|
| 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak | |
|
+6Nagihan Narin Sönmez Genevieve Tessa Malfoy Sylvia Lucretia Worthing William Julian O'Neil Christopher Raikes Magnus Lars Hallstad 10 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Magnus Lars Hallstad Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü, Gryffindor Bina Sorumlusu
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1515 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12036 Ekspresso Puanı : 27 Kayıt tarihi : 01/10/08
| Konu: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak C.tesi 20 Haz. 2009, 14:34 | |
| Tarih: 1 Eylül Mevsim: Sonbahar Hava Durumu: Sağanak yağışlı, fırtınalı.
Hogwarts'ta gece tüm ihtişamıyla orada duruyordu. Şatonun tüm koridorları artık uykulu bir sessizliğe bürünmüştü. Şatodaki her öğrenci uyuyordu, heyecandan ve korkudan yerlerinde duramayan birinci sınıflar hariç. Şimdi dolunay uzaklaşmaya başlamıştı. Siyah gürültülü bulutlar bir yorgan gibi örtmüştü geceyi. Taş merdivenlerde dolunayın o saf ve loş beyaz ışığını görmek olanaksızdı artık. Şimdi sadece ani, kararsız ve şiddetle gelen şimşeklerin yırtıcı, acıtan ışığı vardı. Tüm koridorlar gök gürültüsüyle yankılanıyordu. Magnus ilk gece nöbetinin bitmekte olduğunu düşündü. Buradan sonra hiç uyumadan derse girecekti. Halen devam eden gök gürültüsü ve şimşeğin sabahın ilerleyen saatlerine kadar devam etmesini diledi. İlk ders için arka planda şimşekler ve fonda gök gürültüleri hayli etkileyici olurdu. Cebinden eski model kostaklı saatini çıkardı. 06.14. Güneş çoktan doğmuş olmalıydı; ama ne kalın taş duvarların ardında ne de bulutların altında onun sıcaklığını hissetmek mümkündü. Magnus müdürün sözlerini hatırlayarak nöbetin bittiğine kanaat getirdi. Bu güzel güne yakışır bir kahvaltı çekmek lazım diye düşündü. Sıradaki koridorun sağ çıkışına doğru adımlarını hızlandırdı. Şimdi çok uzaklardan uyanmış öğrencilerin çığlıkları ve bir bina hayaletinin kahkahaları işitiliyordu.
*** Magnus dersliğin kapısından içeri girdi. Tozlu sıralar, büyük pencereler, gıcırdayan tahta döşemeler ona geçmişi hatırlattı. 20 yıl önce bu sıralarda oturup Hogwartsta profesör olabilmeyi dilemişti hep. Şimdi bu isteği gerçekleşmişti de. Kara tahtanın önüne geçip boş sınıfa baktı. Bir zamanlar herkes ona engel olmaya çalışırken dersi dinlemek için harcadığı çabayı hatırladı. Şimdi dinlemek için değil dinletmek için çaba harcamalıydı. Tekrar saatine baktı. Ders saati yaklaşmaktaydı. Hazırlanmak ve dersle ilgili dökümanları getirmek için malzeme odasına girdi. Aradığı şeyleri bulmak için çok uğraşmasına gerek kalmadı; ancak tüm bu belgeler tamamen eskimiş ve geçen yüzyıldan kalma gibi duruyordu. Mesela kim vampirleri hala tahtlarında oturan derebeyleri olarak görüyordu ki? Bunların hepsinin süprüntü olduğuna karar verip kendi eşyalarını getirmek için odasına gitmeye karar verdi. Malzeme odasından çıktığında erken gelen birkaç öğrencinin sıralarında oturmakta olduğunu gördü. Onlara gülümseyip günaydın dedikten sonra hızlı olmaya çalışarak odasına gitti.
Sadece on dakika içinde geri gelmişti; ama geldiğinde tüm sınıfın dolmuş olduğunu görüp şaşırdı. Derse olan ilgi onu memnun etmişti. Elindekileri masanın üstüne bırakıp sınıfa döndü ve kollarını kavuşturdu. Bir elinde de asası duruyordu. "Ben," Asasını tahtaya yöneltti ve hafifçe salladı. Beyaz bir tebeşir gıcırtılar yayarak adını tahtaya yazmaya başladı. "Magnus Lars Hallstad. En azından bu yıl Karanlık sanatlara karşı savunma dersinize ben gireceğim. Kişisel konulardan bilmeniz gerektiği kadar bahsedeceğim. Öncellikle adımın garip olduğunu düşünmüşsünüzdür. Nedeni Norveçli olmam. Bakmayın öyle göründüğü kadar soğuk biri değilim." Magnus hafifçe gülümseyip sıralar arasında yürümeye başladı "Yaygın inanışın aksine her Norveçli bahçesinde bir Norveç Pütürlüsü beslemiyor, sadece ben besliyorum. İlgilenenler için bekarım; ama öğrencilerle ilgilenmem." Magnus sınıftan hafif gülümsemeler yükseldiğini işitti. "Derse gelince," Ciddiyet şimdi baş göstermeye başlamıştı."Beni sevmeyebilirsiniz, bunu anlarım; ama dersime tam itaat isterim. Karanlık Sanatlar birçok açıdan çetindir, birçok alana yayılmıştır. Ve onun tamamını öğrenebilen bir büyücü dünya üzerindeki en tehlikeli kişi olacaktır. Ama Karanlık Sanatların öyle küçük yanları vardır ki, hafif bir asa sallamayla savrulabilir. İşte bu küçük yanları bu derste öğreneceksiniz." Magnus asasını bu sefer pencerelere doğrulttu ve salladı. Perdeler hızlıca kapandı. Siyah olmalarına rağmen şiddetli şimşeğin yoğun ışığını tutmada yetersiz kalıyorlardı.
"İlk dersimiz sözsüz büyüler hakkında. Bu zamana kadar lanetler ve karşı lanetlerden yeterince öğrenmiş olmanız gerekiyor. Şimdi ikili gruplara ayrılın ve sözsüz şekilde birbirinize karşı lanet ve lanet uygulayın. Hemen başarmanız gerçekten büyük bir mucize olurdu. O yüzden lütfen bugün başaramadığınız için kendinizi hüsrana uğratmayın. Başlayabilirsiniz." İkili gruplara ayrılan öğrencilerini izlemeye başlayan Magnus bütün ders boyunca sınıf içinde gezindi. Onlara yardımcı oldu. Gelişmeleri kaydetti. İlk günden sözsüz büyü yapabilen olmamıştı. Arada bir dayanamayan birisi ağzından büyülü sözleri kaçırıyor, sonra da çok ayıp bir şey yapmış gibi özür dilercesine elleriyle ağzını kapatıyordu. Bu durum onları daha çok geriyor. Bir de ağızlarından bir tek söz bile çıkaramamaları epeyce huzursuz etmişti. Koca ders saati boyunca ilerleme kaydetmediklerini düşünen öğrencilerin durgun hallerini görünce ders bitmeden onları saldı. "Bugünlük bu kadar yeter. İlk ders olması sebebiyle ödeviniz yok. Ama sonraki derse psikolojik olarak hazır gelmenizi istiyorum. Çıkabilirsiniz, teşekkürler." Magnus arkasını dönüp toparlanmaya başlamıştı. Sınıftan çıkan mutsuz ayak seslerini duyunca gülümsemesine engel olamadı. Öğretmenlik hayatının ilk dersi sona ermişti. | |
| | | Christopher Raikes Slytherin 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 193 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11658 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 04/01/09
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Paz 21 Haz. 2009, 15:49 | |
| Hayatında en nefret ettiği uyanma biçimi güneş ışığının pencereden süzülüp yüzünü aydınlatarak gözlerin kapalıyken bile görebileceğin bir ışık oluşturmasıydı. O kadar lanet bir yer seçmişti ki her sabah o şekilde uyanıyormuş gibi yeşil ışıklar gözünü aıyordu. O kadar sıkıcı bir durumdu ki gecenin yarısında bile kendsine gündüzmüş gibi geliyordu. O yüzden her sabah saat beş sularında kalkıyordu. İyi yanı duş alması ve rahat rahat hazırlanması için bolca vakit yakalıyordu. Yine o sabahlardan birinde gözünü araladığında küfür etmemek için kendini zor tutuyordu. Artık kesinlikle yönetime söyleyecekti bu durumu. Yatağın etrafındaki yeşil perdeler bile yetersiz kalıyordu. En azından geceleri ışıklar biraz azaltılabilirdi - belki de azaltılıyordu. Yatakta doğruldu ve perdeye sertçe vurup açtı. Başucunda duran, yarısı gece içilmiş, sudan bir yudum daha aldı. Bavulundan diş fırçasını aldı ve içine attı. Sabahları kahvaltı etmeyi sevmediği için erkenden dişlerini fırçalardı. Bornozunu, baş havlusunu ve çamaşırlarını alarak banyoya doğru yürümeye başladı. Merdivenlerden çıkarken terliklerini ayağına giymediğini fark etti. Aslında önemsiz bir detayı, hava yeterince sıcaktı, en azından beton zemin onu biraz serinletiyordu. Boyu bir beşinci sınıf öğrencisine göre uzun olduğu için banyonun –zaten kısa olan- kapısından kafasını hafifçe sağ tarafa eğerek geçti ve eşyalarını duşlarda bulunan dolaplardan birine astı ve anahtarını koluna bağladı. Çalınma olaylarından korkmazdı, kim bu işi yaptıysa onu bulurdu fakat tedbirli olmak hoşuna gidiyordu. Kafasını birkaç kez şampuanladı ve duşa kabinden çıkarak bornozunu üstüne geçirdi. Baş havlusuyla iyice saçlarını kuruttuktan sonra ayna karşısında salarını biraz dağıttı. Tamamen kuruduklarında kendileri şekillerini alıyordu fakat o dağıtmayı seviyordu, eğlenceli bir işti. Banyoda giyinirken sağ kolunun derslerde yazı yamaktan kas yaptığını fark etti. Bornozunu ve baş havlusunu koluna aldı ve kıkırdayarak yatakhaneye inmeye başladı. Başucundaki saate baktığında her zamankinden daha fazla yıkandığının farkına vardı. Zaten yatakhanenin yarısı boşalmıştı, hepsi kahvaltıdaydı. Cüppesini giyecekti ki dişlerini fırçalamadığını ve bardağı ve diş fırçasını orada unuttuğunu fark etti. Hızlıca geri döndü ve dişlerini iki dakikada fırçalayıp geri yatakhaneye girdi. Bir çırpıda giyindi ve yatakhaneden çıkıp hızlı adımlarla ilk derslerinin işleneceği Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Dersliği’ne doğru yürüdü. Koridorlar boş ve sessizdi. Herkes derse girmiş miydi? Anlaşılan çok hızlı hareket etmediği için bu sonuçla karşılamıştı ve sonunda derse geç kalacaktı. Dersliğin kapısının önünde birkaç saniye durdu ve tipik öğrenci hareketi olan kapı dinlemeyi yaptı. İçeriden ses gelmiyordu, demek ki daha ders başlamamıştı. Yine de tedbiri elden bırakmayarak kapıyı tıklattı ve içeri girdi. İçeriden ondan başka iki öğrenci daha vardı. Biri dördüncü sınıf, sümsük bir Hufflepuff kızıydı, diğeri ise yine dördüncü sınıf, fazlasıyla iri ve zeki görünen bir Ravenclaw erkeğiydi. Çocuk gözlükleriyle bir bütün oluşturuyor ve fazlasıyla zeki görünüyordu. Çantasını boynundan çıkartmıştı ki profesör malzeme odasından çıktı ve şaşkın bir ifadeyle öğrencilere baktı. Büyük ihtimalle oları bu kadar erken görmeyi beklemiyordu. İyimser bir tavırla hepsine günaydın dedikten sonra tekrar çıktı sınıftan. Profesör dönene kadar neredeyse tüm sınıf dolmuştu ve herkes gürültü yapıyordu. Chris o kadar sıkılmıştı ki tanıdıklarını görse bile selam vermiyordu, artık dersin balamasını istiyordu. Geçen sene bu ders için onca çalışma yapmıştı. Elbette okulda çalışmıştı fakat kimsenin görmediği bir yerde, daha doğrusu önem verip de kontrol etmediği bir yerde; boş sınıfta. Orası Chris için ideal ders çalışma ortamıydı. Ortak Salon’da o kadar gürültü oluyordu ki odaklanamıyordu. Fakat orası gerçekten sessizdi. Tek kötü yanı yazları biraz sıcak oluyordu. Tabii pencerelerini açınca bu ısı biraz düşebiliyordu. "Ben," dedi ve klasik profesör hareketi olan ‘asayla tahtaya yazı yazma’ hareketini yaptı. Chris bir profesör olduğunda asla bunu yapmayacaktı. Tahtayla işi de olmayacaktı, tabii dersine göre değişebilirdi bu durum. "Magnus Lars Hallstad. En azından bu yıl Karanlık sanatlara karşı savunma dersinize ben gireceğim. Kişisel konulardan bilmeniz gerektiği kadar bahsedeceğim. Öncellikle adımın garip olduğunu düşünmüşsünüzdür. Nedeni Norveçli olmam. Bakmayın öyle göründüğü kadar soğuk biri değilim." Gayet iyi gidiyordu, yeni olmasına rağmen tatlı gülümsemesinden Chris onun bir Zümrüdüanka Yoldaşı olduğunu anladı. Bu konuya dönük olarak hiçbir tercihi olmadığından dolayı şimdilik bu yargıyı 3 sene sonrasına erteledi. Belki biraz daha bu işle ilgilenmeye başlarsa kendi tarafını bulabilecekti. Elbette ailesine göre bir Ölüm Yiyen olması gerekliydi. Bu sıkıcı konularla uğraşmak onun işi değildi. İsteyen taraf zaten gelip onu bulacaktı. "Yaygın inanışın aksine her Norveçli bahçesinde bir Norveç Pütürlüsü beslemiyor, sadece ben besliyorum. İlgilenenler için bekarım; ama öğrencilerle ilgilenmem." Bu Norveç Pütürlüsü hikayesini bir kitapta okumuşu ve açıkçası sağlam bir kaynak olmasına rağmen inanmamıştı. Bu durumun kesinleşmesine seviniyordu. Fakat profesörün konuşmasında bir püf nokta vardı. Bekardı ve öğrencilerle ilgilenmiyordu. Peki ya profesörler? Chris’in yüzünde kurnaz bir gülümseme belirdi ve bakışlarını derinleştirip profesöre bakmaya devam etti. "Beni sevmeyebilirsiniz, bunu anlarım; ama dersime tam itaat isterim. Karanlık Sanatlar birçok açıdan çetindir, birçok alana yayılmıştır. Ve onun tamamını öğrenebilen bir büyücü dünya üzerindeki en tehlikeli kişi olacaktır. Ama Karanlık Sanatların öyle küçük yanları vardır ki, hafif bir asa sallamayla savrulabilir. İşte bu küçük yanları bu derste öğreneceksiniz." Aslında iki dal da fazlasıyla ilgi çekiciydi. Fakat ikisinde de başarılı olmak için ikisini birden öğrenmeniz gerekliydi. Kendinizi Karanlık Sanatlar karşısında korumak için savunmasını öğrenecektiniz, iyi saldırmak için Karanlık Sanatlar’ı öğrenecektiniz. İkisi için de ders olmaması büyük kayıptı. "İlk dersimiz sözsüz büyüler hakkında. Bu zamana kadar lanetler ve karşı lanetlerden yeterince öğrenmiş olmanız gerekiyor. Şimdi ikili gruplara ayrılın ve sözsüz şekilde birbirinize karşı lanet ve lanet uygulayın. Hemen başarmanız gerçekten büyük bir mucize olurdu. O yüzden lütfen bugün başaramadığınız için kendinizi hüsrana uğratmayın. Başlayabilirsiniz." Ne, sözsüz büyüler miydi? Fakat Chris bu konu hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Elbette çok kez görmüş ve tanık olmuştu faka hiç uygulamamıştı. Zaten profesörün iç karartıcı ufak bilgisinden sonra kesinlikle kendine olan güvenini yitirmişti. Kendine bir eş seçmek istediği için ilk olarak arka çaprazında oturan, sınıfa ilk girdiğinde gördüğü Ravenclaw’lı çocuğu seçti ve denemelere başladılar. İlk saldırıyı o yapmıştı ve saldırı gelmediği için Chris’in bir karşı lanet yapmasına gerek kalmamıştı. Tabii denemesine karşın o da yapamamıştı. Chris’in saldırısı da aynı derece de başarısızdı. Tekrar tekrar denemelerine karşın olmuyordu. Sonunda çocuk dayanamadı ve bağırarak sesli bir lanet yolladı. Tüm sınıf dönüp onlara aktı, profesör bile. Chris biraz gerilmesine rağmen kısık sesle ve kimsenin duyamayacağı bir ses tonuyla karşı lanet uyguladı. Çocuk mahcup bir tavırla Chris’e bakarken Chris umursamıyormuş gibi yapı. Profesör de dahil, birkaç kişi Chris’in dudaklarının oynadığını görmüştü ve onun da sözsüz yapamadığını fark etti. "Bugünlük bu kadar yeter. İlk ders olması sebebiyle ödeviniz yok. Ama sonraki derse psikolojik olarak hazır gelmenizi istiyorum. Çıkabilirsiniz, teşekkürler.” Bu olaydan sonra ders bu şekilde bitti. Profesör iyi birine benziyordu fakat dersleri zordu. En azından ilk dersten ödev verecek kadar gaddar değildi. Çantasını tekrar omzuna astı asasını cüppesinin içinde bulunan göze koydu. Yavaş yavaş sınıftan çıkarken profesöre başıyla selam verdi ve kendini kapıdan, kalabalık koridorlara attı.
* Genel olarak beğendim, betimlemelerin hoş, sade. Ancak çok fazla alıntı var. Her söylediğimi yazmak zorunda değildin. Ayrıca ilk RP'nin başını okumanızı salık veririm. Sonbahar ve sağanak yağışlı diyor. oysa siz RPnize güneşli bir hava ile başlamışsınız. Beklenenein Üstünde / 65
En son Christopher Raikes tarafından Çarş. 24 Haz. 2009, 20:43 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11962 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Paz 21 Haz. 2009, 23:26 | |
| Yaz tatili boyunca geç kalkmaya alıştığından ve ancak gözüne vuran güneş ışığıyla uyandığından olsa gerek, zil sesini bir hayli yadırgamıştı. Zaten ciddiye bile almamıştı başta, uykusunun dışarıdan gelen bir sesle bozulduğunu varsayarak başını yine yastığına gömmüştü. Ancak çevresindekiler kalkmaya başlayınca nerede olduğunu ve kalkması gerektiğini hatırlayabilmişti, hatırlamak yapmaktan daha kolaydı kesinlikle. Gözlerini açık tutmakta zorluk çekiyordu, bunun nedeni uykusundan çok yastığı da olabilirdi, ancak kirpikleri arasından görebiliyordu yastığa gömülmüş olduğundan. Başta duşlardan filan geldiğini sandığı su sesini dinlerken kendine gelmeye çalıştı. Hayır, pencerenin dışından geliyordu ses. Daha sonbaharın bile başlarında olsalar da kapalıydı hava ama yağmur yağdığını fark etmemişti. Belki de önceki gece yağmıyordu. Homurdanıp kaldırmaya çalıştığı bedenini yatağa geri bıraktı. Düşünme yetkisini kazanmıştı en azından değil mi? Başını yastıktan kaldırabilecek duruma da gelmesi gerekiyordu sanki? Uyku… Gözlerini açık tutmakta gerçekten zorlanıyordu. Yatağını çevreleyen lacivert perdeyi görebilecek şekilde döndü. Lacivertten siyaha kayıyordu arada görüntü, sonra yine gözlerini açtığından düzeliyordu. Bu gidişle ertesi sabaha kadar uyurdu. Kendini uyanmaya hazırlamak filan hikâyeydi görünüşe göre, geç kaldığı günlerdeki gibi ani bir şekilde kalkmazsa uyanamıyordu. Gerçi o zaman da arka sıraların birinde uyukluyordu ya. Kendi kendine gevezelik etmeyi kesip kalksan hı? Gözkapaklarını açık tutmaya çalıştı yine, eliyle yataktan destek alıp doğruldu. Uyandıık. Hadi bakalım. Ne kadar uyandığı tartışılırdı gerçi. Nefret ediyordu böyle durumlardan. Uyanması, kalkması gerektiğini biliyor yine de bunu yapamıyordu sabahları. Yoksa tembelliğinden değildi canım, asla. Sandığına uzanıp kitap ve parşömen yığınını itekledi ve okul formasını çıkardı. Yıllar geçtikçe birçok şey değişiyordu ama bu sevimsiz forma asla. Oflayıp yine sandığına uzandı. Aslında artık değiştirmesi gereken, ama her ne kadar eskise de pratik bulduğu çantasını, kitaplarını ve temiz bir parşömen tomarını çantasına tıkıştırdıktan sonra neden aldığını bile bilmediği renk değiştiren mürekkebini ve diğerleri çantasında kırıldığı için yenilediği tüy kalemini de daha az zarar görmeyecekleri şekilde yerleştirdi. Kaç kere yeri boylamıştı acaba çantası kavgalar ve her şeyle? Ayağa kalktığında ürperdiğini hissetti. Üşümüştü, bu da çok şaşırtıcı bir şey sayılmazdı üzerindeki tek şeyin ince bir eşofman altı olduğu düşünülürse. İç çekip formasına uzandı. Rahatsız bir pantolon, bol gelen bir gömlek, her zamanki gibi gevşekçe bağlanacak binasının renklerindeki bir kravat. Hiçbiri hoşuna gitmiyordu, kesinlikle hiç biri. Cüppesini üzerine geçirip komodinindeki asasını cebine attı. Arkasında bıraktığı dağınıklığa bakarken yüzünde bir gülümseme belirmişti istemeden, bir de okulun ilk günlerindeydiler daha. Kesinlikle ilerleyen günlerde savaş alanında dönecekti yatakhanenin ona ait olan bölümü. Her zamanki gibi. Çantasını omzuna atıp yatakhaneden çıktı.
