|
| Şafak Vakti | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Marjoline Clodiën Slytherin 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 323 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11676 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 18/03/09
| Konu: Şafak Vakti C.tesi 21 Mart 2009, 20:23 | |
| "Hiçbir zaman ölmek çözüm değildir." Şafak Söküyor.
Pıt,pıt,pıt. Yağmur damlalarının ahenkli dansı devam ediyordu. Soğuk ve ürpertici bir şafak vakti daha, başlıyordu yağmurun dansı ile. Yatakhanede uyuyan çehrelerde yanlızca yorgunluk, bıkmışlık ve genel bir ifade bulunuyordu. Marline*, her zamanki gibi ayaktaydı. Daima dolanan silüetler olan vampirler gibi. Uykusunun olduğu bir zaman, normal süren bir yaşam belirtisi değildi. Gerçi ne kadar normal bir yaşantısı vardı, bu da tartışılacak bir konuydu. Fırtına şiddetini artırıyordu. Şafak sökmemiş iken manzaranın güzelliği büyüleci denilebilecek nitelikteydi. Yeni bir gün ve umutlar geliyordu. Ve tabii ki hiçbir zaman ölmek çözüm değildi."Arisha, bir baksana.". Çok nadir duyulan bir sesleniş, Arisha'yı uyandırmaya yetmemiş olmalıydı. Mızmızlanmalar yankılanda odada yanlızca. Bir kaç kere sağa ve sola dönmesinin ardından gece yeniden sessizliğe büründü. Marline, yanlızlığa alışkın olmasına rağmen bu gece içerisinde bir sıkıntı vardı. Yanlızlığı istemiyordu, sanki birileri onu bekliyordu karanlık diyarlarda. Çağırılıyor gibi hissediyordu kendini, bedenine karşı koyamıyordu. İnanılmaz derecede bir istek vardı içinde. Sessiz Maroline kendi benliğinde boğulurcasına hapsolmuştu. Yırtıcı ve çekici bir Maroline doğuyor gibiydi. Şafak söküyor, Maroline değişiyordu.
"Koridorlar, parçalanmış bedenler." " Kalk ayağa seni sersem." " Bu seni ilgilendirmez. Defol! " Bu gece olay çıkmamalı, yoksa canını okurdum seni pislik! Bana itaat etmeyi öğrensen iyi olur." Hiçbir zaman hoşlanmadığı Hufflepuff binasından biriyle, binadaş bile denemeyecek türde sümsüğün biriyle tartışıyor olmak yanlızca zaman kaybıydı Maroline için. Bir hata ile kandırmıştı Seçmen Şapkayı. Düşmüştü bu sersemlerin arasına. Oysaki Slytherin daima rüyalarını süslemiştir Maroline'nin. Onlara baktıkça imreniyor olmak bile nefret uyandırmıştır kimi zaman içinde; ancak biliyordur ki, içerisinde gerçek bir Slytherin ruhu yatmaktadır. Hogwarts koridorları sabahın henüz erken saatleri olması nedeniyle boştu. Her fısıldanan sözcük, bir kaç kere yankılanmanın ardından geri dönüp buluyordu onun kulağını. Sesini duyacak, onu bulacak biri olmadığına emindi. Hisleri her zamankinden daha da kuvvetliydi. Yeni Maroline kesinlikle daha cazip, daha kurnaz ve bencildi. Parçalanmış bedenlerin ardından yepyeni bir Maroline çıkmıştı şafak sökerken. Kızıl saçlar, masum bakışlar ve narin yapılı bir bedeni paylaşan iki ruhtan, iki farklı kişilikten biri daha fazla dayanamayarak çıkıp gitmişti. Bir bedene hapsolmuş iki beden daha fazla birbirlerini tamamlayamamıştı. Bir bedende, tek bir ruh.Soğuk korodorlarda, Maroline'nin şarkısının haricinde bir ses daha yankılanıyordu. Öfkeli ve narin şekilde basılmaya çalışıyormuşçasına sert ayak sesleri. Ses, koridorların kuzey batısından geliyordu tahminlerine göre. Yanılmak hiçbir zaman ona göre değildi; tahminler, hisler ve duyular. Kesinlikle doğru tahmindi. Kuzeybatı, yeni biri, yeni sesler, ürperti ve daha fazlası...Gelen seslere aldırmaksızın bir basamağa çöktü. Tüyler ürpertici fısıltısı devam ediyordu Maroline'nin. Şizofrenik bir rahatsızlık sahibi olmamasına karşın, söylediği sözlerde bir mantık aramak boşuna harcanan bir çabaydı. Ağzından dökülen az sayılı mantıklı söz vardı. Şuankiler ise deli saçmalığından başka bir şey değildi. "Kan dökülecek. Her şey ölümle sınırlı değil. Görüyorum, sesler geliyor, vızıldıyorlar. Oradalar, daima görüyorlar. Biliyorlar ve hissediyorlar. Yakınındalar, geçiyorlar." Bir tekerleme misali devamlı tekrarlıyordu aynı şeyleri. Aynı zamanda bir öne ve geri olmak üzere ritimli şekilde sallanıyordu. Ayaklarıyla tutturduğu melodi ise koridorların boşluğunda sesi gibi yankılanıyordu. Öfkeli ayak sesleri kesilmişti. Tek başınaydı, gene yanlızdı. Kısık gözleri ile çevreyi süzüyordu. Bilinci yerinde miydi? Bunun için kesin bir şey söylenemezdi...**Beklediğim biri var, gelmezseniz sevinirim. | |
| | | Stefan Dequarté Büyücü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1226 Yaş : 31 Kan statüsü : Angels Walk Among Us o.O Galleon : 11952 Ekspresso Puanı : 43 Kayıt tarihi : 23/03/09
| Konu: Geri: Şafak Vakti Perş. 26 Mart 2009, 19:32 | |
| Hızla çıktı yatakhaneden. Günün erken saatleri olduğu için etraf boştu, bu da biraz huzur demekti. Boylu boyunca uzanan merdivenlerden yavaş ve istemsizce atılıyormuş gibi gözüken gözüken adımlar ile ilerliyordu. “Daha yükseğe yapsalarmış ya bu merdivenler yüzünden okuldan nefret ediyorum!” yeşil gözlerini dikip konuştuğu yere bir başkası baksa kuşkusuz kimseyi göremez fakat biz onun gözünden bakacağımız için elbette konuştuğu kişiyi görebileceğiz. “Söylenmeyi bırak Dwayne! Zindanlarda olmam lazımdı senin ama sen nerdesin? Dur hiç zahmet etme ben söyleyeyim, bu lanet olası kule de! Annenleri ne kadar hayal kırıklığına uğrattın, beni hesaba katmıyorum bile.” ufak tefek hafif uzun sayılabilecek saçları ile bala çalan yeşil gözlere sahip kısacası Dwayne’e ikizi derecesinde benzeyen çocuğun ağzından dökülmüştü bunlar. Zindanlar derken elbette Slytherin’i kastediyordu. Dwayne küçük çocukların yapacağı bir şekilde omuzlarını silkti. Slytherin, Gryffindor ya da herhangi bir bina okula gelmeden önce bunlardan hiçbirini düşünmemişti. Açıkçası okula geldikten sonra da pek düşündüğü söylenemezdi, “ Russell ailesinin kanı bozuğu oldum anlaşılan.” sırıtarak söylediği sözlerin ardından sırt sıvazlamasını andıran bir şekilde Raskolnikov’un sırtına vurdu.
Raskolnikov, Rusya’da tanışmıştı onunla. Bu tanışma yaklaşık on yaşlarına denk geliyordu ki bu da neredeyse doğduğundan beri yanında olan Enée’nin – Raskolnikov’dan farkı yoktu Enée’nin de – ölümünden hemen sonrasına denk geliyordu. Ölmüş bir arkadaş ve ardından gelen yeni arkadaş. Küçük çocuklar sorgulamazlar, Raskolnikov’un da neden Rusya’dan dönerken kendisi ile geldiğini sorgulamamıştı ya da neden sürekli yanında olduğunu. Halbuki gerçek Raskolnikov Rusya’nın soğuk iklimindeydi hala Dwayne arkadaşını kendi kafasında yeniden tasarlamış ona yeni bir kişilik yüklemiş ve gerçek Raskolnikov’un sadece adını getirmişti beraberinde kendi ülkesine. Raskolnikov bir nevi Dwayne’nin kötü tarafı. Kendinde olmasını istemediği bütün huyları alıp ona yüklemiştir böylelikle yaptığı kötü her hareketi ona yükleyebiliyordu. Vicdanını rahat tutup yalnızlıktan kurtulmak için iyi bir yoldu kısacası. Ki onun gerçekten var olduğuna inanıyordunuz ilk andan son ana dek.
“Senin gibi bir Russell daha gelmez, sen bir numarasın Dwayne. Bütün suç seçmen şapkanın.” “Dört yıldır aynı şeyi konuşmaktan bıkmadın mı sen? Ben bıktım açıkçası. Binam umurumda değil, o lanet olası ailem de. Anladın mı beni!” “ Tamam, sinirlenme hemen. Sustum.” Merdivenlerin geri kalanında ikisi de konuşmadılar. Merdivenleri bitirdiğinde son basamakta oturan bir kız gördü. Bir ileri bir geri sallanırken bir şeyler mırıldanıyordu. Biraz yaklaştıktan sonra kim olduğunu çözebilmişti Dwayne. Turuncu uzun saçları ile okuldaki çoğu kızdan kolay tanınan Marjoline idi. Kuşkusuz Marjoline’yi tanımasının tek sebebi turuncu saçları değildi. Dwayne henüz kendine bile söyleyememiş bile olsa bu kıza karşı bir şeyler hissediyordu. Aşk değildi bu kesinlikle çünkü Dwayne kimseye aşık olabileceğini düşünmemişti bu güne kadar. Olsa olsa hareketlerine, kişiliğine duyduğu hayranlık olabilirdi. Marjoline de bu okulda Dwayne’nın en ilginç bulduğu karakterlerden biriydi. Herkes seri üretim gibi birbirine benzerken bu kızda Dwayne’ı ona çeken bir şeyler vardı. “ Orada dikilmeyi bırakta kıza bir şeyler söylesene.“ Raskolnikov’un teşviki ile kızın omzuna yavaşça dokunarak “Sen iyi misin?“ diye sordu. Henüz kızdan bir cevap gelmeden “Ahh, merlin adına sana biraz da bu konu da ders vermeliyim. ’Sen iyi misin’miş peh.“ Sessizce kafasını sallayarak ağzı ile sus işareti yaptı bu çocuk bazen çekilmez olabiliyordu. Merdivenler de oturmuş manasız şeyler sayıklayan birine başka ne diyebilirdi ki?
“Aman tamam. Senin rezil oluşunu sessizce de izleyebilirim.” | |
| | | Marjoline Clodiën Slytherin 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 323 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11676 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 18/03/09
| Konu: Geri: Şafak Vakti Cuma 27 Mart 2009, 19:22 | |
| Saatler ilerledikçe ileriye ve öne gidişleri yavaşlayan Maroline, gereksiz söylenen sözlerini henüz kesmiş değildi. Yumuşak ve ürpertici bir ses tonu olması sebebiyle, adeta bir melek şarkı söylüyor gibiydi. Koridorları dolduran sesler, yankılanıyordu her seferinde."Geri döndü, geliyor, yaklaşıyor. Nananana, bir yağmur yaklaşıyor. Pıt,pıt,pıt. Kapa çeneni Marline, susmalısın; yoksa sana yemek yok, aç kalacaksın bu akşam.". Küçüklüğünde annesinin kendisini tehdit ettiği kesin tehditleri mırıldanıyordu kendince. Ara sıra yaptığı yaramazlıklara karşı böyle cezalar alıyordu. Haliyle, annesine çoğu zaman surat asıyor ve tavır yapıyordu. Başka seçeneği olmamalıydı. Öyle bir kadının kızı nasıl bu kadar uysal olabilirdi ki başka türlü? Ay ışığı mavi gözlerine vuruken, aynı zamanda turuncuya çalan saçları da ahenk içerisinde dalgalanıyordu. Bir bayrak misali dalgalanışı, mis gibi kokan parfüm kokusunu yayıyordu tüm koridora. Çevrede kimse yoktu. Usul, sessiz ve karanlık bir gece olmasına karşın, etrafta bir hareketlilik seziyordu. Hisleri kuvvetliydi. Hayatında emin olabildiği tek şey de buydu zaten. Hisleri. Bir çoğu doğru çıkıyordu. Öyleki, annesinin kimi zaman kendisine kızacağını hissettiğinde bir anda ortadan kayboluveriyordu.Koridorlarda süzülen şeffafi gümüş rengindeki hayalete bir göz attı. İsimler beyninde çalkalanıyor, kim olabileceği ihtimalini bile düşünemiyordu. Kafasında uydurduğu bir çok isimden birini seçerek öyle hitap etmeye karar verdi. Seçtiği isim ise annesinin ismi olan Lilleth idi." Hey, Lilleth, ben buradayım. Buraya bak. Bu saatte karşılaşmamız ilginç." Çocuksu ve narin bir ses tonu vardı bu sefer. Gizemden ve ürküntüden tamamiyle uzaktı. Belki de biraz yapmacıktı. Sevimli görünmek hiç bir zaman ona göre olmamıştı, olamazdıda.
Aklını başına toplama Zamanı~ 5:55 " Neredesin seni ahmak? Göremiyorum seni, gel yanıma!é Kastettiği az önce Lillieth diye adlandırmak istediği gümüşi varlıktı. Bir anda ortadan kaybolması, yerinde olmayan beynini ve sinirlerini daha da sarsmıştı. Öfkeden dişlerinin titrediğini hissedebiliyordu. Ellerindeki uzun, ince damarlar daha da belirginleşmişti adeta. " Soğuk, soğuk, soğuk, üşüyorum, nedenini bilmiyorum." Şimdide bir çocuk gibi şarkı söylüyordu. Oldu olası seviyordu zaten böyle saçma sapan şarkılar söylemeyi, ritim tutmayı. Ama bu akşamkiler çocukken yaptıkları, küçükken yaptığı davranışlara benzetilemezdi. On dört yaşında bir genç kıza yakışır nitelikte değillerdi bu sözler, şarkılar, davranışlar. O sırada şarkısının son bulmasıyla beraber koridorda önce ayak sesleri işitti, ardından yanında Dwayne belirdi. Gecenin karanlığından ışık saçarak ilerlemişti adeta Marline'ye karşı. Biraz çekingen bir ses tonu ile " Sen iyi misin?". İyi değildi. Bunu kendi de biliyordu. Durgun bir ses tonu ile birlikte yanlızca bir kaç sözcük fısıldayabildi. Onun karşısında konuşmak normal bir günde zor iken, şimdi imkansız derecedeydi. " Değilim, Dwayne. Bu gece iyi değilim. Bir tuhaflık var, hissediyorum, biliyorum ve delirdiğimi düşünüyorum. Ya sen?" Fısıltı şeklinde çıkan durgun ses tonu, etkileyici miydi, yoksa ürpertici mi? Her ikisi de olmayabilirdi. Karşısında duran Dwayne olduğu sürece herhangi bir şey hissetmesi zordu. Normal yaşantısında sessiz ve bir o kadar içine dönük bir kız olan Maroline, içinde engelleyemediği bir kaç duygu besliyordu ona karşı. Bu yanlızca bir hoşlanmadan ibaret olabilirdi ama sonuç olarak Maroline için değerliydi ve farklıydı. Diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar farklıydı onun için... | |
| | | Stefan Dequarté Büyücü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1226 Yaş : 31 Kan statüsü : Angels Walk Among Us o.O Galleon : 11952 Ekspresso Puanı : 43 Kayıt tarihi : 23/03/09
| Konu: Geri: Şafak Vakti Paz 29 Mart 2009, 11:12 | |
| Şimdi neden sabahın bu saatinde yatağında olmadığını anlamıştı. Bu kızı görmek için kalkmıştı yerinden ve şimdi burada onun yanındaydı. Raskolikov’un yanında olduğunu tamamıyla unutmuştu. Yeşil gözlerini kıza kenetlemiş başka hiçbir şeyi görmüyordu. Kız Dwayne için özeldi. Bunu ona her baktığında daha fazla anlıyordu. Ellerini tutmak ve bırakmak istemiyordu. İçinden geçen her şeyi ona anlatabilmek istiyordu. En önemlisi ise kızın içinden geçenlerinden kendininkilere benzer olmasını istiyordu. Gününü anlatırken çizdiği bütün o resimlerde bu kızın da yer almasını istiyordu hem de başrol oyuncusu olarak. Kısacası kızın hayatındaki yerinin değişmesini istiyordu artık. Arada birbirlerini gördüklerinde selam verdikleri, hal hatır sordukları kişiler olmamalıydı onlar Dwayne’e göre. İkisi birbiri için yaratılmış iki ruh idi, birleşmeleri ve ayrılmamaları gerekiyordu. Yavaşça kızın yanına oturdu, Raskolnikov ise kendi deyişi ile Dwayne’nın rezil olmasını izlemek için merdivenlerin köşesindeki duvara yaslanmış, alaycı, sinirlerinize zarar gülümsemesi ile duruyordu. Onun gitmesini istiyordu Dwayne, birinin yanında iken başka bir kimseyi kovmak kabaca mı olurdu acaba? Dönüp Raskolnikov’a defol git mi demeliydi? Dwayne kafasının içinde bunları düşünürken Raskolnikov gülümsemesini bozmadan “Düşünme kara kara gidiyorum. Bahçe de görüşürüz.” diyiverdi. ‘Düşünceleri okumak gibi bir yeteneği mi var bu çocuğun.’ Raskolnikov ortadan kaybolduktan hemen sonra beyninin içinde kendi kendine konuşmaya başladı. Her zaman böyle olurdu; Raskolnikov ne zaman Dwayne’i yalnız bıraksa o gözlerini bir yere kenetler ve sanki kafasının içinden kendinden başka kendi karakterinin tam zıttı biri yaşıyormuşçasına kendi kendine konuşarak, tartışırdı. İki iç seste onunda aslında ama birisi şunu yapmalıyım derken ötekisi hayır yapmamalısın diyordu. Aslında Raskolnikov’u ortamda bir karakter olarak görmek istemediği zamanlar onun büründü insan şekli yok oluyor ve Dwayne onu çağırana kadar beyninin içindeki ikinci ses oluyordu.
Raskolnikov’un gitmesi ile kıza döndü. Hala sallanıyordu ve sorusuna cevap vermemişti. Ne kadar da güzeldi! Sanki yaratıcı onu yapmak için dünyadaki herkesin yapımını durdurmuş ve onunla uğraşmıştı özenle. Ondaki her şey Dwayne’e çekici geliyordu. Kızıl saçları, gülüşü, konuşması hatta şu anda adlandıramadığı bu hali bile. ‘ Bencilsin.’ içindeki ses yine konuşmuştu, susmaya niyeti de yok gibiydi. ‘ Kızın haline üzülmelisin, oysa sen yanına oturmuş ikiniz ile ilgili hayaller kurmak ile meşgulsün. Kendinden başkasını düşünmüyorsun, kızı da sevdiğin falan yok sadece ona sahip olmak istiyorsun.’ doğrular bunlar mıydı gerçekten? Kızı sadece saplantı haline mi getirmişti, yalnızca ona sahip olmayı mı arzuluyordu? Sahip olacaktı ve her şey bitecek miydi? Öyleyse neden ne zaman kızı görse kalbi atışlarını iki kat hızlandırıyor ve yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Neden çoğu zaman konuşabilmek için kendini zorluyordu. İçindeki o çok bilmiş ikinci ses bunların yanıtını da verebilecek miydi? ‘ Verebilecek misin?’ dedi hışımla beyninin içinde sahip olduğu kendi sesi. Ama ikinci sesinden cevap alamadı. " Değilim, Dwayne. Bu gece iyi değilim. Bir tuhaflık var, hissediyorum, biliyorum ve delirdiğimi düşünüyorum. Ya sen?" delirmek mi? Dwayne belki de her gün düşünüyordu deli olduğunu ama bunu kimseye söylemeye cesaret edememişti. Hem deliler öyle geçip ‘ Ben deliyim.’ demezlerdi. Dudaklarına adı gülümseme olan şeyi yerleştirmeye çalıştı. Kıza ne diyebilirdi şimdi bilmiyordu. Gözleri Raskolnikov’u aradı, bulamadı. Beyninin içindeki seste kapatmıştı çenesini. Lanet olsun neden onları istediği zamanlarda bulamazdı ki? Şimdi yalnızca Dwayne olarak kalmıştı kızın karşısında. Bütün duvarları yıkılmış, üzerindeki bütün zırhları alınmıştı. Şu anda yalnızca Dwayne idi o. Yalnızca Dwayne. Diline söyleyecek o kadar çok şey geliyordu ki bunları söylemeli miydi söylememeli miydi emin değildi. İçindeki duygu denizinden kıza bahsetmesi gerekiyordu. Çünkü biraz daha içinde tutarsa o denizin dalgaları kabaracak ve en istenmedik zamanda ikisini de içine alacaktı. Birisine duygularınızı açmanız neden bu kadar zordu? Altı üstü sana karşı özel hislerim var gibisinden bir şeyler söyleyecektiniz ve olay kapanacaktı. İnsanlar bu kelimeleri söylemeyi mi zor buluyorlardı yoksa kelimeler ağzınızdan çıkıp gittikten sonra olacakları göğüslemeyi mi? ‘ Her ikisini de.’ ses geri gelmişti. Dwayne buna bu kadar sevineceğini hiçbir zaman düşünmezdi, genellikle ses konuşur Dwayne’de onu susturmaya çabalardı ama bu sefer farklıydı. Raskolnikov gitmişti ve ilk sesin ikinci sese soracakları vardı. Söz konusu bu kız olduğunda Dwayne her şekilde savunmasız kalıyordu işte. ‘ Sence şimdi ne yapmalıyım.’ biraz önceki gibi bir sessizlik bekliyordu Dwayne, oysa cevap hiç gecikmeksizin geldi kendisine. Açık ve netti. Emir verircesine söylenmişti. ‘ Açıl ona.’ Birkaç dakika boyunca ne Dwayne konuştu ne de içindeki sesler. Aldığı emir doğrultusunda hareket ediyordu beyni. Ve kıza söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyordu. Tanrım ona söyleyecek ne kadar da çok şeyi vardı!
Sahne güzeldi, sabahın ilk ışıkları boş koridorların merdivenlerinden birinin başında oturmuştu iki genç. Kesinlikle romantik bir ortamdı Dwayne’e göre. Hem etrafta konuştuklarını dinleyip sonrasında onlar ile alay edebilecek kendini bilmezlerde yoktu. En önemlisi kardeşi ortalarda değildi, büyük ihtimal ile o çok sevdiği Slytherin binasının yatakhanesinde güzel yatağında derin rüyalar görerek uyumakla meşguldü. Dwayne’ı gördüğü her yerde, yanında kim olursa olsun fark etmez, laf sokmaktan çekinmiyordu Alice. Dwayne’nın suskun yapısı ona karşılık vermesini engelliyor ve çoğu zaman arkadaşlarının veya başkalarının yanında rezil olan Dwayne oluyordu. Ve birine karşı ilan-ı aşk ederken birdenbire Alice’in belirip kendisi ile dalga geçmesi isteyeceği son şeylerden biri olurdu herhalde. Kürsüsüne çıkmış konuşmaya başlayacak bir konuşmacı gibi öksürdü. Diyeceklerini toparlamıştı artık, ne olursa olsun her şey şu anda burada gerçekleşecekti. İster kötü, ister iyi her şey burada bitmeliydi. Dwayne aklını kemirip duran bu düşüncelerden burada kurtulmalıydı. “ Ben iyiyim. Aslında seninle konuşmak istediğim bir şey var…” şimdi ne yapmalıydı? Kızın elini falan mı tutması gerekiyordu? Ya da biraz daha uzaklaşmalıydı, ne diyeceğini biliyordu ama nasıl hareket etmesi gerektiğine emin olamıyordu bir türlü. Bu yüzden oturuşunda herhangi bir farklılık olmaksızın bakışlarını kızın gözlerine yönelterek devam etti. “ Nasıl karşılayacağın konusunda en ufak bir fikrim yok. Ve benim bunu sana nasıl söyleyeceğim konusunda da ama bir şekilde yapmalıyım.” ‘Aferin, devam et.’ “ Sen, bak sen benim için özelsin. Nasıl anlatsam bir arkadaş gibi değilsin benim için, daha farklı yani.” ‘Uzatmaya gerek yok evlat. Yalnızca seni seviyorum diyeceksin olacak bitecek.’ Seni seviyorum demesi nede bu kadar zordu. Başını iki yana salladı ‘ O zaman oradan çık ve sen söyle. Raskolnikov neredesin.’ Derin bir nefes aldı devam etmeliydi, uzatmamalıydı kesinlikle, sesini dinlemeli ve o iki kelimeyi bir araya getirmeyi başarmalıydı. Bu zor değildi. Olmamalıydı en azından. Ani bir refleks ile kızın dizlerinde birleştirmiş olduğu ellerini tuttu. Yaptığına kendide şaşırmıştı ama iş işten geçmişti. Ya şimdi olacaktı ya asla. “ Şey, seni seviyorum.”
Sonunda. Sonunda o iki kelimeyi birleştirip ağzından dışarıya bırakabilmişti. Raskolnikov burada olsa ne yapardı diye düşündü Dwayne. Büyük ihtimal ile yine çuvalladığını söyler ve onunla dalga geçerdi. Ama Dwayne’e göre çuvallamamıştı, içindeki ses Raskolnikov gibi yüreklendirip yüreklendirip ardından dalga geçmemişti. Söylediği sözlerin ardından annesinin en değerli antika vazosunu kırmış küçük bir çocuğun suçluluk duygusu ile ellerini hızla kızın ellerinden çekip, biraz uzaklaştı genç cadıdan. Şimdi suratına büyük bir tokat yiyebilirdi, belki de kız dediği gibi deliriyordu ve asasını çekip Dwayne’e saldırabilirdi. Ya da bütün kötü olasılıkların yanında kızda Dwayne ile aynı şeyleri hissediyor olabilirdi. Söylemişti sonunda. Ve hayatında ilk defa hissettiği duyguları kendince en güzel şekilde dile getirmişti. | |
| | | | Şafak Vakti | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |