe kaybolurken gülümsedi. Henüz yirmi yaşındaydı, krallığın sahip olabileceği, deneyimli bir savaşçı kadar tehlikeli bir elçiydi. Oysa krallıkta elçiliğin kötü bir ünü vardı. Her zaman kötü haber taşıdıklarına inanılırdı. Bu yüzden hoş karşılanmazlardı, bazen yan krallıklardan geçerken elçi olduğunu belirten renkleri ve rozetini saklamak zorunda bile kalırdı Aurora. Böyle zamanlarda saçlarını beline doğru salar, olduğundan farklı bir şeymiş gibi görünmeye bayılırdı. Bu bir çeşit ironiydi. Ayrıca Prens Edward kimliğini saklaması konusunda Aurora`yı uyarmayı ciddi bir mesele haline getirmişti. Zaten böyle bir düşüncesi olmayan Aurora ise sırf işine geldiği için uyuyordu buna ama öldürmeye karar verdiği bir kişiyi öldürmeden önce kesinlikle yüzünü gösteriyor, çaresiz adamların gördüğü en güzel şey olmaktan hoşlanıyor, onları öldürdüğünde ise yüzlerine şaşkınlık ifadesini kazıyordu. Bu konuda çok katıydı, elçi rozetini taşıdığı zamanlarda yolun karşısından önüne çıkan bir çocuğu çocuk olarak değil de düşman olarak görürdü, etkisiz hale getirirdi, öldürmeyeceğinden emin bile değildi.
Orman çok sessizdi, vahşi hayvanların ulumaları kesilmişti, bir böceğin vızıltısı bile yoktu. Atını mahmuzladı ve karanlığı delen bir ok gibi takip etmesi zor bir hızla ileriye fırladı. Parlak, bordo renkli, kadife paltosu belinin altında hava akımıyla dalgalanarak kendisini takip etti. Arada bir arkasını kontrol ediyordu, gerçi bir şey olsa At zaten belli ederdi. İç çekti ve atı sol tarafa yönlendirdi. Atına sadece At, diye sesleniyordu. Elçi olduğunda on sekiz yaşına yeni basmıştı ve kendisini seçen elçinin rozeti Aurora`yı okulundan kaçarken bulmuştu. Elçi ölüyordu, son olarak Aurora`dan mesajı kraliyet ailesine ulaştırmasını istemişti. Adamın sırtındaki iki siyah ok başta Aurora`yı korkutmuştu. Fakat adama verdiği yemine uymuştu, ata, yiyeceğe ihtiyacı vardı. Bu sayede elçilik tarihindeki en tehlikeli yolculuğu yapmıştı. Kaçırılmıştı, ölesiye dayak yemişti, günler boyunca hiç uyumadan at koşturmuştu, o zamanlar yüzbaşı olan bir adam tarafından neredeyse öldürülecek olmuştu - gerçi artık o adam ölüydü. İç geçirdi, yakılmıştı, bileğinden iple bir ata bağlanıp tüm orman boyunca sürüklenmişti. Neredeyse üç ay süren bu yolculukta tek dostu At olmuştu. Bu yüzden ona sıradan bir insandan çok daha fazla değer verirdi, adını ise bir türlü öğrenememiş, bu yüzden ona sadece At demeye devam etmişti. " Bunu bilerek yaptığını biliyorum, At! " dedi eğlenen bir sesle. Güya sevgili atı, onu iki gündür hiç durmadan koşturduğu için kendisinden intikam alıyordu. Aradaki eğere rağmen atın tüm kemiklerini poposunda hissediyordu, oysaki at istediği zaman yağ gibi olabiliyordu. Sesini yumuşattı ve bir kez daha denedi. " Biz elçilerin popoları çelikten olmalı! " İşe yaradığı söylenemezdi, atı bir kez daha kökledi. Zaten öyle olmasa nasıl bu kadar uzun süre at sürebilirlerdi ki?
İstediği yere varmıştı, bir zamanlar görünmez olmasını sağlayarak hayatını kurtaran rozetini gösterdi askerlere ve onlar başlığını çıkartmasını istemeden ilerlemeye devam etti. Zaten bir şekilde elçilerden çekinilirdi. Bu dönemde askerlerin bile çok derin batıl inançları vardı, fakat bunu reddederlerdi, bazı çatlaklar da onlara inanırlardı. " Elçi! " diye seslendi arkalardan bir ses. Durma zahmetine girmedi Aurora, yürürken iyi eğitimli bir balerinden çok daha fazla zarif olabiliyordu, atın üzerinde ise süzülür gibi görünüyordu. Pelerinini üzerine çekti ve paltosunu kapattı. Arkasından seslenen asker kendisine yetiştiğinde ise bir erkek gibi omuzlarını düşürdü, onları iyi taklit ederdi. Kaba adımlar, düşük omuzlar ve sürekli paltonun altında bir yerlere giden, belirli bir rutin içinde hareket eden eller, sıradanlıkta rekor kıran baş sallamalar... Belki de bir erkekten çok daha fazla erkek gibi görünüyordu. Karanlık başlığın içinde gülümsedi ve atından indi. Üzerinin aranmasına izin verirken taytının üzerine geçirdiği bıçak kılıflarını bacak hareketleriyle iç kısma doğru oynattı. Böylece silahsız kalmadan güvenlikten de geçti ve görüşme odasına girdi. Yanında aptal gibi dikilen askere sürekli tehdit edici bakışlar attı. Gerçi asker bunları göremese de hissetmiş olmalıydı, huzursuzca kıpırdandı. Aurora`yı suçlamak için bir sebep bulmaya çalışıyordu, sonunda sinirle ağzını araladı. Sonra kapattı. Birkaç kez aynı hareketi tekrarladığında Aurora tatmin olmuştu, uzun bir süre odayı inceledi. İçerdeki şımarık velede mesajı verip buradan gidecekti, belki Joy`un evinde yatıya kalırdı.
" Başlığınızı çıkartın, birazdan bir kontun huzurunda olacaksınız. " Adamın konuşmasına izin verdi ve başlığının altında gülümsedi. Bunun Prens Edward`ın emri olduğunu bilsen bana böyle bakabilir miydin? Ağzını ayırıp gülebilir miyidin o sarı dişlerinle? diye geçirdi içinden. " Senin gibi onlarcasını öldürdüm, asker! " dedi havadan sudan konuşurmuş gibi. Yüzünden önce şaşkınlık geçti, sesimden olsa gerek diye düşündü Aurora. Sonra kararsızlık gördü, inanıp inanmama savaşı ve herhalde Aurora`nın sesinden olsa gerek asker buna gerçekten inandı, ağzını tekrar açmadan olduğu yerde dikildi ve sadece bekledi. Aurora, onun kılıcının sapını kavradığını gördüğünde gülme krizine girmek üzereydi fakat sevgili Blaise McBain içeri adımını attı. Aurora lafını bölmeden onu dinledi, ona bayım diye hitap eden konuşmasında adamın egosunun tadını bile aldı. Başlığının altında alay eden bakışlarla onu dinledi. Sonra başlığını çıkartmaya karar verdi. Elinin zarif bir hareketiyle başlığı geriye attı ve yuvarlak hatlarını sergilesin diye pelerini önünden çekti. Bordo renkli, kadife paltosu kalçalarına kadar belini ve belinin üst kısmını sarıyordu, ondan sonra dizlerine kadar dökülüyordu, bacaklarını açıkta bırakıyordu. Krem rengi taytı ve dizinin biraz üzerine gelen, ikinci bir deri gibi oturan çizmeleri ise bacaklarının hatlarını ortaya çıkartıyordu. Saçının önünü kabartarak başının üzerinde toplamıştı. Bukleleri ise beline kadar düşüyordu ve açık kumral rengi saçları arasında serpiştirilmiş gibi sade duran platin rengi sarı ton, odanın silik ışığında beyaz gibi görünüyordu. Gülümsedi. " Umarım sizi hayal kırıklığına uğratmamışımdır, kontum. " Normalde büyük rütbeli kişilere sadece siz diye hitap ederdi fakat kontum kelimesini gizli bir anlam yüklemek için kullanmıştı. Öyle bastırarak söylemişti ki kelime çok sinik kalmıştı. Aynı zamanda McBain`in abartılı Fransız aksanını kusursuz bir şekilde taklit etmişti. Sonunda Prens Edward tarafından gözlerinin önünde mühürlenmiş zarfı paltosundan çıkarttı, kırışmamıştı, mührü bozulmamıştı. Zarfı hemen McBain`e en yakın masaya bıraktı ve ancak kendisine özgü olabilecek bir elçi selamı verdi. " Prens Edward cevabı benimle iletmenizi istedi. " dedi taviz vermeyen ses tonuyla.