Uykunun kollarındayken vücudum giderek rahatlamıştı ve Japonya’daki formuna dönmüştü. Esen tatlı meltemin vücuduma değmesi sürerken kollarım yataktan destek alarak vücudumun doğrulmasına yardımcı oldu. Benden önce uyuyan Tutku, benden önce kalkmıştı. Yumuşak yatağın üzerinden kalkarken tüm çöküntüler ortadan kayboldu. Cebimden asamı çıkarttım ve ufak bir sallamayla tüm yatağı topladım. Tekrar uzun asayı cebime koyarken aklım bir anlığına Tutku’ya gitti. Hiç ses gelmiyordu ve yatak odasının içinde bulunmuyordu. Ne yaptığını fazla merak etmesem de ufak adımlarımla odaları dolaşmaya başladım. Kalın halının ayağımın altında oynaması güzel bir his veriyordu içime. Dekorasyonu hoş odanın odalarını tek tek gezmek de ayı bir zevkti. Her bir odayı dolaşırken –başta meltem olan- esindi giderek kuvvetleniyordu. Birkaç adım sonra sevdiğim kadının balkonda yalnız başına oturduğunu gördüm. Uzun tişörtü ve şortu o kadar komik duruyordu ki üzerinde… Sessizce yaklaştım ve vücudumu diğer sandalyeye nazikçe bıraktım.
“Erken kalacağını sanmıyordum. Sanırım kalkalı çok zaman oluyor. Tanrım, ne kadar saat boyunca uyumuşum ben?” Gözlerim kolumdaki ince kordonlu saate kaydığımda tüm zamana birden acıdım. Buraya fazla uyumaya gelmemiştim, yinede elimde olmadan arada böyle sorunlarla karşılaşabilirdik elbette. “Eh, fazla geç kalmamışım ama, en azından güneşin doğuşunu izlemeye yetişmişim. Sen de dinç gözüküyorsun – ve her zamanki gibi güzel.” İltifatlarımın ardından beton zeminli balkondan tek adımda içeri girdim. Sıcak hava akımı, güneş yükseldikçe artıyordu. Meltemin yerini nem alıyordu. Giyinmek için yatak odasına giderken uzun saçlarım beni terletme işlemine girişmişlerdi bile. Üzerime sportif giysiler geçirdikten sonra tekrar balkona, Tutku’nun yanına döndüm. Güneş artık doğmuştu hatta gökyüzündeki yeri çabuk yükseliyormuş gibiydi. Karnımdan gelen birkaç sesle yerimden irkildim, acıkmış olmalıydım elbette. Kahvaltı etmemizin iyi olacağını düşünüyordum.
“Acıkmadın mı hala?” diye belli belirsiz mırıldanırken sıcakla tutuşan bedenim balkonda parlıyordu. Bir pamuk kadar beyaz olmak hoşuma gidiyordu. Güneş ışığı vücudumu fazla yakmıyordu, her zaman şeffaf gibiydim. Biraz kansızlık, biraz genetik, biraz da ülkemden dolayı böyle olmak orasının tek mirası gibiydi bana. Artık konuşsan nasıl olur acaba Tutku? Sözcükleri dışarıya vuramayacak kadar nazik bir yapım olmasından dolayı kendimden nefret edebilirdim. Tutku burayı beğenmiş olmalıydı, etrafı seyrederken hayranlığı gözlerinden okunuyordu. Gözleri beni bile görmüyordu ki ben bunu kıskanabilirdim. Ellerimi cebime soktum ve sabırsızlık içinde tek bacağımla tempo tutmaya başladım. Hala ayakta bir ağaç gibi dikiliyordum. Tutku’nun fazla dayanamayıp tekrar ilgisini bana yönlendireceğinden adım gibi emindim. Denizde ve havuzda dans eden sular çok davetkâr gözüküyorlardı. Kahvaltıdan birkaç saat sonra serinlemek için girmek rahatlatıcı olurdu. Beni bu düşünceler meşgul ederken Tutku’nun dudaklarının kıpırdadığı ve konuştuğu gibi bir hisse kapıldım. Hayranlığından sıyrılıp bana yanıt veriyor gibiydi. Ne hoştu ama.