|
| Boş bir gün, dolu bir zihin. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Lucille Raiden Hufflepuff 5. Sınıf Öğrencisi & Sınıf Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 415 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11273 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 07/07/09
| Konu: Boş bir gün, dolu bir zihin. Salı 14 Tem. 2009, 20:13 | |
| Arkasındaki büyük pencereden süzülerek odayı aydınlatan ışık yüzünden gözlerini hafifçe kısıp, yumuşacık yatağında doğruldu genç cadı. Zarif hatlarla bezenmiş çehresine yayılan mahmur bir gülümsemeyle gözlerini ovuşturdu ve ayağa kalkıp, aynasına doğru ilerledi. Dün gece okumaya daldığı roman yüzünden oldukça geç saatlere kadar oturmuştu, kendisini nasıl yatağa attığını bile doğru düzgün hatırlamıyordu açıkçası. Şimdi ise neredeyse öğlendi, normalde asla bu kadar uyumazdı ama hiçbir dersinin bulunmadığı bu boş günde biraz tembellik yapmaktan ne çıkardı ki? Altın sarısı buklelerini yavaşça tararken bir yandan da bugünü nasıl değerlendirebileceğini düşünüyordu. Hızlıca neler yapabileceğini kafasından geçirdi; ilk önce güzel bir duş alırdı. Serin suyun altında başlayan bir sabah onu rahatlattığı kadar kendisini de dinç hissettirirdi. Sonra hazırlanırdı, bugün için sade ve rahat birşeyler işini görürdü. Belirtmeye gerek var mı bilmiyorum, her zaman olduğu gibi bugün de pekâla güzel olurdu. Bu da bittikten sonra -ki saat en azından öğleden sonrayı bulurdu- rahatça göl kenarına gidip kitap okuyabilirdi. Geçen günlerde kütüphanede bulduğu o eski kitap çok ilgisini çekmişti doğrusu, ama okumaya fırsatı olmamıştı ve bugün de gayet uygun gibiydi. Ben gerçekten de Ravenclaw olmalıymışım. Yüzüne yayılan hafif bir gülümsemeyle duşlara doğru ilerledi. Teninde serin suyun verdiği dinçliği hissedene kadar geçen süre sadece 5 dakikaydı. Elinde olsa burda saatlerce kalabilirdi, ah, zihninin boşalması ve rahatlaması sonsuza kadar sürseydi keşke. Islakken kahverengimsi kızıl bir renk alan saçlarını 2 defa yıkadı ve suyun altından çıktı. Bedenine üstünde Hufflepuff arması bulunan kaşmir bir havluyu üstünkörü dolayıp yeniden yatakhanenin kendisine ait olan bölümüne çekildi. Parlak güneş ışığı rahatsız edici bir ısrarla gözüne girerken, yatağının üstünde oturup saçlarını dikkatlice tarıyordu Dorothy. Planına göre 1 saat içinde burdan çıkardı, yarım saat kadar da Hogwarts'ı dolaşıp sonra göl kenarına giderdi. Kızın saçından düşen bir damla su çıplak bacağına damladığında, bedeninde bir üşüme hissi oluştu. Saçları iyiydi, şimdi giyinmeliydi yoksa üşütüp günlerce yatma olasılığı birdenbire ortaya çıkabilirdi. Havada kör edici bir güneş olsa da gayet soğuktu ne de olsa. Havluyla, zarar vermek istemezmişçesine özenle kuruladı saçlarını. Bukleleri yeniden karmakarışık gözüken saçlarını aynada farkedince, sıkılmış bir edayla somurtup yeniden, özenle taradı onları. Bir annenin, çocuğuna olan şefkati gibi bir şefkatle belki de. Sonra tarağını yeniden aynanın önüne bıraktı ve siyah, parlak gül ağacından yapılma sandığına doğru yöneldi. Bir bakalım bugün ne giyebilirdi... O eski, rahat pantalon? Hayır, böyle bir gün için bile fazla salaş. Hmm, o zaman uzun ve biçimli bacaklarını aşırıya kaçmayacak bir biçimde ortaya çıkaran, kısa siyah eteği uygun olurdu. Evet evet, üstüne de viktoryen tarzı beyaz bir gömlek... Hava serin olacağından bir de pelerin alır ve uzun siyah çizmelerini giyer; tamamen hazır olurdu. Az önce zihninde tasarladığı görünümüne uygun olan eşyaları birkaç dakika süren kısa bir arayıştan sonra sandığından çıkarıp giyindi. Aynada kendisi baştan aşağı süzdü, bal köpüğü renkli gözleri yansımasıyla buluşunca pembemsi dudaklarının uçları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı ve omuzları dikleşti, yeterince yerinde olsa da, kendine olan güveni biraz 'kendini beğenmişliğe' doğru kayarak arttı. Görüntüsünde başka bir oynamaya yapmamaya karar vererek, sarı-siyah tonlarında ve kesinlikle paraya kıyılmadan döşenmiş olan yatakhaneyi gerisinde bıraktı. Buna kesinlikle bayılıyorum.
Okulu dolaşmaya başlamasından bu yana yaklaşık 15 dakika geçmişti, ve henüz kayda değer hiç kimse takılmamıştı gözüne. Önemli de değildi gerçi, ama yine de birilerine rastlaması hoşuna giderdi. Soğuk, taş duvarlara belirli aralıklarla yerleştirilmiş meşalalerden yayılan loş ama yeterli düzeyde ışık genç cadının narin bedeniyle yüzünü aydınlatıyordu. O hızlı adımlarla ilerlerken kendisine kilitlenmiş bakışların farkındaydı, bu nedenle soğuk bir havaya bürünüp omuzlarını dikleştirdi ve bahçeye çıkmadan önce geçmesi gereken son koridora saptı. Burası daha karanlık olmasına rağmen daha geniş ve ferahtı, ayrıca önceden onu rahatsız eden tüm o kalabalık burda gözle görülür bir biçimde azalmıştı. Demek ki çoğu kişi, sıcacık olan okulda kalmayı dışarı çıkmaya tercih ediyordu. Birkaç dakika içinde neredeyse boş sayılan, gökyüzünde tüm ihtişamıyla parlayan güneşe tezat olarak oldukça soğuk bir havanın hakim olduğu bahçedeydi. Hızlı sıcaklık değişimi yüzünden birkaç saniye affalayıp, yeniden yürümeye başladı. Yanlarından hızlıca geçtiği ağaçlar, insanlar... Bulanık bir resim misâli akıp gidiyordu. Yüzüne vuran ışık yüzünden gözlerini kısıp, karşısında ayna gibi parlayan pürüzsüz yüzeyli göle dikti. O civarlarda oturmak istiyordu, nitekim suyun görüntüsü bile ona huzur veriyordu. Soğuğa kısmen alışmış olan bünyesinin verdiği izinle adımlarını yavaşlattı, acelesi yoktu sonuçta. Burda hava kararana kadar oturacaktı isterse, hatta belki geceye kadar. Yasemin kokusunun hâkim olduğu soğuk havayı ciğerlerine çekip, göle en yakın ağacın altına bıraktı narin bedenini. Birkaç dakika dinlenir, sonra da kitap okumaya ya da her ne yapacaksa onu yapmaya başlayabilirdi, böylesi daha iyi olurdu. Uzun kirpikli gözkapakları yavaşça inerken, genç cadının solukları yavaşlıyordu. Ara sıra esen sert rüzgarlar Dorothy'nin altın sarısı buklelerini havalandırıyorken, o kendisini huzura ve rahatlamaya teslim etmişti bile. Zihni gerekli gereksiz, neredeyse tüm düşüncelerden arınıp sadece rüzgarın uğultusuna ve bazen de ormandan yükselen kuş cıvıltılarına, kurt ulumalarına kulak kesilmişti. Son haftaların yorgunluğunun çoğunu üstünden attıktan sonra, tembelce gözlerini açtı ve kollarını kavuşturdu. Hava onu daha da canlandırmıştı. Yukarı doğru kayıp çantasından bir kitap çıkardı, en sonunda okumaya fırsat buluyordu işte. Saman sarısı, eskimiş yaprakları hızla çevirerek okumaya başladı, konsantrasyonla çatılmış ince, biçimli kaşları ve bal köpüğü rengindeki gözleri onun yaşından büyük bir zekaya ve olgunluğa sahip olduğunu belirtir gibiydi. Sertliğini daha da arttırmış olan rüzgar aralıksız bir biçimde genç cadının ipeksi saçlarını havalandırırken, o büyük bir dikkatle işine devam ediyordu. | |
| | | Malachy Grandley Gryffindor 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 354 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11378 Ekspresso Puanı : 37 Kayıt tarihi : 12/07/09
| Konu: Geri: Boş bir gün, dolu bir zihin. Çarş. 15 Tem. 2009, 13:53 | |
| “N'aber turuncu kafa, ehehe.”
Çekim teorisi. İnsan neyden nefret ediyorsa ya da en çok neyin başına gelmesini istemiyorsa, o hep gerçekleşmiştir mutlaka. Aynen şu anda Malachy'nin başına geldiği gibi. “Bir budala Slytherinli daha mı görüyorum yoksa ben?” Sinirlenmemeye çalışacaktı bu sefer, boşu boşuna gaza gelip kavga ediyordu onlarla daha sonra. Ağzını açmaya değmeyen bir avuç salaktı onlar kendi gözünde ama kavga meraklısı Malachy'nin içinden bir ses, onların ağzının payını vermeyip, öylece geçmeyi ancak güçsüz kızların yapacağını söylüyordu ısrarla. Göl kenarına birkaç metre kalmışken, anlamsızca esen rüzgar, oldukça uzamış turuncu saçlarını havaya kaldırıyordu geçtiği her saniye. Aynen karşısındaki budala Slytherinli çocuğun da olduğu gibi. Aralarındaki tek fark -belki de iki demeliyiz- birisinin budala olup, diğerinin olmadığıydı veya birisinin sarı saçlı, diğerinin turuncu kafalı olmasıydı. Tabii budalalık meselesi, değişen bir kavramdı başkalarının bakış açılarına göre. “Görmeyeli gözlerin de kör olmuş Malachy. Aynaya baksan kimin budala olduğunu görebilirdin rahatlıkla.” Sarı saçlı çocuktan aldığı cevapla daha fazla dayanmaya çalışmak imkansız bir şeydi, hele ki içinden bir ses sürekli patakla onu gibi bir şeyler söyleyip kendisini gaza getirmeye çalışırken. Haydi döv onu Malachy, ancak güçsüzler böyle laf yarışına girebilir, biliyorsun değil mi? Evet, karşısındaki budala da güçsüzdü işte. Canı kavga istiyorsa gelip Malachy'ye yumruk atabilirdi ama şu anda Slytherinli çocuk tam bir kız gibiydi. Daha ne bekliyorsun?! Haydi git ve patakla işte! Kendi kendini gaza getirmeyi başaran Malachy, rüzgardan da aldığı hızla çocuğun üzerine doğru koşarak, ona sertçe bir yumruk attı. Ne kadar da rahatlamıştı ama! Hemen gitme, karşılığı gelecektir, bekle! Dejavu. Bu sözleri ve bu kavganın tıpatıp aynısını hatırlıyordu dün sabahtan. Eh, zaten aynı şeyleri Hogwarts'a başladığından beri sürekli yaşayarak öğrenmemiş miydi sanki? Kendi kendine düşünmeye devam ederken çocuk yediği yumruğun kızgınlığıyla Malachy'nin yüzüne geçirdi hızla. İşte bu hainlikti, dalgınken yenen bir yumrukla yere yığılmak. Seni kalleş budala! Yanağı çok feci sızlamaya başlamıştı, ya da dişi miydi acaba isyan eden? Her ne haltsa bir şeyler kendisine acı veriyordu işte. Bu budala da düşündüğünden farklı çıkmıştı, en azından yumruk yiyince laf söyleyip kaçmıyordu. Yine de bunları düşünmenin zamanı yoktu, karşı atağa geçmeliydi. Haydi kalk ayağa ve sen de ona bi' tane geçir! Dişlerini iyice sıktığından, bayağı bir zorlukla ayağa kalkabildi, karşısındaki ağzından kan gelmiş çocuğa doğru. Bu bir zafer mi demekti? Hayır, sadece bir darbeydi kesinlikle ve devamı da getirilmeliydi. “Anlaşılan burda dayak yiyen sen olmuşsun, ağzından kan geliyor budala!” Aslında bunun kendisinde de burnu tarafından gerçekleştirilmiş olduğunun farkında değildi. Aynı zamanda ağrının nereden geldiğini anlamıştı sonunda; dişleri. Bir insanın en zayıf noktası beyaz tutulması zorunlu olan dişleriydi kesinlikle, çünkü acısı beyne aktarılıyordu hemen. Argh. Slytherinli oğlana karşı olan nefreti ve duyduğu acıyla birlikte iyice hırslandı ve sarışın çocuğu göğsünden tutarak fırlattı ağaca doğru. Bunun hemen ardından duyduğu acı dolu inleyiş kendisine tek bir kelimeyi hatırlattı; zafer!
Ardında bırakmış olduğu Slytherinli çiyandan sonra göl kenarına doğru yürümeye başladı rüzgarın acılarını dindirmesi umuduyla. Lâkin hiçbir değişiklik olmuyordu saçlarının sürekli hareket hâlinde olmasından başka. Belki göle atlayıp yüzmek iyi gelirdi? İyice saçmaladın Malachy. Orası havuz gibi mi görünüyor sana yediğin yumruktan sonra? Bozulmuş bir ifadeyle göle doğru yürümeye devam ederken dikkatini çekti sarı saçlı bir kız. Gittikçe yaklaştıkça onun bir Hufflepufflı olduğunu gördü ama bir dakika. Sürekli gördüğü fakat hiçbir zaman konuşmaya zaman bulamadığı kız değil miydi bu? Burnundan gelmiş kanı eliyle silmeye çalışarak iğrenç bir hareket yaparken, kıza görünmeden gölün öbür tarafına gitti. Ellerini ve burnunu gölden aldığı suyla yıkamaya uğraştı hızlıca. Tam emin değildi kanın ne kadar gitmiş olduğundan lâkin bu onun için yeterliydi. Tekrardan kıza doğru yürüyüp, yanına çömeldi. “Selam. Umarım rahatsız etmiyorum?” Ne kadar saçma bir şey söylemişti yine, kitap okurken selam demek elbette rahatsız edici bir hareketti. Galiba yemiş olduğu yumruğun etkisi hâlen etkisini devam ettiriyordu. | |
| | | Lucille Raiden Hufflepuff 5. Sınıf Öğrencisi & Sınıf Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 415 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11273 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 07/07/09
| Konu: Geri: Boş bir gün, dolu bir zihin. Çarş. 15 Tem. 2009, 21:33 | |
| İlgi çekici bilgilerle donatılmış kitabın eski sayfalarında gezinen gözleri, önüne oturduğu ağaca birisinin yaslandığını hissetmesiyle yana doğru çevrilmişti. Ravenclaw'lu bir oğlandı bu, adını hatırlayamasa da onu çoğu yerde görmüş, birkaç kere de konuşmuştu. Konuşmaları da çoğunlukla oğlanın Dorothy'ye asılması ve genç cadının bunun üstüne gitmesiyle son bulsa da, gayet hoş olduğunu inkar edemezdi. Uzun, dalgalı koyu kahverengi saçları ve canlı mavi gözleriyle oldukça hoş bir portre çizse de o böyle yüzeysel tiplerden pek hazzetmezdi, bir insana görünüşüne göre davranmak en saçma şeylerden biriydi onun için. Bu nedenle de yakışıklı erkeklerin etrafında pervane olan kızlardan da hiç hoşlanmazdı, o da bunlardan biri olmamıştı asla. Her ne kadar bu 'yakışıklı erkekler' onun ayağına bir fırsatmışçasına gelseler de. Derin bir nefes aldı ve elindeki kitabı yere bıraktı. Bu çocuğa katlanabileceğini düşünmüyordu, hele şimdi hiç.
" Biraz konuşalım mı tatlım? "
Ne zaman 'tatlım' demeye başlamıştı bu çocuk ona? Salak. Böyle tiplerin nasıl Ravenclaw'a seçildiğini anlayamamıştı asla, ve gidişata bakılırsa anlayabilme ihtimali de yoktu. Genç cadı bal köpüğü renkli iri gözlerini hafifçe kısıp, çocuğu baştan aşağı süzdü. Merlin akılla dış güzelliği nadiren biraraya getiriyor gibiydi.
" Ne istediğini açık açık söylesen ve sonra da gitsen daha iyi olur. "
Oğlanın, Dorothy'nin soğuk sözleri üzerine şaşırmış görünmesi kızı memnun etmişti. İnsanlar üzerinde şok etkisi bırakmaya bayılıyordu. Önceden gayet sıcak, hoş ve kibar bir şekilde konuşan birinin bir anda buzlar kraliçesi kesilmesi pek de olağan değildi sonuçta. Oğlan birkaç saniyelik duraksamanın ardından eski güvenini kazanmış, etkileyici olduğunu umduğu bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı.
" Peki tatlım, açıkçası istediğim sensin. Şimdi gideyim mi, yoksa kalmamı mı tercih... "
" Ne yazık ki ben seni istemiyorum. Git.
Sözünü yarıda kesip, kırıcı bir açıksözlülüğe sahip cümleler oğlanı yaralamış gibiydi. Birkaç saniye daha orda dikildi, yakışıklı yüzü reddedilmenin verdiği öfke ve üzüntüyle buruşmuştu. Hızla arkasını dönüp giderken, Dorothy'ye sanki 'nasıl istersen, bir gün aklın başına gelecek ve pişman olacaksın' demiş gibi geldi. Önemsiz. Omuzlarını silkip, okuduğu kitaba geri döndü. Böyle bir züppe tarafından bir daha rahatsız edilmek istemiyordu kesinlikle, ama düzgün biri gelirse pekâla onunla sohbet edebilirdi.
Güneş neredeyse batmıştı artık, yaklaşık 1 saat geçmişti ve genç cadı da hiç azalmayan bir dikkatle kitabına devam ediyordu. Hafifçe çiselemeye başlayan yağmur da onu etkilemiş gibi değildi, zîra görülmesi ya da hissedilmesi bile zordu, fakat onun ince saç telleri arasında pırlanta gibi parlayan su damlacıkları oldukça belirgindi. Hava iyice soğumuş, pelerinine daha da sarılmasını ve havaya lanet okumasını beraberinde getirmişti. Yine de bir yere gitmeye niyeti yoktu, hazır tüm o baş belası 'arkadaşları' gereksiz gevezelikleriyle kafasını şişirmiyorken bu anların tadını çıkarmalıydı, değil mi? O anda tam yanından gelen bir ses onu ürkütse de kim olduğunu görünce çehresine tatlı bir gülümseme yerleşti. Çoğu kez rastladığı, Gryffindorlu çocuk. Eğlenceli ve komikti, Dorothy'ye göre içten tavırları da vardı, bu sebeple de genç cadı bu oğlanla tanışmayı istemişti hep ama yanına gidip konuşacağı bir an bulamamıştı hiç. Kızın gözleri çocuğu süzerken turuncu saçlarına takılmıştı, klasik yakışıklı değildi fakat yüz hatları ve saçları ona... [i]sevimli[/b] denilebilecek bir hava veriyordu. Kitabı aklından çıkmıştı, yanlız geçirdiği saatleri bir kenara bırakıp yeni birisiyle tanışmayı istiyordu şimdi.
" Selam. Umarım rahatsız etmiyorum? "
" Ah, hayır tabii ki. Aslında oldukça sıkılıyordum. "
Yalancı, sıkılmıyordun işte. Yalancı. İç sesine küfrettikten sonra, omuzlarını dikleştirdi ve konuşmasına devam etti. Hem, sıkılmamış olsa da ne değişirdi ki? Şimdiki durum onun için daha eğlenceli olacaktı sonuçta.
" Bu arada adım Dorothy, ya senin? " | |
| | | | Boş bir gün, dolu bir zihin. | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |