Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  EkspresEkspres  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 1. Ders | 6. Sınıflar

Aşağa gitmek 
+2
Deniz Özden
Magnus Lars Hallstad
6 posters
YazarMesaj
Magnus Lars Hallstad
Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü, Gryffindor Bina Sorumlusu
Magnus Lars Hallstad


Erkek
Ruh hali : 1. Ders | 6. Sınıflar Dansrr6
Mesaj Sayısı : 1515
Yaş : 33
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 12036
Ekspresso Puanı : 27
Kayıt tarihi : 01/10/08

1. Ders | 6. Sınıflar Empty
MesajKonu: 1. Ders | 6. Sınıflar   1. Ders | 6. Sınıflar Icon_minitimePtsi 22 Haz. 2009, 13:08

Zaman: 1 Eylül, öğleden sonra
Mevsim: Sonbahar
Hava Durumu: Bulutlu


"Zaman… Acımadan geçiyor ve bir daha arkasına bile bakmıyor. Kimleri bırakıyor yolda? Ve kimleri kendisiyle beraber lanetli bir sonsuzluğa sürüklüyor? Mezarlarında rahatça uyumalarına neden izin verilmiyor? Alplerin, Karpatların, Uralların doruğundaki şatolarında kol geziyor ölümün pis bir taklitçisi. Soğuk bedenleri ile kansız vücutları tüm toplumları tehdit ediyor. Ama tek dayanamadıkları nokta var: kan!" Magnus sınıfın söylediklerini tartmaları ve hazmetmeleri için onlara kısa bir süre verdi. Bütün sınıf adeta büyülenmişti. Duyulabilen tek ses rüzgarın camları tıkırdatmasıyla oluşan hafif sesti. Perdeler sonuna dek sıkı sıkı kapanmıştı. Sınıf loştu. Yalnız bir tek spot ışık Magnus’un üzerindeydi. İfadesiz yüzünü ve ince hatlarını ortaya çıkarıyordu ve birikmekte olan kırışıklıklarını. Sınıfın derse devam edebileceğini düşünen Magnus konuşmasını sürdürdü. "Yaşlanmak onların asla anlayamayacağı, öğrenemeyeceği bir şey. Sonsuz huzur onlara çok uzak. Şimdi," Magnus sıraların arasında gezinmeye başladı. O sırada tahtanın önüne gerilmiş bej rengi deve derisinde portreler, çeşitli objeler görünmeye başlamıştı. "Neden üçüncü sınıftaki öğrencilerin öğrenmesi gereken konuyu altıncı sınıflara çıkardığımı merak ediyorsunuzdur. Öncelikle daha önceki işe yaramaz süprüntülerin yerini birçok yeni bilgi ve belge aldı. Bunun yanında size göstermek istediğim çok tehlikeli ve yeni ele geçmiş objeler var." Magnus sıraların arasından çıktı ve tahtanın önüne gelip bir portreyi durdurdu. "Vampirler sadece kanla beslenirler. Gece dışarıya çıkamama olayı ise sadece bir efsanedir. Ortalık yerde avlanmak istemezler çünkü. Onlar için her şeyin en gizemlisi ve soylusu üstündür. Bu bakımdan onların hayatı-hayat denebilirse- ilk çağ tragedyalarına benzer. Acı, ölüm, yaralanma, kan gibi küçük düşürücü durumlar karanlıkta sergilenir, göze görünmez. Gözle görünür yanları ise şatafat ve zarafettir. Birçok vampir başına buyruk, koloni ve gezgin olarak yaşamayı tercih etse de en eski vampirler, aslında Avrupa’nın en soylu ailelerinin çocuklarıydı. Yüzlerce yıllık lüksten vazgeçmek onlar için pek kolay olmadı. Hâlâ Transilvanya’da klasik tarzda yaşayanlar görülür. Modern olanlar ise aramızdadır. Sokaklarda dolaşırlar ama şehirleri pek sevmezler. Güvende oldukları tek yer büyük kırlar, ormanlar ve çalılıklardır." Perdede görünmekte olan resmi işaret etti. "Kont Orlok."

1. Ders | 6. Sınıflar J053_04


"Avrupa’nın başına gelen en kötü, en çirkin yaratıktır. Birçok kaynakta adı Nosferatu olarak geçer. Yüzyıllar boyunca korku ve dehşet saçmıştır. Transilvanya’da bir şatoda ikamet ederdi. Bu ise," Magnus yeni bir portre gösterdi.

1. Ders | 6. Sınıflar Vlad_tepes_orig_edit-x01


"hepimizin yakından tanıdığı Vlad Tepes, ya da Kont Dracula. Aslında vampirsel özelliklerinin yanında Vlad Tepes, oldukça tarihi bir kişiliktir. Zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun başına çok iş açmıştır. Ancak onun diğer yanına göz atacak olursak, vampir olduğu hala kesin değildir. Bunun yanında geceleri tek başına ormanda yürüyüşlere çıkması, şatosunda odasının olduğu kulenin duvarlarında her gece tırmanmakta olan bir siluet görülmesi halk içinde korkuyu artırmıştır. Şatosunun yolundaki ormanda bugüne kadar örneği görülmemiş varlıklar ürettiği ve beslediği söylenir. Düşmanı olan aile yüzyıllar boyunca onun soyunu kurutmaya çalışmıştır. Mezarının gömüldükten bir hafta sonra açıldığında boş olduğunu herkes tarafından biliniyor." Magnus küçük bir asa hareketiyle deri perdeyi kaldırdı, masasının yanındaki sandığı masanın üzerine çıkarttı. Sandığın yanına giderken bir yandan da eline beyaz eldivenlerini giyiyordu. "Bu görmüş olduğunuz sandık çok kuvvetli lanetlerle kapanmıştır. Ancak ben birkaçını açmayı başardım. Şimdi size göstereceğim objeler daha önce insan gözleri önünde hiç sergilenmemiş olabilir. O yüzden kendinizi her şeye karşılıklı hazırlamanızı öneririm." Sandığın içinden çatlamış bir kafatası çıkardı. Oda bir anda dayanılması çok zor bir kokuyla kaplanmıştı. "Bu gördüğünüz bir vampire ait olduğu kanıtlanan kafatası. Gördüğünüz çatlak vampir yok etme yöntemlerinden biri olarak düşünülür ancak yanlıştır. Kafatasına kazık çakma onları sadece eğlendirirdi. Şimdi gördüğünüz ise en köklü yöntemlerden biridir, kalbe tahta kazık çakma. Kazığın üzerindeki kurumuş kan izleri hala kendini muhafaza etmeyi başarmıştır. Şu kararmış el kemikleri ise en garanti yöntemi gösterir. Kalbe kazık çakma ve ardından bedeni yakma. Yakılırken ortaya çıkan koku bütün bir şehri on yıllar boyunca etkisi altına alabilir. Ancak vücudun tamamını yakmak gerekir. Bu el kemiğinin tam anlamıyla yanmamış olduğunu görebilirsiniz. Bu yüzden bu vampirin geri dönüp intikamını almış olabileceğini söyleyebiliriz. Ve işte son parçamız, vampir dişleri. Bu dişler kurbanla temas ettiği anda derisinin içine zehrini boşaltır. İlk anda vampirleşme geri çevrilebilir. Ancak bir süre sonra insana dönüş imkânsız olacaktır." Magnus tüm objeleri sandığa özenle geri koydu ve teker teker lanetledi. İşi bittikten sonra perdeleri açtı. Perdelerin açılması pek fark yaratmamıştı çünkü hava oldukça yoğun bir bulut tabakasıyla kaplıydı. "İlk hafta olduğu için ödev vermeyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bir parşömen uzunluğunda doğu vampir kültürü hakkında bir ödev istiyorum, çıkabilirsiniz." Sınıf dersten ayrılırken Hogwarts hayaletleri kadar beyazdı. Yüzlerinden ilk kez böyle şeyler gördükleri okunuyordu. Sınıftan ayrılmakta oklan son kız öğrencinin selamına karşılık verdi. "Teşekkürler Miss Dvorska, vampirler seninle olsun." Kız çığlık atarak sınıftan uzaklaşmaya başlamıştı. Magnus ise kızın çığlıkları arasında kaybolan bir kahkaha koyverdi.


En son Magnus Lars Hallstad tarafından Paz 12 Tem. 2009, 16:05 tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Deniz Özden
Slytherin 6. Sınıf Öğrencisi
Deniz Özden


Kadın
Ruh hali : 1. Ders | 6. Sınıflar Hmbl7
Mesaj Sayısı : 137
Yaş : 30
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11702
Ekspresso Puanı : 5
Kayıt tarihi : 29/11/08

1. Ders | 6. Sınıflar Empty
MesajKonu: Geri: 1. Ders | 6. Sınıflar   1. Ders | 6. Sınıflar Icon_minitimeSalı 23 Haz. 2009, 21:24

Birer zümrüdü andıran gözleri dalgalar kadar hırçındı o gün. Renkleri gitgide koyulaşırken, sarı saçları rüzgârla hafif hafif dalgalanıyordu. Pembe dudaklarındaki aşağılayıcı bir gülümseyiş bahçedeki öğrencileri selamlarken, dersliğe girmemek için direten özgür ruhu fazlasıyla hırçınlaşmıştı. Kinci ve hoyrat mizacını Hogwarts henüz bilmese de o insanlara yakın olmayı gerçekten sevmezdi. Rüzgârın, yüzünü okşayarak geçişini sakince beklerken yavaşça yola koyuldu. Hogwarts’ın içinde barındırdığı sırlar kadar eski ve soğuk arazisi, bu güne dek kaç nesli bağrına basmış, kaç olaya tanık olmuştu; işte bu büyük bir sırdı. Slytherin’li öğrenciler dışındaki herkese sinirle ve kinle bakıyor, yürüdüğü yola hiç odaklanmıyordu. Her zaman mükemmelliyetçi oluşu ve başkalarına güvenmeyişi insanlardan soğutmuştu onu. Özellikle de sorumsuz ailesinden nefret ediyordu. Sorumsuz ve… Sıradan. Neden onun da diğerleri gibi tanınmış ve köklü bir ailesi yoktu? Neden son derece sıradandı? Eğer büyücülük dünyasında bir sosyal sınıflaşma olsaydı kesinlikle köleler veya köylüler sınıfına ait olurdu. Asla popüler olmamıştı. Popülariteyi sevmezdi zaten. Ama yine de soylu bir aileye mensup olmayı o kadar isterdi ki… Türk oluşu da ilginçti zaten. Bir Kuzey ülkesinde doğmuş kadar beyaz; Almanlar gibi, İngilizler gibi renkli gözlüydü. Yunanlar kadar özgür ruhlu ve inatçıydı. Farkında olmadan yolu yarılamış gibiydi. Aslında ne derslerden hoşlanırdı ne de profesörlerinden. Saygısızlık yapmak istemezdi, binasından puan kırılmasını da… O yüzden çenesini kapayıp sessizce bir köşeye çekilir, zilin çalmasını sabırsızlıkla beklerdi. Aslında o dersten çok ders aralarındaki vakitlerde birilerini taklit ettiği için geliyordu okula. Yoksa ne okumaya niyeti vardı ne de bir şeyler öğrenmeye.

Kollarını sıraya dayamış, gözlerini kapatmıştı. Profesörün geçtiği yerlerdeki tahtalardan gelen gıcırtı ve ardından hava kalkan hafif toz kütlelerinin yaydığı tahta kokusu neşelendiriyordu onu. Rüzgârın pencerelere dokunup, kulakta bıraktığı tatlı ses fazlasıyla zevk veriyordu ona. Loş ortamlara bayılırdı. Sınıftan hiç bu kadar hoşlandığını hatırlamıyordu. Yaz tatilinin son birkaç haftası yemediğinden olsa gerek uzayan tırnaklarını rahatsız etmeyecek bir ritim tutturarak sıraya vurmaya başladı. Aslına bakılırsa konu hiç de fena sayılmazdı. Diğer ırklara her zaman bir ilgi duymuştu ama yine de dinlemeyi pek tercih etmedi. Deri perdede beliren resimleri inceliyordu göz ucuyla. Bu kadar umursamaz olması başına bir gün kesinlikle bela olacaktı.

Lanetler? Kesinlikle sevdiği bir şeydi. Aslında kendisinin de çoğu Slytherin’den pek farklı olmadığını bilmesi gerekiyordu. O sadece gücü savunuyordu ve epey hırslıydı. Ne olduğunu ilk başta fark edemediği nesne fazlasıyla kötü kokuyordu. “Bu iğrençti.” Diye söylendi, biraz da sesini duyurmak ister gibiydi. Bedenin yakılması… Kulağa hoş ama korkutucu geliyordu. Sadist bir ruha sahipti sanki. Kafasını tekrar masaya eğdiğinde kesinlikle bu dersten hoşlandığının farkındaydı. Profesörlerin nutuk atmasından çok bu şekilde ders işlemelerini seviyordu. Sınıftan çıkarken suratında memnun olmanın verdiği bir sırıtış vardı. Gerçi onun her gülüşünden yapaylık ve sinsilik çözülürdü ama bu kez… Kim bilir belki de bundan sonra ders dinleyecekti...



Bir Slytherin'e dersi sevdirmek... kendime epey pay çıkarmam gerekiyor sanırım. Kaliteli RP, iyi betimlemeler, sade ama hoş renklendirme. Olanağanüstü / 94
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hogwartsekspresi.com/lejantlar-karakter-kartlary-f164
Lúthien Tinúviel
Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Lúthien Tinúviel


Kadın
Ruh hali : 1. Ders | 6. Sınıflar Heyup7
Mesaj Sayısı : 170
Yaş : 29
Galleon : 11284
Ekspresso Puanı : 4
Kayıt tarihi : 27/06/09

1. Ders | 6. Sınıflar Empty
MesajKonu: Geri: 1. Ders | 6. Sınıflar   1. Ders | 6. Sınıflar Icon_minitimePaz 12 Tem. 2009, 01:09

Dudağından çenesine, çenesinden de cüppesine sızan kan damlacıklarını silmek için elinde tuttuğu mendil çenesine giden yolda titreyen soluk renkli elinden ahşap zemine düşerken tiksintiyle nefesini tuttu. Aynadaki darmadağın görüntüsüne bakarken kısılan gözleri kanın yolunu izlerken, vücudundan bir ürperti geçti. Mary içerde her ne yapıyorsa kesinlikle rahatsız edici şeylerdi, son bir kaç gündür tekrarlanıyordu bu kan seansları. Mendille onları silip oraya hiç gelmemişler gibi yapmanın bir anlamı yoktu, yerlerine daima yenileri gelirdi. Ağzından oluk oluk akan kanın nedeni bilmediği şeylerin başında üst sıralardaydı. Mary’yi bastıran ilaçlar, Lút’un da sağlığını etkiliyor; gözlerinin önünden hiç kalkmayan bir pus oluşturuyor, sık sık başının dönmesine yol açıyordu. Mary mutlu olmadığı zamanlarda Lút’da mutlu olamıyor, onun üzüntüsünü paylaşmak zorunda kalıyordu. Üstelik Mary’nin sanki yanaklarına sürekli is konmuş gibi yanaklarını ovuşturma isteği, Lút’da da oluşmuştu. Ateşten nefret ediyor, etli yemek yiyemiyordu. Mary onun hayatını zindana çeviriyordu kısacası. Bu olaylar kaç yıl önce başlamıştı? Belki 2 belki 3. Şimdiye alışmış olması gerekirdi Mary’nin varlığına, o Tanrı tarafından taşıması gerekildiği söylenen güzel (!) bir hediyeydi. Onun mızmızlıkları küçük bir ezgi, mutluluğu ise dünyanın en güzel şeyi olmalıydı. Asla onun varlığından yakınılmamalıydı. O Lút’un diğer yarısıydı; benliğinin içindeki küçük parça, beyninin bir diğer yanına yapışmış sülük. Mary yıllar önce yaşamış ve öldürülmüş güzel bir kızdı dediğine göre fakat onun dışındakiler tamamen belirsizdi. Mary tüm anılarını kendi duvarının arkasına saklamıştı, Lút’un zihninde kendine hatrı sayılır bir yeri devralmış orada varlığını devam ettirmekteydi. Psikoloğundan aldığı ilaçlar Mary’yi gerilere taşıyor fakat varlığını kaldırmıyordu. Mary’nin ilacını aldığı zamanlardaki dengesizlik Lút’un üzerinde titremeye yol açıyordu ki biraz önce ki olay da etkilerin kanıtıydı. Önceleri oldukça çevik bir kızdı şimdi ise hafif bir mendili bile elinde düşürmeden taşıyamıyordu. Usulca iç çektikten sonra yere doğru eğildi ve pembe çiçeklerle süslenmiş zarif mendili aldı. Sulu gözlü bir kızdı, ağlamak için daima bir sebep bulurdu. Babası ağlamayı kestiğinde ona geri vermesi için bu mendili almıştı ne yazık ki ona geri vermek mümkün olmayacaktı. Derin bir nefes alarak turkuaz gözlerini süsleyen inci gözyaşlarını geri yolladı ve tekrar aynaya döndü. Mendil kan lekeleriyle doluydu, onca kez silinip temizlenmemek ona zarar vermişti. Titremesi azalmış olan elleriyle mendili dudaklarından boynuna kadar derisinde gezdirdi. Kan mendili hafifçe kabartırken cüppesinin içindeki asayı çıkardı. Mendili boynundan çekti ve asasını ona doğru doğrultarak ‘Tergeo!’ diye fısıldadı. Asa mendilin üzerindeki kan lekelerini emerken sabırsız bir tavırla etrafına bakındı. Büzülen dudakları havadaki nemi yoklarken kızlar tualetinde yanlız olduğunu farketti. Bu iyi bir şeydi, yeterince dışlanmıştı, adının bir de hastalıklı olarak çıkmasını istemiyordu. Kahverengi saçları gri, lacivert cüppesinin üzerinde salınırken iyice temizlenmiş olan mendili cüppesinin ön gözüne yerleştirip asasını ise iç cebine koydu. Sırtındaki çantanın ağırlığı altında ezilirken Mary’nin mayhoş, uykulu sesini duydu. ‘Bakıyorum da ilaçları hala kullanıyorsun. O şeyler benden çok sana zarar veriyor Lút.’ İlacın etkisi geçmişti demek ki, haplar tekrardan yutulmalı ve Mary tekrar susturulmalıydı. Mary’ye söyleyeceği tehditleri bir kenara bıraktı ve koridora çıktı çünkü Mary'yi tahdit etmek anlamsızdı. O her şeyi bilirdi.

Koridor birbirini ezmek istercesine koşan aptallarla doluydu. Derslerin başlamasına daha çok vardı; çok olmasa da en azından bir 5 dakika. Dersliğe varmaları için yeterli vakitleri vardı, sanki dersi dinlemeye çok heveslilermiş gibi koşmaları Lút’a göre hala büyüyememiş bebekler olduklarının göstergesiydi. Mary içinde eski bir şarkıyı mırıldanıyordu, bilmediği başka dillerdendi bu şarkı. Lút’u rahatsız etmiyordu bu şarkı, Mary böyle zamanlarda zararsızdı. Ayrıca aralarında tülden bir perde vardı artık. Fabien’a yaklaşmakla hata etmişti Mary’ye göre. Sebebini açıklamasa da Fabien’dan nefret ediyordu Mary. Lút’u onu sevmemesi için zorluyordu fakat Fabien içinin bir köşesinde Mary’nin bulunduğunu öğrendiğinden beri bir garipti ve bu gariplik Lút'a göre tapılası bir tatlılıktı. Üzerine daha çok düşüyor ve Lút’u sevindirip, Mary’yi kızdırıyordu. Fabien Lút için bir ilahtı, Tanrı’ydı. Onun her bir sözü emirdi, önünde eğinilmesi gereken bir varlıktı. Bir vampir olabilirdi fakat Lút’a zarar vermediği sürece bunun bir önemi yoktu. Fabien onun babası, sevgilisi, kardeşi her şeyiydi. Dünyada bulunan tek somur varlıktı. ‘Burası artık senin dünyan değil Lúthien. Soyut şeyler artk... Soyutlaştı.’ Mary’nin söz oyunlarından bıkmış bir halde oflayarak adımlarını hızlandırdı. Koridor artık sessizleşmişti, çoğu öğrenci sınıflarına çekilmiş ve öğretmenlerini beklemekteydi. Geç mi kalmıştı? Hepsi Mary’nin suçuydu! O aptal, kendini susturmayı becerebilseydi ilaçları içmesine gerek kalmaz böylece ağız dolusu kan kusmasına gerekte kalmazdı. Mary’ye ve kaderine küfrederken Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Dersliğinin tozlu ortamına adım attı. Tozlu ortamlar ona boğucu gelirdi, nefes almasını zorlaştırır, akciğerlerini daraltırdı. Bu Mary’den kaynaklanan bir eylem değildi, yanlızca vücudunun ona bahşettiği küçük hastalıklardandı. Sırasına otururken duyduğu alaycı sözcük öbetlerini görmezden geldi. Her zaman susarlardı, onları susmaya zorlamak ise yanlızca sövgüleri artırırdı. Derin iç çekişlerine ara verdikten sonra çantasını sıranın üstüne yerleştirerek kafasını çantanın siyah yüzeyine dayadı. Soğuk ve sertti, tıpkı Fabien’ın derisi gibi. Mary’nin tıslamalarına kulak asmadan Fabien’ın ihtişamlı çehresine odaklandı. O bir masal prensiydi, kılıcıyla canavarları öldürenlerdendi, aynı zamanda da insanları sömüren... Fakat bir hikayede yanlızca kötüler öldürülmeliydi iyiler değil. Bu düşünceyle kaşları çatılsa da bunu Mary’nin aklından aldığına kanaat getirdi. Mary’ye küskündü, onunla konuşmamaya yemin etmişti fakat Fabien’ı sövmesinden nefret ediyordu. ‘Onu rahat bırak Mary. Söylediklerinin işe yaramayacağını biliyorsun.’ Mary susmadı fakat sesini alçattı. Nefes almasını güçleştiren tozun varlığı Fabien’ın düşüyle yok olmuş gibiydi. Akciğerleri hafif, soluk alıp verişi ise rahattı. Fabien daima her şeye çözüm bulurdu. Gözleri hafifçe aralanırken, profesörün de içeriye girdiğini farketti. Dersi anlatalı çok olmamasını umarak homurdandı ve önüne gelen saçlarını ittirerek derse konsantre olmaya çalıştı. Vampirler? Lút’un gözleri ışıl ışıl parlarken tahtada belirmeye başlayan portreleri inceledi. İlk başta küçük bir şok yaşasa da maskesi duygularını alaycı Agnes’tan sakladı. Portrelere bakarken gözlerindek ışık yavaşça söndü. Bunlar kesinlikle dehşet verici ve iğrenç yaratıklardı. Fabien kesinlikle böyle bir yaratık olamazdı; o iyi huyluydu daima Lút’a sevecen davranmıştı. Kulaklarındaki uğultu gittikçe büyürken Mary’nin zevkle mırıldandığı sözcükleri duymazdan geldi.

Karşısındaki adamın hafif bir asa hareketiyle yokolan deri perdenin zihninde yarattığı karmaşayı düşünürken perdenin yerini alan sandıkları dikkatle inceledi. Profesörün giydiği beyaz eldivenlere bakarken sıraya dayanmış vücudunu hafifçe doğrulttu. Sandığın içinden çıkan şeyi ve onun yaydığı iğrenç kokuyu duyumsadığında istemsiz bir inilti dudaklarının arasından fırladı. Sınıfı kaplayan kokuya tahammül edemez bir şekilde eliyle burnunu kapadı. Koku iğrençti; çürümüş yumurta ve peynir kokuyordu. Profesör kafatasıyla ilgili açıklama yaparken Mary’nin içinde gerildiği farketti fakat bunun kokudan dolayı olmadığı belliydi. Vampirlerden korkuyor muydu? Bu Fabien’a duyduğu nefretle açıklanabilirdi. Dudaklarında haylaz bir gülümseme belirirken elini burnundan çekti. Yakmak? Herhangi bir şeyi... Mary’nin anılarının bir kısmı yüzeyi duyduğu korkudan dolayı yüzeye çıkarken yüzü dehşetle doldu. Yanan insanların çürümüş etlerini kokusu, daha çabuk yanabilmeleri için çıra atılmasını isteyen kafirler... Daha acısız, daha çabuk. Yanaklarına konan isi hissetti ve eli istemzce yanağına gitti. Mary’nin yapmasını istediği şeyi yaparak yanağını ovdu. İs yoktu fakat vardı. İs önceden de yoktu ama artık tamamen gitmişti. Gözleri hafifçe yaşarırken kafasını önüne eğdi. Maun rengi saçları yüzünü örterken birkaç damla gözyaşı yanağına süzüldü. Profesörün diğer dediklerini dinlemedi, yanan insanların kokusunun burnundan gitmesini bekledi fakat yerleştiği yerden ayrılmak istemiyormuş gibiydi koku. Tahataların kapanırken çıkardığı gıcırtıyı duyduğunda kafasını kaldırdı ve cüppesinin dış cebine koyduğu mendille yüzünü temizledi. Gözlerinin önündeki pus kalkmıştı fakat artık sınıfın tozlu ortamı görüşünü zorlaştırıyordu. Boğazını gıdıklayan tozun onu öksürtmesini beklerken sınıftan gelen sıkıntı nidalarını farkederek etrafına bakındı. Ödev vermişti demek ki profesör, bunu Agnes’tan öğrenebilmek için oldukça az vakti vardı. Ayaklanan sınıfa ayak uydurarak yerinde doğruldu ve çantasını sırtına yaslayarak Agnes’a bakındı. Çoktan çıkmış mıydı? Saçlarına geçirdiği ellerini cüppesinin yakasında birleştirdikten sonra sınıftan çıktı. Yüzünde tiksinmiş bir ifade, gözlerinde ise korku vardı. O günkü şöleni sabırsızlıkla beklediği söylenemezdi.


Bir boşluk sezdim sanki. Ama yine de o kadar önemli değil Olağanüstü/85
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sophia Rose Dvorska
Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Sophia Rose Dvorska


Kadın
Ruh hali : 1. Ders | 6. Sınıflar 11mt8
Mesaj Sayısı : 32
Yaş : 30
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11249
Ekspresso Puanı : 6
Kayıt tarihi : 09/07/09

1. Ders | 6. Sınıflar Empty
MesajKonu: Geri: 1. Ders | 6. Sınıflar   1. Ders | 6. Sınıflar Icon_minitimePaz 12 Tem. 2009, 15:29

Koridorlarda ilerleyen sessiz adımlar yansımalara sebep oluyor bu da Sophia’ ı ürkütüyordu. Ellerinde ders kitapları cebinde asası başlamakta olan bir derse yetişmeye çalışıyordu sadece. Yorgun bedenini her ne kadar zor hareket ettirse de kendini zorluyordu. Adımlarını sıklaştırırken alıp verdiği nefes sayısı sayılamayacak kadar çoktu. Yeşil gözlerinde ki hüznü karşıdaki kişi anlayacak diye ödü kopuyordu adeta. Hele derse girdiğinde Profesör ile bir aksaklık çıkmasını hiç istemezdi. Sadece –rahat ve huzurlu- bir ders diliyordu kendine. Artık bu duruma alışmıştı zaten. Profesörlerin korkutucu tavırları, alışılmış bir olaydı Sophia için. Narin ayaklarının yere temas etmesiyle yankılanan sesler hala dinmemişti. Sonunda dersliğe varmıştı ki , içeri hemen girip yerleşti. Arkadan topladığı kahverengi saçları onu tam bir –inek – tipine bürümüştü. Eh, ne de olsa o bir Ravenclaw öğrencisiydi ve ineğin tekiydi. Bunu kabul ediyordu. Derslerine deli gibi çalışıyor hepsinden en iyi notu almaya çalışıyordu. Hedefi hep yüksekti; şimdiye kadar hiç normal bir hedef belirlememişti kendine. Meraklı gözler ile sınıfı tararken , Profesör’ ün konuşmasıyla irkildi. Profesör’ ün ilk yaptığı ilginç konuşma açıkçası Sophia’ ın bile aklını karıştırmıştı. Daha doğrusu aklında konuşmayı ne kadar tekrar etse de ne demek istediğini çözememişti. Sadece *anlamış* gibi yaparak başını sallamak ile yetindi. Sınıf o kadar sessizdi ki, camların tıkırdamasıyla beraber sınıfı kaplayan ses Sophia’ ı ürkütmeye yetmişti. Belli etmemek istercesine yutkundu ve sağ elini yanağına yaslayarak Profesör’ e odaklandı. Sınıf oldukça karanlıktı . Loş ışık ne yazık ki, aydınlatmaya yetmemişti. Sadece Profesör Magnus’ a vuran spot ışık onun tüm yüz hatlarını meydana çıkarmıştı. *Acaba bundan rahatsızlık duymuyor mu?* diye düşüncelere dalmıştı birden bire. Anlaşılan, Profesör’ ün tek derdi ders anlatmaktı ki bir an önce söze başlamıştı… Vampirler mi? Bu sözü duyar duymaz tüm bedenin de hissettiği o garip his sarsmıştı onu. İliklerine kadar duyduğu acı onu mahvetmişti adeta. Korkak bir surat ifadesine bürünmüştü. Hayır, böyle olmamalıydı. Korkak davranarak nereye kadar ilerleyebilirdi ki? Bir tek zeki olmak her şeye çağre olmuyordu ne yazık ki. Alnından akan terleri sol elinin tersiyle sildi ve dinlemeye devam etti, zorla da olsa… Profesör Magnus o sırada bir resim göstermişti öğrencilerine. Sophia ise hala soğukkanlılığını korumaya çalışıyor; olanlara sadece yutkunmak ile yetinmeye çalışıyordu. Eğer çığlığı basarsa olacakları beyninde çoktan canlandırmıştı bile. Kendini en kısa yönden kapanın önünde bulabilirdi. İkinci resim ürkütücü değildi en azından. Profesör ün bir anda garip bir sandığı açmaya çalıştığını fark etti. Görünüşe bakılırsa, bu sandık tehlikeli bir şeydi. Ufak hareketleriyle sandığın içinden çıkan kafatası Sophia’ ı şaşırtmaya yetmişti. Ortamın gerildiğini her yerden anlayabiliyordu. Arkasında ki kızın çıkarttığı garip seslerde zaten buna bir örnekti. Sophai her şeye rağmen tüm gücüyle dayanmayı başarabilmişti. Bunun için kendisi ile gurur duyuyordu. Profesör’ ün söylediği son sözler onu derinden etkilemişti, “ Bu dişler kurbanla temas ettiği anda derisinin içine zehrini boşaltır. İlk anda vampirleşme geri çevrilebilir. Ancak bir süre sonra insana dönüş imkansız olacaktır. “ Bu kelimeler beyninde yankılanıyor gibiydi adeta. O sırada ister istemez başı dönmüştü. Tam yere düşecekti ki , son anda elini sıraya dayayarak var gücüyle destek almıştı. Bu derste zorlandığı kadar hiç zorlanmamış herhalde şimdiye kadar. Profesör konuşmasını bitirdikten sonra kafatasını sandığa koyarak tekrardan lanetlemişti. Sophia ise sadece izlemek ile yetiniyordu. Sınıfa girerken yüzü, rengi her şeyi normaldi. Şimdi ise bir vampir kadar beyazdı yüzü neredeyse. Korku tüm bedenini sarıp kaplamışken; normal olmak zaten imkansızdı. Dersin son dakikalarındaydılar. Her şet tıkırında ilerlerken Profesör’ ün attığı son gol ; tüm planları mahvetmişti. Ödev mi? Hem de vampirler ile ilgili. Biraz daha vampir lafı duyarsa kesinlikle kusacaktı. Tam ders bitti , -kurtuldum- düşüncesine varmışken yapılacak iş miydi bu şimdi? Sophia dersten çıkmak için eşyalarını toparlarken bile çabuk davranmaya çalışıyordu. Hızlı adımlar ile ilerlerken ayakları kaymıştı fakat, son anda bunu telafi ederek düşmemişti. Sınıfta tek Sophia kalmıştı. Çıkarken Profesör’ e bakıp selam verdi ve “ İyi günler Profesör. “ dedi kısık bir ses tonu ile. Profesör’ ün verdiği cevap bedenine bir hançer gibi saplanmıştı sanki. İşte o sözler bardağı taşıran son damla olmuştu. Dayanamayıp bir çığlık bastı ve sınıftan hızla uzaklaşmaya başladı. Profesör den gelen kahkahaları duymuştu ki bu onu daha da ürpertmişti. Tek istediği yorgun bedenini dinlendirip; olan biteni unutmaktı galiba….

Müthiş olmuş, emeğine sağlık Olağanüstü/90
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cyprius
Kurtadam
Cyprius


Kadın
Ruh hali : 1. Ders | 6. Sınıflar Evilgrin0007qd8
Mesaj Sayısı : 130
Yaş : 32
Kan statüsü : Melez.
Galleon : 11254
Ekspresso Puanı : 0
Kayıt tarihi : 10/07/09

1. Ders | 6. Sınıflar Empty
MesajKonu: Geri: 1. Ders | 6. Sınıflar   1. Ders | 6. Sınıflar Icon_minitimeÇarş. 15 Tem. 2009, 14:05

Öğle yemeği fazlasıyla hızlı geçmiş gibiydi. Ardından arkadaşlarıyla bahçeye çıkıp eğlenmesi zamanı biraz daha hızlandırmıştı. Öğleden sonraki dersin Karanlık Sanatlara Karşı Savunma olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu. Eğlence hayatından hiç eksilmeyecek gibiydi. Yumuşak çimin üzerinde gençler yavaş yavaş ayaklanırlarken Marilynn çoktan şatoya doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Hızlı ve hevesli adımlarını atarken sarı saçları arada bir yüzünü kapatıyor ve ağzına giriyordu. Bazen sinir oluyordu saçlarına, kestirmek güzel fakat pişman olma olasılığı yüksek bir çözümdü. Hareketli merdivenlerden altı yılın verdiği tecrübeyle kolayca sıyrılırken dersliğe yaklaştığını hissedebiliyordu. Okuldaki herkesi tanıyordu, her gördüğü kişiye selam veriyordu. Okula başlamadan önce böyle değildi elbette. Sevimliliğinin altında soğukluk ve mesafe yatıyordu. Fakat okul onu değiştirmişti. Bu okulda yaşadıklarını birleştirip kitap yapsa çok satılanla* listesine gireceği kesindi. Adımları dersliğe yaklaştıkça biraz daha yavaşlıyordu. Fazla acele etmek istemiyordu. Koridor zeminine çarpan aceleci ayakların sesi ve başka başka ağızlardan çıkan konuşmalar tüm okulu doldurmuştu. Bu okul canlı gibiydi. Sanki konuşan onca insan değil, okuldu. Marilynn sonunda minik bedenini Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersliğine atabildi.

Öndeki sıralardan birine vücudunu emanet ederken sınıfın loş ortamında kendini kaybetmişti. Gece fazla geç yatmıştı. Göz kapakları kendilerini taşıyamıyordu. Ağırlaşan hareketleri okunabiliyordu. Vücudunu geriye attı ve rahatsız sandalyenin üzerinde iyice yayıldı. Profesör biraz daha sessiz kalırsa kendini kontrol edememekten korkuyordu. Sonunda profesör konuşmaya başladı. İlk dersti, fakat profesör hakkındaki düşünceleri kafasında belirmişti. Derslerde anlatım bakımından başarılı gözüküyordu. Eksikleri vardı tabii, o eksikler de ders için gerekli gibiydi.** Örneğin çok konuşuyordu. Fakat öğrencilerin iyi anlaması için, onunda*** güzel anlatması gerekliydi. Benzetmeleri Marilynn için hoştu. Konu biraz basit, faka**** fazlasıyla da ilgi çekiciydi. Büyücü hayatında merak edilen bir sürü konu vardı fakat vampirler başkaydı. Marilynn bir vampirle tanışmaktan başka bir şey isteyeceğini sanmıyordu. Tahtanın önüne gerilen deri Marilynn’ı biraz daha iyi hissettiriyordu. Görsel derslerden hoşlanan bir yapısı vardı. İlk portre ortaya çıktığında önlerden yer seçtiğine pişman olmuştu. Hayatında bu kadar çirkin bir şey daha görmemişti. Aklından ilk geçen cümle “Tüm vampirler bu kadar çirkin mi gerçekten?” olmuştu. Bir anda vampirlere beslediği hayranlık ve merak tamamen aklından çıktı. Onların hepsinin kötü olabileceğine inanmıyordu. Herkesin, derinlerde bir yerde, beslediği iyilikler büyüyebilirdi. Bu vampir olmuş, kurtadam olmuş veya Slytherin olmuş önemli değildi.

Ardından ortaya çıkan portre biraz daha etkileyici gibiydi. Evet, daha profesör söylemeden tanımıştı zaten bu ihtişamlı görüntüyü. Bu da Kont Dracula tüm ihtişamıyla karşısında duruyor gibi hissetmişti. Bu düşünce onun tüylerini diken diken olmasına sebep oldu. Sırf bu vampirlerden dolayı bir dergi editörü veya yazar olabilirdi. Vampirlerle ilgili araştırma yapar ve bunları merak eden insanlara sunardı. Bir gün röportaja gitti bir vampir susuzluğuna yenik düşer ve Marilynn’ı avlardı. Bu kadar basit ve çabuk bir şekilde ölür, ya da vampir olarak yaşamına devam ederdi. Aslında basit ve eğlenceli hayatını seviyordu. Her şeyi tozpembe görmek ona umut ve cesaret aşılıyordu. İyilik güzeldi. İyi olmak güzeldi. Arkadaşlarının onu anladığını bilmek güzeldi. Kötü şeyleri hayatında fazla muhafaza etmeyi sevmezdi. Tek endişesi kardeşinin de bir gün kötü olabileceği gerçeğiydi. Ravenclaw onu biraz değiştirmiş gibiydi. Kafasını şimdilik önemsiz Malvyn’den uzaklaştırdı ve tekrar derse döndü. Dracula’nın eski imparatorluklarla ilişkisi olduğunu bilmiyordu. Aslında onun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İçinden profesöre tekrar tekrar teşekkürler yağdırıyordu. O kadar hayırlı bir işe vesile olmuştu ki… Sonunda bir kitapçıya gidebilecek ve Dracula hakkında –veya diğer vampirler hakkında- bir kitap alabilecekti. Fakat içinde biraz tereddüt yeşermeye başlamıştı. Eğer öyle bir kitap alırsa sıradan bir öğrenci olmaktan korkuyordu. Fakat her zaman merakına yenik düştüğünü bildiğinden bu yeşermekte olan tereddüdü ayaklarının altında ezdiği bir çim gibi ezdi.

Profesör ortaya bir sandık çıkarttı. Marilynn içinden çıkacakları görmek için sırasında biraz doğruldu. Kahretsin! Böyle meraklı biri yoktu. İlk çıkan kafatasının ardından sınıfı saran koku ardından biraz ürkerek tekrar yerine oturdu. Demek kafalarına çakılan onca kazıktan sonra bile ölmüyorlardı, eğleniyorlardı. Gerçekten eğlenceliydi. Ardından çıkan Ardından sandığın içinden çıkan***** karanlık ve tiksindirici obje ise koluydu. Marilynn’ın sade yüzü bir anda iğrenmiş gibi buruştu. Yanmış bir kol sınıfın tam orasındaydı. Ona isterlerse on kat eldiven taksınlar onu eline almazdı. Ardından çıkan şey ise diğerlerine oranla daha iyiydi. Yeşil gözlerini kıstı ve profesörün elindeki dişlere baktı. “Voahv!” Hayranlığını saklayamayarak mırıldandı. İşte bunları elinde tutabilirdi. Profesör objeleri tekrar yerine yerleştirirken Marilynn da çıkarttığı kitaplarını çantasına çoktan kaldırmıştı. Ders bitmişti, fakat eğlenceli geçmişti. Marilynn elini çenesine koydu ve kaşımaya başladı. İçinden ne kadar dua etse de bu güzel dersin ardından kocaman bir lanet yemiş gibi oldu. Bir ödev daha vardı. Çantasını boynundan geçirdi ve diğer öğrencileri beklemeden hızlı adımlarını kapının dışına sürüklemeye başladı. “Ödev ha? İğrenç!” Tek duyulanlar bunlardı.

*'Satılanla' değil satılanlar
**Mantıksal tutarsızlık. Eksikler varsa bu eksikler nasıl ders için gerekli olabilir ki? Fazlalık demek istedin sanırım
***'da' ayrı yazılmalıydı
****'Faka' değil fakat
*****Yorum yok
Son derece özensiz yazılmış. Yazdıklarınızı okumanızı tavsiye ederim. Zayıf/45
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora
Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Carmelita D'alora


Kadın
Ruh hali : 1. Ders | 6. Sınıflar Danceuy7
Mesaj Sayısı : 75
Yaş : 29
Kan statüsü : Melez.
Galleon : 11283
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 15/07/09

1. Ders | 6. Sınıflar Empty
MesajKonu: Geri: 1. Ders | 6. Sınıflar   1. Ders | 6. Sınıflar Icon_minitimeÇarş. 22 Tem. 2009, 22:16

Carmelita yıllardır görmediği bir zamanlar hayatının aşkı olan *Michael'i görmeye gidiyordu. Onun her daim yasak ormanda olduğunu biliyordu. Çünkü o da hala bu büyük aşkın etkisinden çıkamamıştı. Acımasız, kan emici bir yaratığa dönüşse de bu içinde Carmy'e beslediği duyguları değiştirememişti. En azından Carmelita böyle düşünüyordu. Dora'nın bundan haberi yoktu. Michael'in yanına gideceğimi bilse beni bir şekilde bu işten vazgeçtirir ya da o da benimle gelirdi ama ben onu bu tehlikeye atamazdım. Michael artık benim tanıdığım aşkım değildi. O değişmişti. Kalbi sertleşmiş, hisleri yok olmuştu. O artık bana ait değildi. Kim bilir kimlerin kanına değmişti o bir zamanlar bana ait olan dudakları. Kimleri baştan çıkartmıştır. Yıllar geçse de bu aşkın hala alev alev yanması korkunç bir durumdu. Onun bedeninin bir daha benim bedenime değmeyecek olması, bir daha dudaklarımızın kavuşmayacak olması, en önemlisi de kalplerimizin artık birbirimiz için atmayacak olması tahammül edilemeyecek bir gerçekti. Evet, bizim gerçeğimiz. O gün bana son dokunuşu, son öpüşüyle bitmiştik. Biz diye bir şey kalmamıştı artık. Peki ben neden hala onu arıyordum? Neden onu görmek için asla durmayacağım bir yolda ilerliyordum? Tekrar canımı yakmasına izin vermek için mi? Carmelita kafasındaki soruların cevaplarını bilmiyordu. Düşünemiyordu. Sadece oraya gittiğinde Michael'i görebilecek miydi bunu düşünüyordu. Ya orada değilse. Gitmiş, çok uzaklara gitmişse? Şansını deneyecekti. Oraya gidecekti ve gerçekle yüz yüze gelecekti. Hayatının aşkı vampirliğe adım attığında Carmy vampirler ile ilgili birçok araştırma yapmıştı. Her şeyi biliyordu. Onu gördüğünde şaşırır mıydı? Yoksa korkar mıydı bilemiyordu. Dudakları kana bulanmış birisini görmek istemiyordu. Göğsüne elini koyduğunda kalbinin atmayışını, oradaki sıcaklığın yok olduğunu hissetmek ne boyutlu bir acı verirdi onu da bilmiyordu. Her şeyi birazdan yaşayıp görecekti.
Yasak Orman'a geldiğinde baştan aşağıya zangır zangır titrediğini hissetti. Korkuyordu. Tam anlamıyla bir ödlekti. Doğa olacaklara hazır bir şekilde bekliyordu. Gri gökyüzü ağlamaya ve parçalanmaya hazırdı. Bulutlar ise yerini güneşe bırakmaya fakat o kadar yoğundular ki bu imkânsız görünüyordu. Esen soğuk rüzgâr suratını bıçak gibi kesip gitmişti. Canını acıtmış, yüzünü uyuşturmuştu. Ensesinde hissettiği soğuk hava dalgası ise artmaya başlamıştı. Gelmişti. O gelmişti. Şimdi benimle sadece oynuyordu. O diğer kurbanlarıyla nasıl oynuyorsa aynen öyle oynuyordu ama ben onun tuzağına düşmemiştim. İsteyerek ve bilerek gelmişti. Zaman ilerledikçe esen rüzgâr şiddetini arttırıyordu. Oyun gereğinden fazla uzun sürmüştü. Ne yani karşıma çıkmaya mı korkuyordu? Evet, korkmalıydı da zaten."Hadi seni korkak, oyun oynamayı bırak da göster o korkunç yüzünü!" Oyalanmaktan nefret ediyordu. Sanki küçük bir çocuğun elindeki oyuncaktı. İstediğini yaptırabilir, kafasını bedeninden ayırabilirdi.
"Carmelita. Bebeğim..."
Arkasından gelen sesle irkilen kız korkunun bedenini sarmasına izin vermişti. Hazırdı. Yüzünü görmeyi istiyordu. Hızla arkasını döndü ve karşısında kaskatı duran yaratığa baktı. Bedeni solgundu. Dudakları kıpkırmızıydı. Bu kadar kırmızı olmasının nedeni kurbanlarının kanlarından kaynaklanıyor olabilirdi. Olağanüstü bir güzelliğe sahipti fakat bu Carmy'i etkilemiyordu. Sadece aşk acısını kabartıyordu. Canını yakıyordu. Onun büyüleyici yüzüne kapılmayacaktı. Michael şimdi ona yaklaşmaya başlamıştı. Carmelita o yaklaşırken uzaklaşmak istedi ama yapamıyordu. Bacakları kilitlenmişti. Hareket edemiyordu. Bedeni Michael'i arzuluyordu. Ona dokunmak, parmaklarını soğuk, sert bedeninde gezdirmek istiyordu. Yaratık kızdan önce davranıp onu kendine doğru çekmişti. Carmelita'nın bedeni şimdi tamamen ona dokunuyordu. Bu soğuk bir dokunuş olmuştu ama fark etmezdi. Michael'a yıllarını vermişti. Aşkıyla beslemişti onu.
"Seni çok özledim Carmelita." Korkusuzca ona dokunuyor, parmaklarını dudaklarında gezdiriyordu. Vampir rahatsız olmuşa benzemiyordu. Tam aksine çok rahat ve huzurluydu.
"Ben... Ben seni..." Kızın konuşmasına izin vermeden dudaklarını kızın dudaklarına kenetlemişti. Onu eskisi gibi ateşli öpemiyordu ama yinede tatmin ediciydi. Carmy'de ona karşılık verdi. Tutkuyla öpüyordu yıllar önceki aşkını. Fakat biraz acılıydı. Çünkü Michael'in dişleri hafifçe kızın dudaklarına sürünüyordu. Dudakları dudaklarından ayrılmıştı. Oğlan kıza gülümsüyor, yeniden onun olmuş gibi seviniyordu.
"Hayır, Michael. Seni hala seviyor olabilirim fakat sen bana ait değilsin ve bende sana. Bugün buraya neden geldiğimi bilmiyorum. Ancak tek bir açıklaması olabilir seni özlemem. Beni terk etmemeliydin. Bizi silmemeliydin."
Duyduklarına inanmak istemiyor gibiydi. Onlar hala eskisi gibi olmalıydılar ama gerçek buydu. Artık ayrı düşmüşlerdi. Koşullar birlikte olmalarını engelliyordu.
"Sen... Benim olmalısın. Eskisi gibi sadece bana ait..." İşte o yaratığa dönüşmüştü bile. Onu arzuluyordu. Her iki türlüde. Kızın kanına susamıştı fakat onu deliler gibi seviyordu. Michael'in kaya gibi sert bedeni kasılmıştı. Ellerini kollarıma kenetledi ve hiç olmadığı kadar sert bir şekilde sarsmaya başladı. Gitmeliydi, uzaklaşmalıydı, kaçmalıydı. Burada duramazdı. Michael kontrolünü kaybetmişti. Kıza zarar verebilirdi. Gözü dönmüş bir canavar her şeyi yapabilirdi. Gözyaşlarına engel olmak istiyordu ama olamıyordu. Gözyaşlarının ardı arkası kesilmiyordu.
"Lütfen Michael, lütfen bırak beni gideyim. Sana yalvarıyorum." Carmy çok korkmuştu. Sesi titriyor, kelimeler zorla çıkıyordu ağzından. Eliyle Michael'in elini kavradı ve onu kendinden uzağa itmek için bütün gücünü sarf etti. Fakat işe yaramıyordu. Kaya bir adım bile geriye gitmiyordu. Yaratık sert parmaklarıyla kızın gözyaşlarını sildi ve kolunu serbest bıraktı. Kolu zonkluyor ve alev alev yanıyordu.
"Seni seviyorum Carmelita. Her zamanda seveceğim. Bunu sakın unutma." Yok olmuştu. Son sözler yine can acıtıcıydı. Kalbini binlerce parçaya bölmüştü yine. Kız yere düşürdüğü çantasını alarak oradan koşarak uzaklaştı. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersine girmesi lazımdı. Onu tamamen unutmuştu. Bu kafayla dersi ne kadar dinleyebilirdi bilemiyordu ama derse girmemezlik yapamazdı. Sonuçta hala hayattaydı. Bugün ormanda olanları kimseye anlatmayacaktı. Bu bir sır olarak kalacaktı. Sonsuza dek. Hortlak görmüş gibi bembeyaz olmuş suratıyla dersliğe girdiğinde herkes ona bakıyordu. Bütün gözler ona çevrilmiş ve her hareketini dikkatlice izliyorlardı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Gerçekten korkunç görünüyordu. Boş bulduğu bir sıraya kendini atarcasına oturdu ve kafasını sıraya yasladı. Bir süre öyle kaldıktan sonra kendini toparladı ve derse konsantre olmaya çalıştı. Konu açıktı. Pis kan emiciler. Bu bir rastlantı mıydı bilemiyordu fakat kötü bir rastlantı olmuştu. Ders ona şimdi işkenceden farksız geliyordu. Profesörün anlattığı ve gösterdiği şeyler insanın kanını dondurmaya yetiyordu. Özelliklede o kafatasından çıkan iğrenç koku. Bütün dersliği kaplamıştı. Bu mide bulandırıcı bir durumdu. Kokuya tahammül edemiyordu. Bir süreliğine nefesini tuttu ve kokuyu unutmaya çalıştı. Ne yapsa da o iğrenç koku burnundan gitmiyordu. Kalbe kazık çakmak ve bedeni yakmak ha? Korkunç. Vampir dişleri. O anda Carmy'nin gözleri önüne Michael ile öpüştükleri an geldi. Dişleri canını yakıyordu. Ellerini kafasına koydu ve gözlerinin önüne gelen bu görüntüyü savurdu. Vampirler tehlikeli yaratıklar. Michael bile...
Dersin sonuna yaklaştıklarında profesör ödevi verdi. Sınıftan yükselen uğultu rahatsız ediciydi. Carmy sesini çıkartmamıştı. Şuan tek istediği kafasını dinleyebileceği bir yere gitmekti. Kimseyi görmek istemiyordu. Parşömenin köşesine ödevi karalarcasına yazdı ve çantasını eline alarak hızla derslikten ayrıldı. Kulaklarında çınlayan o ses durmadan tekrar ediyordu. Seni seviyorum Carmelita. Her zamanda seveceğim. Bunu sakın unutma. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum.
Lütfen, sus artık. Sesini duymak istemiyorum.
Kendi kendine içinde bir savaş ilan etmişti ve yenilmişti. Buna katlanmak zorundaydı.

*Michael NPC karakter.


Her şey yerli yerinde, ufak pürüzler dışında mükemmel. Olağanüstü/85
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
1. Ders | 6. Sınıflar
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Mantar Pano :: RPG İçi Sayfalar-
Buraya geçin: