Ad - Soyad: Marjoline Clodien
İstenen Bina: Slytherin
İstenen Sınıf: 7.Sınıf
Karakterin Genel Özellikleri:
ok mu inatçıyım ha sence? Öyleyim sanırım. Fikirlerim ve görüşlerim benim bu dünyadaki tek arkadaşlarım sanırım. Benimle tanışmayı arzulayan ya da arakdaşlık kurmak isteyen çok fani var mıdır buralarda? Sırrımı bilmedikleri halde bir tane bile arkadaşım yoksa, sırrımı açıklamayacağım. Bu bir felaket olmaz mı sence de? Bir düşün kendince. Bir fani zannediliyorum, ancak gene de sevilmiyorum. Ya bir ölümsüz ve katil olduğum bilinse sevilebilir miyim? Ürkütücü, kan dondurucu. Bilinmemeli. Benden başkaları da var mı bu okulda? Yanlız değilim. Yarı faniyim, biliyorum ama damarlarımda akan kanın daha farklı olduğunu hissedebiliyor ve farkına varabiliyorum. Neyse, ben Marjoline. Peki gizemli ve karanlık mıyım yeterince? Fazlasıyla olmalı. Dışarıdan ürkütücü bile gözükebilirim. Küt kesilmiş sarı saçlarım, normale aykırı tuhaf tarzım ile ben farklıyım. Kanımla, tarzımla, düşüncelerimle herkese aykırıyım. Gerçekleri ört bas etmekte üstüme biri var mı bilmiyorum. Yalan söylemek benim için öyle kolay ki. Ama hayır, kendime yalancı dedirtmem. Ben bir yalancı değilim, bir parça kurnazım. Ya da hayal gücüm geniş demek daha mantıklı.
Üstün bir zekam var. Bunu ben de dahil tüm ailemin fertleri biliyor. Biz ölümsüzlerin ya da benim gibi yarı ölümsüzlerin yetenekleri var iken, ben bir yarı fani olarak üstün zeka ile ödüllendirilmişim. Bu benim için bir artı mı? Bence kesinlikle. Ama sinsi duygularım daha ağır basmış olmalı. Ravenclaw'da olmama bakılırsa. Kendime olan güvenim sonsuz. Belki bu yüzdendir gerçekleri ortaya rahatça dökebilirim. Asla konuşurken takılmam, söyleyeceklerimde duraksama yaşamam. Gerçekleri bir ayna gibi yansıtırım. Ayaklarımı yere sımsıkı basarım kendime olan güvenimden dolayı. Kurallarım taviz verilemeyecek kadar sıkıdır. Farkındalıklarım olduğunu biliyorum, cidden. Ben diğerlerinden farklıyım. Kanımla övünmüyorum, fanileri soyutlamıyorum. Bu dünyada ayırdığım dört cins var. Faniler, ölümsüzler, bitkiler ve hayvanlar.
Karakterin Geçmişi: Eklenecek. Henüz hazır değil.
RP Örneği:
Küçük evinin, oval penceresinden bakıyordu dışarı. Adeta karlar tek tek iniyordu yer yüzüne. Bahçede bulunan ağaçlar sertçe bir o yana bir bu yana savruluyorlardı. Genç kadın yüzünü hafifçe pencereden çıkarmış, serinliği yüzünde hissediyormuşçasına gözlerini kapamış ve yorgun bedenine kısa bir mola verdirmişti. Aylardır tükenmek bilmeyen enerjisi en sonunda tükenmiş, bertaraf etmişti genç kadını. Yüz hatlarının yavaşça belirgimleşmeye başlaması telaşa düşürüyordu. Elini yüzüne götürdü. Pürüzler... Yaşlanıyor muydu, yoksa bitkinlikten miydi? " Tanrı aşkına! Daha 26 yaşındayım. Kırışıklar için çok gencim"
Öyleki yakarışında bir parça umutsuz dahi yoktu. Her zamanki gibi kendinden emin şekilde dökülmüştü dudaklarından kelimeler. Elbette kırışık değildi bu yüzündekiler. Bir alerji ya da yorgunluktan oluşan geçici şeylerdi. En azından kendini avutmayı başarabilen kelimeler bulabilmişti genç kadın. Soluklandı, duraksadı kısa bir süre. Düşündü, çevresine bakındı.
Yağmurun başlamasıyla hatırladı her şeyi, anıları canlandı zihninde. Karıştı beyni, daha da yorgun düştü çehresi. Terledi, başta eli ayağına dolaştı ama dengesini yitirmedi. Küçücük yağmur taneleri tekrar getirmişti eski günlerierini ona. Tüm acımazsızlığıyla karşısına çıkmıştı yine. Ağlıyordu, aylardan beri ağlamamasına inat. İçini boşatıyordu, hüzünlerini geride bırakmak istiyordu. Evini özlemişti, küçük yuvasını, eski günlerini özlemişti gene. Ama en çok; en çok bir daha göremeyeceği ailesini özlemişti. Yüreğinde yaşattığı buruk acı hiç dinmemiş, her yağmurda yinelenmişti. Ve işte gene acımasız yağmurlar düşmüştü evine. Yıllardır düşmediği kadar çok ve daha etkili bir şekilde... Saatler ilerlerken hala küçük koltuğunda oturuyordu çaresizce. Koltuğunun kenarında televizyonunun kumandası, masasının üzerinde dergileri ve iki üç adım ötede ev telefonu bulunuyordu. Hiçbirinin kendisini eğlendirebileceğini ya da rahatlatacağını sanmıyordu. Başını usulca çevirdi oval penceresine doğru. Yağmur hala dinmemişti, ağaçlar delice sallanıyordu. Aynı o gün gibiydi. Gözlerini kapadı. Düşüncelere dalmak istemiyordu, bir daha çıkamayacağından korkuyordu. Ama yapamadı, açamadı gözlerini. Kayboluyordu ruhunun, anılarının içerisinde. Anıların yolculuğu başlıyordu. Belki de hiç bitmeyecekti, unutamayacaktı.
" Anne! Neredesin? Haydi, geç kalacağız. Babam bizi bekliyor, daha kamp yerine gidene kadar akşam olacak." Bu ses Adélaide'nin sesiydi. Pikniğe geç kalma korkusuyla aceleyle hazırlanıyordu pembe tonlarının yoğunlukta olduğu geniş odasında. Beş ya da altı yaşındaydı. Yaşamının ilk pikniğiydi. Yemyeşil kırlarda koşup oynayacak, delicesine çığlıklar atarak top oynayacaktı babası ile. Pembe kelebekli tokasını da takması ile birlikte annesine seslendi yeniden. Hazır olduğunu, arabaya babasının yanına indiğini belirtti ve koşarak indi evlerinin ahşap merdivenlerinden. Babasının kucağına doğru koştu, sarıldı babası sıkıca. Gülücükler ve sevgi parçaları uçuşuyordu havada. Annesi de aşağıya indiğinde herşey hazırdı. O zamanların en iyi arabası olan arabalarına bindiğinde bir de müzik açtılar. Ağaçlıkların, uçsuz bucaksız ormanlardan geçerken birlikte söylediler o şarkıları. Arkada Adélaide dans etti, güldü, son öpücüklerini saçtı annesine ve babasına. Piknik yapacakları alana geldiklerinde arabadan hiç beklemeden indi Adélaide. Kendilerinden başka bir çocuklu aile daha vardı. Başka kimseler yoktu, sakindi buralar. Ellerini açtı doğaya annesi ve babası, oksijeni çektiler ciğerlerine. Sonra huzurlu olduklarını gösterdiler ve yerleştiler piknik alanlarına. Hava ilk geldikleri gibi olmamaya kapanmaya başlamıştı bir süre sonra. Meltem yavaş yavaş hızlanmaya, narince okşadığı bedenleri zedelemeye başlamıştı. Ve üç saat sonra bıçak gibi kesiyordu tüm vücudu. Adélaide hala koşup oynuyordu. Onun umurunda değildiki yağmur, kar, rüzgar... Hayatının ilk pikniğinde yapmak istediği tek şey doyasıya oynamaktı. Hele yeni bir arkadaş bulduktan sonra işler iyice keyifli geliyordu ona fakat annesi ve babası artık gitmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Adélaide ise bir o kadar da diretiyordu. Direnmeler, ısrarlar arasında iki saat daha geçmişti. Olay gittikçe felakete dönüşüyordu. Ağaçların gövdeleri birer birer yıkılıyor, ıssız bucaksız ormanda kalan iki aileden çığlıklar yükseliyordu. Adélaide ve küçük arkadaşı Prudence ise aldırmaksızın ufak bir mağaranın içinde evciliklerine devam ediyorlardı; ta ki Adélaide'nin çığlıkları duymasına kadar. Koşmaya başladı küçük. Yetiştiğinde soluğu tükenmiş aynı zamanda şoka uğramıştı. Ağacın altından annesinin kanlar içinde ki başının bir kısmını görebilmişti. Babası ise bir kaç metre ötede yüzüstü şekilde yere yığılmıştı. Prudence ise aynı duygular içersindeydi, ağlıyordu. Onun annesi ve babası da aynı durumdaydı...
Çığlıklarını kendinden başka kimsenin duymadığını fark ettiğinde Adélaide tekrar yirmi altı yaşındaki haline dönmüş bulmuştu kendini. O günleri tekrar yaşamış, aynı gözyaşlarını yeniden akıtmıştı. Aynı o günkü kadar acımıştı canı. Silkindi, toparlanmaya çalıştı ama yapamadı. Belinin arkasındaki yastıktan almak istedi hırsını; cama doğru fırlattı. Ama hiçbir şey değişmedi, hırsı içinde kaldı. Öfkesine yenik düştü kısa bir süreliğine. Yağmura baktı tekrar. Dinmişti. Dakikaların ardından dinmişti, benliğini alıp başka diyarlara götürmüştü. İlk kez bu kadar sefil ve aciz hissediyordu kendini. Bir süre düşündü, sonunda ise biraz dolaşmanın iyi geleceğini söyledi kendi kendine. Bu dört duvar arasındaki hayatından biraz olsun uzaklaşabilmek istedi. Adımlarını bomboş sokaklara, yollara doğrulttu. Yanında bir paltosu bir de duygularına engel olamayan Adélaide vardı. Emindi ki şuan annesi ve babası onu izliyordu ve kendini bu kadar üzdüğü için kızıyorlardı ona. Ama elinde değildi, sakin kalmayı bir türlü beceremiyordu. Yapamadığını düşündüğü tek şeydi; sakin kalmak. Düşünceleri ve benliği ile yürürken gelmişti uğrak yerine. Bir muggle bozuntusu evinden ayrılıp, ulaşmıştı mekanına. Oturdu bir taşın üstüne barakanın önünde bir yerlerde. Uzun uzun baktı; boş arsalara, Hogsmade sularına. Yanlız olmadığını düşünse bile yalnızdı; yapayalnız...