Aceleyle bir şeyler atıştırmıştı ama ne yediğini bile hatırlamıyordu, bırak tadını. Gayette basitti nedeni. Birincisi, hala acayip uykusu vardı her sabahki gibi. İkincisi, Sylvia’yı görememişti ve bunun uykusu yüzünden olmadığını biliyordu. Kızın nerede olduğunu merak ediyordu ve kendini paranoyak gibi hissetse de endişelenmişti. Eh, öyleydi gerçi. Balkabağı suyunu –yani öyleydi galiba- kafasına dikip masadan kalktı. İlk kalkanlardan biriydi masadan herhalde istisna olarak, bir hayli geç ve zor kalkmasına rağmen. Büyük salondan çıkana kadar yavaş ve uykulu yürüyüşünü değiştirmese de çıkınca belki de sıcaklığın farklı gelmiş olması veya kabaran merakı adımlarını hızlandırmasına neden olmuştu. Merdivenleri, kestirme olarak kullandığı gizli geçitleri ve sonu gelmez gibi görünen koridorları fazlasıyla hızlı geçmişti. Sınıfın önünde durduğunda içeri girip girmemekte kararsız kaldı. Sınıfa erken gitmezdi, hatta genelde biraz geçte kalırdı. Kütüphaneye, göl kenarına filan niye bakmamıştı ki. Belki de uyuyakalmıştı kız yani. Sınıfa girdiğinde düşüncelerinin ve saçma endişesinin boşa olduğunu gördü. Sınıfta birkaç kişi vardı henüz, diğer herkes kahvaltıdaydı herhalde. Kızı sınıfın arkalarında görünce yüzünde rahatladığını belirten bir ifade belirdi. Kızın yanında durana kadar kendisini fark etmemişti, önündeki parşömene bir şeyler karalıyordu. “Günaydın.” Diye mırıldandı kolunu onun beline dolarken. “Kahvaltıda yoktun.” Yaz tatilinin bitmesi hoşuna gidiyordu artık. Özlemişti onu…
Profesörün derse başlama şekli hoşuna gitmemişti. Aslında Profesör Hallstad’ı ilginç buluyordu ama profesörlerin derse başlama şekilleri çok sıradanlaşmıştı. Hatta, sıra dışı olanlar normallerden daha sıradan geliyordu. Adamın tarzının ciddi, belki biraz esprili olabileceğini anlamıştı ama… Gerçi her şekilde ‘Mr. Worthing’den iyiydi de. Görüşlerini kendine saklamayı tercih etti. Neden bilmiyordu ama… Dersin konusu moralini bozmuştu ama sözsüz büyüler. Bilmediği ve öğrenebileceğinden hiç emin olmadığı bir yönüydü sihrin, Sylvia’nın önünde komik duruma düşmek de istemiyordu ki. Düşecekti de işte, biliyordu. Tahmin ettiği gibi de oldu. Gerçi bütün sınıfta sözsüz büyü yapmayı becerebilen çıkmamıştı, gerçi ne kadar alçak sesle fısıldanabilir başlığı altında bir tür yarışma yapılıyordu ama sessiz olamıyordu kimse tamamen. İçinde biriken enerjiyi bağırarak lanet yollayıp da boşaltan da vardı gerçi. Will, beceremediğinde sırayı Sylvia’ya vermeyi tercih ediyordu, ikisi de yapamadıklarından olsa gerek gerginliği biraz geçmişti. İyi hoş gerilse bile deniyordu işte. Boş boş asa sallayıp da bir iki sırayı yerinden oynatsa hani sihrini kontrol edemeyen çocuklar gibi, ne güzel olurdu. Çok canını sıkıyordu ‘sözsüz büyü’ olayı. Ne gerek vardı ki buna bir kere yani, gereksizdi, kesinlikle gereksiz. Veya o beceremeyince böyle olduğuna inanmak istiyordu. En sonunda profesörün çıkabilirsiniz demesi günün en iyi haberiydi muhtemelen. Psikolojik hazırlanma uyarısı biraz heves kırıcı olsa da yerindeydi hani. Asasını cüppesinin cebine tıkıştırıp çantasını omzuna astı ve onu bekleyen kıza doğru yürürken gülümsedi. Dersin bitmesine de seviniyordu, onu uykusu kesinlikle açılmış olduktan sonra görebildiğine de. “Muhteşem geçtiği söylenemez ha?” Koridora çıkarken kızın kulağına eğilip mırıldanmıştı. Tüm dersler Karanlık Sanatlara Karşı Savunma gibi geçecekse bir hayli zor bir yıl olacaktı. Lanet S.B.D.’ler…
* İyi betimlemeleriniz var, fizikselden çok ruhsala yönelmeniz hoş olmuş. Sade yazıyorsunuz, gereksiz süsleme, renklendirme vb. yok. Olağanüstü / 85 | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11930 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Ptsi 22 Haz. 2009, 20:38 | |
| Korkudan başını yastığın altına gömmüş lanet geceyi unutmaya çalışıyordu. Göğün neredeyse yarıldığını düşündüren korkunç çatırtı kulaklarından gitmiyordu bir türlü. Aslına bakılırsa kasvetli havaları severdi ama şimşek fazlasıyla korktuğu bir şeydi. Küçükken edindiği bu huy onun ne kadar zayıf bir mizaca sahip olduğunu da kanıtlıyordu. Her şeyden korkan, içine kapanık bir çocuktu o. Her zaman mükemmelliyetçi olmak istemişti ama bunu asla gerçekleştirememişti. Aslında ruhunun derinlerinde yatan korkunun sebebi ne ses ne de görüntüydü. O tamamen aniden olan şeylerden korkuyordu. Görünmeyen, fark edilmeyen; tıpkı ölüm gibi… Kafasındaki yastığı kaldırıp, üstündeki yorganı yatağın köşesine iteledikten sonra ayağa kalktı. Yatakhane arkadaşlarının hepsi uyuyordu ama o yine hiç gözünü kırpmadan koca bir geceyi ardında bırakmıştı. Sıcak değildi. Hatta fazlasıyla soğuk… Bir an içinden Slytherin’lilere acıdığını hissetti. Hayır, hayır Slytherin’liler acınılacak insanlar değillerdi. Onlardan sadece nefret edilebilirdi. Yatağı biraz düzensiz de olsa topladıktan sonra üstündeki geceliği çıkartıp, cüppesini giydi. Fırçayla birkaç kez taradıktan sonra minik bir toka iliştirdi, dalgalı sarı saçlarına. Gözlerinin altı hafiften kızarmış, yüzü ve vücudu epey sararmıştı. Yüzü yine ciddi bir hal almış, açık mavi gözlerinin rengi biraz daha koyulaşmıştı. Çantasını alıp, kızları rahatsız etmemeye çalışarak kendini yatakhaneden dışarı attı.
Koridorlar hiç değişmemişti geçen yıla oranla. Hala rutubetli, sakladıkları sırlar kadar eski ve soğuktular. Olabildiğince hızlı yürümeye çalıştı. İçinde bir sıkıntı vardı ama nedenini bir türlü kestiremiyordu. Derin bir soluk alıp çantasını yere attı ve onun yakınlarında bir yerlere çöktü. Kendini fazlasıyla yalnız ve terkedilmiş hissediyordu. Mizacı kendine ait değilmiş gibiydi. Kişiliğini kaybetmiş insanlar gibi davrandığını düşünüp, kendi acizliğine acıdı ve yerden kalktı. Kendi kendini eleştirmek fazlasıyla acı veriyordu ona. Dersliğe doğru ilerledi. Okulun geneli kahvaltı ediyor olmalıydı, ya da bitirmiş. Koridorun uzak bölgesinden gelen ses cümbüşüne kulak vermek yerine dersliğe gitmeyi tercih etti. İçeri girdiğinde öğrencilerin sıralarda seyrek seyrek oturduğunu görüp arka sıralardan birine yöneldi. Profesör ortalarda görünmüyordu. Çantadan birkaç temiz parşömen çıkarıp masanın üzerine koydu. Gerçi pek işi olmazdı not almayla ama yine de bulunmasını istiyordu. Belki canı sıkılırsa bir şeyler çizebilirdi. Sınıfı incelemeye çalıştı. Babası okuldan gitmeden önce de sınıf kasvetli, pencereler büyüktü ve yerden ortama yayılan tahta kokusu vardı. Derin bir nefes alıp önüne koyduğu parşömenleri, eline aldığı garip bir tüy kalemle karalamaya başladı. Yarattığı hiçbir çizginin anlamı yoktu görünürde ama o sanki inatla bir şeyler yazmaya çalışır gibiydi. Hayal dünyasının karmaşıklığı kadar karmaşık ve gereksizdiler. Farklı bir ses duyup başını kaldırdı. Evet, evet profesördü. Odasına gidiyordu. Kafasını tekrar önündeki parşömene çevirip karalamaya devam etti. Belinde bir şeyler hissedince kafasını kaldırdı. “Kahvaltıda yoktun.” Gülümseyip çocuğa sarıldı. Onu hak edecek ne yaptığını hala anlayamıyordu, yine de halinden fazlasıyla memnundu. “Bu aralar yemeklerle pek aram yok gibi.” Eline aldığı parşömeni buruşturup çantasının içine attı. Will’in görmesini istemiyordu. Belki de dalga geçeceğini düşünüyordu. Sadece aptalca bir kuramdı bu.
Çakan şimşeklerden oldukça korkuyordu. Hatta çocuğun koluna yapışmıştı bile denilebilir. Doğanın en acımasız sesiydi bu Sylvia’ya göre. Can yakıcı, kırıcı bir ses… Profesörün söylediklerini ne dinleyebiliyordu ne de ona doğru bakabiliyordu. Dinlemeye çalıştı. Lanet? Pek bir şey anlamamıştı ama herkesin ikili gruplara ayrılması fazlasıyla sinir bozucuydu. Will’e asla büyü yapmazdı. Hele ki lanet, asla! Yani duyduğu şey lanetti ama yapamazdı ki. Onun yerine kendini Hogwarts kulelerinden atardı. Sözsüz… Bu oldukça zor bir şeydi. Babasını birkaç kez görmüştü öyle, yanılmıyorsa tabi. William’dan sonra yapması daha iyi olacaktı anlaşılan. Gerçi denemekten de korkuyordu ya. Garip bir anına denk gelir de yapar diye oldukça korkuyordu yani. Bu imkânsızdı gerçi. Sınıftakilere kulak asmamaya çalıştı. Sıra kendisine gelince suratını astı. Bunu deneyecek olmaktan bile nefret ediyordu. Birkaç kez denememişti bile yapamıyorum diyerek bıraktı. Zaten hep böyle erkenden bırakırdı yapamadığı ve yapamayacağı şeyleri. Bazı şeyler için fazla korkaktı. Bayılacak kadar fenaydı. Kasvetli havaları sevse de bazı zamanlarda beti benzi atabiliyordu. Sinirlenip bir yerlere lanet yollayanlara baktı göz ucuyla. Kendisi de yapmak isterdi ama kendinde o gücü bulamıyordu.
Dışarı çıkarken fazla yorgundu. Hem uyuyamamanın hem de psikolojik baskının etkisiyle bayılacakmış gibi hissediyordu. Bu kadar zayıf bir bünye kimsede bulunamaz. William’a tutunmasa kesinlikle oraya bayılırdı. “Muhteşem geçtiği söylenemez ha?” Derin bir nefes aldı. Duvarlar bile üstüne geliyordu. “Bir daha biri karşıma geçip sana sözsüz de olsa lanet göndermemi söylerse kendimi Ravenclaw kulesinden atabilirim. Gerçekten…”
Sade renkler, sade RP, alıntı minimum. Olağanüstü/90 | |
| | | Genevieve Tessa Malfoy Slytherin 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 487 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12064 Ekspresso Puanı : 15 Kayıt tarihi : 14/06/08
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Salı 23 Haz. 2009, 10:15 | |
| Pencereden içeriye doğru süzülen griliklerin esiri olmuş, deniz mavisi gözlerinden dehşetin her hali belli olan bakışlar yayılıyordu seri ve korkutucu şimşeklere doğru. Ardı arkası kesilmeyen uğultular ve göklerin ufkundan süzüle gelen göz alıcı biryandan da tehlikeli parlaklıkların, o grilikleri yararak yeryüzüyle buluşup sarılmalarını izledi bir süre, birbirine büyük özlem duyan iki sevgili gibi. Bir damla yaşa engel olmamıştı, denizlerinden kopup gelen bir parça kristale dur diyememişti. Uzun ve dar bir pencerenin dibinde tüm soğuğu içine çekerek, yüzünde cilveleşen yağmur damlalarıyla hüzne bir adım daha yaklaşarak seyre dalmıştı. Pencerenin kenarına siluetini yerleştirmiş, uzun ve narin vücudunu iyice sabitlemiş yaşananları düşünüyordu bir bakıma, hiç aklından gitmezken tekrar tekrar düşünemezdi ya insan. Aşkla tanışamayacak kadar genç oluşu, nasıl olurda böylesine büyük bir vicdan azabı yayardı bir yumru kadarcık kalbine? Her şey yeniden nüksetmişti işte. Gerçek hayatından sıyrılıp, buraya o nefret ettiği evden sonra gerçekten benimsediği 2. evine ulaşmıştı. İlk günün şerefine öylesine mutluydu ki doğa ana, bütün hıncını topraktan çıkarırcasına, yağmur damlaları ve şimşeklerle dövüyordu o tertemiz toprağı. Bir şikâyeti yoktu elbet. Birçok kişinin aksine böyle günler gerçeklerle yüzleşmesinde büyük yardımcı olurdu. Kendisini bir tutam toprak, üzerindeki baskıları ise yıllardır, yağmurlara ve şimşeklere benzetirdi çünkü. Ayrılığın verdiği acıyı ancak kendisine işkence çektirerek yenebilirdi. Kendisi için değilde karşısındaki içindi bu azap aslında, çünkü şu ana dek gerçek aşkı hiç tatmamıştı ruhu. Sabahın 5.30’dan beridir ayakta, henüz aydınlanmaya yüz tutmamış havayı izliyordu sadece. Saatler geçmek bilmezken, kendi kendini yargılamayı başarmış ve bir sonuca varabilmişti -Gerçekten hiçte iyi biri sayılmam!-
Uzun altın sarısı saçları ve delici mavi gözleriyle bütün bakışlarını üzerinde toplayabilecek kadar güzel bir kızdı Tess. Yıllar onu giderek değiştirmişti aslında. Daha bir olgun daha bir güzeldi artık. Bakış açısı da değişmişti hem. Eski havai tavırların yanında genç bir kadının olgunluğuna yavaşça ermekteydi. Paranın ve pulun gözlerini bürüdüğü o küçük kız yoktu kimsenin karşısında. Zaten bu yüzden ayrılmıştı ya Thedore'dan. Zengin bir ailenin hoş ve havai çocuğu. Artık öylesine itici geliyordu ki bu tür şeyler. Elbet insanın yıllardır yaşadığı hayatı bir kenara itmesi zordu ama eski alışkanlıklarını bırakmada hızla ilerliyordu. Thedore öylesine aşıktı ki aslında. Belki de hiç bırakılmaması gereken o gerçek kişilerdendi. Lakin onun duygusallığı da yetmiyordu herşey için önemli olan düşünceleriydi ve öylesine zıt kutupların insanıydılar ki. Aralarındaki çekim giderek Tess tarafından yitmiş ve yabancı biri çıkmıştı kızın karşısına. İşte o an gerçekten hislerine kapılmaya ve gerçekleri düşünmeye başlamıştı. Artık tam bir pislik olmak yerine kimi zaman iyi kimi zaman da şartlara karşı kötü olmayı başarabilmişti. Ayrılığı onun tarafından hissedip üzülüyordu aslında. Çünkü bu ayrılıktan bir an olsun pişman dahi değildi. Artık derslerine yoğunlaşmaya çalışacak başarılı olamasa dahi en azından kıl payı kaçırmış olacaktı birşeyleri ki bu da büyük bir gelişmeydi esasında. Yağmur damlaları altın sarısı saçlarını ıslatmış ve kokusunu bütün vücuduna yaymıştı. Toprağın kokusuyla birleşince de gerçekten farklı bir parfüm havası yayılmış gibiydi vücuduna. Zaman giderek ilerlemiş ve karanlık giderek daha da korkutucu bir hal almıştı. Herşey tersinden mi gidiyordu bugün böyle. Hava aydınlanacağı yerde kararırken hiçte iyi olmayacak şeylerin habercisi gibiydi.
Narçiçeği rengindeki kısa geceliğini savurarak ilerliyordu yolunda, sanki kendisini gösterme çabası içerisindeymiş gibi. Kısa bir süre rutin hazırlıklarını yapıp, yine o eski hayatına geri dönmeye hazırlandı. Kahvaltı yapıp, derslere girmek, profesörlerin iç karartıcı konuşmalarını dinlemek, yeri geldi mi aptal esprilerine sahte bir edayla gülmek, biri biter bitmez bir diğer derse koşmak ve gününü böyle zehir etmek. İşte her şey yeniden ve yeniden başlamıştı. Peki, ama bu yıl bir şeyler farklı olabilir miydi? Karşı taraftan bir farklılık görmese dahi bu yıl görecekleri bu Slytherinli kızda hem ruhani hemde fiziki birçok değişiklik gerçekleşmişti. Bunu fark ettiklerinde soğuk duvarlarını yıkabilmek için daha fazla direnç gösterebilecek birisi çıkacak mıydı acaba? İlk ders gününün şerefine, cüce ve birbirinden çirkin evcinlerinin mükellef bir kahvaltı masası hazırladığını görünce hayrete düşmüştü Tess. 1. sınıfların çekingen tavırları ve son sınıfların şen kahkahaları arasında böylesine bir ziyafet alışılagelmiş değildi doğrusu. Bir köşeye sinip tabağını doldurmuştu. En azından inandırmaya çalışıyordu kendisini, yemek yemeyi dahi unutmuş artık sevmiyor olduğunu unutmak için böyle avutacaktı kendisini. Artık o sıkıcı anlardan birisi daha başlayacaktı birkaç dakika sonra. İlk derse doğru yönlendirmişken adımlarını, ayaklarının yer ile her buluşmasında bir tedirginlik hissediyordu sanki. Belki uykusuzluktan belki de günlerdir hiçbir şey yemeyişindendi bu ama yine de önemsenecek bir şey olarakta görünmüyordu aslında. Çantasını sıkıca kavrayıp duvarların taşlarına dokunarak ilerliyordu koridorlarda ki böylece yitirebileceği dengesini koruyabilmek için. Duvarların her bir dokusunu hissederken avuçlarında buz tutmuş benliğini de tüm teniyle hissediyordu. Yıllardır nelere şahit olmuştu acaba? Sadece soğuk bir duvar diye unutulan bu yapı kim bilir kaç hüzne şahitlik etmişti. Her şey o kadar garipti ki bugün. Felsefi yönü kendisini giderek duygusallığın önüne geçirmeyi başarmış hayata daha bir anlamlı daha bir gerçekçi bakmaya başlamıştı. Uzun ve dar koridorları kat etmeyi başarmış ve ilk günün ilk dersine doğru yol almış, benliğini sınıfa doğru yönlendirmişti. Ne olursa olsun hiçbir üzüntünün beynini kemirmesine izin vermeyecekti bugün. Verimli geçecek bir gün hesaplasa da beyninde öyle olmayacağını çok iyi bildiğinden bunun üzerinde pek durmayı yeğlemedi. Sınıfa girer girmez gördüğü birkaç Slytherin kızının yanına geçip hazırlıklarını tamamladı ve karşılarında dikilmiş olan adamı seyre daldı. ‘’Her yıl bu KSKS profesörlerinin değişmesi farz mı bu okulda?’’ diye mırıldandı kendince diğer çeneleri bayağı bir düşük kızlara sesini duyurmak istemeden. Her yıl farklı bir insan, her yıl farklı yüzler, farklı hayatlar. Peki, ama bunlara katlanmalarını istemek biraz saçma değil miydi? Sonuçta onlara alışmak, derslerin verimlerini daha bir arttırmak bu şekilde olanaksızdı. Bir bakıma her şey profesörde bitiyordu ya neyse. Kendisine inandırmak onun elindeydi. Lanet bir adam mı yoksa çekingen bir aptal mı olacağı kendi elindeydi. Elbet bazı istisnalarda nüksediyordu bu hayatta. Gerçekten kimi zaman otoriter, kimi zaman arkadaş olanları da çıkabiliyordu velâkin Tess’in de en hoşlanmadığı bu tiplerdi ya. Adamın ağzından kelimeler dökülürken garip aksanıyla dışa yansıttığı sözcükleri anlamsız birer söz dizesinden farksızdı bir bakıma. Sözcükleri döküldükçe sert ve kalın dudaklarından kendisini tanımlamayı başarabiliyordu. Demek Norveçliydi. Zaten adının ve aksanının garip oluşundan belliydi İngiltere asaletinden gelmediği. Her zamanki o önyargılı tavırları geri gelmişti işte. Sadece birkaç kelimesine ve dış görünüşüne bakarak karakter tahlili yapar ve yıllar geçsede bu öngörüsünü değiştirmezdi. Kurtulmaya çalışsa da bu özelliğinden bir hastalık gibi tekrar nüksetmişti vücudunda. Her şeyi bir yana bırakıp adamı sadece dinlemeye ve anlamaya koyuldu. Belki de böylece içerisinde bulunduğu zor durumu atlatabilecek gücü bulabilirdi kendinde.
Her sözcüğünde havayla bütünleşip sınıfın en ücra köşelerine doğru yayılan ses dalgalarını, kendi kulağına hapsedip oradan da beyin merkezine doğru yönlendiriyordu nanosaniyeler eşliğinde. İlk ders demek sözsüz büyülerdi. İyi bir seçimdi doğrusu, ilk ders için. Birçok faydası dokunacaktı elbet yıllar geçtikçe. Tabi şuan için nasıl yaşadıkları meçhuldü ama bu dersi kavrayan bir öğrencide birçok değişiklik görülecekti, hele de yaramazlığı bir borç bilmişlerde. Eşleşme sırası geldiğinde yanında beliren saçlarını sarıya çalmış, bembeyaz teniyle bütünleşmiş yeşil gözlerini ortaya çıkartan Ravenclaw’lı bir erkek öğrenciyle eşleşmişti. Çocuğun çarpık gülümsemesine yanıt olarak nazikçe gülümsemiş ve başlamak için yerini almıştı. İlk önce başlayan kendisi olmuştu çocuğun nazikçe el hareketinin ardından. Asasını uzun boylu sarışın çocuğa çevirip içinden geçenleri sıralıyordu ardı ardına. Lakin ne bir değişiklik ne de gözle görülecek bir farklılık vardı karşısındakinde. Bir Malfoy kızına hiçte yakışmayan bir becerisizlik sergilemişti işte. Elbette ilk seferde başarılı olamazdı lakin damarlarında dolaşan kan bunun tam tersini sayıklıyordu, -Başarmak bizim asıl görevimizdir- Bunları bir kenara bırakıp hırsın tüm vücuduna yayılmasına izin vererek tekrardan denemeye koyuldu. Bu sefer ince kırmızı dudaklarını bir an olsun dahi kıpırdatmamıştı. Sihirli sözcükler bütün zihninde yayılırken aynı hüsrana uğramıştı. Olmuyordu, böylesine bir beceriksizi kim nasıl kabul ederdi ki. Ailesi haklıydı galiba. Karşısındaki çocuk ise sarı saçlarını rüzgârda savurmuş ve birkaç denemenin ardından pes etmişti. Tatlı bir şekilde kendisine gülümsemiş ve öylece dikiliyordu karşısında. Anlaşılan karşı atağı bekliyordu. Bu duruma kayıtsız kalamayarak sessiz bir kahkaha patlattı. Siyah perdelerin o gözle görülemeyecek kadar küçük deliklerinden sıza gelen griliklerin boyadığı duvarlara takıldı gözleri. Başarabilmek için derin derin nefesler alıyordu şimdi. Pes etmeyecekti ne olursa olsun pes etmeyecekti. Denedi, tekrar, tekrar ve tekrar. Lanet olası adam nasılda tongaya düşürmüştü herkesi. Başarabilen o kadar sayılı öğrenci vardı ki. Zaten yarısıda şans eseri bunu gerçekleştirebilmişti ya. ''Umarım büyük bir zevk duyuyorsundur. Hiç kimsenin başarılı olamayışı egonu tatmin etmiştir artık.'' diye fısıldadı kendince ve işine geri dönmeye çalıştı Lakin bir an için adamın kalın sesiyle irkilip arkasını döndüğünde, onun sıcacık tavırlarıyla karşılaştı. Anlaşılan bir mutluluk abidesiyle bir yıl geçireceklerdi. Belki iyi belki kötü henüz ona daha karar vermemişti, yılını zehretmeye veyahut ödüllendirmeye. Adam dersi sonlandırırken yüzüne yenilginin hüsranını belli eden bir maske yerleşmişti. Yavaş adımlarla sınıftan çıkan en son kişilerden birisi olmayı yeğleyerek eşyalarını topladı ve koridorların kalabalığına doğru yol aldı. Vücudunu halsizce taşırken bir yandan da partnerine takıldı gözleri. Çocuk kendisine -İyi günler- dilemiş ve çarpık gülümsemesiyle son bir kez ona bakıp gözlerden kaybolmuştu. Ve yine yalnızlığın kollarına atmıştı kendisini. Uzak bir pencerenin kenarına çöküp bir diğer dersi beklemeye ve kendisiyle tekrardan barışmaya çalışacaktı. Yenilgiyi hazmedemeyen ruhuna dur demesini başaracaktı.
Betimlemeler güzel, uzun ama sıkıcı değil, emek verildiği belli Olağanüstü / 100 | |
| | | Nagihan Narin Sönmez Hufflepuff 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 99 Galleon : 11442 Ekspresso Puanı : 5 Kayıt tarihi : 09/04/09
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Çarş. 24 Haz. 2009, 21:16 | |
| Yaz tatili normalden hızlı geçmişti sanki. Eve girdiği günü daha dün gerçekleşmiş bir olaya gibi hatırlıyordu ama şimdi yeniden İngiltere’deydi yeniden Hogwarts’daydı ve günün, yılın ilk dersine hazırlanmak için erkenden kalkmıştı. Çoğu kişi için Hogwarts bir ev gibiydi. İkinci yuvam diyenlerin yanında ilk yuvası; sığınağı olarak görenlerde vardı. Nagihan içinse bu hiçbir zaman böyle olmamıştı. Kendi dilini bile bilmeyen insanların içinde bir şekilde zamanın geçmesini sağlıyordu. Bazen o kadar bunalıyordu ki suratında tek bir gülümseme bile belirmiyordu günlerce. Belki de elindekilerin kıymeti bilmiyordu, sonuçta evlerinde böyle bir yerden haberi bile olmayan hiçbir özellikleri olmayan mugglelar varken Nagihan’ın bulunduğu yerden rahatsız olması biraz bencilce bir hareketti ama elinde değildi. O her zaman ailesi ile beraber olmak istiyordu özellikle annesi öldükten sonra abisine ve babasına iyice bağlanmıştı. Yinede Hogwarts bir açıdan iyiydi. Ne kadar iyi olursa olsun üvey annesine alışamamıştı ve buraya gelince ondan uzakta rahat bir yaşamı oluyordu. Hatta ailesini özlediği zamanlar, duygusallaşıp ağlayacakken Fulya’yı hatırlayıp bir anda başka bir ruh haline bürünüyordu. İşte bu yüzden hala Hogwarts’a devam ediyordu, başlarda okulu bitirdikten sonra Türkiye’ye dönme planları olsa da artık İngiltere’de kalıp kendine küçük ve Fulya’dan uzak bir yaşam kurmak istiyordu. Eh tabi hayallerinin büyük bir kısmını da Richard süslüyordu. Ne var sanki sürekli onu kardeşi gibi gördüğünü söyleyip durmasaydı. Aralarındaki beş yaş neden bu kadar sorun teşkil ediyordu ki? Anlamıyordu bunu ve uzun sürede anlamayacak gibi duruyordu. Yine Richard’ın aklına gelmesi ile zaten gergin olan sinirleri iyice gerilmişti; elindeki kitapları hızlıca yatağının üzerine bırakırken çıkardığı gürültüyü umursamadı. Zaten doğa bu gün yeterince gürültü yapıyordu. Çakan şimşek, gök gürültüsü ve camlara çarpan yağmur damlalarının sesi… Bunların hepsi güzel bir melodiydi sanki Nagihan’da kendi dilinde bir şarkıyı mırıldanarak doğanın senfonisine eşlik ediyordu. Üstüne cüppesini geçirirken okulda en çok özlediği şeylerden birinin kahvaltı olduğunu hatırladı. Nagihan’ın ağzı pek boş durmazdı, buna rağmen hala incecik olmasını da hareketliliğine bağlıyorlardı genelde, eh haksızda sayılmazdı. Nagihan bazen derslerde bile yerinde duramıyordu. Erkekler içi kullanılan bir tabir olsa da akrabaları ona ‘delikanlı’ diyorlardı bu yüzden.
Üstüyle başıyla pek uğraşmadan kendini yatakhaneden dışarıya attı. Koridorlar tam anlamı ile boştu, insanlar ya yatakhanede hazırlanıyorlardı yada çoktan büyük salona geçmişlerdi bile. Büyük salonun boşluğu gözünün kolundaki saate kaymasına sebep oldu. Dersin başlamasına nereden bakılırsa bakılsın bir saat fazla zaman olduğu için bu kadar erken kalkmış olmasına sesli sayılabilecek bir küfür savurdu. Hemen ardından kötü bir şey yapmışçasına, duyan var mı diye yeşil gözleri ile hızlıca etrafı taradı. Neyse ki kendisine en yakın oturan öğrenciler Gryffindor masasındaki öğrencilerdi ve onlarda kendi gürültülerinden Nagihan’ın sesini bırakın başka hiçbir şeyi duyamıyorlar gibiydi. Yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile yerine yerleşirken masadaki sayılı kişiye içte bir günaydın dedi. Birazdan tatilin nasıl geçti muhabbeti başlardı ama Nagihan henüz bu muhabbete dalmaya hazır değildi önce midesini mutlu etmeliydi. ‘ Bu cüceler işi biliyor.’ diye mırıldandıktan sonra önündeki şeylerden yemeye başladı, evet cidden Hogwarts’ın en çok bu yönünü özlemişti kız. Yemekleri çok güzeldi, çeşitliydi.
Salondan çıkıp hızlı adımlar ile dersliğe ilerlerken içinden kendine lanetler yağdırıyordu. Kahvaltı sofrasında nasıl bu kadar vakit geçirebilmişti ki? Yalnızca elleri ile şekil verdiği saçları koridorlarda koşarken tam anlamı ile bozulmuştu. Umursamadı, beş dakika içinde sınıfta olmazsa azar işiteceğinden emindi. Yeni bir yıl ve bu yılın ilk dersi geç kalmak olmazdı ha? Nefes nefese sınıfa vardığında; profesör ortalarda yoktu tam rahat bir nefes almış kendini sınıfın sıralarından birine bırakmıştı ki profesör elinde birkaç eşya ile derse girdi. Hafif uzun boylu, dökülmüş gibi duran fakat gür olan saçları ile genç ve yakışıklı sayılabilecek biriydi. Birinci sınıfların seçmen şapka töreninde profesörlerin masasına bakmış olsaydı eğer; kadrodaki değişiklikleri de öğrenebilirdi. Tabi Nagihan her zamanki gibi yemeklere konsantre olmuş olduğundan hiçbir şeye dikkat etmemişti o gece. Profesör adını söyledikten küçük bir espri yaparak sınıfı güldürmüştü, Nagihan ise başka bir espri ile profesöre cevap vermemek için tuttu kendini. Bu onun için her ne kadar zor olsa da başarmıştı. İlk günden profesörlerin üzerinde kötü bir etki bırakmak istemiyordu çünkü. Ders hakkında konuşurken profesörün birden ciddileşen sesi Nagihan’ın suratında büyük bir gülümsenin yayılmasını engellememişti. Ciddiyetten nefret ediyordu! Ve bütün profesörlerin bildiği tek şeyde buydu, ciddiyet, ciddiyet, ciddiyet… Bu bazen çekilmez oluyordu. Ne vardı yani biraz önceki gibi espriler yaparak karanlık sanatları öğretse? Birinci sınıfta uçuş öğretmeni bile ciddiyet istemişti. Muggelardaki ‘Beden Eğitimine’ benzettiği bu derste ciddiyetin neden gerekli olduğunu anlayamamıştı Nagihan. Profesörün ciddi bir şekilde ‘ yukarı’ demesini dinledikten sonra onun tam aksine şaklabanlık yaparak süpürgesini yukarı çağırmıştı. Sonuçta başarmıştı ama cezada almıştı. Ciddiyet her zaman lazım değildi işte. Yinede profesöre karşı içinde olumlu duygular filizlenmeye başlamıştı nedenini bilmiyordu; belki de sadece adamın dış görünüşünden dolayıydı, emin olamadı…
Profesörün asasını sallaması ile birden bire inen siyah perdeler bir anlık görmesini engelledi. Çünkü Oldukça ışıklı bir ortam birdenbire kararmıştı. Birkaç dakika geçtikten sonra gözleri loş ortama alıştı, eskisi gibi görmeye başladı. Yağmur hala durmamış aksine hızlanmıştı. ‘ Umarım ders bitene kadar durmaz.’ diye geçirdi içinden. Yağmurun altında yürümek istiyordu biraz, bu ona inanılmaz bir huzur veriyordu. Profesörün sözleri üzerine yan sırada oturan kendi ile aynı binada olan bir kızın zorla adını söylemesi üzerine ona döndü. Ve adını bile hatırlayamadığı kız ile eşleşti. Sözsüz büyü, sevdiği konulardan biriydi eh seviyor olması da başarılı olduğu anlamına gelmezdi. Profesörün sözlerini hatırlardı başarmanız mucize olurdu, hüsrana uğratmayın. bu yüzden gülümseyerek eşine döndü ve “Okul tamamen başladı ha?” dedi kızın kıkırdaması ve kafa sallaması ile birbirlerine asalarını doğrultup, beyinlerde büyü adlarını geçirmeye başladılar. Nagihan bir türlü tam anlamı ile konsantre olamıyordu. Aslında bu Ravenclaw öğrencisi için kolay başarılacak bir şey olmalıydı ama yapamıyordu işte. Tam konsantre olduğu sırada aklına başka bir şey geliyordu. Yinede başarısızlığına üzülmedi, eğer profesör o cümleleri kurmamış olsa şimdi sinirden ağlıyor olabilirdi. Ders bitiş zilinin çalmasına henüz süre varken profesör yumuşak bir ses tonu ile çıkabileceklerini söyledi. Zihinsel olarak hazır olmakta neydi? Nagihan her derse hazır gelirdi zaten her ne kadar aklı bir karış havada olsa da. Arkadaşına (!) veda ettikten sonra hızlı adımlar ile sınıftan çıktı, profesörün yanından geçerken oldukça neşeli ve gür bir sesle ‘ İyi günler Profesör.’ demişti, onunda gülümseyerek cevap vermesi hoşuna gitmişti; Nagihan gülümseyen insanları severdi. Gülümsemek yaşlanma açısından iyi bir şeydi hem de… Yılın ilk dersi beklediği kadar kötü geçmemişti.
Kusur göremiyorum, Olağanüstü/100 | |
| | | Julissa Abbott Ravenclaw 7. Sınıf Öğrencisi & Sınıf Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 41 Yaş : 29 Kan statüsü : Muggle Doğumlu Galleon : 11467 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 02/04/09
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Cuma 26 Haz. 2009, 05:50 | |
| Oradaydı işte, karşısındaydı besbelli. Vücut hatları, üzerindeki kirli ve buruşuk gömlek, onun üzerindeki yıpranmış deri ceket. Onu en son görüşünde ne giyiyorsa onu giyiyordu işte. Her şeyiyle oradaydı. O olduğunu biliyordu. Çok açıktı bu. Gözleriyle görmese inanmazdı belki ama görüyordu. Orada olduğunu biliyordu. Onun o olduğunu biliyordu. Yüzü simsiyah bir lekeden ibaret olsa da hissedebiliyordu bunu. İleriye doğru bir adım attı. Fakat o kayarcasına uzaklaştı. Bir adım daha attı ve karşısındaki yine uzaklaştı. Ona doğru koşmaya başladı; fakat işe yaramıyordu yine de kaçıyordu. Bacakları hiç kıpırdamıyordu. O lacivert boşluktaki ilerleyişi kaymak dışında hiçbir kelime ifade edilemezdi. Ona doğru koşmaya devam etti. Gitmesini istemiyordu. Sormak istediği o kadar çok soru vardı ki. Hala içindeki aptal umut tükenmemişti. Çok uğraşmıştı bunun için. Yıllarının en güzel saatlerini harcamıştı buna; ama hala içinde bir şeyler “Ben yapmadım.” demesi için yanıp tutuşuyordu. Biri koşmaya diğeri kaçmaya devam etti. O lacivert sonsuzlukta duyulan tek ses bir kızın haykırışıydı. ”Dur kaçma!”
Dam dam dam. Julissa pencerenin hemen yanındaki eski Hogwarts yatağında huzurla kıpırdandı. Gözleri onu uyandıran sinir bozucu sesin kaynağını aramak istercesine açılmıştı. Dam dam dam Minik elleri üzerindeki ince yorganı usulca itti. Hava sanki yeni aydınlanmaya başlamış gibi görünüyordu. Sonra gözleri komodininin üzerindeki saate kaydı. Saat erken falan değildi. Hatta yarım saat daha uyusaydı dersi kaçırması işten bile olmazdı. Yavaşça yatağından indi ve cama doğru ilerledi. Onu uyandıran sinir bozucu ses yağmurun cama vuruşundan başka bir şey değildi. Bu durum ona çok eskilerde okuduğu bir kitabı hatırlattı. Kitapta eski bir işkence yönteminden bahsedilmişti. Bu lanet damlama sensinin insanları çıldırttığı bile görülmüştü. Jull buna o zaman bile pek ikna olmamıştı gerçi. Gerçekten rahatsız edici bir sesti bu , evet; ama insanı çıldırtacak kadar da değildi kesinlikle. Gereksiz ve saçma sapan bulduğu bu düşünceleri aklından uzaklaştırırken gözleri sanki daha uyanamamış gibi görünen gökyüzündeydi. Havadaki bu karanlık, bugünün kasvetli geçeceğinin habercisiydi besbelli; ama bugün dinç bir şekilde derslerine girmesi gerekirken o sırada dolabına yürüyen Julissa bunu kabullenmek istemedi. Bir an için okulun en sevdiği yanlarından birinin formalar olduğunu düşündü. Ne giyeceğini düşünmek gibi bir derdi yoktu. Gerçi onun hiçbir zaman böyle bir derdi olmazdı; fakat çevresindekiler onun ne giydiğiyle son derece ilgili görünüyordu. Eski alışkanlıkla formasını giymesi yalnızca birkaç dakikasını aldı. Komodinin üzerindeki fırçaya uzandığında diz altı beyaz çorapları bile bacaklarındaydı. Artık okulda sembolü olmuş olan at kuyruğunu yaparken ellerinin kazandığı pratikliğe hayret etti. Okulda birçok kişi saçını at kuyruğu yapardı; ancak Julissa bunu her zaman yapardı. Okulda adını bilmeyenlerin ondan ‘at kuyruklu sarışın kız’ diye bahsetmelerinin nedeni buydu. Dün geceden hazırlanmış olan kitaplarını koltuğunun altına sıkıştırdığında kahvaltı etmeye hazırdı. Yatakhanenin kapısını arkasından kapatırken içeride halen uyumakta olan birkaç kız için endişelenmeden edemedi.
Kahvaltı dönüşü kalabalık Hogwarts koridorlarında yürürken hala biraz zamanı vardı. Bu yüzden boş zamanlarında keşfettiği kestirmelerden birini kullanmak yerine uzun yolu tercih etti. Hep bir şeyler için zamanı arttığında olduğu gibi aklı gitmemesi gereken yerlere gitti. Dün geceki rüyası gibi. Çok fazla bir şey hatırlamıyordu aslında. Son derece tanıdık bir vücudun üzerindeki karanlık bir surat dışında. Onun kendisi için kimi ifade ettiğini ve neden o rüyayı gördüğünü adı gibi iyi biliyordu. Bu düşünmeden geçen yıllara oranla son birkaç gecedir çok sık gördüğü bir rüyaydı. Bunu bildiğini inkar etmek için öylesine fazla zaman harcamıştı ki. Beynine karşı bile ne olduğu hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi davranmayı çok istemişti ve bunun için gerçekten ama gerçekten uğraşmıştı. Ancak başına gelen şey senelerdir beklediğin bir şeyse ve senelerdir seni sen yapan bir şeyi düşünmeyi engellemeye çalışıyorsan inkar etmek ya da bilmiyormuş gibi davranmak imkansızdır. Bildiği şeylerden kaçmaya çalışırken su yüzüne çıkardığı başka bilgilerden biriydi bu da. Şu an için rahatsız edici olan bir bilgi. Dersliğin kapısına gelmiş olduğunu fark ettiğinde buna hayret bile edemedi. Eski kapıdan içeri süzüldü ve nispeten ön sıralarda bir yere oturdu. İçeride birkaç kişi vardı ama profesör ortalıkta görünmüyordu. Julissa henüz kitaplarını masaya koymuştu ki orta yaşlı bir adam arkadaki kapıdan içeri girdi. Kendini tanıtma faslı her zaman sıkıcı olan kısımdı. Profesörlerin gerçekten kim olduklarıyla ilgilenmek daha çok zaman kaybıymış gibi geliyordu Jull’e. Ancak sonra az önce beyninde dolaşan düşünceler geldi. Gerçek zaman kaybı bunları düşünmekti. Duruma böyle bakınca biraz vicdan azabı hissetti ve dikkatini profesöre yöneltti. ”."Beni sevmeyebilirsiniz, bunu anlarım; ama dersime tam itaat isterim.” İşte tam bu cümlede bu dersi gerçekten seveceğini anlamıştı. Çünkü bir profesörü severse bu aynı zamanda o dersi de seveceği anlamına gelirdi. Bir şeyi sevmek ve ona itaat etmek arasındaki farkı bilen biri her zaman mantıklı olurdu. O profesörden etkilenmiş bir halde karşıya bakarken profesörden gelen açıklama paniklemesine neden oldu. Sözsüz büyü mü? Şimdiden mi? Bunu çok gelişmiş büyücülerin bile zor yaptıklarını duymuştu. Herhangi bir sonuç elde edebileceklerinden şüpheliydi. Yapamayacak olma korkusu bunun yararlı olmayacağı endişesine dönüştü. Yine de bir derste olduğunu ve az önceki itaat açıklamasını hatırladı ve yanında oturan çocuğa başını çevirdi. Hafif kilolu ve son derece açık tenli bir oğlandı. Göğsüne iliştirilmiş armadan bir Hufflepuff olduğu anlaşılıyordu. Julissa davet edercesine elini yana uzattı ve çocuk başıyla onayladı. Jull bir an tereddüt edince o cüsseden çıkması beklenmeyen incecik bir ses konuştu. ”Önce sen.” Jull asasına uzandı ve onu karşısındaki oğlana doğru sallarken içinden ’Expelliarmus’ diye mırıldanıyordu. Hiçbir hareket yoktu. Çocuk orada öylece durmaya devam etti. Jull tekrar denedi. ’Expelliarmus’. Hala aynıydı. Bir kez daha. ‘Expelliarmus‘ Tamam yeterince denemişti. Artık sıranın ondan geçtiği belliydi. Ellerini çaresizce iki yana açtı ve asasını aşağı indirdi.
Bir ders saati büyü yapma çabalarıyla dolu sessiz bakışmalarla geçmişti. Sonuçta hiçbir şey yoktu. Resmen bir saattir öylece birbirlerine bakmaktan başka bir şey yapmamışlardı. Fakat bu yorucu bir şeydi de aynı zamanda. Büyüye odaklanmak ve gerçekleşmesi için harcanan sözsüz çaba fark ettirmeden insanı yorabiliyordu. Genelde derste kayda değer bir şeyler yapamadığında ya da sınıfın en kötü performanslarından biri sergilediğinde morali bozulurdu ama bugün bu sınıfta bir performans dahi söz konusu değildi. Birçok kişinin bu duruma siniri bozulmuştu. Jull onlardan biri değildi. Çünkü zaten bu işe başlarken beklediği hiçbir şey yoktu. Olduğu yerde gerindi ve profesörün cesaretlendirici konuşmasını dinledi. Pek cesaretlendirici olduğu da söylenemezdi hani. Bu önce şeker isteyip istemediğini sorup sonra da zaten şekerin olmadığını söylemek gibiydi. Julisaa o şekerin varlığına başından beri inanmamıştı ama belli ki bugün bu işi yapabileceğini düşünenler de vardı. Bu onun için yalnızca komikti. Kitaplarını yüklenip sandalyesinden kalkarken başıyla profesöre selam verdi. Tahta kapıdan dışarı çıkarken aklındaki tek düşünce bir sonraki dersti ve derinlerde bir yerlerde başka bir şey daha vardı.
Çevre betimlemeleri gerçekten güzel yapılmış, emeğine sağlık. Olağanüstü 95 | |
| | | Penelope Agnes Reynolds Hufflepuff 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 16 Kan statüsü : melez Galleon : 11289 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 16/06/09
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak C.tesi 27 Haz. 2009, 14:05 | |
| Zindanların Agnes’ten nefret ettiğinden çok, Agnes onlardan nefret ediyordu. Hogwarts’ın kalın taş duvarları, üstlerindeki katlar ve kuleler, bir de altında yattıkları toprak, şimşeklerin sesini engellemek istese de sarsılarak yol veriyorlardı bu kuvvete. Agnes bu cansızları suçlayamazdı o zalim şimşeklerin bağırışlarına ket vuramadıkları için, ancak onları bu kadar güçsüz yapana kızabilirdi. “Neden bu kadar korkuyorum?” diye sormaktansa “Neden buraya yerleştirdin binanı Helga Hufflepuff?” diye fısıldadı. Başucu lambası hala yanıyordu, hiç kapatmamıştı, hiç kapatılamamıştı –oda arkadaşları ne kadar rahatsız olsa da- Agnes yatağında doğruldu, saati 6’yı gösteriyordu. Uykusuz bir gecenin uykulu finali için çok geç, uykusuz geçecek günün başlangıcı içinse idealdi. Yataktan kalktı ve sessizce banyoya girdi. Aynada gördüğü yansımasıyla içi ürperdi. Gece boyunca uyumamış, üstüne üstlük sürekli ovuşturarak gözlerini kıpkırmızı yapmıştı. Suyu açtı ve yağmurun patırtısına doğal bir akıntı sesi kattı kendince. Isındığından emin olunca avuçlarına doldurduğu ılık suyu suratına çarptı. Kafasını yeniden kaldırdığında yüzünden akan damlalar, rüzgârın banyoda daha iyi duyulan uğultusuna dans ederek damladı zindanın tabanına. Agnes, kendisine en yakın dostu olan gözyaşlarını hatırlatan bu damlaların korkunç fırtınayla dostluğuna son verebilmek için lavabonun hemen yanındaki, üzerinde porsuk desenleri olan havluyla kuruladı yüzünü. Odasına geri döndüğünde karanlık, korkuyla açılan ağzından Agnes’in vücuduna doldu. Birileri lambasını söndürmüştü. Agnes’se “Arkadaşlarımın bağırmasındansa, karanlıkta giyinmeyi tercih ederim.” Diye günün ilk “korku karşılaştırması”nı yaptı. Yataklara ve dolaplara tutunmaya çalışarak kendi yatağını buldu, bu macerasında en çok korktuğuysa tutunduğu şeylerin gerçekten dolap ya da yatak olduğunu fark edememesiydi. Kendi yatağına ulaştığından emin olunca her zaman yatağının tepesinde asılı olan okul cüppesini yakaladı. Zorlu hazırlık sürecinin sonunda Hufflepuff zindanının labirentlerinden çıkabilmişti. Şimşekler durulmuştu, ancak yağmur iyiden iyiye hızlanmış, Hogwarts’ı yerle bir edebileceğine inancını sürdürüyordu. Agnes mutfağın önünden geçerken ev cinlerinin kahvaltı hazırlığı sebebiyle birbirlerine attığı çığlıkları engelleyebilmek için kulaklarını kapatıp koşmaya başlamıştı. Tam da köşeyi dönerken içini daha önce belki de yüzlerce kez hissettiği, ancak hala alışamadığı ve bu yüzden kalbini durduracağına inandığı soğuk hissi yaşadı. Attığı çığlık taş duvarlardan yansıyıp yeniden kulağına gelirken, yanında o dehşetli kahkahayı da getirmişti. Kanlı Baron kahkahalarla sarsılıyordu yerde yatan Agnes’i izlerken. “Günaydın Reynolds! Yine şenlendirdin günümü! Midenin ne kadar boş, kalbininse ne kadar hızlı attığını gördüm. Belki de bize katılacak hale düşmeden büyük salona gitsen ve sakinleşsen iyi olur!” Kanlı Baron’un kahkahaları uzaklaşırken Agnes de nefesini kontrol etmeye çalışarak ayağa kalktı. Bu saatte çok kalabalık olmasa da, bu ıssız koridorlardan daha güvenliydi Büyük Salon. Baron’un sözünü dinleyip hızlı adımlarla uzaklaştı mutfak koridorundan.
*** İlk ders: Karanlık Sanatlara Karşı Savunma. Savunma kısmı Agnes’i her zaman cezp etse de, savunulması için ortada bir Karanlık Sanat olması fikri onu tir tir titretirdi. Yeni profesörü açılış ziyafetinde görmüş ve güvenilir olduğunu düşünmüştü. Ancak asla bilinmezdi bu işlerle uğraşan birinin hangi tarafa daha çok eğilimli olduğu: Karanlık kısım mı, savunulacak kısım mı? Agnes sınıfa girince güçlü lambalarla aydınlanmış koridora alışan gözleri, loş odayı iyice kararttı. Devam etmek için bekledi, kahvaltı da midesine zevkle indirdiği yiyecekler çıkmak istercesine kıpırdandılar, ancak Agnes’in gözleri yine günü kurtardı. Artık o kadar karanlık değildi sınıf. Agnes oda arkadaşlarından birinin yanının boş olduğunu görebiliyordu, yeni insanlar tanımanın korkusuyla arkadaşının yanına oturdu. Tam o sırada yeni profesör de içerdeki bir odadan sınıfa dönmüştü. “Profesör Hallstad...” diye düşündü Agnes. İnkar edilemeyecek şekilde genç ve yakışıklı görünüyordu. Kızarmaya başladığını fark eden Agnes sırasının üstüne kapandı. Tam da profesörün ayak sesleri yaklaşıp, kalp atışları hızlandığında... “...bahçesinde bir Norveç Pütürlüsü beslemiyor, sadece ben besliyorum...” Ve kahkahalar... Ve Agnes’in kalbinin duracak kadar yavaşlaması... Bir ejderha! Şaka mıydı yoksa gerçek mi, ikisi de korkunçtu Agnes için ama gerçekse daha da korkunçtu. Kim bilir neler getirmişti bu çılgın adam Hogwarts’a da. Yeterince sihirli yaratık vardı zaten Hogwarts’ın karanlık ormanında. Agnes bu yaratıkları düşünüp bir akromantulanın mı yoksa bir kurtadamın mı daha korkunç olduğuna kanaat getirmeye çalışırken profesörün söyledikleri bir kulağından giriyor, beynine uğramaya gerek görmeden diğer kulağına koşuyordu. Bir şimşek çaktı, Agnes yerinden zıpladı, yanında oturan arkadaşı kıkırdadı ve perdeler kapandı. “Dersin karanlık olması sınıfın da karanlık olacağı anlamına gelmez!” diye isyan etti Agnes içinden. Ancak profesör dersi korkunç yapmak için elinden geleni yapıyordu belli ki. “Birbirimize lanetler göndereceğiz öyle mi?!” Hem de sözsüz! Agnes yüksek sesle bile lanet yapmakta başarılı değildi. Zaten isabet ettirememekten korkardı, gerçi isabet ettirmekten daha da çok korkardı... Agnes’in sıra arkadaşı, korkusunu bildiğinden, Agnes’in ilk ‘lanet gönderen’ olmasına izin verdi. Agnes’se telaşla hangi lanet üstüne yoğunlaşması gerektiğini düşünüyordu. Başaramayacağına emindi ancak arkadaşına zarar verme riskini göze alamıyordu. En sağlıklı lanetin bir tökezletme büyüsü olduğun karar verdi ve asasını uzatıp arkadaşının düştüğünü hayal etmeye başladı. Ancak ellerinin titremesini durduramıyordu. Asadan pembe tozlar fışkırıyor ve Agnes’in ayaklarının dibinde birikiyorlardı. Uzunca bir süre başarısızlığı sürünce rolleri değişmeye karar verdiler. Yanındaki iki Slytherin’in gülüşmelerini umursamamaya çalışarak bu sefer de bir savunma büyüsü bulmaya çalıştı. Karşısında ona doğrultulmuş bir asa görür görmez asasını yeniden kaldırdı ve içinden tekrarlamaya başladı “Protego! Protego!” Laneti yapmakta başarılı olamamıştı, savunma büyüsünü asla yeterince güçlü yapamazdı zaten. Eğer arkadaşı başarılı olursa kaçış yoktu, lanet suratında patlayacaktı. “Bir lanetten koşarak kaçılmaz ki! Herkes kahkahalarla-” Mor bir ışık huzmesi arkadaşının asasını terk etti, Agnes korkudan her şeyi yavaş çekimde gördüğünü düşünüyordu, ışık santim santim ilerliyordu. Agnes titreyen bacaklarını kontrol edemeyince asasını geri çekti ve yüzünü elleriyle kapatıp lanetin kendisine çarpmasını bekledi. Ancak Agnes göremese de asadan çıkan mor ışık yeterince kuvvetli değildi, asayı terk ettikten sonra, fazla yol alamadan dağılmış, havada kaybolmuştu. “Bugünlük bu kadar yeter.” Agnes karşılaşacaklarından korkarak gözünü açtı. Büyü başarısızdı, Agnes sapasağlamdı. Dersi kazasız belasız atlatmıştı. Sırasına dönüp eşyalarını toplarken profesörün ödev vermeyeceğini söylemesiyle daha da neşelendi. Artık yağmur bile o kadar sert vurmuyordu taşlara. Büyü yapamadığı için bozulmuş suratların arasında, kimse büyü yapamadığı için sevinçli kıpkırmızı bir surat da terk etti sınıfı. Agnes sözsüz büyüleri sevmişti, sonuçta en güzel lanetler, yapılamayanlardı.Karakter çok güzel yansıtılmış, onu anlayabiliyoruz. Betimlemeler, renklendirme... hepsi çok uygun. Olağanüstü / 100 | |
| | | Jasmyne S. Dionne Slytherin 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 100 Yaş : 27 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11312 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 13/06/09
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Ptsi 29 Haz. 2009, 14:22 | |
| Jasmyne Ines‘in üzerine zıplayışıyla uyandı ve 'Ines!' diye bağırdı. Ines ise miyavlayarak karşılık verdi. Jasmyne birdenbire durumu çaktı. Okul başlamıştı ve ilk derse çok az kalmıştı. Hemen yatağından indi ve şölende dağıtılan ders programını alıp ilk dersine baktı. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma. Jasmyne iç geçirdi. Bakalım bu yıl nasıl bir şey olacaktı bu ders? Bir de SBD’ler vardı bu yıl. Slytherin yatakhanesine baktı. Hiç kimse yoktu. Aceleyle üzerini giyinip, ortak salona indi. Burayı özlemişti. Her yerde yılan resimleri vardı. Bütün eşyalar yeşildi. Gerindi ve 'Ines buraya gel, gidiyoruz!' dedi. Inès mırlayarak aşağı indi. Jasmyne son bir kez kitaplarını kontrol ettikten sonra zindandan çıktılar.
Jasmyne bu iki ayda resmen büyük salona giden yolu unutmuştu; ama öyle dalgın ve uykuluydu ki bunu fark etmedi. Ayakları onu yönlendiriyordu. Sonunda salona geldi ve masaya oturdu. Tam yemeğe başlamıştı ki baykuşların salona girdiğini gördü. Başını havaya kaldırıp kendi baykuşuna bakındı. Ines ise özlemle miyavlıyor, havaya pençe atıyordu. Az sonra Jasmyne’nin baykuşu yanına indi, kocaman bir zarf taşıyordu. Jasmyne Ines’i tutarak zarfı açmaya koyuldu. Annesinin yazısını hemen tanıdı. 'Günaydın tatlım, umarım ilk günün iyi geçer.' diyordu annesi. Biraz da ev cinlerinin yaptığı, kızının sevdiği pastadan yollamıştı. Inès için ise balık vardı. Jasmyne dudak büktü, her zaman daha fazla şey yollarlardı. 'Bu neydi ki böyle?' Zarfı attı ve yemeğine devam etti. Inès’in, o sırada bütün pastayı midesine indirdiğini görmemişti.
Karanlık Sanatlara Karşı Savunma sınıfını yine değiştirmişlerdi. Bu sınıf da Büyük Salon’un yakınlarında bir sınıftı. Jasmyne kitaplarını çıkardı ve bir sıraya oturup beklemeye başladı. Sınıfa ilk gelen oydu ve çok sıkılmıştı. Ines’i sevmeye başladı. Sonra da asasını çıkardı. Bu sırada sınıfa öğrenciler girmeye başlamıştı. Birden Jasmyne dördüncü sınıflarla ortak yapılacağını hatırladı ve onlara küçümseyen gözlerle bakmaya başladı. Hele içlerinden biri yanına oturunca daha fazla dayanamadı ve 'Çekil git sıramdan!' diye bağırdı. Küçük kız korkarak uzaklaştı. Profesör Hallstad’ın gelmesini iple çekiyordu Jasmyne. Sonunda geldi ve kendisini tanıttı, daha sonra da bugün sözsüz büyülere başlayacaklarını söyledi. Fakat Jasmyne öyle uykuluydu ki hiçbirini duymadı ve zilin çalmasıyla irkilerek kalktı. Ines’i kucaklayıp sınıftan çıktı. Bu yılın ilk dersi de böyle bitmiş oldu...
Kısa olmuş, biraz aceleyle ve öylesine yazılmış gibi. Derste uyumak da pek hoş değil açıkçası. En azından rüyalarından 'ayrıntıyla' bahsetseydin. Uygun 55 | |
| | | Dora B. Pennington Slytherin 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 117 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11571 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 01/02/09
| Konu: Geri: 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak Çarş. 01 Tem. 2009, 22:05 | |
| Dora bütün gece uyuyamamıştı, tam uykuya daldığı sırada lanet gök gürültüleri onu sıcacık yatağındaki derin uykusundan alıveriyordu. Yağmur damlalarının camlara vurarak çıkardığı sesler de cabası tabii. Sabah, Dora bütün gece uyuyamamış olmasının verdiği sersemlik ve biraz da sinirle kendini yataktan dışarı attı. Okuldan pek hoşlanmazdı ve yılın ilk dersini de sersem dördüncü sınıflar gibi hevesle beklemiyordu. Tek istediği bugünün tertemiz, kavgasız ve gürültüsüz bitmesiydi. Bunları her sene olduğu gibi düşünmesine rağmen, ilk gününün berbat geçeceğini biliyordu; çünkü her zamanki gibi vücuduna yaptırdığı göz alıcı dövmeleri profesörlerle arasında mutlaka en büyük sorunu oluyordu. Oysa o dövmelerine bayılıyordu; çünkü onların kendisini asi gösterdiğini düşünüyor ve bundan çok hoşlanıyordu. Dora asi göründüğünü düşünmekte oldukça haklıydı. Değişik saç modelleri de onu haklı çıkarıyordu zaten. Sırf bu yönü, onun profesörlerle kavga etmesine neden oluyordu. Tek bir iğneleyici laf bile onun yoldan çıkmasına yol açabiliyordu, hele ki sinirli bir günündeyse karşısındaki insan ondan her şeyi duymaya hazırlıklı olmalıydı. Üstelik sadece dövmeleri değil, direkt kendisi sorun çıkarmaya meyilliydi ve bunu gayet iyi biliyordu. Bazen kıskançlıkları, bazen de lider olma isteği onu her zaman zor bir duruma düşürüyor ve herkesle kavga etmesine yol açıyordu. Dora bunları düşünürken, yatakhanenin çoktan boşalmış olduğunu ve yılın ilk dersini kaçırmış olduğunu fark etti. Buna rağmen çoğu öğrenci gibi koşuşturmaya başlamadan gayet rahat bir şekilde yürümeye devam etti. Büyük salondan çıktığında, neredeyse kimse kalmamıştı salonda. Derse vardığında sınıfa ukala bir şekilde girmiş olmalıydı ki, profesör iğneleyici bir tavır takınmıştı. Dora ilk günden ters etki yaratmak istememişti profesörde. Zor da olsa gülümseyerek geçip en arka sıralardan bir yere oturdu. En öne geçmiş, kitaplarını ve kalemlerini düzenlemeye başlamış olan dördüncü sınıflara küçümseyici tavırlarla baktı. Derste sözsüz büyüyü yapmaya çalışana kadar canı çıkmıştı ama yine de vazgeçmeden devam etmişti. Bu ders başaramamıştı ama diğerinde mutlaka başaracaktı bundan adı gibi emindi. Bu dersi seviyordu ve profesörü de ilginç bulmuştu. Diğerlerinden daha farklıydı, disiplini severdi ve bu onda vardı. Bir ara derste hayallere daldığını farketti ve hemen kendine geldi. Ders bittiğinde diğer derse girmek üzere sınıftan ayrıldı. Fırtınanın hala dinmemiş hatta daha da şiddetlenmiş olması ve üzerine biçim değiştirme dersine girecek olduğunu fark etmesi sinirlerini bozmuştu. Uflayarak biçim değiştirme sınıfına doğru yürümeye başladı. | |
| | | | 1. Ders | 4. ve 5. sınıflar ortak | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |