|
| Audreanna Vichroné | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Audreanna Vichroné Ravenclaw 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 37 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11276 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/06/09
| Konu: Audreanna Vichroné Cuma 19 Haz. 2009, 16:34 | |
| Ad - Soyad: Audreanna Sacrél Vichroné İstenen Bina: Ravenclaw İstenen Sınıf: 7 Karakterin Genel Özellikleri: Her insanın, onu açıklayan yeterli bir kelimesi olur ya,Audreanna'nın yok! Dış görünüşünden onu tutarlı biri zannedebilirsiniz; iyi oyuncudur ve rolünü iyi yapar. Aslında o maymun iştahlının tekidir. Düşüncelerine kolayca yön verebilen insanlar bunu keşfettiklerinde Sacrél'ı kolayca ellerinde oynatabilirler. Ancak, yine söylendiği gibi rolünü iyi yapar. İçindeki çocukla dışındaki bayan aynı değildir. İçinden pek söz etmeye gerek yok, önemli olan onun nasıl tanınacağı. Sacrél, sinirli biridir. Ona bir selam verişinize bile sinirlenebilir. Kendini tutmayı başarsa da bunu takar ve birkaç gün sonra onu sorun yapar. Kıskançtır; sahip olduğu her şeyin sadece ona itaat etmesini ve en mükemmel olmasını ister. Çalışkan olmasa da zekidir, zekiliğini her yönde kullanır. Başkalarının onu anlamasını ve ona göre davranmasını ister. Kıskanç olmasına rağmen kıskanılmaya bayılır. Kıskandığı kişiden uzaklaşır ve içindeki sevgi kişiye göre azalır. Sevgi yerini nefrete bırakır. Arkadaşlık mı? Arkadaşlık ona göre pek önemli bir husus değildir. Tek başına da yapabilir o. En sevdiği söz bu yüzden *Tek başınalığın efendisi*Son olanlardan sonra kişiliğim de değişmiş bulunmakta. Asi, bencil, egoist olan ben; şuan arkadaşlarımı düşünüyordum. İnanmıyacaksınız ama Gryffindor'lulardan bile dostum var. Çok mütevazı biri olup çıktım. Arkadaşlarıma değer veriyorum, pek yakınlaştığımız söylenemez. Sinirli biri olsam da artık sinirlerime hakim olmayı becerebiliyorum. Eğlenceli biriyim, işte bunu kaybetmemişim. Her olaydan bir eğlence çıkarabilirim. Dengesiz kişiliğimden ise söz etmeme gerek yok sanırım. Kavga anında kahkahalara boğulurum. Anılarıma sadık biriyimdir, hiçbirini unutmam. Seçmen Şapka, beni şu halimle seçecek olsa kararsız kalabilirdi kısacası... olmuştur. Karakterin Geçmişi: 16 Eylül'de doğmuşum. Tam 16 Eylül. 16 Eylülün ne anlama geldiğini bilir misin? O tarih sonbahara denk düşer. Bence, sonbahar bir mevsim değildir. Yaz ile kış arasındaki ahenkli döngüdür. Yaz mevsimi, yeni bitmektedir. İnsanlar dinlenmekten yorulmuşlardır. Yeryüzü de bu döngüden... Her tarafta farklı tarihte gerçekleşir. Yerüyüzü ayrı bir güzeldir, daha süslü gibi gelir insana. Asla, ilkbahar gibi değildir. O; sadeliği sever. Kış gibi de kapkaranlık değildir. O yerli yerinde; gizemli bir kavramdır. Yemyeşil yapraklar eylül ayının ortalarına doğru sararmaya başlar, bilir misin? Bazıları dayanamaz da yere düşer. O sarı rengini gördün mü hiç? Ben gözümü açar açmaz onları gördüm. Yatağım oldu onlar benim; belki de anne kucağım. Annem, doğumuma az bir süre kala yaşamını bir ormanda sürdürmüş. Neden mi? Çok basit bir nedeni var. O yıllardaki taraf kavgaları... Ailem Aydınlık Taraf'ta, sevilen ve sayılan biriymiş anlatılana göre. Annemin sarışın olduğunu duydum. Babam esmermiş. Ah, bir de ablam varmış. Anlatılana göre o da benim gibiymiş. Kömür rengi saçları ve renkli gözleri... Ailemi hiçbir zaman görmedim. Bana bunları şuan yanlarında kaldığım üvey ailem anlattı. Anlamaya, konuşmaya çalıştığım; küçük bir çocukken anlatmadı bunu. Sanırım anlatmayacaktı da. Sır kalacaktı, üstü örtülecek bir sır. Benim düşüncesizliğim tüm planları alt üst etmişti. Herşey bitmişti... Oysa ben ailemde, üvey olduğumu nereden bilebilirdim ki? Her şey, hem de her şey mükemmel gidiyordu. Her şeye sahip bir ailem vardı. Bana hiç de yabancı değillerdi onlar. Annemin hamileyken çekindiği fotoğraflar başucumda duruyordu. Pürüzsüz bir tabloda eksik olan bir şey vardı; benim yokluğum... Sacrél ailesi bensiz üç kişiden oluşuyor. Bayan Splendid annem oluyordu. Bay Nevinovat da babam. Vichroné ise onların öz oğulları. Roné diyorum ona, aynı yaştayız ama o benden birkaç ay büyük. Benden daha küçük göstermesine rağmen. Splendid'ın ve Nevinovat'ın aile anlayışına bir şey söyleyemem. Oldukça iyi biriler. Onca sene beni öz kızları gibi yetiştirmişler. Zaten bunca sene anlamadım ya? Sacrél dediklerinde aklıma ilk gelen Roné oldu her zaman. Ona karşı kardeşlikten daha öte bir sevgi duydum. Kesinlikle günahtı yaptığım. Ama, onun da aynı duyguları beslediğinden emindim. İkimiz de günahkardık. Onun hiçbir zaman başka bir ırktan olduğunu anlamamıştım. O günlerden biriydi, öz sandığım kardeşimle bir gün geçirmek için zindana inmiştim. Zindan dediğime bakmayın, bir şatoda yaşamıyordum. Gayet mütevazi ve görsellikten uzak kalmış bir evdi. Roné, zindanda kalıyordu çoğu zaman. Bunu ona sorduğumda karanlıktan hoşlandığını söylüyordu. İlginçti, eğer karanlıktan hoşlanma düşüncesi buysa ondan çoğu zaman korkuyordum. Zaten birbirimize hiç de benzemiyorduk. O kumraldı, ela gözleri vardı. Değişken bir özelliği varmış gibi gözlerinin rengini değiştiriyordu. Kıpkırmızı bile oluyorlardı. Ben ise; bu özellikten yoksundum. Ona hiç benzemiyordum. Kömür gibi saçlarım ona gayet tersti. Uhm, zindandan bahsediyorduk. Zindana inmiştim, sabaha karşıydı; şakaf söküyor olmalıydı belki de. Onu istemiştim yanımda, yine konuşmayı ve ona sarılmayı istemiştim. Bir insan kardeşini böyle bir duyguyla sevebilir miydi? Hata yaptığımı biliyordum, duygularım Tanrı'ya ters düşüyordu. Birinin bu oyundan çekilmesi gerekiyordu. Merdivenleri o alacakaranlıkta zorlukla indim. Üçüncü sınıfta olduğum için büyü yapmam yasaktı, reşit değildim. Merdivenler gayet pürüzlüydü ve inmeme yardımcıydılar. O gün, her şey onun lehine işliyordu. Loş bir ortama indim. Burayı gayet iyi biliyordum tabii ki. Az sonra bir koridordan geçecektim ve Roné'a ulaşacaktım. Dar koridora keskin bir kan kokusu yayılıyordu. Kandan nefret ederdim, midem bulanmaya, başım dönmeye başlamıştı. Aklımın çok az bir kısmı ise Roné'a bir şey olduğu kanısındaydı. Soğuk duvara yüzümü yasladım ve kendime gelmeye çalıştım. İyi hissettiğim anda kapıyı hışımla açmıştım. Gözlerim, beynimin ötesinde görüntülerle karşı karşıya gelmişti. Bomboş odada sadece ikimiz vardık, eşyalar parçalanmıştı, herbir yeri soyulmuş ve kırılmıştı. Yutkundum, önümdeki devasa şekle baktım. Gerilemek isterken sendeledim. Karşımdaki bir kurtadamdı. Kaçmalıydım biliyordum. Bu adam her kimse Rone'umu yok etmişti. Eğer asam yanımda olsaydı öğrendiğim basit büyüler onu oyalardı. Ancak yapabileceğim birşey yoktu. Kapıya koştum hızlıca, odanın ortasına hangi ara geldim bilemiyordum. Kolu tuttum; ancak sırtımda derin bir acı hissetmiştim. Yaradan akan kanlar bacaklarımdan süzülüyordu. Kurt, belimi koklamaya başladı. Acımdan kıvrınıyordum ve korkuyordum. *Ölmemeliyim, lütfen, acı bana.* diye sayıklamam da cabasıydı. Kurt o kadar devasaydı ki tek bir vuruşunda beni yere serebilirdi. Burnunu belimde hissediyordum. Elbisem çoktan yok edilmişti. Sıcak bir şey hissettim tenimde... Her şey hızlı olmuştu, kapı açılmış, büyüler savrulmuş, kurt diğer duvara çarpılmış ve ben taşınıyordum. Bazı sesleri duyuyordum kulağımla. Anlamak istemiyordum. Korku dolu çığlıklar, susmalarını diliyordum. Susmalılardı. Beni incitmemelilerdi. Gerçekler çarpıtılmalı ve ben unutulmalıydım. Buna katlanamazdım. İşte, bu gece her şey. Hayatımın dönüm noktası diyebileceğim olaylar. Artık ben de onlardan olmuştum ve sevdiğim kişi tarafından acıtılmış ve bir yaratığa dönüşmüştüm. Birkaç ay kimse odama yaklaşamadı, Nevinovat dışında. O, beni gerçek kızı gibi sevdi. Bana bağlandığını gözlerinden okuyabiliyordum. Her gün benim moralimi düzeltecek şeyler fısıldadı kulağıma. Ben, acıdan gözlerimi açamıyordum. Dudaklarım ise birbirine kenetliydi. Nefesimi tutabildiğime şükrediyordum. Bu, kurtluğun tek iyi yanıydı. Eğer, çok az bile aralarsam dudaklarımı, acıyla haykıracağımı biliyordum. O yüzden hareket bile etmemekte gayret ediyordum. Kötü koktuğumu hissedebiliyordum. Sırtüstü yatıyordum ve sırtımda yanma çoktu. Bunlar gün geçtikçe gitti. Dışarıya çıktığımda herkes şaşırmıştı. İlk yaptığım şey Roné'a sarılmak oldu. Sonra ise her şey bana anlatıldı. Tepkim ne mi oldu? Sadece gülümsemek. Şuan ailemin katilleriyle aynı evi paylaşıyorum. Onlar benim şimdiki ailem. Nasıl hissettiğimi tahmin bile edemezsiniz. Onları sevmeli miyim, yoksa düşman mı kesilmeliyim onlara? [Kurgum izin verilirse böyle olacak] | |
| | | Audreanna Vichroné Ravenclaw 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 37 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11276 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/06/09
| Konu: Geri: Audreanna Vichroné Cuma 19 Haz. 2009, 16:35 | |
| Karakter yetmediği için 2 mesaj şeklinde attım.
RP Örneği: [Başka bir isimle yaptığım Rp, kabul edilmezse değiştirebilirim.
Yağmur damlaları gökyüzünden yeryüzüne hızlı bir şekilde hücum ederken; gecenin verdiği atmosfer rengine bürünmüş kadın onları hissetmiyormuş gibi, sadece ayakta dikiliyordu. Sapsarı saçları yağmurun verdiği ıslaklıkla koyulaşmış, cildi soğuktan kızarmış, masmavi gözleri ise dehşetle açılmıştı. Hafif aralık olan dudaklarından, dişlerinin bembeyaz olduğu kolayca fark edilebilirdi. Adeta bir heykelmişçesine hiç hareket etmiyordu. Elinde sıktığı asa ise, üşümesinden kaynaklı olarak titriyordu. O gözlerine karşın, daha çok birilerini bekliyormuş gibi görünüyor, solukları yavaş yavaş normale dönüyordu. Perçeminden akan bir damla, gözlerinin kamaşmasına neden olurken bir anda nerede olduğunun farkına vardı. Gözleri, kapkaranlık ormanı tararken kendine geldiği belli oluyordu. Asasını kaldırdı ve sadece bekledi, herhangi bir şey yapamazdı, yerini belli edebilirdi. Burada kalmak... Ya kendini ele verip işkence görecek ya da biraz daha bekleyip şansını deneyecekti. Peki kaçmak? Hiç bilmediği bu topraklardan nasıl kurtulacaktı? Aklındaki buna benzer birçok soruyu şimdilik kenara atıp, ıslanan saçlarını ceketinin içine yerleştirdi. Kapşonunu gözlerine kadar çekip, el yordamıyla yürümeye başladı. Ses çıkarmamak amacıyla yavaş yürümesi, hiç de hoşuna gitmiyordu. Yoğun sis, nefes alıp vermesini zorlaştırsa da bu, onun için bir sorun olarak görünmüyordu. Gittikçe sıklaşan ağaçlardan ormanın derinliklerine girdiği belli oluyordu. Yabanî hayvanlar umrunda değildi, onlarla baş edebilecek güçteydi. Onu kaygılandıran diğer şeyler ise yaratıklardı. Daha önce hiç karşı karşıya gelmemiş olması onun için kötü bir avantajdı. Birkaç kere sendelemiş olsa da hiçbir şey olmamışçasına yoluna devam etmekte kararlıydı. Yağmuru, -neredeyse gökyüzünü kaplayan- ağaçlar engellemiş, kıvırcık saçları ise yavaş yavaş kurumaya başlamıştı. Ceketinden çıkardığı saçlarını durup düzelttikten sonra onların serbest kalmasına izin verdi. Nefessiz kalmıştı, en yakın ağaca yaslanarak nefes almaya çalıştı. Oldukça da susamıştı. Kafasını hafif nemli ağaca yaslarken koluna birinin hissetti ve aniden cebindeki asasını kavradı. Dönmek ve o kişiyle yüzyüze gelmek için pek cesaretli sayılmazdı. Yutkundu ve kafasını yavaşça sağa döndürdü. Bedeninin her yeri kasılmıştı. Dokunma daha da hissedilir olduğunda kadın bedenini ağaçtan uzağa itmeye çalıştı ancak kolunu tutan her neyse ona engel oldu. Her ne kadar bağırma arzusu aklını çelse de sesini duyuramıyacağını biliyordu. Gözlerini kapattı ve kolunu sıkıca kavrayan şeyi algılayana kadar açmadı. “Medo não!” (Korkma!) Kadın gözlerini açtı ve anında kıstı. Portekiz'de miydi? Yoksa bu dili bildiğini bilen biri miydi? Kalın sesinden bir erkek olduğu belliydi. Karanlıkta algıladığı kadarıyla Yvonné'den biraz uzundu. O da kadın gibi siyah giyinmiş, kafasını kapşonu ile örtmüştü. Gözlerinin elâ olduğu belki de uzaktan bile farkedilebilirdi. Teni ise pürüzsüz gözüküyordu. Bir bayan bile bu adamı kıskanabilirdi. Yvonné ise sadece şaşırmıştı. Neden korkmaması gerekiyordu? “Deixe me!” (Beni bırak!) Adamın Yvonné'in kolunu böyle kavraması hoşuna gitmemiş, O'na kolunu bırakmasını söylemişti. Adam ise gözleriyle özür dilermişçesine bakarken kadının istediğini yerine getirdi. Adamın elleri kendi asasını iyice kavrarken Yvonné korkuyla irkildi. Masum numarası yapmak nasıl olurdu? Kendinden bahsetmeyecek, sadece korktuğunu belirtecekti. İyi bir Portekizce'yi de göze alarak bunu başarabilirdi. “Quem são?” (Kimsin?) Adama kim olduğunu sormak yanlış bir başlangıçtı. Yüz ifadesi ise düşündüklerine hiç uymuyordu. Yvonné, gözlerini dehşete bürünmüş bir şekle soktu ve dudaklarını araladı. Kafasını bedeninden hafifçe kaldırdı. Tüm bunlar uygun gözüküyordu. Adam kadının yüz ifadesini incelemeye başladı sanki. Yvonné ise hiçbir şey anlamıyordu onunkinden. Adamın dudakları hafif kıvrılırken eli Yvonné'inkine doğru uzandı. “Meu, Lembras te?” (Beni hatırladın mı?) “Sim! Qual é o seu nome?” (Evet! Adın neydi?) “Esquecido como?” (Nasıl unuttun?) “Eu estava doente.” (Zihinsel bir şekilde hasta oldum.) “Você está bem?” (İyi misin?) Yvonné, karşısındaki adamı hatırlamamasına rağmen tanındığını anladı. Kadın, karşısındakinin hayatında önemli bir yere sahip olmuş olacak ki adamın yüzü asılmıştı bir anda. Yvonné, adamın elinin hala ona uzatılmış olduğunu gördü ve ne yapması gerektiğini kestiremedi. Belki de -şimdilik- güvende olacaktı. Bunları düşünürken birden dengesini kaybetti ve kafasını bir yere çarptığını hissetti. Adamın ise sadece bir kadın ismini haykırdığını duydu. Ancak o isim Yvonné demiyordu.
~~
Sanki bir uçurumun kenarından aşağıya doğru düşüyordu. Saçları yüzünün çevresinde havalanırken, kendini uçuyormuş gibi hissediyordu. Gözlerini açmak istese de hissettiği basıncın etkisiyle geri kapanıyorlardı. İncecik bedenini kırılgan bir nesneyi tutuyormuşçasına sarak iki soğuk elin oldukça narin olduğu görülebilirdi. Adamın gözleri oldukça telaşlıydı ve olağan bir hızla ormanı yarıyordu. Oluşan rüzgara karşı gelemeyen kapşonu ise omuzlarına düşmüş, belki de Yvonné'inkilerden daha uzun ve daha sarı saçları ortaya çıkmıştı. Êla gözlerinin yerini ise koyu bir kahverengi almıştı. Kadın bu atmosfere alışmaya çalışsa da bir süre sonra kendini yumuşak bir zeminde buldu. Göz kapakları ona itaat edemiyecek kadar yorulmuştu. Elini yavaşça ve görülmeden cebine götürdü ve asasını yokladı. Yerinde değildi. Umutsuzca elini tekrar yanına koyduğunda -hareket ettiği fark edilmiş olacak ki- birtakım sesler duymaya başladı. “Ele!” (O!) demişti şaşkın ve daha önce hiç duymadığı bir ses. Birden herkesin etrafına toplandığını düşündü. O kadar kısık konuşuyorlardı ki, kendi nefesi bile duymasını zorlaştırıyordu. Nefesini tuttu ve söylenenlere kulak kesildi.
“Não!” (Hayır!) tanıdık bir ses. Ormandaki adamdı. Çevredeki insanların hangi konudan bahsettikleri hakkında en ufak bir fikri yoktu Yvonné'in. Tek anladığı, aradıkları kişi olmayışıydı. Peki o adam niçin onu tanımıştı? Adamın kesin ve sert sesi diğerlerinin susmasına neden oldu. “Mas...” (Ama...) Kadının kalp atışları hızlandı. Şuan yaptığının kötü birşey olduğunu bilmesine rağmen devam edecekti. Diğerlerinin de Yvonné gibi nefeslerini tuttuğu açıkça belliydi. “Nós em Inglaterra, mas ele pode falar Português” (İngiltere'deyiz ama o Portekizce konuşabiliyor.) Yvonné başının belada olduğunu anlamıştı. Çevresindekilerden bazılarının iniltiler çıkardığını duydu. Net düşünemiyordu. Demek ki İngiltere'deydi hala. Buna sevinmeliydi. “E excelentes” (Ve mükemmel.) diye ekledi aynı adam. Yvonné'nin aranan kişi olma olasılığı yüksekti anlaşılan. Konuşmanın devamını dinleyemiyecekti. Orada varoluşunun birisi tarafından hatırlanması gerekti. Olduğundan fazla bir inilti çıkardı ve dinlenmiş göz kapaklarını araladı. Bembeyaz... Her yer bembeyazdı. Kadın, ilk başta kör olduğunu sandı, ancak kör olamazdı. Bir kör, siyah görürdü değil mi? O neden beyaz görüyordu her tarafı? Gözlerini sağa-sola doğru kıpırdattı ve gözüne, havaya istiflenmiş ve güneş ışınlarıyla daha da parlayan, bir çeşit lamba ilişti. Göz alıcıydı ve insanın bir süre sonra gözünü yormaya başlıyordu. Yukarıya bakıldığında orasının bir tavan olduğunu anlamak çok zordu. Zeminin üzerinde hiçbir pürüz, leke yoktu ve oldukça yukarıda gözüküyordu. Gözlerini oradan ayırıp yumuşak zemindeki ellerini hareket ettirmeye çalıştı ve onların üzerinde ayağa kalktı. Geniş ve duvarlarının yarısı olmayan bir odadaydı. Duvarlar da, tavan gibi bembeyazdı ve üzerinde birçok portre yer alıyordu. Çoğunun soyut olması gözden kaçırılmayacak önemli bir ayrıntı olmalıydı. Duvarlar yerden tavana kadar bir pencereyle son buluyordu ve dışarıya bakıldığında bulunduğu yerin bir ormanda olduğunu anlaşılabilirdi. Kendisi bir koltuğa yatırılmıştı, karşısında bir masa bulunuyordu ve bakıldığında adeta toplantı yapılıyormuş hissi uyanıyordu kişinin içinde. Masanın çevresindeki dört kişi, Yvonné'un uyandığından habersiz gözüküyorlardı ve sesleri diğer tonlarıyla karşılaştırılırsa alçaktı.Kadının mavi gözleri masadaki insanları süzdü. Aralarında sadece bir tane bayan vardı ve hiç konuşmuyor gibi gözüküyordu. Yvonné'un gözleri bir süre o kadının üzerinde kenetlendi. Simsiyah saçları vardı ve geniş alnını yine perçemleri kaplıyordu. Uzaktan tam olarak görülemese de onun da gözleri ormanda karşılaştığı adamınki gibi êlaydı. Teni ise yine onunki gibi bembeyaz ve narin gözüküyordu. İncecik belini geniş bir elbise çevrelerken oldukça hoş gözüküyordu. Dış görünüşü herkes tarafından beğenilen Yvonné, bu kadını kıskanmıştı. Gözlerini masada oturan diğer kişilere çevirdi. Onu ormandan buraya getiren ve Portekizce konuşan adam masanın en başında oturmuş ve diğerlerine doğru eğilmiş, dudakları hızlıca birşeyler söylüyordu. Saçlarını arkadan sıkıca toplamış ve yüzü daha da ortaya çıkmıştı. Burnu hafif kemerli olsa da bunun adama yakıştığını düşündü. Adamı izliyordu. Konuşması oldukça hararetli olduğu belliydi. Bazen ellerine bakıyor, bazense ellerini sertçe tahta ve yepyeni gibi gözüken koyu kahverengi masaya vuruyordu. Bunun bir konuşma değil, tartışma olduğunu anladı Yvonné. Sanki zor bir kararı verirmiş gibi bir hali vardı adamın. Sırtı Yvonné'a dönük olan kısa, sarı saçlı adam birşeyler fısıldamıştı uzun saçlı adama. Adamın suratının iyice asıldığını farketmişti Yvonné. Adam kafasını sağa-sola salladı ve sesini yükselterek “Eu não disse!” (Söylemedim!) dedi yine Portekizce olarak. Kafasını sola çevirdiğinde uyanmış olan kadını gördü ve vücudu kasıldı. Yvonné kendini kötü hissetti: Terlemeye başlamış, yüzünün yandığını hissetmişti. Daha önce hiç böyle bir bakışla karşı karşıya gelmemişti. Gözlerini adamın êla gözlerinden kaçırmak istese de gözleri bunu yapmıyordu. Adamın gözleri sinirlenmesinden kaynaklı kısıldığında diğerleri de gözlerini adamdan alıp dehşete düşmüş kadına çevirdiler. Bu, gözlerini kaçırmak için yeterli bir nedendi. Diğerlerinin de gözlerinin êla olduğunu gören Yvonné onların kardeş olduğunu sandı. Birden soğuk ve onu öldürmek için uğraşan bir çift el hissetti boynunda. Baş parmağı gırtlağını sıkıyor, Yvonné'un yutkunmasını engelliyordu. Boynunu sıkan kişi o kadar çabuk yanına ulaşmıştı ki, Yvonné kim olduğunu göremeden gözlerini yummasını sağlamıştı bile. Bembeyaz elleri, soğuk ellerin onu bırakması için çabalarken, eller sanki canı acımış gibi geri çekildi. Kadın gözlerini açtığında az önce sırtı ona dönük olan kişinin onu öldürmeye kalktığını gördü. Şimdi perçemleriyle saklanmış gözleri ellerinin üzerine tedirgin bir şekilde bakıyordu. Yvonné adamın baktığı yere gözlerini çevirdiğinde bembeyaz teninin kızardığını gördü. Yvonné'un dokunduğu yer kızarmıştı. Şaşkınlıkla “Üzgünüm.”demişti. Bu sefer sözcükler ağzından İngilizce çıkarken birden herkes Yvonné'a baktı. Sanki yanlış birşey çıkmıştı dudaklarından. Haklılardı, Portekizce konuşan birinin İngilizce konuşması onlara ilginç gelmiş olabilirdi. Bedenini, adamdan kaçıyormuşçasına, koltuktan geriye doğru itti. Adam êla gözleriyle Yvonné'u süzerken, “Sorun değil.” dedi ve gül kurusu dudaklarının kenarları kıvrılmıştı. Adam da Yvonné'a İngilizce konuşarak karşılık vermişti, buna şaşırmıştı. Şaşırdığı tek şey bu da değildi. Az önce onu öldürmek üzere olan adam şimdi kadına gülümsüyordu. Saçları uzun gözükmese bile kafasının etrafında dağınık halde duruyorlardı, kahverengi-siyah-sarı karışımındaydılar. Uzaktan kısa ve sarı gözüküyorlardı Yvonné bunun ışıktan kaynaklandığını düşündü. Teni ise diğerlerinden farksızdı. Yvonné, hayatında bu kadar mükemmel kişilerle ilk kez karşılaşıyordu. Gözlerini onların üzerinden alamaması da cabasıydı. Yvonné kafasını salladı, bu bir rüyaydı ve az sonra uyanacaktı. Böyle saçma bir şey ancak rüyada olabilirdi. Gözlerini kırpıştırdı ve yine aynı yerde olduğunu görünce yaptığının çocukça olduğunun farkına vardı. Sormak için can attığı o kadar çok şey vardı ki... Ancak en ufak bir sözünde yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Zaten buraya gelmeden önce uzun saçlı adama bir yalan uydurmuştu, devam etmesi başını iyice derde sokabilirdi. Ne yapacağını bilmiyordu. Sanki çıkılmaz ve sonu gelmez bir labirentin içine hapsetmişti kendini. Her dönemeçte yeni bir yol bulmasına rağmen yine her dönemeçte yeni bir bataklığa giriyordu vücudu... | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Audreanna Vichroné Cuma 19 Haz. 2009, 16:41 | |
| | |
| | | | Audreanna Vichroné | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |