Hayaller şehri Venedik. Görkemli ve bir o kadar gizemli. Nice aşka şahit olmuş, nice gönülleri birleştirmiş büyülü bir kent. Yıllardır benliğini korumuş, yıllardır görenleri büyüleyen, hayrete düşüren o, bir hayal kadar gerçek dünya. Masmavi, kimi zaman kurşuni suların üzerine inşa edilmiş bitmek bilmeyen arzularıyla eski köhne binalar. Sandallar. Üzerinde dünyanın dört bir tarafından bir aşk uğruna savrulmuş, yeryüzünün en uysal yaratıkları, insanlar. Dört bir yanı aşk kokan bir şehir. Ne alışılagelmiş Paris, ne lüksüyle beğeni toplayan Roma, herbiri bir yana insanı kendinden geçiren Venedik. Her solukta daha bir baştan çıkarıcı bir afrodizyak sanki bu şehir. Küçük limanlar, eski binalar, yıkık dökük sandallar. Küçük şeylerle yetinmeyi bilenler için öylesine muhteşem ki. Elbette yalnızlar için bu biraz farklı. Etrafında binlerce aşık, tazelerken büyülü duygularını sadece bakakalmak yalnızların yaptığı. Onlara imrenmek, fakat umudunu tekrar bulabilmek, ölümsüz aşkını bulacağına dair. Ne hüzün ne başka birşey tek hissedilen aşk olsa gerek bu dünyada.
Kitaplar. Herşeyi bilebilen, o geniş bakış açısıyla bütün duyguları uyandırabilen zihinde kitaplar, ne kadar da dar anlatmıştı bu şehri. Bazı hisleri ne kadar da az hissettirebilmişti insan ruhuna. Yaşamak, görmek en doğrusu bu olsa gerek. Bir nağme kadar güzel ve ılımlı. Her yalnız kalp bir şeyler bulmak ister bu şehirde. Özellikle de hiç bulamamışsan bu duyguyu. Bella, şimdiye kadar hiçbir erkeğe beslemediği aşk adlı o garip duyguyu yavaş yavaş benimsiyordu kendisine has bu garip dünyada. Uzun zamanlar kitaplardan öğrendiği bu iklime o kadar ısınmıştı ki her bir yanı, her bir zerresi aynı şeyi haykırıyordu bu görsellik abidesine karşı. Ayaklarının altında, o küçük vücudunu titreten bu şehir aşka olan inancını öylesine yüceltmişti ki bir şeyleri arayıp bulmak artık yavaş yavaş bir tutku oluyordu benliğinde. Öğrenmek. En sevdiği, bir şeyler öğrenmek. Bilmediği ise aşk. Peki bunu ne zaman öğrenecekti? Kitaplardan öğrenemeyeceği kadar bu gizemli hissi araştırıp bulamazdı ki. Yalan aşklar, öylesine karalanmış duygular. Sığar mıydı aşk kitaplara?
Küçük bir sandal. Üzerinde şaşkın aşıklara rehberlik eden, elinden geldiğince kırık aksanıyla bir şeyler anlatmaya çalışan bir yerli. O büyüye kat be kat ruh veren ne kadar zayıf olsa da sözcükleri, insanlıktan çıkmış varlıkları bile dize getiren o yerliyle geçen saniyeler. Şaşkın bakışlarını etrafına, dizginlenmiş ruhunu dünyaya salarak bir heyecan uğruna atmıştı kendisini buraya. Alışılagelmiş, sıradan hayatına renk katmak için bir nebze, kendi imkanlarıyla tad kattığı zevkine, küçük bir keşifti bu aslında. Birşeylerden sıyrılmak, birkaç günlüğüne huzur bulmak için tasarlanmıştı her şey. İşte son gün. Bu büyü burada son buluyordu yine. Lakin eksik kalan bir şeyler vardı. Hissediyordu bu soğukluğu ruhunda. Ve aşktı galiba yine yarım kalan.
‘’Eşi benzeri yok bu dünyanın öyle değil mi? Ne kadar da şanslısın. Venedik sularının şahit olduğu kadar çok aşka şahit oldun belki de. Hayatta kalma çaban ne kadar da farklı bir çizgide. Biliyor musun, aslında çok şanslısın. Ben sadece kitaplarda şahit oldum bunlara. Oysa sen hergün farklı bir hikaye yaşıyorsun burada. Hiç yaşamadığım, hiç tatmadığım belki de tadamayacağım duygular. Her biri gözlerinin önünde. Kendimi burada hayal ediyorum da. Gerçekleşmesi zor bir hayal bu aslında. Son günümü de böylesine bir dünyadan sıyrılmak için hazırlasam daha doğru olur herhalde. Elveda Venedik. Tarihiyle, görselliğiyle, şiir gibi eserleriyle ne kitaplara ne taş kalıplara sığarsın. Elveda mükemmel dünya. Az sonra reel dünyanın karanlığına göç edeceğim. Anılarım, sözlerim, bu kurşuni sulara gömülsün. Başkalarında da hayat bulsun. İşte o zamana değin elveda.’’
Kendi içinde haykırdı bu sözleri. Kimse karşı gelemedi lakin incinmiş ruhuna. Yavaş yavaş yok oluyordu bu rüya. Dar sokaklarda ilerliyordu şimdi. Kitaplarına geri dönmek için. Basmakalıp düşüncelerden bir nebze olsun sıyrılmıştı. Küçük dünyasını terkedip sığınmıştı bu şehre. Raflar, tozlar, kitaplar...Birçok düşünceyi sınırlayan, gizleyen, tarihin karanlığına gömen o tozlar. Herbiri temizlenmek, aydınlığa erişmek için bekliyordu kendisini. İstemeyerekte olsa dönüyordu yine. Kendisini kitaplara verip inanmak istiyordu yine yapmacık o dünyalara. Yaşanmamışsa ne önemi kalırdı ki anlatılanların. Birşeyler değişiyordu. Görüşleri, benimsedikleri, bakış açısı farklı bir boyuta ulaşıyordu sanki. Dünya Bella'nın gözünde artık daha bir farklıydı şimdi.