|
| Büyük Şölen ~ 9 | |
|
+10Enric Sandro Valério Cassidy van Brandt Eurydice Black Simona Floros Alexander M. Breandan Desdemona Meadows Maurellé Nemesis Argyris Charlotte Alice Russell Andrea Rachel McBrayn Amortentia Cécile Derwent 14 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13572 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 14 Mart 2009, 15:36 | |
| Büyük Şölen ~
* Sonbaharın kendini hafifçe çiseleyen yağmurla gösterdiği eylül günlerinden birinde, ağaçların taşıdığı hazin havaya büyük bir tezatlık gösteren neşeli öğrenciler ile profesörler salondaki yerlerini aalırlar. Seçmenin ardından vekil müdire Profesör Derwent şöleni başlatır ve herkes büyük bir açlıkla yemeklere gömülür. Tatlıların da bitmesinin ardından her sene olduğu gibi gerekli açıklamalar yapılır, öğrenciler kurallar hakkında bilgilendirilir. Sınıf başkanlarının yardımıyla herkes yatakhanelerine yerleştirilir. *
Geçerli bir mazeretiniz olmadığı sürece lütfen katılınız. | |
| | | Andrea Rachel McBrayn
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 208 Yaş : 31 Kan statüsü : Bulanık Galleon : 11550 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 08/03/09
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 14 Mart 2009, 18:56 | |
| Ve işte, büyük salonun büyük kapısı açılmış. Binlerce, onbinlerce mumla aydınlatılmış büyüleyici salon karşılarındaydı... Hemen hemen herkes, bu büyük ve sıcak yuvaya geri dönmekten mutlu gibiydi, kimileri gülümsüyor, kimileri de ışıl ışıl bakışlarla arkadaşlarını arıyor, salona göz gezdiriyordu... Hiç bir şey değişmemiş gibiydi, işte, Griffindor masası ve Slytherin öğrencilerinin yüzlerindeki mutlu, kurnaz ifadeler... Eğer Griffindor'u değil de, Slytherin'i istemiş olsaydı, bundan üç sene evvel seçmen şapka onu da Slytherin'e koyar mıydı? Yanındaki Slytherin'li kız, Charlotte, bir Slytherin'li olmaktan fazlasıyla gurur duyuyordu. Fakat, Rach'e bu gururu yaşama fırsatı vermemişlerdi işte. Az sonra kendisi Griffindor masasına geçecekti, Charlotte'da kendi gibi Slytherin'de olmaktan gurur duyan insanların yanına... Trenden indiklerinden beri hiç Charlotte'un kolunu bırakmamıştı, ayrılık vakti geliyor muydu?
''Sanırım burada ayrılıyoruz, huh? Seninle Sytherin'de olmayı isterdim, ama cesaretim daha ağır basıyor belli ki! Kendine iyi bak, haydi!'' Sıkı sıkıya sarıldıktan sonra kindar gözlerle gidişini izledi. Cüppesi, biçimli bedeninin üzerine ne kadar da güzel oturmuştu! Ya saçları, kuşkusuz çok daha şekilliydiler onunkilerden. İçindeki kıskançlık duygusu sanki dyanaılmaz bir boyut almıştı, neden kendisi en iyi değildi? Hırsla gözlerini çevirdiğinde Olivia'nın ona doğru geldiğini görünce adeta hayal kırıklığına uğradı, yaz ona epey kilo aldırmıştı. Yaz boyunca Maldivler'de olan Olivia, en az 20 kilo almış gibi görünüyor, sanki bedenini zorla sürükleyerek masadan kalkmış ona doğru geliyordu. ''Ah, Rachie, canım benim nasıl özlemişim seni!!'' Rach bir ara kendisini sıkan etli kollar arasında boğulacakmış gibi boynunun zorlandığını hissederek bundan bir an önce kurtulmayı dileyerek gözlerini kapattı. Kızın incecik, tiz sesi kulaklarını dolduruyor, ama hiç bir şey anlayamıyordu. Biraz zorla da olsa, kendisinden en az yarım metre uzun ve otuz kilo ağır olan Olivia'yı kollarını indirmeye ikna etti elleriyle, yoksa havasızlıktan boğulacağı kesindi.
Bu zavallı kız, kendi gücünün farkında değil miydi? ''Biraz dikkatli ol, Olivia. Az kalsın boğuyordun beni. Sen kaç kilo aldın, Tanrı Aşkına biraz daha dikkatli ol.'' Havasızlıktan mosmor olmuş suratı, kızgın bir ifadeyle buruşmuştu. Kızın, hala sıktığı kolunu bir hamlede kıskaçtan çekti, yoksa kolu da moraracaktı. Kolunu ovuştura ovuştura Olivia'dan uzak bir köşeye, masaya oturdu. Vücudundaki kan akışı normala girmiş, bedeni mor renkten beyaz renge yavaş yavaş dönüyordu ancak o hala kolunu ovuşturuyordu. Yüz ifadesi hala aynı kızgın ve siniri bozulmuş mimiğe devam ediyor, içinden de kıskançlık krizleri eksik olmuyordu... Bunca tepkime arasında, açlıktan guruldayan midesi sabahtan beri küçük bir şeker dışında hiç bir şey yemediğinin ayırdına varmasını sağladı . Şu seçme de bir an önce başlasaydı bari, açlıktan ölüyordu!... Yanına bir kaç ikinci sınıf öğrencisi daha gelip oturmuştu, sanki tek başına ne yapıyorsun burada der gibi şaşkın şaşkın, çok aptal bir ifadeyle ona doğru bakıyorlardı... Zaten yükselmiş sinir katsayısı, bu aptallar karşısında kendini iyice belli etmeye başlıyordu. Yüzü kızgınlıktan kızarmıştı, biraz daha zorlasa kulaklarından duman da çıkabilirdi... Az önce sıkılmaktan mosmor olmuş kolunu sertçe bir darbeyle ahşap masaya indirdi, çıkan sert ses kızların üzerinde epeyce korkutucu bir etki sağlamış gibiydi. ''Defolun sersemler!'' dedi son derece tehditkar, sessiz bir ses tonuyla. Korkuyla bakışan kızlar, hızlıca bir kaç metre sola kaydılar. | |
| | | Charlotte Alice Russell Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 675 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11825 Ekspresso Puanı : 8 Kayıt tarihi : 31/01/09
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 14 Mart 2009, 20:55 | |
| "Sonunda" diye düşündü Charlotte, "sonunda Hogwarts'a ulaşabildik." Bütün yaz buraya gelmeyi iple çekmişti Charlotte. Bu koca ihtişama tekrar döneceği günlerin hep hayalini kurmuştu. Ve işte yeniden buradaydı. Az önce Rachel'la birlikte içeri girmişlerdi. Başlarda Rachel'ın bitmeyen sorularıyla biraz sıkıcı geçen yolculuk, sonlara doğru keyifli bir hal almaya başlamıştı. Sıra ayrılık vaktine geldiğinde ise Charlotte içinde anlamdıramadığı bir burukluk duygusuna kapılmıştı. Nedenini ona sarılırken ilk bir kaç saniyede farkedememişti. Fakat daha sonra kızın gözlerinde, kendine bakarkenki gördüğü sıcaklık ve burukluğu farkedince sadece o garip duyguya kendinin kapılmadığını, bunun iyi bir arkdaşlığın başlangıcının verdiği duygular olduğunu anladı. İşte o an onu biraz daha sevmeye başladı. İleride onunla güzel şeyler paylaşabileceğini şimdiden görebiliyordu, kanı kaynamıştı ona. Her ne kadar Rachel Griyffindor ailesinin bir parçasıda olsa. Rachel'dan ayrıldıktan sonra, Slytherin masasına doğru yol aldı. Geçen yıldan aşina olduğu bir kaç yüz kendisine gülümseyen gözlerle bakıyordu. Karşılık olarak onlara "Merhaba" dedikten sonra masanın ucuna yol almaya devam etti. Etraf çok kalabalık ve gürültülüydü. Hogwarts'a yeni başlayacak olan 1. sınıf öğrenciler burada olmanın mutluluğu içerisinde sevinç naraları atıyor, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Onları görünce, Charlotte birden geçen yılki duygularını anımsadı. Oda aynen burdaki yeni başlayanlar gibiydi. Masaya ilk oturduğu dakikada hemen diğer öğrencilerle kaynaşmış kendini sevdirmişti. Zaten en önemli özelliğiyde bu değilmiydi? "etrafa güven aşılamak ve kısa sürede dost edinmek". Bu düşüncelerle yoluna devam ederken arkadaşlarının masanın ucunda oturduğunu gördü. Erkekler birbirleriyle konuşuyorlar, kızlarsa kendine el sallıyordu. Onların herbirini seviyordu ve onalrında kendisini sevdiklerini biliyordu fakat daima herkes ile arasına bir mesafe koyardı. Fazla muhabbetin sıkıcılık getirdiğini hep bilirdi ve yalnız birkaç arkadaşa takılıp kalmak onu boğardı. Hep farklı yaşamlara dalmak onu daha çok tatmin ederdi. Fakat bu akşam farklıydı. Daha senenin ilk günüydü ve bütün yaz bugünü beklediği için onlarla doyasıya muhabbet etmek ve kız arkadaşlarının dedikodularını dinlemek düşüncesi içini kıpır kıpır ediyordu. Oturacağı sandalyenin yanına gelince arkadaşlarının aydınlık yüzlerine bakıp "Selam millet. Yeni yıl hepimiz için aydınlık olsun" dedi ve yerine oturdu. Tam o sırada içini bir mutluluk ve huzur dalgası kapladı. Evine dönmenin verdiği mutluluk.. | |
| | | Maurellé Nemesis Argyris Slytherin 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 636 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11984 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 09/11/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 14 Mart 2009, 23:57 | |
| Tren yolculuğu aslında beklediği kadar fena geçmemişti. Tek eksik Angie olsada sohbet pekala koyuydu. Tüm Slytherinlilerin bir kompartmana tıkılmış olması tabiki beraberinde birçok konu getiriyordu. Issa ve Enric en çok konuştuklarındandı. Luisa Enric olduğu sürece hep kaçıyordu. Trenden inipte testrallerin çektiği arabalara bindiklerinde Hogwarts'ın görüntüsü ve havası onları suskunlaştırmıştı. Yol boyunca tek bir laf etmediler. Arabadan indiklerinde çoktan kapının önünde yerlerini almış bavullarını zorlayarak Büyük Salon'a geçtiler. Angie çoktan yerine yerleşmiş etrafına bakınıyordu. Adreane hemen yanına geçip oturdu, bu sene kimler seçilecek pek merak etmiyordu. Tüm binalar çoktan masalarına yerleşip sohbete başlamışlardı. "Trende görüşemedik özledim Angie!" dedi Adreane göz kırparak. Angie ona dönüp gülümsemekle yetinmişti. "Selam millet. Yeni yıl hepimiz için aydınlık olsun" Kız yerine otururken oldukça mutlu ve huzurlu görünüyordu. Adreane onu geçen sene hem şapka ile seçilirken hemde derste görmüştü. Ortak Salon'da ödevlerine yardımcı olduğu kızlardan biride oydu. Ona bakarak "Sana da selam. Karanlık bir yıl yinede hoşuma gider." dedi imalı bir şekilde vurgulayarak. Sesindeki esrar bile gülümsemesine neden olmuştu.
Sonra müdürün sesini duyarak o tarafa döndü. Seçimler için Seçmen Şapka yine oradaydı. Şarkını söylerken hala eskisi gibi neşeliydi ama yaşlanmıştı. 5 yıl önceden birazcık daha tozlu ve eski görünüyordu. Emekliye ayrılma şansı olmaması ne üzücüydü. Bunu düşünerek yeniden güldü. Tabaklar dolduğunda herkes vahşice saldırmıştı. Adreane ise nazikçe uzandı ve birkaç birşey aldı. Yeniden şölende olmak aslında güzeldi. Binalarına bu sene sayabildiği kadarıyla yedi kişi gelmişti. Adreane onlara bir baş hareketi ile selam verdi. Genç yılanlar... | |
| | | Desdemona Meadows Slytherin 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 166 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11562 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 10/03/09
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 Paz 15 Mart 2009, 16:24 | |
| Bulutların sessiz hıçkırıkları, karanlıklara gömülmüş devasa ormanı ve etrafındakileri hüzne boğmuştu. Buna rağmen davetkarca ışıldayan Hogwarts her sene olduğu gibi açılış şölenine hazırlanıyordu, uzun bir aradan sonra yeniden ikinci evlerine dönen öğrencilerin çoğunlu ise dakikaları iple çekiyordu. Hayatları ilk defa bu görkemli şatoyu ve uçsuz buçaksız bahçesini görmüş ufaklıklar şaşkınlık nidalarını gizleyememişlerdi, diğerlerinin aksine çarçaf gibi gölün üzerinde sallarla ilerlerken. Şatoya giden dar patikada ardı sıra dizilmiş ahşaptan arabalar geri kalan öğrencileri taşıyorlardı. İnciden bir kolye gibi düzenliydiler, öndekilerden birinin tekerliği kırılana dek... Kendi kendine hareket etmesi için büyülenmiş arabalar aniden duraksadı, içindekilere kıyasla minyon tipli olan kız öne doğru fırlayıverdi. Karşısında oturan ve bu kısa yolculuğun başından beri onu ve tatminsiz bakışlarla cıklayıp duran arkdaşını süzen çocuk başını çarpmadan önce kızı tuttu ve göğsüne doğru çekti. Şaşkın gözlerle onu güvenli kollarına alan saçlarından bir kaç ton açık kahve gözlere sahip olan çocuğa baktı. Neredeyse düşecek olmaktan daha çok bir yabancıyla bu denli yakın olmaktan utanmıştı, yüzüne hücum eden sıcaklığa engel olamadı. Yine de bir yerlerini incitmeden onu tuttuğu için minnettardı adını bilmediği çocuğa, boğazında düğümlenen kelimelere ses vermeye hazırlanıyordu ki Kimberly söze girmişti bile. ''Hey, sen ne yaptığını sanıyorsun? Hemen o kirli ellerini çek Dess'in üzerinden!'' Duyduklarında karşısında yüzünü buruşturmakla yetinen çocuk Desdemona'yı yavaşça bıraktı ve arkasına yaslanıp camdan dışarı bakmaya başladı. Sadece bir kere dudakları kıpırdanır gibi olmuştu sahipsiz ellerini göğsünde kavuştururken, belli belirsiz mırıldanışını duyması mümkün değildi ama adını tekrarlamış gibi geldi Desdemona'ya. Yanakları yeniden kızarırken dizlerinin üzerinde kalkıp yerine geçti, Kim ise cüppesinin kırışmasından korkar gibi üstünü düzeltiyordu. ''İyiyim Kim, lütfen...'' Sarı renk gözlerini devirerek bedenini geri çekti, saman rengi saçları omuzlarına dökülen kız, belli etmese de burnunda soluyordu. Kimberly'nin neden bu kadar öfkelendiğini biliyordu, karşısında oturan çocuğun göğsündeki rozete göz atması yetmişti. Hufflepuff... Diğerleri gibi Kim de bu kıyasıya düşmanlığın bir parçasıydı, birinden nefret etmesi için binasının renginin yeşil olmaması yeterliydi. Kendi aralarında iyi anlşamasalar da söz konusu Slytherin olunca diğer üç binanın öğrencileri de yemin etmiş gibi onlara sırtlarını dönüyorlardı. Oysa kendinden birkaç yaş büyükmüş gibi duran çocuk olabildiğine sıcak kalpliydi, ona teşekkür edecek fırsat bulamadığı için üzülümüştü. Gözlerini ondan ayırmadan bekledi, başını çevirmesini ve gözgöze gelmelerini umuyordu. Böylece burnundan soluyan Kim'e ve yanında oturan kendi arkadaşının asılmış yüzüne rağmen pişman görünmeyen çocuğa gülümseme fırsatı olacakdı. Ancak yol boyunca kıpırtısız, mermerden bir heykel gibi oturdu. Yenilgiyi kabul etmekten başka şansı yokmuş gibi görünüyordu ki araba ikinci kez duruverdi ve kapı sonuna kadar açıldı. Daha yerinden kalkamadan kurtarıcısı atlamıştı arabadan, gerisinde kalan arkadaşı seslenmek zorunda kalmıştı. ''Matt, beni bekle!'' Peşi sıra arkasından koşan yanık tenli çocukdan sonra Kim ile arabadan indiler, kendini kötü hissediyordu. Meleksi yüzüne düşen gölgeleri fark eden Kimberly elini tutuverdi, teni kendinine kıyasla daha sıcaktı. Ardından onun adımlarına uyarak koşarcasına ilerlediler, önlerindeki kalabalığa aldırmıyorlardı.
Dans edermişçesine uyum içinde olan el ve ayakları istemsizce aynı yöne koşuşturan insanlara çarpıyor ama dudaklarından tek kelime çıkmıyordu. Kim ise bir yandan onu çekiştirirken durmayacağına yemin etmiş gibi sarı saçları dalgalanarak yürüyordu. Belki de biraz daha hızlı olsalardı etrafındaki renkleri kaçırmış olacaklardı. Ellerini kavuşturmuş, ince kenarlı gözlüklerinin ardından tehditkar bir şekilde etrafı süzen mavi saçlı kadını gören birinci sınıflar olabildiğine geniş bir açıdan dolanarak salona giriyorlardı. Ergenliğe yeni girmiş bir erkeğe ait boğuk bir ses duvarlarda çınlıyordu, zar zor seçilebilen sözlerinin çoğu küfür doluydu ancak kimse umursamıyordu. Tim Buckle, yakışıklı ve bir o kadar budala son sınıf öğrencisi, açılışı yapmak için zaman kaybetmemişti, duvar kenarında Dişlek Jane ile fazla samimi duruyordu. İster istemez gözleri onlara kaydı, yaptığı doğru değildi ama yasak elmayı yemek istiyordu. Uzun boylu çocuk kıza doğru eğilmiş, dudaklarına sayısız öpücük kondururken başını geriye atan kızıl saçlı kız boynunu ona sunmuştu. Öpücükler aşağı kayarken meraklı bakışların sayısı da artmıştı, duyduğu rahatsızlığı saklamayan birinin sahte öksürüğü ile kız kendini saran kollardan civa gibi sıyrılıverdi. Bundan hoşnut kalmayan Tim ağzını açmıştı ki Kim onu sürükleyerek uzaklaştırdı. Baştan sona yeşile bürünmüş Slytherin masasına yöneldiklerinde kısa süreliğine tüm ilgiyi üzerlerinde topladılar. Ardından herkes onlar gelmeden önceki hararetli konuşmasına döndü, Kim arkadaşlarının konuşmasına katılırken sessiz kalmayı tercih etti. Önündeki boş kadehi saran parmakları soğuğu içine çekiyordu, lekesiz cam yüzey pırlanta gibi parlarken elinde içeri doluşan kalabalığın sesi artıyordu. Tüm öğrenciler yerlerine yerleştikten sonra vakit kaybetmeksizin seçim başlatılmışrı, herkes pür dikkat izlerken Dess sadece ancak koyu tenli ve yaşıtlarına göre uzun kızın binasına seçildiğini biliyordu. Çünkü ilgisi başka yere kaymıştı, çaprazında oturan Alex dikkatle ona bakıyordu, bunca senedir belki de tek kelime etmediği çocuk şimdi gözlerini ondan ayırmıyordu. Ağzından bir şey kaçırmaktan korkarcasına sıkı sıkıya kenetlenmiş çenesi ve bakışlarındaki acı veren keskinlik yüzünden gerilmişti, boş kadeh neredeyse ellerinden kayıp düşecekti. Dalgalı saçlarının yüzünü örtmesine izin verdi, yüzü kıpkırmızıydı, bu akşam ikinci kez utanmıştı. Seçimin bittiğini masada aniden beliren yemeklerden anladı, her sene olduğu gibi yok yoktu masada. Aç olmasına rağmen eli çatalına gidemedi, aklı çok karışıktı. Son bir kez başını kaldırdı ama göz göze gelemedi, Alex'in bakışları yana kaymıştı. ''Kimber, sana bakıyor!'' Farkında olduğunu belirtmek istercesine gözlerini kıprıştırdı Kim ve elleri saçlarındaydı düzgün olduklarından emin olmak istercesine. Ardından Alex tabağına yöneldi, masadaki tüm kızlar onun artık boşta olduğunu biliyordu, belki de herkesin ilgisini istediği biri olduğu için böylesine kendinden emin duruyordu. ''Çok yakışıklı, değil mi?'' Balkabağı suyu ile dolmuş elindeki kadehini kurumuş dudaklarına götürmekle meşgul olan Desdemona başını salladı. Garip bir his vardı içinde, tüm bedenini kaplamıştı. Hayal kırıklığı... | |
| | | Alexander M. Breandan Slytherin 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 63 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11679 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 10/12/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 Paz 15 Mart 2009, 22:12 | |
| Şıp.. Şıp..
Gökyüzünün tüm ihtişamı ile kendini sunduğu gecelerden biriydi. Yağmur, sessiz bir şairin satırlarıyla konuşurmuşçasına bir gizlilik ile yağarken, saçlarından alnına doğru dökülen saydam su damlalarına aldırmadan yürüyordu. Her zaman ki gibi, etrafında toplanan ve çoğu Hogwarts'ın en gözde cadılarından olan topluluğa şeytani bakışlar atmakla meşgul olan Irina'yı fark etmemiş rolü yapmıştı. Ne zaman konuşmak için yanına doğru hamle etse, aynı hızda kayboluyordu Alex de. Onu kırmak, ya da incitmek istememesinden dolayı değildi bu, sadece yüzünü dahi görmek istemiyordu.. Irina'nın Will'e karşı beslediği duygularını gördüğü ve kendisinin bu işte sadece bir kobay olduğunu anladığı gün, hayatında kimseye karşı beslemediği kadar büyük bir nefret kabarmıştı bedeninde fakat bu ne denli şiddetli olursa olsun, ona karşı aciz kalan diğer yanına da baskın gelmekte zorlanıyordu bazen.. 'Hey, Alex! Gelmiyor musun? Söz vermiştin..' Adını hatırlamadığı fakat simasından tanıdığı Slytherin'li bir kız onu yanına çağırırken, düşüncelerinden kurtulmak istermişçesine kırpıştırdı gözlerini. Esmer tenli kız Alex'i, çok önceden tanıyormuş misali bir samimilikle Testral'lerin çektiği arabalardan birine davet ederken, ona ne zaman söz vermiş olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Anlam vereyemeyerek kırıştırdığı anlı ve delip geçecekmiş bir ifadeyle bakan gözleri düşünüldüğünde, kızın çehresine yerleşen anlık korkuya karşı anlayışlı olabilirdi fakat sessizce başını sallayıp, arkasından kendini atmakla yetindi sadece. 'Sana demiştim, Irina denen o kızdan ayrıldığından beri gözü bende. Sonunda..' Kızın, arkadaşına söylediği sözlere karşılık sıkıcı bir hale gelen bu oyuna devam etmek istememişti daha fazla. Araba hareket ederken tekrar dışarı attı bedenini. Adını dahi hatırlamadığı biriyle yapacağı sıkıcı ve bir o kadar da kur dolu sohbet yerine, Eric'in de bulunduğu, hala hareket etmemiş olan arabalardan birine yöneldi. Kendi huyunu biliyordu, ne kadar çapkın ve umursamaz olabileceğini de fakat şu kızlar hiç mi akıllanmıyordu acaba? Alex'in onlara değer vermeyeceklerini bile bile kendileriyle çıkması için girdikleri bu anlamsız yarışları anlamıyordu. Birkaç gün sonra terk edildiklerinde ağlayacakları omuz yine o manasız işlere giriştiği arkadaşları olmayacak mıydı? *Gülünç* dedi kendi kendine, Eric ona hal hatır sorarken. İyiyim dermişçesine salladığı başıyla, çocuğun girişmekte olduğu sohbet ortamını daha başından yok etmişti. Anlaşılan bugün konuşacak havasında değildi pek, az önceki düşüncelerinin aksine... Göl, ilerledikleri patikayı boylu boyunca güzelliği ile kaplarken, sessizliği bozan bir gürültü duyulmuştu. 'Merlin aşkına!' Onlarca arabanın içinden, tekerliği kırılan araba kendilerinin ki idi. Aşağıya inerken, kalabalığın onlara dönen bakışları ve arkalarından gelen arabaların aniden durmaları ile ileri doğru atılan bedenlerden çıkan nidalar, başını o yöne çevirmesine neden olmuştu. Hemen ileride, minyon tipli bir kız, adının Matt olduğunu bildiği Hufflepuff'lı bulanığın kolları arasında, vücudu kas katı olmuş bir biçimde duruyordu. Kızın sarışın arkadaşına bakılırsa bu olay Matt'in katledilmesine dahi yeterdi. Arkadaşını son hızla çeken Slytherin'linin bakışları arasından görebildiği kadarıyla bu olaydan onun kadar rahatsız olmuş değildi kızın kendisi. Sessiz ve utangaç haliyle daha çok Kim'den rahatsızlık duyuyormuş gibi görünüyordu... Derince bir nefes alarak bugün değiştirdiği üçüncü arabaya doğru ilerlerken, bakışları hala adının Dess olduğunu öğrendiği kızdaydı. Sessiz tavrı Alex'in dikkatini çekmişti nedense. Normalde böyle tiplerin ezik olduğunu düşünürdü fakat bu kızda farklı bir şeyler var gibiydi.. Bu uzaklıktan bile hissedebildiği utangaçlığı, gizemli bir hava katıyordu ona. Açık bir kapı bırakmıyordu sanki, onu çözümleyebilmesi için. Kapalı tutuyordu kendini, korunmak ister gibiydi..
Sonunda, Hogwarts'ın o her zaman ki ihtişamlı görüntüsü dikkatini şatoya vermesini sağlarken, bu gün içerisinde son kez olmasını umarak dışarı attı bedenini. Kalabalığın arasından, ona doğru varmaya çalışan Irina'yı fark etmişti. Adımlarını hızlandırarak kızdan olabildiğine uzaklaşmaya çalışıyordu fakat o, yanında bitivermişti bile. Sakinleşmek için gözlerini yumdu ve bakışlarını Büyük Salon'un kapısına dikerek konuştu; 'Peşimi bırak. Her şeyin daha da kötü olmasını istemiyorsan tabi!' Kızın cevap vermesine dahi izin vermeden Salon'a doğru adımını atarken, Slytherin masasından yükselen sesleri duyabiliyordu. 'Hey Alex. Buraya!' 'Hemen geliyorum..' Ravenclaw masasına yönelerek Alexis'in yanına vardı. Onu fark eden kardeşinin alnına ıslak bir öpücük kondurduktan sonra hiçbir şey demeden uzaklaşmıştı. Slytherin masasında kendine ayrılan yere oturmadan hemen önce, Alexis'in alnını silerek ona küfürler yağdırdığını duyabiliyordu. Kendinden emin bir ifadeyle gülümserken, hemen çaprazında oturan Dess çekmişti tekrar dikkatini. Yine az önce ki utangaçlığından ödün vermeyen bir ifadeyle oturuyordu, masadaki diğer arkadaşlarının aksine. Anlaşıldığı kadarıyla, konuşkan bir kız değildi. Alex onun ağzından Kim denen arkadaşının isminden başka hiçbir kelime duymamıştı çünkü. Gerçekten Slytherin binasında mıydı şimdi? 'İlginç..' 'Ha?' İstemsizce dışa vurduğu düşüncelerine anlamsız bir ifadeyle karşılık veren Ashton, haklı olarak ne dediğini sormuştu fakat pişmiş tavuk misali sırıtmakla yetinen Alex'in gözü Dess'den başka birini görmüyordu bugün. Tekrar kıza yönelttiği bakışlarını o da fark etmiş olacaktı ki, kızarmaya başlayan yanaklarıyla ele veriyordu kendini. Bıraktığı etkiden memnun kalmış görünen Alex dikkatini kendine baktığını fark ettiği Kim'e yöneltirken, Dess de bakışlarını elindeki kadehine kaydırmıştı. Sonunda, Kim denen flört delisi canavarın hareketlerinden sıkılarak tabağına yönelttiği bakışları, istemsizce de olsa Dess ile buluşmak ister gibiydi fakat Irina'nın masanın uzak bir köşesinden olanları izlediğine emin olduğu için ertelemeye karar verdi planlarını. Bu masum kızın Irina'nın vahşiliğine kurban gitmesini istemiyordu..
Yemeğini hızlıca silip süpürdükten sonra, Slytherin kızlarının şaşkın bakışları eşliğinde kalktı masadan. Nereye gittiğini soran gözlere aldırış etmeden Dess'in yanına yönelirken, minyon tipli bu güzel kızı riske attığını biliyordu fakat eskiden de olsa beş cadıyı bir arada idare etmiş bir erkek olarak, iştahını kabartan bu yeni güzelliği erteleyecek değildi tabiki. Kızın yanına oturmak için kendine yer açarken - ki bunu bakışlarıyla yapabilme yeteneğine dahi sahipti - hayal kırıklığına uğradığı her halinden belli olan Kim'e ileri gitmesi için küçük bir el hareketi yapmıştı. Yanına oturduğu kızın zaten kıpkırmızı kesilmiş yanakları biraz daha kızararak, amatör bir muggle kuaförün elinden çıkmış basit bir makyajı andırmıştı ona. Kızın bu haline küçük bir tebessüm ile karşılık vererek konuştu; 'Alexander.' Usta bir ressamın en güzel resimlerinden birini çizer gibiydi şu an. Yavaş ama can alıcı bir fırça darbesi.. Tereddütle ona bakmakta olan kız hala cevap vermemişti. Kurumuş dudaklarını hafifçe yalayarak ıslattı ve tebessümünün yüzünü çehrelemesine izin verdi. Ya onunla konuşamayacak kadar utangaçtı, ya da gerçekten konuşmak gibi bir niyeti yoktu.. Seçimi ne olursa olsun, bunu yakında öğreneceğini bilerek daha fazla zorlamak istemedi. Kızın kendininkine kıyasla avucu içinde dahi kaybolacak küçüklükteki elini nazikçe kavradı ve kuru bir öpücük kondurdu. Bedenini doğrulturken, göz bebekleri hala Dess'in yeşil, iri gözlerinde sabitlenmişti. Slytherin masasını kaplayan sessizliğe tezat bir hareketle, yerinde dönerek uzaklaştı ve saniyeler sonra yükselen uğultuların kulaklarını tırmalamasına izin verdi.. | |
| | | Simona Floros Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 893 Yaş : 31 Galleon : 12368 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 14/03/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 Salı 17 Mart 2009, 13:11 | |
| -KON- Adımları birbirine karıştı. Yanındaki HUfflepuff'lı genç kolundan tutup durdurmasaydı Gryffindor'lu kıza çarpıp, yere düşecekti. Gencin telaşlı ve melodik sesi kulaklarını doldurdu. Fakat Percisy'e* bu kısık ve sözsüz bir melodi gibi geldi. Narin boynu, koltukta oturan bir ölününki gibi öne düştü. Fakat ayakta duruyor ve her an bayılacak olmasını göz önünde bulunduran gencin temkininin aksine dengedeydi. Siyah saçları kahkülüyle bir ittifak oluşturup Persy'nin yüzünü sardı. Buz mavisi gözleri geriye doğru akıp, ruhani olarak kirli olan bedenine tezat oluşturan bir beyazlık bıraktı. Bu birkaç saniye süren kısa fakat hızlı olayın tam ortasındayken genç Persy'nin perdelerini(saçlarını) açsaydı, muhtemelen çığlık açıp kaçardı. Neyseki tereddütlü genç beyni boşluk içinde yüzen kızın çenesini tutup kaldırdığında, Percisy gözlerini yummuştu. Birkaç saniye boş ve ruhsuz çalışan, bitkisel hayata girmiş birisini andıran, çöp tenekesi kadar boş olan bedeni ruhunu buldu. Göz bebeği tekrar beyazlık denizinin ortasına kondu ve gözleri yavaşça açıldı. -TAK-
Tren yolculuğu boyunca yerini Cissy'e bırakmış olan Persy'nin gözlerinde uyku mahmuru bir yüz ifadesi vardı. Ruhu beyninin en ücra yerinde ölüm uykusuna yatmıştı. Boşta olan eliyle gözlerini ovalarken kulağında yankılanan ninnimsi sesin melodikleşmesiyle yanında biri olduğunu anlayabildi. Başını kibir Tanrıçası gibi ağır bir ifadeyle koluna girdiği, daha doğrusu Cissy'nin koluna girdiği gence çevirdi. Aptal Cisy'e göre babyface bir tip daha diye düşündü. Vasat bir tip olduğu her halinden belliydi, bir kere sertleşen bakışlarından duyduğu korku net gözlerinden net okunuyordu. Duygularını gizleyemeyen, biraz önce asıldığı kıza anne kuzusu gibi titrek sesle nasıl olduğunu soran tek düze konuşmalı aptal birisiydi. Fakat nefretinin asıl nedeni Persy'e katlanma sebebini görebiliyor olmasıydı. Muhtemelen koluna takıp arkadaşlarına Persy'i gösterip, ' Okulun sorunlu kızı Marquéz'i takladım. ' mesajları verecekti. Bu düşünceyi kafasında evirip çevirmek bile sinirine sinir katmıştı. Ondan düşündüklerinin intikamını almak istediği için kolundan çıkmadı, yüzünü Cissy'msi bir ifadeye boyadı. İyi rol yapardı, şuan siniri bu tiyatroyu titrek oynamasına yol açsa da saf tipleri kandırmak zor değildi. İnsan beyni basit ve kandırılması kolay kuklalardı. Bedenleri oynatmak zihni oynatmaktan daha zordu. Bu yüzden ona tatlı bir " Ahh.. İyiyim, gözüm karardı. İçeri girelim mi?" cümlesi söyleyip, sıradan insanların gevezeliklerini tekrarlayarak bakışlarını Persy'den çekmemesini sağladı. Eğer biraz zeki olsaydı Persy'nin planı için arada gözlerini kaçırıp hesap yaptığını görebilirdi. Fakat görmedi ve Persy onun rahatlıkla kapının yanındaki duvara doğru yürüttü. Duvara birkaç adım kala elini onun kolundan sakince çıkarıp sırtına koydu, başını çevirip profesör kontrolü yaptıktan sonra eline tüm gücünü verdi ve çocuğu hızla duvara yapıştırdı. Ne olduğuna dönüp bakmadı zaten çocuk duvara çarparken kendisi çoktan kapıdan geçmişti.
Yüzü eski kalıbına döndü, içi zafer ve eğlence çanlarıyla çalkalansa da yüzü donuk ve hissizdi. Ne kızıyor ne de gülüyordu. Sadece her sene ışıldayan aptal tavana bakmaktan sıkıldığı için kendisine bu günü özel kılacak kurbanlar arıyordu. Zarifce elini cebine atıp minik bir kutu ve içinden çiftlik evinde tuttuğu minik böceği çıkardı. İnsan beynindeki şartlamalar bu örümceğin zihninde de vardı. Buradan çıkamayacağını yirmi dört saat içinde öğrenmişti, bu ona bir uyuşukluk ve açılan kapamaktan çıkmak için bir hamle yapma fırsatını kaçırma verdi. Birkaç adım önünde bir kıza sabitlenmiş halde duran Ravenclaw'lı gencin yakasını düzeltiyormuş gibi elini boynuna uzattı. İlk başta bu dokunuştan rahatsız olup arkasını dönse de Persy'i kendisine yardım ediyor olarak gördü. Onun tatlı teşekküründen iğrendiği için yüzünü buruşturup böceği sırtına bıraktı ve sanki hadi yürü, göreyim seni der gibi sırtına vurarak tatlı yaratığı ezdi. Kanlarının kokusu iğrenç bir koku salgılardı. Tam sırtında olduğu için bu kokuyu ilk algılayan kişi kendisi oldu. Sadece aşka kendisini indeksleyen insanlardan tiksiniyordu fakat bu hamle çok eğlenceli değildi. Oturup onları izlemeyecekti.
Onları geride bırakıp yanından geçerken sarışın bir kızın kafasına şaplak atıp, eliyle diğer omzunu dürttü. Kız ilk başta bir açı çığlığı koyup diğer tarafa dönsede sonunda öbür tarafından geçen Persy'i keşffetti. Tanıyamamanın verdiği şaşkolozlukla saçını hızla düzelterek iri gözlerini daha da pörtletti, fakat Persy dönüp donuk bir ifadeyle ona baktığında sadece bir küfür mırıldanıp önüne döndü. Bu gerçekten eğlenceliydi, küfürse umrunda değildi. Sinirli bir yüzün korkuyla kaplanmasından aldığı hazzı kimse anlatamazdı. Fakat asıl haz birkaç adım ötede oturuyordu. Arkasında duran ev elindeki notu okuyan kız yüzünden tüm bedenini göremese de bu uyuz olduğu Adreane'ydı. Geçen dönem gizili yerini keşfedip yayılırken onu yakalamış ve bunun intikamını almak istemişti. Neden bu kadar gaz almışken bunu yapmayacaktı ki? Yine de onun yaptığı gibi suçu örterek yapacaktı, o bu yeri kendisi bulduğunu iddia etmemiş miydi? O zaman Persysca da sadece eğlenen bir seyirciydi. Sessiz adımlarla ayakta durup, not okuyan kızın yanına gitti. Ona arkasını dönüp X-Tina'ya el sallayıp, bir şey söylüyormuş gibi işaretler yapmaya başladı. X-Tina başta bir şey alamasa da sanki Persy önemli bir şey anlatıyormuş gibi hareketlerden anlam çıkarmaya çalışmaya koyuldu. Bu sırada önlerinden geçen kalabalık Ravanclaw grubunu zaman olarak aldı. Onların sayesinde bir profesör görürse kaza diyebilirdi. Topuğuyla kızın ayakkabısının arkasına bastı. Çıkan ayakkabısıyla arkasını dönmek için hamle yapan kızın kasığına hafif bir dirsek geçirip bastığı ayakkabısını çekti. Yediği dirsekle öne düşen kız, ayağının altından kayan yer yüzünden toparlanamayıp Adriene'nın üzerine düştü. Persysca'ysa sırıtarak kalabalığa karışıp Adrieane'nın sırıttığını göreceği bir noktaya geçip yerleşti.
Kızı pataklayıp gönderen Adreane belli ki Persy'den şüphelenmemişti. Masaya kafası çarparken yüzünde oluşan ifade yaptığı şeyden aldığı eğlenceyi ikiye katlamıştı. Çelme takıp öldürdüğü büyükannesinden bile daha eğlenceliydi intikam. Fakat minik Adreane'nin hırsını alamamış sert yüzü Persy'e çevrildi. Hiç düşünmeden yerinden kalkıp dişlerini sıkarak Persy'nin yanına geldi. Asasını yavaş - Persy'e göre - bir hareketle çekip bir büyü mırıldanmak için sinirle kenetlenmiş dudaklarını açtı. Oysa Persy hızlıydı. O büyüyü mırıldanamadan sarışın kızın bileğini kavrayıp parmaklarını onun bilek sinirlerine bastırdı. Felçli gibi donup kalan kasları yüzünden sımsıkı sıktığı parmakları açıldı ve asa yere düştü. Biraz önceki sinirinin yerini dehşet ifadesi almıştı. Persy'den değil, parmaklarını oynatamamaktan korkmuştu. Ne olduğunu anlayamamıştı, insan bedeninin bir kukla olduğunu bilemeyecek kadar düz mantık sahibi insanlardandı. Tabi Persy'nin parmaklarındaki hüner gözden kaçmamalıydı, o iyi bir kuklacıydı. Kızdan gözlerini birkaç dakika ayırmadı, ardından bileğini bırakıp onu omuzlarından hafifçe itti. Tekrar eski seğirine dönen parmaklarına bakıp fiziksel şiddetten vazgeçip konuşmak için kendine gelmeyi bekledi. Persy'se bu durumdan yeterince zevk almış, yavaş yavaş yüzünden silinen dehşet ifadesini zevkle okumuştu. sadece onun anlayamadığı bu kas oyununu anlatmak için fısıldadı; " Ne sihirdir, ne keramet. "
{ Percisy'e* } Karakter değişimi anında iki karakter birbirine karışıyor. Bu yüzden Cissy ve Persy ismini birleştirdim. O anda iki karakterde aktif değil. | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12424 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 Perş. 19 Mart 2009, 16:04 | |
| İğrenç bir yaz geçirmişti. Her şeyden önce ailesine durumu anlatamaması büyük sıkıntıydı. Onlara yalan söylemek sinir bozucu bir şeydi. Issa’nın ailenin diğer fertlerine ablasının bir kurtadama dönüştüğünü söylememesi harika bir şeydi. Kardeşini bu yüzden oldukça takdir ediyordu. Mezun olduktan sonra ne yapacağını hep merak etmişti. Hogwarts’a profesör olarak gideceğini, üstüne üstlük Slytherin binasının sorumluluğunun kendisine verileceğinden hiç ümidi yoktu. İksir dersi dışında diğer derslerinin pek parlak olduğu söylenemezdi. FYBS notu ise oldukça yüksek değildi. Sadece iksirlerle ilgilenmeyi seviyordu. Neyse ne mutlaka kendisine verilen görevi yerine getirecekti. Dönüşüm geçirirkenki hali geldi birden gözünün önüne. Sarı tüyler, kontrol merkezi uyuşmuş bir beyin, ürkütücü gözler, iştahtan daha da keskinleşmiş dişler… Başını iki yana salladı, hatırlamak korkutucuydu. Dönüşüm geçirirken ne denli bilincinin kaybolduğunu artık daha iyi kavradığından Sam’e eskisi kadar kızgın değildi. Yine de orda olmaması gerekirdi ama sonuçta yapacak bir şeyi yoktu.
Bir gün önceden Hogwarts’a gitmişti. Zindanlara aşina olduğu için odasından gayet memnun kalmıştı, uyuyamamış olsa da. Koskoca bir binanın sorumluluğunun kendi üzerinde olması ona biraz baskı yapsa da bazı kişilere sürpriz olacak oluşu harikaydı. Özellikle Liz’den nefret edenlere… Üzerine geçirdiği uzun, siyah cüppe içerisinde garip görünüyordu. Özellikle ayağındaki ayakkabılar düşünüldüğünde. Sanki hala yedinci sınıf öğrencileri gibiydi. Boyu uzamış, vücudu biraz daha şekillenmişti ama o hala eski Liz’di. Boynuna taktığı haç şekilli kolyeyi inceledi aynada. Eskiden taktığı yeşil gözü hatırladı birden. İçi biraz daha acırken saçlarını tepeden sıkıca toplayıp odasından dışarı çıktı. Merdivenleri çıkarken isminin fısıldandığını duyabiliyordu. Ya da ona öyle geliyordu. Yanından geçen iki kızın niye kıkırdadığına anlam veremese de umursamadan ilerledi Büyük Salon’a doğru. Öğrencilerin bir kısmı gelmişti, okula başlayacak olan birinci sınıflar da biraz sonra müdire eşliğinde girerlerdi salona. Masaların arasında ilerlerken Slytherin’e bir göz attı. Birkaç yeni kişi dışında pek bir değişim yoktu kadroda. Tabi gidenler de vardı…
Profesörler masasında kendisine ayrılan yere yerleştikten sonra gözünü tam karşılarındaki büyük kapıya götürdü. Derin bir nefes aldı, okulda öğrenci olarak dolaşmadığı ve profesörlük yapacağı ilk günlerden biriydi. Profesör veya Bayan Black kelimeleri çok uzak geliyordu, ona Liz denmesine o kadar alışmıştı ki. Masadaki diğer profesörlere bir göz attı. Nicole de yeni profesörler arasındaydı. Tanıdığı eski yüzlere yenileri de eklenmişti. Hafifçe gülümsedikten sonra tüm ciddiyetle açılan kapıya odaklandı. Gördüklerinden epey etkilenmiş olan birinci sınıflar müdirenin ardı sıra yürüyordu. Bir anda sekiz seni öncesine gidiverdi. Kendi de aynı böyleydi. Gerçi ağabeylerinden Hogwarts’ı az çok biliyordu ama bilmek ve yaşamak farklı şeylerdi. Seçme işlemini devam ederken Slytherin masasına gözü takıldı. Geçen sene tokadı yapıştırdığı çocuk ona garip bir şekilde bakıyordu. Gözlerini kaçırdı. Yeni sınıf başkanlarını ortak salona gittikleri gibi yeniden kutlayacaktı. Persy’nin seçilmesine şaşırmıştı ve bir o kadar sevinmişti. Çünkü o diğer insanlar tarafından soyutlanan biriydi ve bu durumda onunla iletişim kurmak zorunda kalacaklardı.
Seçme işlemi bittiğinde yeni gelen minik Slytherinliler’e baktı. Hallerinden gayet memnun görünüyorlardı. Dolan tabaklara aldırmaksızın önündeki kadehten bir parça su içti. Kurumuş boğazına iyi gelebileceğini düşündü. Herkes yemek yerken onun yememesi biraz garip kaçabilirdi eline aldığı çatal ve bıçakla bir şeyleri gevelerken zamanın bu denli akıcı olduğunu fark etmemişti. Gerekli açıklamalar ve kurallar belirtilirken bina sorumlularının tanıtılması Liz’i epey heyecanlandırmıştı. Kendi ismi söylendiğinde Slytherin masasından gelen konuşmalar başının o yöne çevrilmesine neden oldu. Anlaşılan kimse beklemiyordu. Hafifçe gülümsedikten sonra yerine oturdu. Bu sene epey eğlenceli geçecekti. Persy’nin Adreane ile uğraştığını ve bundan zevk aldığını görünce sırıtmasına engel olamadı. Bu yıl gerçekten harika geçecekti… | |
| | | Cassidy van Brandt Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 195 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11624 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 Cuma 20 Mart 2009, 18:23 | |
|
En son Aurailen Elwia Dawson tarafından Cuma 12 Haz. 2009, 22:55 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Enric Sandro Valério
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 193 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11717 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 08/12/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 21 Mart 2009, 19:45 | |
| Bütün bir yazın ve yaşanmışlıkların geride bırakılıp tekrar Hogwarts'a dönmek onu tuhaf duyguların içerisine sokuyordu. Geçen yazı hatırladığında çapkınlığının bu yaza karşın daha fazla olması onu birazda olsa düşündürüyordu. Sanki bu iki dönem Angélique'dan önce ve Angélique'dan sonra olarak ikiye ayrılmıştı. Ona karşı hissettiği duyguların derinliği onu çapkınlık formundan düşürüyorduda o bunu pek fazla kabul etmek istemiyordu. Yinede şu çıktığı yazda yaptığı kaçamak çapkınlıklar aklına geldikçe bu yazıda pek boş geçirmediğini düşünüyordu. Sasha, Roxe, Candy, Sally ve daha fazlası... Tekrardan hatırlamaya çalıştığı bu kızlardan sadece birkaçını hatırlayabilmişti. Alexander'ayla yaptığı çapkınlıkları hatırlamak istedikçe listenin uzayıp gideceğini düşünmüştü ama listenin uzayıp gittiğini düşündükçe içini suçluluk duygusu kaplıyordu. Bu suçluluk duygusu Angélique'ya karşıydı. Ona ve sevgisine verdiği sözleri hatırladıkça içindeki suçluluk duygusu alevleniyordu. Bazen aklına Slytherin'deki erkeklerin ona söyledikleri geiyordu "Angélique seni oldukça dizginlemiş olmalı. Enric, çapkınlıktan ayrıldığın söyleniyor, seni aratmayız çapkınlıklarımızla. Merak etme!" Tüm bu söylenilenler Enric'i bir kızgın boğaya dönüştürüyordu. Arkasından konuşulması ise onu çileden çıkartıyor bu sefer her zamankinden daha fazla çapkınlık yapma isteiğine kapılıyor ve bu his onu gün boyu sarıp sarmalıyordu. Bunun sonucunda ise pişman olucağı çapkınlıklar yapıp, Angélique'ya karşı hissettiği suçluluk duygusu artıyordu. Bu suçluluk duygusu en çok Angélique'nın güzelliğini görünce canlanıyor ve Enric'in canını fazlasıyla yakıyordu. Şimdi bu can yakış Angélique'yı göreceği Hogwarts'ta tekrardan canlanacaktı. Ona karşı kendini suçlu hissetmesi, ona kendini affettirme duygusununda uyanmasına neden oluyordu. Büyük salon bir şölen havasına ulaşmıştı. Öğrencilerin kavuştuğu Hogwarts,büyük bir özlem içerisindeydi. Aylar sonra birbirlerine kavuşmuş olan arkadaşların yaptıkları sohbetler, uzun süredir görüşmeyen ve birbirlerini özleyen sevgililerin konuştukları bütün salonu kaplamış ve büyük bir gürültü olmasını sağlamıştı. Neredeyse kimse kimseyi duymuyordu. Enric ise henüz büyük salonda değildi ama gürültünün farkındaydı. Ne de olsa bütün koridorlar gürültüyle inliyordu. Büyük salondan içeri girmiş olan Enric, şölen havasının sahip olduğu salonda bir an olsun kendini unutmuştu. Ayaklarının onu götürdüğü Slytherin masasında ilk göz göze geldiği Angélique olmuştu. İçinde canlanan suçluluk duygusu canını acıtmaya başlamıştı bile. Angélique'ya gidecekken Slytherin masasından kalkıp yolunu kesen Alexander onu lafa tutmuş ve yazın Enric'le beraber yapmış oldukları çapkınlıkları masadaki erkeklere anlatırken masanın bu kısmından alkış ve bağırışlar yükselmeye başlamıştı. Bu arayı bir kaçış imkanı olarak gören Enric, kimseye belli etmeden oradan ayrılıp Angélique'nın yanına gitmişti. Slytherin'in bütün kızlarının gözlerinin üzerinde olduğunu anlayan Enric Angélique'ya doğru yaklaşıp kulağına birşeyler fısıldamıştı "Şölenden sonra üçüncü kattaki boş sınıfta bekliyor olacağım güzelim." Enric Angélique'nın kulağına bunları fısıldarken o kadar yakınlardı ki Enric kimseyi umursamayarak Angélique'nın dudağına bir öpücük kondurmuş ve onun gözlerine bir kez daha bakıp tekrardan Alexander'ların yanına dönmüştü. | |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12679 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 21 Mart 2009, 23:06 | |
| Rüzgâr esintisinden yoksun bir yaz, hiçbir hareketlilik olmamıştı. Mark'dan ayrıldığını saymazsa tabi her şeyini kaybettiğini düşündüğü an işte o zamandı. Sevmişti ve sadık bir ilişkiye başladıklarını düşünüyordu. Arada bıkkınlık olmasın diye belirli bir mesafe içerisindeydi; ama bunu Mark istememiş miydi? Nicole'e kalsa onu sevip özlediğini uzun uzun mektuplara dökerek yazmaz mıydı? Bir ağacın dökülen yaprakları gibi o da Nicole'e iki kelime bile söylemeden çekip gitmişti. Yazın gelmemişti, haberi aldığı kişi küçük bir kız çocuğuydu. “O artık sensiz mutlu demişti” küçük kız o kadar masumdu ki sözleri Nicole duyar duymaz, kendi halini düşünmeden ona baktı. Bilmediği bir durumu en masum ve acısız şekilde karşıdakine aktarmaktı tek görevi… Nereden bilebilirdi ki, bu olayın Nicole’ün içinde kurup düşlediği hayatı tamamen yıkıp attığını. Evet, aynen olmuştu, kızın o masumluğunu unutmanın ardından üzerinden büyük bir kaynar su boşalmıştı. İçini kapatan ve gittikçe de kapanmasına neden olan o iki söz bunu kendi nasıl söylemezdi. Niçin yapmıştı? Bilemiyordu; fakat artık bir daha Mark hayatında asla olamayacaktı. Olmamalıydı da bir yaz geçirmişlerdi sonra da her şey sona ermişti, Nicole sadece salak gibi ona mektup yazmayarak kendini unutturmuştu; fakat bunu ona sadık kaldığı için yaptığını anlamayacak kadar kas kafalıydı belli ki sevdiğini sandığı insan, artık ona ne sevgi ne de aşk besliyordu. Kin nefret dolu bir gözle çocuğun bir şey söylemeden gidişinde sadece intikam vardı aklında ve bunu elbet bir gün söke söke alacaktı. Artık bir önemi olmadığını düşündüğünden onu içinden atmak ve yaşadıklarını silmek adına kana kana ağladı. Hayatında çok az gözyaşı döken biri için bütün yaz kapanıp yeni günün doğup aydınlanacağını istercesine ağlaması garip bir durumdu; fakat bu durum onun Hogwarts’a gelince yaşadığı hayatı tamamen değiştirecekti. İnançsızdı, ama içinde sürekli büyüttüğü aşkla inançlı bir hale geldi. Dıştan dua etmese de içten içe Yüce Merlin’e yakarıyordu. Onu bu yalnız hayatın içinden kurtarması adına, bunu yapmamalıydı biliyordu; fakat içten içe yiyen bir kurt vardı. Elmanın kurdu gibi midesini kemiren pişmanlıklarından bu duruma gelmişti. Hayatı hep sorunluydu, etrafındakilere de sorun açıyordu. Kendi kabuğuna çekilip dinlenmek en mantıklı şey olurdu. Kendini çözmek için bu garip olaya ihtiyacı olmalıydı. Kimsenin suçu yoktu bu hayatta kendi içiyle alıp veremediği gereksiz savaştan başka. Bu savaşı yenmek zordu; fakat barış için savaşmalı kendi benliğini çözmeliydi. Bir terapi gibi kapanmıştı, belli ki yaşadığı depresyon denilen saçma bir Muggle hastalığıydı Bir kitapta okuduğu bu olayı birine söyleyerek rahatlıyorlardı; fakat o farklı bir yöntemle kendi kendine söylemeye karar verdi. Gün geçtikçe de işe yarıyordu. Artık daha az ağlayıp kendine ve yaşadıklarına acıyordu. En sonunda Hogwarts’dan gelen bir mektupla bütün hayatında hiç olmadığı kadar neşeli bir hale gelmişti. Profesör olarak seçilmişti, işte istediği ve içten içten içe Merlin’e yakarmaları kabul olmuştu. Kaderi onu terk etmiş. Merlin’e inancı gelmişti. Bunu kimse bilmemeliydi, fakat böyle bir durumla karşı karşıya olduğundan çok memnun olmuştu. Doğru yolu bulmuştu, aydınlık ve karanlığın ortasında bir yerde neşeli bir yer seçmişti. Ümidini hiçbir şekilde yitirmeden özelini içinde yaşayan bir kişi olup çıkmıştı.
Bundan sonra ki günler hızla geçmişti. Çünkü Nicole belirli bir rutinle seçildiği Profesörlük kitaplarını okuyor. Ya da deniz kenarına giderek güneşlenip denize giriyordu. Rutin olsa bile eğlenceli bir hale getirip hayatı belirli bir düzene sokmayı başarmıştı. Şimdi yapacağı tek şey tren gününün tarihini beklemekti. Çok uzun haftalar olsa bile o günler çok çabuk geçti. Geçen günlerin ardından akşam ki hazırlıklar kontrol edilip trenin olduğu yere evin özel ışınlanma bölümünde gidilip trenin kalktığı yere gelindi. Profesör trenine girdiğinden üzerinde bir telaş vardı. Tatlı bir telaş, bu işte ki yeniliğinin yenilir yutulur olmadığını biliyordu. Çok profesyonel olduğunu düşündüğü diğer hocaları da öğrenip araştırmıştı. Ne kadar eve kapalı bir yıl geçirse de onun için baya yararlı bir dönem olmasına yaramıştı. Yapacak sınırlı şeyler olduğundan sıkılmamak adına bir o yana bir bu yana gidiyordu. Bu da onun yeni ve hiç bilmediği şeyler öğrenmesine sebep olmuştu. Trene bindiğinde ne yaptığını bilmeden, farkına varmadığı bir adamın karşısına oturmuştu. Karşısında ki adam baya şaşırmış olacak ki hayretle onu izliyor ne yapacağını şaşırıyordu.. Şaşırması doğal olan adam Nicole’ün uzun zamandır, ilk defa insan içine çıktığını nereden bilebilirdi ki! Sonunda ayaküstü bir tanışma olanağı sağlanmıştı. Nicole belli etmese de kendinden yaşça büyük bu adamdan biraz hoşlanmıştı. Belki de onu uzun zamandır ilk gören olduğu için böyle bir tepki vermişti; fakat adamında tavırları sempatik ve kendini açıklığa kavuşturmak ister gibiydi. Ne olacağı belli olmadan Hogwarts’ın yolunu tutan bu ikili kim bilir sonunda nasıl bir arkadaş olacaklardı. “Yeni bir olay bilinmezlikle içten içe kendi başını yukarı sallayarak çıka dursun. Bizde bunu o kişilere bırakalım” bir kitapta okuduğu kendisini derinden etkileyen bu sözü düşünerek trenden indi. Yeni tanıştığı Matthew’la inmemişti. Adam kızını arayacağını söyleyen birkaç cümleyle diğer perona geçmişti. Belki de sıkılmıştı, Nicole’ün o amansız sohbetinden. Neyse bunları bir kenara atarak okulun binasının yolunu tutmanın tam zamanıydı. Yürürken esen rüzgar hafif uzayan saçlarını havalandırıyordu. Esen rüzgârla yarı uykulu bir halinden uyanan Nicole derin bir nefes alarak Hogwarts’ın her zaman ki kapısından bambaşka biri olarak giriyordu. Bir Profesör hem de çok yabancı olmadığını düşündüğü Tılsım Profesörlüğüydü. Dilekleri bir bakıma gerçekleşmiş olan Nicole’ün şimdi tek yapacağı Büyük Salona girip o her zaman ki olan olayları başka yerden ve başka gözlerle izleme zamanıydı. Eşyaları önceden buraya yollandığından çok şanslıydı. Hazırlanmasına hiçbir şekilde gerek yoktu. Kapıları aralamanın ardından koridorun ne kadar kalabalık ve bağrış çağrış içinde olduğunu görünce eski anıları canlandı birden gözünde. "Eski günler" diyerek iç geçirmenin ardından büyük salona yaklaştığını fark etti. İçeri girer girmez etrafta çok fazla kimsenin olmadığını anladı. Anlayınca daha zamanı olduğunu düşünerek Profesör Locasında kendine bir yer bulmaya karar verdi. Gözüne kestirdiği yere hemencecik oturarak Büyük Şölen’in başlaması beklemeye koyuldu. Erken gelmişti, etrafta tek tük dolaşıp yerini bulmaya çalışan birkaç öğrenci vardı; ama kimin umurundaydı. Bütün bir yaz beklemişti. Biraz her şeyi bu taraftan seyredip bekleyerek hiçbir şey kaybetmezdi ki! İhtişamlı ve sonsuz bir geceye uzanıyordu. Müziğin o iç gıdıklayıcı sesi ve güzelliği sonuçta bu Nicole yeter bile artardı. | |
| | | Martin Thomas Wolfiex Fontjoncouse Otel Koordinatörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 344 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11735 Ekspresso Puanı : 11 Kayıt tarihi : 26/11/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 21 Mart 2009, 23:39 | |
| Uzun zamandır kendini toparlayamamıştı ve çok dağınıktı. Aşk acısı çekiyor gibi hissediyordu kendini fakat o ufak kalp kendi davranışları yüzünden harap oluyordu. Kendine iyi bakmıyordu son zamanlarda, fazlasıyla vurdum duymazdı. Dersleriyle bile ilgilenmiyordu artık. Varsa yoksa Nylwen'i düşünüyordu. Kafayı yeme noktasına gelmiş olması onu üzüyordu aslında. Şu an ortak salonda otururken bile onu görebiliyordu. Aslında yapması gereken belliydi; herkes gibi akşamki şölene hazırlanmalıydı. Katılmak bile gelmiyordu içinden. Aynı masada olacağı bir kızı seviyordu ve bu durumdan rahatsızlık duyuyordu. Gözlerini ellerinin arasına aldı ve bir süre sessiz sessiz düşünmeye çalıştı. Akıllıca davranması gerekliydi, kendini toparlaması. O yüzden kafasını kaldırdı ve ortak salondaki heyecana baktı. Neden o arkadaşları ile eğlenemi,yordu, neden kendini acıya sevkediyordu? Saatlerdir oturduğu ve kendini bir harabeye çevirdi koltukta gerindi ve sırtını kütletti. Ayağa kalktı ve yavaş adımlarla yatakhaneye doğru ilerledi. Önce bornozunu alması gerekliydi, uzun zamandır banyo yapmadığı için kirlenmişti. Basamakları ikişer ikişer çıktı ve bavulundan bornozunu çekip çıakrttı. Hızlı adımlarla banyoya giderken içinde biraz heyecan vardı.
Duşta oyalandı ve sıcak suyun tadını çıkarttı. Köpüklerle kaplı ve sıcacık küvette oturmuş saçlarını yıkamaya çalışırken herkesten biraz daha umut taşıyordu. Banyonun boş olması kendisini rahat hissetmesini sağlıyordu, genelde boş yakalıyordu zaten banyoyu. Bu durumdan hiç mi hiç şikayetçi değildi zaten. Sonra aklı yasak ormana takıldı. Tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorjdu bile, sanki yaşanmış ve ertesi gün format atılmıştı kafasına. Zorladı kendini, işe yaramayacağını bilerek. Sonra canı sıkıldı vesinirlendi. Kafasını birden sıcak suyla dolu küvete soktu. Saçlarını duruladı ve küvetten çıkıp bornoza sarındı. Hızlı adımlarla yatakhaneye varmak istiyordu, üşümüştü ve birilerinin onu öyle görmesinden korkuyordu. Fakat korktuğu başına gelmedi ve yatakhaneye vardığında kimse içerde yoktu. Hızlı adımlarla okul üniformasını giydi ve bir şeyler atıştırmak için büyük salona inmeyi düşündü. Sonra vaz geçti, akşamdan önce inmek istemiyordu. Bavulundan birkaç parça kek çıkartı ve ağzına tıktı. Yola çıkmadan önce annesi koymuştu bunları ve hala duruyorlardı. Yiyecekler hakkında bilgisi olmadığı için küflenip küflenemeyeceğini bilmiyordu elbette. Giyinip keklerini yedikten sonra kendini sıcak yatağına bıraktı, biraz dinlenmesi gerekliydi. Üstündekileri çıkartmadı ve gözlerini kapatarak uykuya daldı.
Gözlerini açtığında ormandaydı ve yalnızdı. Hayır, bir dakika... yalnız değildi. Birileri uzaktan onu izliyordu. Etrafına bakındı ve her yanda gözler olduğunu gördü; yeşil, çekici gözler. Dudaklarını araladı fakat ses çıkmadı. Sadece kafasının içinde bir isim yankılanıyordu. *Nylwen? Sen misin?* diye geçirdi içinden. Nasıl duyabileceğini bilmiyordu fakat sessiz durarak bir yere varamazdı. Kendi içindekileri dökmesi gerekliyidi, döktüğü yer ise tekrar kendi içiydi. Koşturdu ve kaçmak istedi o yakut yeşili gözlerin bakışından. Koştu koştu ve koştu. Saatlerdir koşuyor kadar yorgun hissediyordu kendini. Başı ağrımış, ayakları zonklamaya başlamıştı. Sürekli övündüğü ayakkabıları bile artık buruyordu ayaklarını. Gözlerini araladı, sessiz ve sakindi yatakta. Koşmuyordu fakat uyurken dinlenmesi gerekirken yorulmuştu. Yatakta doğruldu ve etrafına bakındı, birkaç kişi gelmiş ve giyinmeye başlamışlardı. Gözlerini kolundaki kırmızı kayışlı saatine dikti. Akrep yelkovana yetişememiş ve yorgun düşmüş gibi yavaş yavaş ilerliyordu. Yelkovanın her bir turunda biraz daha yol kat ediyordu. Şölene az kalmıştı ve Martin bu konularda gerçekten yavaş biriydi. Hızla yataktan fırladı ve giyinmek için bavulunun başına geçti. Şu son bir haftadır bavuluna o kadar çok yaklaşmıştı ki gerçekten nefret etmişti. Seneye için yeni bir bavul isteyeceğinden çok emindi.
Yataktan kalkınca aceleyle hazırlanması hiçbir şeyi değiştirmemişti, saçları tüm planını bozmuştu. Uzamaya bırakmıştı, arkadaşları daha çok yakıştığını düşünmekteydi. Taramadı, sadece elleriyle düzeltti. Üzerine smokini tam oturmuştu ve onun uzun bacaklarını ortaya çıkartmıştı. Kendine güvenir tavırlarından birini takındı ve biraz parfüm sıktı. Sonra yatakhaneden ortak salona indi. Hala ortak salon kalabalıktı. Geç kaldım diye acele ederken erken ineceğini daha yeni anlıyordu. Adımlarını yavaşlattı ama yönünü değiştirmedi. Ona selam veren herkese " Merhaba... Görüşürüz... Sana da yakışmış Jim... Saçlarına bayıldım doğrusu... Aşağıda seni bekleyeceğim..." gibi geçiştiri sözler söylüyor ve çaktırmadan onların gönlünü alıyordu. Sonunda salona indi, fazla kişi olmadığını gördü. Her masada en fazla birkaç kişi vardı. Profesörlerin arasında ise gözüne çarpan ilk kişi Bayan Magdalene olmuştu. En sevdiği profesör ünvanını kazanmıştı. Selam verircesini el salladı ve kendi binasının masasına geçti. Aradığı kişi daha yoktu; Nylwen. Derin bir nefes aldı gözlerini merakla kapıya dikti. Bekledi, bekledi, bekledi... Kimse gelmeyince kafasını ellerinin arasına aldı ve sessizce beklemeye başladı, neyi beklediğini bilmeyerek. | |
| | | Xenophilius Waffling Gryffindor 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 114 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkandır. Galleon : 11514 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 16/03/09
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 Cuma 27 Mart 2009, 19:37 | |
| Ağır ve kasvetli adımlarını parke döşenmiş Hogwarts zemininde yrürken yüzünden düşen bin parça olan Chuck bi an durakladı ve kardeşinin nerede olduğuna baktı. Arkasından aksine bi neşeyle yürüdüğünü gördüğünce biraz daha üzüldü. Kardeşinin hayatı toz pembe gözlerle görmesi hiç hoşuna gitmiyordu. Zamanı gelip sevdiği kişini yüzüztü bıraktığında da bu kadar mutlu olabilecek miydi acaba? Chuck derin bir nefes aldı ve elinde kalan tek şey olan anılarını hafızasında yoklamaya başladı. " Başka bir erkek var, Chuck. Artık birlikteliğimizi sürdüremeyeceğimizi düşünüyorum.é demişti kız ayrılmadan önce. " Beni bırakıyor musun? " demişti şaşkınlıkla Chuck. Hayatında unutmakta zorluk çekeceği tek kişi oydu ve onu kaybetmek bir olasılık bile olamazdı. " Ama... ama bunu yapamazsın, değil mi? Beni sevdiğini sanıyordum." diye mırıldanabildi Chuck. Her sözünden hüzün fışkırıyordu. Kız biraz etkilenmiş gibi gözüküyordu fakat kararının değişmeyeceği kesindi. " Seni her zaman sevdiğimi biliyorsun fakat bu başka bir duygu. O bana senden daha fazlasını verebilecek biri." dedi. Kafasını önüne eğdi Chuck ve sessizce mırıldandı. " Son bir kez daha düşünemez misin? " dedi ve umutla kıza baktı. " Düşünebileceğim bir şey yok. Artık uzatmayalım! " demişti kız. Chuck bir an üzüldü fakat bunu belli etmemeye çalışarak " Evet, doğru kelime bu. Artık uzatmayalım." işte bu sözü söyledikten sonra film kopmuş ve şu ana kadar gelebilmişti. Acınacak bir halde olduğu belli olmasın diye sessizce iç çekti. Sonra kolunu arkaya uzatarak kardeşini çekti.
- Birazcık olsun anlayışlı ol ve kardeşin burada üzntüden kahrolurken kendi mutluluğunu bir kenara bırak. Kahrolası bir kız yüzünden burada bir intihar etmediğim kaldı. Hayatta her şey mutlu sonla bitmez, Tony. Artık anla bunu ve biraz ciddi ol. Kardeşim olduğundan şüphe duymaya başlıyorum. Lanet olsun!
dedi ve bir an boğazına bir şey düğümlendi, gözleri doldu ve ağlamak için can atan bedeni istemsiz hareketler yapmaya başladı. Önce ayakları titremeye ve gücünü kaybetmeye başladı. Son bir umut bile kalmamıştı artık, aradaş bile kalamazlardı. İstemiyordu zaten, kardeşlerini bile istemiyordu. Tek istediği yalnızlıktı, ama korkuyordu. Unutulup, acı çekmekten korkuyordu. Dışarıdaki temiz havanın neşesi bile bir işine yaramıyordu artık. Eskiden havanın güzelliğinden bile cesaret alan Chuck gitmiş, tamamen karamsar biri gelmişti. Kendine geldi ve tekrar aynı adımlarıyla yürümeye başladı. Tony'nin arkasından mırıldandığını duyuyordu fakat dönüp bir tepki bile veremiyordu. Birkaç dakika sonra şölenin yapılacağı salona girecekleridive kız arkadaşını görecekti. Kalbinin ritimli aışları bozuldu ve heyecan yüm bedenini ele geçirdi. Boğazını temizledi ve adımlarını hızlandırdı. Bir ara arkasını döndü ve " Acele et Tony, hiçbir şey kaçırmak istemiyorum. " dedi. Kısa sürede Büyük Salon'a vardılar ve Gryffindor masasına yerleştiler. Gözleri Slytherin masasını taramaktaydı fakat daha gelmemişti. Ne diğer kardeşleri, nede sevgilisi gelmişti. Mutlu ve dans eder adımlarla kardeşinin yanına gelip oturmasını izledi. Tekrar derin bir iç çekti. Tavana baktı, tavandan çok gökyüzüne bakıyormuş gibiydi. Yeni hobileri arasında şiir yazmak vardı ve canı felaket derecede şiir yazmak istemişti. Kafasını elleri arasına aldı ve düşünmeye başladı, suçu neydi?
| |
| | | Teodor Amberiotis Gryffindor 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 184 Yaş : 33 Galleon : 11583 Ekspresso Puanı : 21 Kayıt tarihi : 16/03/09
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 9 C.tesi 28 Mart 2009, 12:18 | |
| Mutluluk bu olsa gerekti, mükemmel bir yazın ardından Hogwarts onu mükemmel kılıyordu. Tabi kardeşi kendiyle aynı fikirde hiçbir zaman olmadığı için bu onu içten içe üzüyordu; fakat daha ne kadar böyle manik depresif bir hale sokabilirdi ki kendini... Tomy'nin anlamadığı nokta buydu. Çünkü sonuçta alt tarafı bir kız için bunu yapmaya değer miydi? Kardeşi daha iyilerine layıktı ve karşılaşamaz mıydı? Bütün yaz başının etini yemiş olsa da tatilinin tadını çıkarmıştı. Gerçi bundan da sıkılmıştı ikiz kardeşi; onu onu anlamamakla suçlamıştı her zaman ki gibi. Neden herkes onun gibi iyi noktadan bakamıyordu ki! O da bir kaç aşk yaşamıştı, hatta hepsinde kızlar onun bu umursamaz mutluluk hallerinden sıkılmışlardı ve bitmişti. Ne vardı ki bu umursamaz mutlu tavırda sonuna kadar endişeli ve umutsuz olsa daha mı iyiydi, anlamıyordu. İnsanlar mutlu olunca dünyalar onların oluyordu. Ancak mutsuz olunca mı başından aşağı kaynar sular dökülerek bitiyordu her şey... Böyle bir şeyin olması çok saçmaydı. İnsan hep mutlu olmalı her şeyin bir iyi yanı olduğunu düşünerek kendini teskin etmeliydi ki hayattan zevk alsın. İşte yaşamak istediği hayat felsefesi buydu; ama şu ana kadar herkes ona bu kadar iyiliğin kötülükten başka bir şey getirmeyeceğini söylerek bir bir yanından ayrlıyordu. En sevdiği ikizi bile bunu böyle yapmıştı.Yetimhane de büyüdüklerinde bile herkes ağlarken o burada olmanın mutluluğu içerisindeydi. Sonunda Hogwarts ve her zaman ki hayal alemiyle gelen tebessüm. Tabi bu duruma söylenmeden edemeyen kim olabilir tabiki de Chuck onunla aynı binaya seçildiği için mutluydu. Diğer ikizleri ise onlardan çok farklı ve kötü düşündüğünden Slytherin'e seçilmişlerdi. Onlar içinde ayrı sevinmişti. Çünkü onlara en uygun yer bu olmalıydı ki seçilmişlerdi. Her şeye iyi bakan yönüydü işte bu en kötü Slytherin binası bile iyi yapmıştı. Bunu duysa Chuck'dan çok büyük azar yerdi; ama kimin umurunda. İnsan kendini mutlu kıldıktan sonra gerisi vız geliyordu, onun için. En sonunda Chuck bir kriz geçiriyormuşcasına kardeşinin kolunu çekerek "Birazcık olsun anlayışlı ol ve kardeşin burada üzntüden kahrolurken kendi mutluluğunu bir kenara bırak. Kahrolası bir kız yüzünden burada bir intihar etmediğim kaldı. Hayatta her şey mutlu sonla bitmez, Tomy. Artık anla bunu ve biraz ciddi ol. Kardeşim olduğundan şüphe duymaya başlıyorum. Lanet olsun!" diye konuşmaya başlamıştı. Yazın kaç kere dinleyip tepkisiz kalmıştı kim bilir Tomy, ama bu sefer kardeşinin içinde ki acıyı hissemişcesine irkilmişti. Bunu bütün yaz sürdürmüş müydü karşısında ki bir an anlayamadan düşünmeye ve hatırlamaya çalıştı; evet tam da öyle olmuştu. Sonuç olarak Tomy umursamadan bunun ona saçma geldiğini anlatan bakışlarla bakmıştı. Kırmıştı onu ve şimdi ikiz kardeş gibi değillerdi. Hisleri tamamen ortadan ikiye ayrılmıştı. Bunlardan anlamasa bile şu an ki durumunu ve telaşını biraz olsun hissettiğinden sakin bir sesle " Anlıyorum; ama bence artık her şey o kadar kötü olmayacak, biliyorum sevdiğin birini kaybetmek ya da onun senden ayrılması üzücü bir şeydir. Bunu herkes bilse de biraz umursamaz bir tavır takın belki o kız o zaman sana farklı davranır" gene bir çuval inciri berbat etmişti. Çünkü Chuck her zaman ki sinirli bakışlarıyla kardeşine çabuk olmasını söylüyordu. Bakışarak konuşmaları da ayrı bir olaydı. İyi bir destekçi olamıyordu. Çünkü her şeyin bir nedeni olduğunu düşündüğünden buna da mutlu oluyordu işte. En sonunda şarkı söylerek Hogwarts'ın koridorlarında ağır ağır yürümeye başlamıştı. Tabi bu durumu gören Chuck daha da sinirli bir şekilde tepki verdi. Çünkü hislerini anlayamaması üzüyordu onu. Biliyordu; ama hep böyleydi ve sonuç olarak napabilirdi ki! Bilmediğinden bir şey yapamadı. En olgun ve mutlu düşünen karakterdi belki de 4 kardeş arasından; ama kimse buna inanmıyor, ona hayalci diyorlardı. Alışmıştı, buna ama bunları bir gün gerçekleştirerek herkesi kendine hayran bırakcaktı."Acele et Tomy, hiçbir şey kaçırmak istemiyorum." gene bir sesle kaybolmuştu her şeyi; ama gene şarkı söylerek ilerliyordu. Büyük salondan içeri.Umudunu hiç yitirmemişti o kadar acılara rağmen destek olamasa bile kardeşlerine verdiği içten bir destek vardı sanki. Bunu şimdi hissedemiyorlardı; fakat hayat denilen oyunun sonunda öğreneceklerdi. Bitiş çizgisine yakınken belki de tek istedikleri bu olacaktı. Büyük Salona vardığı anda her zaman ki gibi o büyüleyici güzelliğe bakarak şaşkına döndü. Anlamadığı ve onu içine çeken bir hava hakimdi. Tabi bunu ondan başka kimse bilmediğinden kardeşinin acele içinde koşuştururcasına etrafa bakan haline söyleyemedi bile. Kendi sakladığı o kadar çok acı vardı ki! Belki de bu yüzden hayatın inadına onlara Polyanacılık oynarak yol gösteriyordu. En sonunda Gryffindor binasının masasına bir kez daha oturmanın verdiği büyük hazla etrafı süzerek her zaman ki mutluluğuna döndü. Cesareti de bu mutlulukla alakalıydı. Oysa ikizi ve her zaman yanında olan Chuck'da ise bu durum hayatta tersten bakışıylaydı. | |
| | | | Büyük Şölen ~ 9 | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |